30 Nisan 2013 Salı

HANGİ KATTAN KONUŞUYORSUNUZ?


Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili


Hangi kattan konuşuyorsunuz? 
BİREYSEL kattan mı, 
TOPLULUKLAR ara-katından mı; 
yoksa ULUS - DEVLET çatısından mı?


Yıllardır süren tartışmalar, nihayet aydınlığa kavuştu.

“Kürtleri tanımak zorundasınız” diyenler,yıllarca ve kimi zaman şimdi de insani – kültürel – siyasi talepleri birbirine kararak konuşmayı sürdürdüler.

Üzerinde dikkatle durursak, gerçekte ortada üç farklı istek vardır.

Bir grup istek şöyledir:
  • “Adam askere gitmiş, telefonda annesiyle konuşacak. Annesi yalnızca Kürtçe konuşuyor; asker cezayı yemiş!”
  • “Anadili Kürtçe şu gençlerin. Kürtçe müzik dinleyecekler, ne var ki yasak!”
  • “Aralarında Kürtçe konuştular diye …..”
 Bu tür öykülerle ikinci grup şikayetlenme ve itirazlar birbirine karıştırılarak ileri sürüldü.
  • “Ben Türk değilim, ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ demeye zorlanmak beni inkar etmektir.” 
  • “Eğitimimi Kürtçe görmek isterim”; 
  • “Mahkemede kendimi Kürtçe savunmak isterim” 
  • “Siyasal propagandamı Kürtçe yapmak isterim” 
  • “Kürt milletvekili olarak siyaset yapmak isterim”; 
  • “Bürokraside genel müdürlük görevimi Kürt olarak yapmak isterim” 

Bunların dışında, üçüncü bir grup olarak da şu istekler duyuldu:
  • “Kürtler ayrı bir millet/ulustur.” 
  • “Ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı vardır.” 
  • “Kürtler kendi kendilerini yönetmelidir; Kürtler kendi devletlerini kurma hakkına sahiptir.” 
Bu üç grup isteğin özellikleri şunlardır…

Birinci grup istek, İNSANİ – KÜLTÜREL özelliktedir. Bu tür “tanınma, kabul edilme” istekleri haklıdır. Bu istekler BİREYSEL KÜLTÜREL HAKLAR kapsamında yer alır ve karşılanması yalnızca şimdi değil ne zaman olursa olsun yerinde ve doğrudur.

İkinci grup istek, SİYASİ özelliktedir. Kürt kökenli Türk vatandaşlarının “Kürt milliyeti” olarak tanınmasını öngörür. TOPLULUK KİMLİK HAKLARI içinden konuşur. Eğer öyle olursa, diğer etnik topluluklara da bu hakların verilmesi hakkaniyet gereğidir. Sonuçta Osmanlı devletindeki –gerçekte dini inanca gör ortaya çıkan- “milletler sistemi” ortaya çıkar. Günümüzde PKK/BDP, AKP ve liberallerin Anayasa değişikliği yapılarak “TC vatandaşlığı formülü” getirmek düşüncesi bu kategoride yer alır.

Üçüncü grup istek de, SİYASİ özelliktedir. Bu, ister federasyon ister kopmak biçiminde olsun, ayrı bir devlet kurmak isteğidir. Bu, doğrudan DEVLET üzerine konuşmak demektir. Günümüzde KADEP, HAKPAR açıkça, bir kısım PKK/BDP unsuru ile liberaller örtülü olarak bu isteğin sahibidir.

Üç grup isteğin durumu…..

Birinci grup istek, Türk ulusal birliği içinde, kültürel varlığını bireysel olarak engelsiz biçimde yaşamayı içerir. Bu, her kökenden Türk vatandaşının sahip olması gereken bir konumu anlatır; buna belki çok küçük bir kesim dışında hiç kimse itiraz etmez.

İkinci ve üçüncü grup istek, Türk ulusal birliğinin reddine dayanır.

İkinci grup istek, toplum ve devlet örgütlenmesinin ulusal niteliklerinin ortadan kaldırılmasını ister. Bir “milliyetlerin özerkliği sistemi” temelinde mevcut yapının “milleti/ulusu bakımından bölünmesi”ni talep eder. Bu, Anayasa’nın değiştirilemez ilk dört maddesine aykırılık oluşturur; Anayasa tartışmalarının bugünkü gibi sert bir aşamaya yükselmesinin nedeni de budur.

Üçüncü grup istek ise, yine Anayasa’nın değiştirilemez ilk dört maddesinden “ülkesi bakımından bölünmez bütün” ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Anayasa’ya göre “ülkesi bakımından bölünmez bütün” demek, federasyon sistemi istenip uygulanamaz demektir.

Ayrılmak ise, zaten anayasalarda üzerine hüküm getirilmesini düşünmek dahi mümkün olmayan bir istek durumundadır.

Sonuç…

Türkiye’de her etnik köken ve inanç grubundan Türk vatandaşı, ana-baba kaynaklı bu özellikleri şerefle taşır, taşımalıdır. Bu bakımdan herhangi bir siyasal, toplumsal, kültürel engelleme varsa bunlara kararlı biçimde karşı çıkılmalı ve hem anayasal hem toplumsal yaşam düzlemlerinde gerekli her türlü güvence sağlanmalıdır.

