27 Temmuz 2014 Pazar

HEDEF 2019


AKP yönetimi 1920 Ruhu’nu seviyor, 1923 Cumhuriyeti’ni sevmiyor. Uzunca zamandır 2023’te ‘Yeni Türkiye’ye ulaşacağını söylüyor.

‘Yeni Türkiye’ dediği şey yeniden Osmanlı. Ulusal değil ümmet/millet yapısı… Yargı örgütlenmesi de dahil olmak üzere laik değil dinsel cemaatler düzeni… Dış kabuğunda başkanlık, memleket zemininde eyalet sistemi

Bunun için etnik gericilikle ortaklık yapıyor. Erdoğan’ın ‘Yeni Türkiye’si, Demirtaş’ın ‘Yeni Yaşam’ vizyonuyla tencere kapak misali.

*
Peki karşılarında ne var?

Cumhurbaşkanlığında üçüncü aday İhsanoğlu’nun aynı genişlikte bir vizyon belgesi yok.

Büyük destekçi olarak CHP yönetimi ‘çözüm yasası’na destek verdiğine göre, ulusal devlet yerine 2023 milliyetler devleti vizyonuna tam bir karşı çıkış sergileyemiyor. Küçük destekçisi MHP ise laikliği çürüten her AKP uygulamasına hep fiili