Milliyetlere özerklik tanınmasını öngören siyasi talep, kabul edilemez. Çünkü bu, Türkiye’de ulusu ortadan kaldırmak ve toplumu “halklar mozayiği” yaratarak barış – huzurdan yoksun kılmak sonucu yaratır. Oysa uluslaşma süreci, Kürt kökenli Türk vatandaşları da dahil, çok büyük oranda başarılmış ve nüfusun bütünleşmesi sağlanmış durumdadır. Böyle bir tarihsel oluşumu çözmek nesnel olarak olanak dışıdır.

Kürt milliyetini Türkiye içinde federasyon biçiminde ayırmak, insanların yarısından fazlası federe devlet öngörülen Güneydoğu Anadolu Bölgesi dışında yaşayan insanlar varken, tutarsızdır. Böyle bir gerçeğe karşın bu yönde ısrar, söz konusu isteğin yalnızca Türkiye’yle ilgili olmadığını gösterir. Amaçlanan şey Türkiye, Irak, Suriye, İran’ın Kürt kökenli vatandaşlarına dönük bir devlet yapılanmasının önünü açmaktır. Bu ise, her yönüyle bir “uluslararası sorun”dan söz etmek anlamına gelir.

Herkes sözünü net söylemek zorundadır.

 Hangi kattan konuşuyorsunuz? 

BİREYSEL kattan mı, TOPLULUKLAR katından mı; yoksa ULUS - DEVLET çatısından mı?

[BAG, 30 Nisan 2013]


26 Nisan 2013 Cuma

‘Bilimsel’ Ulusalcılık Başlıklı Yazı Üzerine


Birgül AYMAN GÜLER 
CHP İzmir Milletvekili 


Sayın Umut Özkırımlı, “Bilimsel” Ulusalcılık başlıklı yazısıyla görüşlerime ilişkin bazı sorular yöneltmiş. http://t24.com.tr/yazi/memleketimden-milliyetcilik-manzaralari--1/6567

Yazısı tırnak işaretleri ve ünlemlerin efektleriyle ard-satırlı olsa da, konuşmaya açık bir yazı kaleme almış. Akademik unvanlı köşe yazarlarının adeta kırık kalemli yazıları ortada iken, yazara teşekkür etmek gerekir. Yazısındaki daveti kabul ettim, bu yazıyı yazdım. [Yazının en sonuna da kişisel akademik bir not ekledim.]

Sayın Özkırımlı yazısını, “birkaç hafta önce Habertürk’te Belkıs Kılıçkaya’nın sorularını yanıtlayan Güler’e göre….” demesinden anlaşıldığı üzere yarım saatlik bir TV programındaki sözlerime dayandırmış. Bunun yerine www.baguler.blogspot.com üzerinde yayımlanmış yazılarıma bakılsa daha iyi olabilirdi. Ama yazar bu kaynağı yeğlediğine göre, diyecek birşey yoktur.

Bilimsel değil… 
“……Güler tezlerini akademik kimliğinin ardına sığınarak, bilimsellik iddiasiyla savunuyor.”
Doğrusu, “sığınarak savunma” haklı bir değerlendirme değil. Çünkü tartışılan soruna ilişkin iki bilimsel yaklaşım vardır. Biri kimlik yaklaşımı, öbürü ulusal sorun yaklaşımı. İkisinin de elbette siyasal tutum yaratan sonuçları vardır. Burada sözkonusu olan unvan sığınmacılığı değil, kavramsal çerçeve seçimidir

Neden Kürt sorunu var? Komplocu…

Yazar sözlerimden alıntı yaparak, “bu bağlamda biz de Güler’e bazı sorular soralım:” diyor ve beş soru soruyor.
“1. Türk ulusal devleti hangi kimlik üzerine kuruludur? Size göre bir üst kimlik, bir çadır olan Türklük üzerine, değil mi? Dahası bu çadır “iyi bir çadırdır, iyi bir mayadır”, halkın yüzde 80-85’inin kabul ettiği bir çadırdır. O halde neden Kürt sorunu diye bir sorunumuz var? “Kürt kökenli siyasetlerin” ve emperyalizmin kışkırtması yüzünden mi? Bu komplocu analizin ne kadar bilimsel olduğunu geçelim,..."
Birinci sorunun ilk bölümü, bir soru – bir yanıt – bir yargılama olmak üzere üçü bir arada yazar tarafından söylenip kapatılmış durumda. Soruyu esas alırsam “neden Kürt sorunumuz var?”, şöyle yanıt verirdim: Meşrutiyet ve Cumhuriyet rejimlerinde feodal üretim ilişkileri tasfiye edileceğine, bunlarla ittifak yapıldığı ve uluslaşma süreci bu iktisadi teslimiyetle kırıldığı için Kürt sorunu var.”

Bu ulusun çadırında Kürtler de gayrımüslümler de sorunlu.…

Yazarın ilk sorusu şöyle devam ediyor:
“13 milyon insan nasıl bu kadar kolay inanıyor bu yalanlara, hele çadırla bir sorunları yoksa? Hep aynı şeyleri hatırlatmaktan bıktık ama bu çadırda Kürtler yerlerinden edilmedi mi, yaşadıkları yerler bombalanmadı mı, köylerin, şehirlerin isimleri değiştirilmedi mi? Hayır, 1980 sonrasını kastetmiyorum; 1934 İskan Kanunu’ndan söz ediyorum mesela, Dersim’den, Ad Değiştirme İhtisas Komisyonu’ndan. Haydi sizi zor durumda bırakmamak için o çadırda yaşayan gayrimüslimlere ne olduğunu sormayalım!
Yazarın belirtiiği olaylar belli insan gruplarının “kimliğine düşmanlık”tan olsaydı soru haklı olabilirdi. Ama sıralanabilecek diğerleriyle birlikte, 1921’den bu yana yaşanan ayaklanmalar “kimlik talebi”yle değil derebeyliklerin vergi, askerlik, mülk ayrıcalıklarının ve bunların tamamlayıcısı olan şeriat, hilafet, saltanat düzeneklerinin yeniden talep edilmesiyle ilgiliydi. Yaşanan toplumsal mücadele “kimlikten ibaret” değildi; iktisadi ve sosyal ayrıcalıklarla ilgiliydi.

Gayrımüslümlerle ilgili boyut ise, Osmanlı kapitülasyonlarından bu yana uzun bir iktisadi ağlar zorlamasının baskısı altında yaşanmadı mı? Çok sayıda gayrımüslüm Türk vatandaşı vardır; Türkiye’ye dilde, sinemada, ticarette, sanatta büyük katkıları ile ulus tarafından bağıra basılmışlardır. Ve elbette çok sayıda başka bir bölümü de Batı ticaret sermayesiyle ortaklık içinde kavgaya taraf olmuşlardır.

Sorunları tek yönlü değil, tüm çeşitliliği içinde çok yönlü değerlendirmek zorundayız.

Memurluk–Türklük ve Hizmetler-Ecnebilik
“2. Bu çadırın “çok başarılı bir süreç yaşadığını, bunun da evlilikler ve mesleki rotasyonlarla büyük ölçüde sağlandığını biliyorum” diyorsunuz. İlginç, sizin bildiklerinizle bizim bildiklerimiz pek örtüşmüyor. Biz, 18 Mart 1926 tarihli 788 sayılı “Memurin Kanunu” ile “Türk olmanın” devlet memurluğunun ön koşulu olarak belirlendiğini, bu kanunun 1965’e kadar yürürlükte kaldığını sanıyorduk mesela. Ya da 4 Haziran 1932 tarihli 2007 sayılı “Türkiye’de Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkında Kanun”la bazı mesleklerin “ecnebilere” ve “diğer milletlerin adamlarına” yasaklandığını.”
Her iki örnekte de herhangi bir terslik yoktur. Memurlar Kanunu’nda Türk olmak, Türk vatandaşı olmak demektir. Buradaki kural, vatandaşların kültürel kökeni bakımından bir gösteren değildir. İstisnası, Lozan’da kabul edilen gayrımüslümler olabilir; Lozan azınlıklarının statusü böyledir. Bu statü, kimi vatandaşlık hizmetlerini yüklenme bakımından “ayrı” ve “ayrıcalıklı” olmayı daha en baştan belirlemiştir.

“Ecnebilere yasak” ise, yani başka bir ülkenin vatandaşlarına yasak meslekler uygulaması, 20. Yüzyılın en yaygın gerçeklerindendir. Avrupa ülkeleri, AB – Maastricht Sözleşmesi’ne kadar bunu kesin olarak yaşamışlardır; yasaları bu bakımdan hala çeşitli sınırlamalar içerir. Dünya ülkeleri Dünya Ticaret Örgütü’nde GATS çerçevesinde “mesleklerin serbest dolaşımı” için yıllardır uğraşıyorlar. Bu uygulama, Türkiye gibi azgelişmiş ve emperyalizmin karşısında bağımsızlık çabasında olan bir ülke için biricik olmadığı gibi yersiz de değildir.

Bireysel kültürel haklar mı? Topluluk hakları mı?
“3. Size göre bu “başarılı” çadır, farklılıkları öne çıkarmaz, ortak benzerliklere dayalı bir siyasal sistem kurar. Hangi benzerlikler? Türkler ve Kürtler bu kadar benziyorsa neden onları asimile etmeye çalıştık yıllarca? Neden o farklılıkları üst kimlik altında yaşatmadık? Yine 80 darbesi diyeceksiniz, biliyorum. İyi de 1980’den önce bu ülkede Kürtçe eğitim yapılıyor muydu? Ya da mahkemelerde Kürtçe savunma?”
Elbette 1980’den once “Kürtçe eğitim” yoktu. Ancak TV’de tartışılan “Kürçe konuşmaya yasak” konusu idi; ve bu bireysel doğal hak 12 Eylül 1980 darbesince yasaklanmıştı. Çeşitli kesimlerin “Cumhuriyet Kürtçe konuşmayı yasakladı” sözünün gerçek dışı olduğunu atlamak doğru olmaz.

Bunun dışında, farklı anadillerde eğitim, savunma, yani kamu hizmetlerinin farklı anadillerde verilmemesi –yönetilmemesi- asimilasyon değildir. Bu siyasal tercihtir; uluslaşma sürecinin entegrasyon amacına uygundur. Burada yanlışlık varsa, o da etnik köklere ait özelliklerin “bireysel kültürel zenginlik” olarak geliştirilmesi olanaklarının ortadan kaldırılmasıdır.

Anadillerde eğitim, savunma, hizmet…. toplumu ve devleti “kollektif kimlik hakları üzerine” inşa etmektir. Bu, ortaçağa dönüp Osmanlı devletindeki gibi bir örgütlenme ve yaşam kurmak demektir. Cumhuriyet, buna karşı durmuştur; bireysel kültürel kimliklerin ulusal birlik içinde özgürlükleri temelinde bir düşüncenin uygulayıcısı olmuştur. Bence şimdi de izlememiz gereken kurgu bu olmalıdır. Bireysel kültürel haklarda özgürleşmeyi güvence altına alarak…

Tek maddede üç soru….
“4. Yeri gelmişken Türklüğü ulus, Kürtlüğü milliyet yapan nedir? (Şu milliyet terimini de SSCB deneyiminden aldığınızı söyleseniz fena olmaz mı?) Neden Türkçe ortak dil, Kürtçe ya da başka diller değil? Türkler kendi ulus-devletlerine sahip oldukları için olmasın? Yani devleti olan ulus, olmayan milliyet mi?”
Milliyet terimini SSCB kullanmış, dünyanın azgelişmiş ülkelerinden çok sayıda katkıyla kuramlaştırma günümüze dek sürmüştür. Ama terimin ortaya çıkışı ve kavramsallaştırılması 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarında Alman Vierkandt, Otto Braun, Steinmetz, İngiliz Israel Zangwill… gibi Alman, Avusturyalı yazarlar ağırlıklı olmak üzere Fransız ve İngiliz yazarlara tapuludur.

Türkçe ortak dildir. Çünkü bu tarihsel bir sonuç, tek başına iradi bir seçme değil. Bin yıllık yerleşme, ticaret ve yönetim sistemlerinin yarattığı bir sonuç. Kürt beyliklerinin Selçuklu ya da Osmanlı’ya ait ‘Ekradı Sancak’ olması bir tercih değil, gerçek. Tersi olsaydı, Türk beylikleri olup Eyyubi devletine bağlı olsaydı tarih başka türlü sonuçlanabilirdi. Ne denebilir ki?

Evet, ulus olmanın koşulu devleti olmak. Bu da 20. yüzyılın gerçeği.

Nötr ve renksiz vatandaşlık yoktur; önerilen şey çok-etnikli haldir
“5. Son soru. “Reddettiğim sistemde şu var. Ulusal devleti ortadan kaldıralım. Nötr bir vatandaşlık tanımı getirelim”. Bunu söylediğinizde kendinizi ele verdiğinizin farkında değil misiniz? Demek ki şu andaki vatandaşlık tanımı nötr değil! Peki nasıl kabul ettireceksiniz bunu diğer etnik gruplara – pardon “milliyetlere”?
“Nötr vatandaşlık getirelim” sözü bana ait değil. Anayasal vatandaşlık önerenlerin sözü. Bence “nötr” renksiz” vatandaşlık da anayasa da olamaz. Doğada nasıl renksiz hiçbirşey yoksa toplumda da olmaz. Hele siyasal yaşamda hiç olmaz.

Karşımıza dikilen öneri, vatandaşlığı “milliyetler bütünlüğü değil toplamı” haline getirme önerisidir. Devleti etnik topluluklar koalisyonu olarak örgütlemek, yani etnikçi devlet kurmak önerisi. Bu yüzden ulusal vatandaşlığa “Türk” etnisitesine dayandığı için etnik temelli olma eleştirisi getirenler, aslında kendileri etnikçi anayasa önerisinde bulunuyorlar.

Sonuç
“Bu sorular elbette retorik.”
Bu kadar emek boşuna mıydı? Özkırımlı’nın da amacı konuşmak değilmiş meğer, amacı “serimlemek”miş!

İyi ama bu sorular neden “retorik” –anlamsız ya da gereksiz- olsun?

Çünkü yazar şuna inanıyor:
“Güler’in iddialarının bilimsel değil, düpedüz ideolojik olduğunu bilmemesi mümkün değil. Bu durumda ya göz göre göre kamuoyunu yanıltmaya, ulusalcılığına bilimsel bir meşruiyet kazandırmaya çalışıyor ya da söylediklerine gerçekten inanıyor.”
İktidarlar, iki yüz yıldır kendi meşruiyetlerini “bu bilimsel, yani iyi - bu ideolojik, yani kötü” ayırımı üzerinde yükselttiler. Sayın yazar, iktidar refleksi gösteriyor. Demek ki “kimlik yaklaşımı” bilimseldir; ulusal sorun yaklaşımı ideolojik! İki yüzyıldır bu tür iktidar zorlamaları karşısında akıllar susmuş, yaşam ve eylem konuşmuştur.

Nihayet yazı şöyle bitiyor:
“Eğer ikincisiyse kendisine 21 Mart’ta attığı bir tweet’i hatırlatalım: “Körleşmeyin… Körleşme zamanları değil bu zamanlar!”. Biz kör değiliz Sayın Güler, ya siz?”
Emek veriyorum.

AK(P)KK ittifakının hak ve özgürlük taleplerini dikkatle irdeliyorum. Çağımızın en gerici unsurlarının “barış – çözüm” diyerek Türkiye’yi Irak – Suriye – İran ile birlikte milliyetler ve mezhepler savaşına sürükleyişlerini çok net görüyorum.

Sayın Özkırımlı, yalnızca bakmıyorum. Bakarken net görüyorum.


Kişisel Akademik Not: Sayın Özkırımlı'nın Milliyetçilik Kuramları: Eleştirel Bir Bakış, DoğuBatı, Ocak 2008 künyeli ve doktora tezi olduğunu belirttiği kitabında, "ulus-milliyet" kuramları üzerine çalışanlara hiç gönderme yok. Kıta Avrupasının kurucu kaynakları olmadığı gibi, Türkiye'de üretilmiş kaynaklar da yok. Örneğin Mehmed İzzet'in 1924 tarihli Milliyet Nazariyeleri çalışmasının görülmemiş olması önemli bir eksiklik. Ama olmaması normal; kitabın kaynakları arasında Ziya Gökalp de yok. Ve elbette SSCB yazarları ve yayınları da... Bilimsellik - ideolojiklik tartışması gerçekten de ilginç bir tartışma! [BAG, 26 Nisan 2913]





KARAYILAN AÇIKLADI: AKP ÇÖZÜME NE VERDİ?


Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili


Gazetelerin “tarihi açıklama” diye verdikleri Kandil’de 25 Nisan 2013 günü KCK Başkanı diye tanıtılan Karayılan, PKK teröristleri 8 Mayıs’tan itibaren çekilmeye başlayacaklar açıklaması yaptı. Türkiye'nin "meşru" gazeteleri ile TV'leri açıklamayı epeyce sansürlü ve "düzeltilmiş" verdiler.

Karayılan'ın ne dediğini olduğu gibi görmek için "kendi" yayın organlarına bakmakta büyük yarar var. Bu kaynaklardan izlenince, AKP-PKK'nın neyin pazarlığını yaptıkları açıkça görülüyor.

Karayılan’ın açıklamasına gore AKP Hükümeti PKK’ya şu sözleri vermiştir:
(1) Kürt halkına kimlik ve statü verilecektir; bu, anayasal güvence altına alınacaktır.

(2) PKK ile işbirliği yapılarak Güneydoğu Anadolu’da ve Türkiye - Irak – Suriye – İran kürtleri arasında “Kürt milli dayanışma” konferanslarına izin, onay, destek verilecektir.

(3) Apo başta olmak üzere teröristlerin tümü serbest bırakılacaktır.

(4) Soruna yabancı devletlerin müdahil olması kabul edilebilir.
Bu sözler, Karayılan’ın konuşmasından alınan cümleler temelinde aşağıdadır:

1. Bugün halkımız, Rojava Kürdistan’da (Suriye) fiili olarak özgürlüğüne kavuştuğu bir devrimin ve Güney Kürdistan’da (Irak) federal bir statünün sahibidir. Kuzey Kürdistan’da (Türkiye) … önemli kazanımlar ortaya çıkmıştır.

2. Türkiye’de Kürt halkının yüz yıl öncesine dayanan inkar ve ret politikaları altında kimliksiz ve statüsüz yaşamayı kabul etmesi mümkün değildir. Bu anlamda Önderliğimizle devlet arasında sürmekte olan görüşme ve müzakerelerin son derece önemli olduğu açıktır.

3. Kürt sorununun uluslararası bir sorun…. başta ABD, AB ve Rusya olmak üzere tüm uluslararası güçleri Kürt sorununun çözümüne dönük başlattığımız bu hamlenin başarısı için destek sunmaya çağırıyoruz.

4. Sadece Türkiye’deki Kürt sorununun çözümü değil, tüm parçalarda Kürt sorununun çözümü ve Ortadoğu’daki çatışma sürecinin sona erdirilerek… yeni bir dönemin başlatılmasıdır.

5. Dört konferans çağırıyoruz:
a) Tüm Türkiye halkı(nı) … ‘Barış ve Özgürlük Konferansı’nı toplamaya ve tüm kesimleri bu konferansa katılmaya davet ediyoruz.

b) Tüm Kürdistan halkını, (4 parçadaki –Türkiye, Irak, Iran, Suriye) …. tüm parçalar arasında milli dayanışma ve barış için ulusal bir platform oluşturmaya, Hewlêr’de (Erbil) ‘Birlik, Dayanışma ve Barış Konferansı’nı örgütlemeye ve katılmaya çağırıyoruz.

c) PKK’nın Kürdistan’da geliştirdiği mücadelede belkemiği rolü oynayan ve büyük fedakarlıklar, kahramanlıklar sergileyen Kuzey Kürdistan (Türkiye'nin güneydoğusu) halkımız için …. Amed’de (Diyarbakır'da) Kuzey Kürdistan Demokratik Çözüm, Birlik ve Dayanışma Konferansı’nı toplamaya….

d) Yurtdışındaki tüm Kürdistanlıları…. Halkların Demokrasi, Birlik ve Barış Konferansı’nı toplamaya çağırıyoruz.
Karayılan, “çözüm süreci”nin üç aşamalı olduğunu açıklamıştır:
a) Ateşkes ve geri çekilme ile birinci aşama tamamlanacaktır.

b) İkinci aşama devletin ve hükümetin yapacaklarından oluşur. Bunlar “anayasal çözüm çerçevesinde yapılacak reformlar”dır.
c) Üçüncü aşama normalleşme aşamasıdır; Apo dahil herkesin serbest kalacağı bu süreç paralelinde silahsızlanma gündeme gelecektir. 
Tarihte reformculuk, demokratikleşme paketleri, demokrasi manifestoları, hep belli kesimlerle ve belli hedeflerle ilişkili olmuştur. Günümüzde de, bugünlerde ortalığı saran "reform"culuk tutkusuna, durmadan el değiştiren "demokrasi manifestoları"na ve Türkiye'yi demokratikleştirme yarışlarına, Karayılan'ın açıkladığı "üç aşama"yla ilişkileri bakımından dikkat etmekte yarar vardır.  

O halde karşımızdaki manzara nedir?

Anayasa, terörle müzakerenin en temel koşuludur:
  • AKP Türk vatandaşlığı ile Türk ulusunu kısaca "ulusal devlet ilkesi"ni vermiştir.
  • AKP etnik topluluklara "kimlik ve statü tanıma"yı kabul etmiş ve "milliyetler devleti"ni kabul etmiştir.
  • AKP bölgesel özerklik düzenini kabul etmeye hazırdır; "üniter devlet ilkesi"nden vazgeçmektedir. 
  • AKP, Türkiye'nin egemenliğini, komşu ülkelere müdahale edebilmek hırsının ateşiyle "uluslararası toplum"la paylaşmaya açıktır.
  • AKP Apo dahil tüm teröristleri serbest bırakma konusunu görüşmektedir.
 AKP yabancı güçlerin müdahalesine açık davet yapmaya cüret eder hale gelmiş olan PKK-BDP ile birlikte, emperyalizmin hizmetinde Kürdistan ebeliği yapmakta; bunun için de Türkiye'yi çözmektedir.

"Çözüm" süreci, ulusal ve laik Türkiye çözülerek Irak ve Suriye’den sonra İran’a saldırılacak; saldıran kim olursa olsun onlara destek verilecek demektir. Bu “çözüm” süreci  "barış için, gözyaşları dinsin diye, analar içindir" mi demiştiniz!! [BAG, 26 Nisan 2013]


23 Nisan 2013 Salı

YÜCE MECLİS BU KİRLİ İTTİFAKI AKLAMAYACAK!


Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili


23 Nisan 1920 direniş ruhuyla, nice bayramlara…

Ulusal bayramlarımız dinci ve etnik milliyetçi liberalliğin reddiyesi ile karşı karşıya. Ulusal bayramlarımızı kutlamak, sanki işgal altındaymışız gibi tehlikeli bir iş oldu. Eğer ulusal bayramlarımızı kutlamak yasaklanıyorsa, bizim bayramlarımız artık direniş günlerimiz oldu demektir.

23 Nisan’ın 2013 yılındaki 93. yıldönümünde, TBMM’nin ve ulusal egemenliğin onurunu korumak, yapılabilecek en anlamlı kutlamadır.

Yüce Meclis’in onuru çiğnenmektedir.

Ülkede her temel sorununun çözüm yeri TBMM’dir. Çünkü TBMM ulusal iradenin somut hale geldiği en yüksek karar yeridir. Meclis karar verir; hükümetler uygular. Uygulamalar da yine Meclis tarafından denetlenir. Ne var ki, şimdi Yüce Meclis, AKP-PKK ittifakınca verilmiş kararları aklamaya zorlanmakta, bu kirli ittifakla yaratılan hukuk dışılığa araç edilmek istenmektedir.

CHP’nin “terör sorununun çözümü Türkiye’nin demokratikleştirilmesinden, yani mecliste alınacak temel kararlardan geçer” önerisi, kabul görmemiştir. Başbakan CHP’nin “Meclis’te çözüm” önerisini reddetmiş ve doğrudan Öcalan - PKK ile görüşmeler yapmayı tercih etmiştir.

Şimdi, Öcalan ve Başbakan “çözüm süreci dedikleri bir görüşmeler zinciri yürütürken “AKP-PKK müzakerelerini güven içinde sürdürmek istiyoruz; meclis devreye girsin” diyorlar. Bunu da, “zaten CHP de mecliste çözüm demiyor muydu?” diye bizleri de ortak ederek sağlamaya çalışıyorlar. Yani bunlar şimdi hem CHP’ni hem de TBMM’ni kurdukları hukuk dışı ittifakı kurtarmak ve kendilerini aklamak için kullanmak istiyorlar. Yüce Meclis’i ve CHP’yi bu kirli ittifakın emir eri yapmak istiyorlar.

AKP iktidarı, “amaca giden her yol mübah” zihniyetine sahiptir. Halkımız üzerinde uyguladığı aldatma ve kandırmayı, Yüce Meclis çatısı altında uygulayacak kadar kendini yitirmiş durumdadır.

Nitekim, geçtiğimiz günlerde AKP milletvekillerine gizlice imza attırılarak, CHP’nin olmayan bir önergeyi CHP’ninmiş gibi kabul ettirmeye gayret ettiler. Tüm Türkiye, AKP ile BDP’nin hilekarlığını gördü. Tüm açık ve gizli ittifaklara karşın, partimizi de alet ederek Yüce Meclis’in onurunu çiğneme gücü bulamadılar.

Şimdi "CHP Meclis'te çözüm diyordu; haydi yapalım" oyunu oynayanlar, köprünün altından çok sular aktığını görmezden gelerek sonuca varabileceklerini sanıyorlar.  

AKP-PKK ortaklığının sözde çözüm süreci, terör şantajı ile anayasayı değiştirme sürecinden ibarettir. Uygulamaları hukuk dışıdır. Bu çıplak gerçeğin artık sözüm ona “Mecliste çözüm” adı altında komisyonlarla ya da işbirlikçi yasalarla örtülmesi mümkün değildir.

Yüce Meclis’i bu hukuk dışı kirli ittifaka ortak etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir.

TBMM, ulusal egemenliğin biricik mercii olarak, “Türk vatandaşlığı”na; “Türk Bayrağı”na; tabelalardaki varlığı bakımından “TC”ye ve vatanımız “Türkiye”ye yönelmiş kin ve nefrete alet olmak bir yana, bütün bunlardan hesap sorma mercii olacaktır.

23 Nisan, çocuklarımızın varlığında ulusal egemenliğin ve TBMM’nin bayramıdır.

Bayramımız ve ulusal direnişimiz kutlu olsun. [22 Nisan 2013]


17 Nisan 2013 Çarşamba

DÖRT ANAYASAL HÜLYA ÜZERİNE


Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili 

TBMM’nde grubu olan dört siyasal parti AKP, BDP, CHP ve MHP temsilcileri, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na önerilerini vermeyi sürdürüyorlar.

Başlangıç paragrafları verildi.

Anayasaların “başlangıç” cümleleri, (1) kimlerin, (2) kimler için, (3) hangi ortak paydada, (4) hangi temel ilkeler üzerinde, (5) nasıl bir yaşam hayal edildiğini gösteren en genel çerçevedir.

Aşağıda, siyasal değil de daha çok akademik gözle yapılmış bir çizelge çalışması yer alıyor.

Çizelgeye bakıldığında, önerilen “Başlangıç” metinlerinin şu özelliklere sahip oldukları görülüyor:
  1. Batı liberal demokrasisi ortak paydadır; serbest piyasacılık galebe çalmıştır. 
  2. Temel değer "farklılıklar”dır. 
  3. Toplumun kalkınması ve zenginliğin adil paylaşımıyla sağlanabilecek olan eşitlik hedefi terk edilmiştir.
  4. Ülkenin bağımsızlığı hedefler arasında yer almaz.
Neler yok?

Farklılık demokrasisi yükselişte. Dört partinin temsilcileri de demokrasinin “farklılıklara göre tanımı”na kapılmış görünüyor. Toplumsal sınıfların gelir dağılımı adaleti üzerinde yükselen ve bireylerin gerçek eşitlik ve özgürlüğünü sağlama amacına kilitlenmiş toplumsal demokrasi zihniyeti kovulmuş bulunuyor.

Sosyal devlet yok. Parti temsilcileri, devlet örgütlenmesinde “sosyal devlet” ya da “halkçı devlet” ya da “refah devleti” ilkelerinden hiçbirini anmıyor.

Bağımsızlık yok. Yalnızca MHP temsilcilerinin önerisinde anılan bu terim, anayasal hülyalardan temizlenmiş bulunuyor. Dünya ülkeleriyle ilişkilerimize ilişkin hiçbir doğrultu (yurtta barış dünyada barış gibi; diğer dünya ülkeleriyle eşitlik gibi) yok.

Kalkınma – gelişme yok. CHP temsilcilerinin önerisinde ‘çağdaş uygarlık hedefi’nden söz edilmekle birlikte, bu kavramı kalkınma – gelişme idealini vurgulayacak güçte görmek güç. Diğer önerilerde bu tür bir zayıf gönderme de yok.

Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık yok. Partilerin komisyon temsilcilerinin tümü için dışarıda bırakılmış bir düşünce sistematiği.

Hukuk devleti yok. Yalnızca MHP hukuk devleti ilkesini anmış, diğer üç parti bunun yerine hukukun üstünlüğü kavramını yeğ tutmuştur. Bu ilke, hukukun üstünlüğü kavramına yenilmiş bulunuyor.

Hukukun üstünlüğü, özü bakımından “bireyin devlet karşısında korunması” demektir; yani serbest piyasa ekonomisinin temelini oluşturur. Oysa “hukuk devleti” ilkesi güçler ayrılığını, güçler arası ilişkileri, yasama – yürütme – yargı güçlerinin temel kuruluş özelliklerini, yargının bağımsızlığını, idarenin yargısal denetim usullerini, vb.. gösterir.

Anayasanın Sahibi Kim ve Bu Anayasa Kimler İçin? 

Parti temsilcileri, anayasanın kimin olduğu ve kim için hazırlandığı konusunda ortak payda sahibi değillerdir.
  1. Anayasanın sahibi AKP – MHP’ye göre Türk Milleti, BDP’ye göre Türkiye halkı, CHP’ye göre TC Ahalisi’dir.
  2. Anayasa kim için yapıldı sorusuna verilen yanıtlar daha da gariptir:
a) AKP, anayasanın sahibinin Türk Milleti olduğunu söylemişse de, ilgililerine isim koyamamış –herkes- demeyi uygun görmüştür. 
b) Bu açıdan MHP tutarlıdır; samimi olduğunu göstermekte ve ilgililerin Türk vatandaşları olduğunu ilan etmektedir.

c) BDP, anayasayı “bireyler ve halklar” için yaptığını belirterek, ulusal devlet yapılanması yerine milliyetler devletine açıldığını göstermektedir.

d) CHP önerisinde ise, anlaşılmaz biçimde “ahali” adı verilen anayasa sahibinin, geçmiş ve gelecek tüm kuşaklar – nesiller için anayasa yaptığı söylenmiştir. Bazı durumlarda söylenecek söz bulmak güç olur; bu da öyle durumlardan biridir.
Anayasa önerilerinin "ortak paydası nedir", "hangi temel ilkeler benimsenmiştir" sorularına ilişkin sonuçlara ulaşmak için aşağıdaki çizelge yardımcı olacaktır. 

Ama, çizelgeye geçmeden son olarak bir noktaya daha dikkat çekelim. 

"Yeni" Bir Değer: Ebedi Barış İdeali

BDP ile CHP temsilcileri, başlangıç hükümlerinde aynı hedefi paylaşmış bulunuyorlar. "Ebedi barış ideali"... Bunu, anayasa çalışmalarında görev almış olanlara sormalıyız. 

Acaba bu ideal Alman 18. yüzyıl felsefecisi Kant'ın "ebedi barış" felsefesi olan ideal midir? Eğer öyleyse, anayasa önerilerine ilişkin yorumlarımıza da pek başka ilginç boyutlar eklenecek demektir. 

Kant'ın altı maddelik felsefesi, adeta bir programdır; iki farklı partinin anayasaq hülyasında böyle bir "ideal" ortaklığının nasıl geliştiğini hızla anlamamız gerekecek. 

Sonuç

Sizce bu öneriler arasında uzlaşma olur mu? 21. yüzyılın bu ateşli zamanında böyle önerilerin uzlaşmasıyla Türkiye'nin sağlam bir geleceği olur mu? 

Bence zor!

Çizelge: Dört Siyasal Partinin Anayasa Önerilerinde “Başlangıç”ların Karşılaştırılması

AKP
BDP
CHP
MHP
1
Anayasa: Herkes için
Bütün bireyler ve halklar için
Nesiller için
Türk vatandaşları için
2
Biz: Türk Milleti
Türkiye Halkı
Türkiye Cumhuriyeti Ahalisi
Türk Milleti
3
-----
-----
Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa K. Atatürk
4
İnsan haysiyeti
İnsan onuru
İnsan onuru
İnsan şeref ve haysiyeti
5
Evrensel hak ve hürriyetler
Evrensel hak ve özgürlükler
İnsan hakları
Temel hak ve hürriyetler
6
Demokrasi
Demokrasi
Demokrasi
Demokrasi
7
Ayırımcılığı red
Ayrımcılığı red
Ayrımcılığı red
Ayrımcılığı red
8
Etnik ve dini farklılıklara saygı
Farklı kimlik, kültür, dil, inançlara anayasal güvence
Farklılıkları ve kültürel çoğulculuğu ulusal bütünlük içinde eşitlik anlayışıyla
-----
---------
9
Müşterek tarih ve değerler etrafında birlik
Birlikte yaşama irademiz
İlerleyen bilim değişen dünyanın gereklerine uygun dayanışma ve gönüllü birliktelik anlayışıyla
Milli birlik ve kardeşlik duygusuyla
10
-----
-----
Laik Cumhuriyet
------
11
Hukukun üstünlüğü
Hukukun üstünlüğü
Hukukun üstünlüğü
------
12
-----
-----
-----
Hukuk Devleti
13
------
Ebedi barış ideali
Ebedi barış ideali
----
14

Demokratik düzen hedefi
Çağdaş uygarlık hedefi
----
15
-----
-----
-----
Bağımsızlık
16
-----
-----
-----
Bölünmez bütünlük
17
-----
-----
-----
Egemenlik milletindir

YOK OLANLAR
SOSYAL DEVLET;
GELİR DAĞILIMI ADALETİ;
KALKINMA – GELİŞME;
ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİ

1982 - 1961’de Olup Parti Önerilerinde İtibar Edilmemiş Olan Cümleler
  • Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak Türkiye Cumhuriyeti
  • Kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya karıştırılamayacağı
  • Her Türk vatandaşının onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine sahip olduğu
  • Yurtta sulh cihanda sulh ilkesine bağlılık
  • Atatürk devrimlerine bağlılık

 [BAG 17 Nisan 2013]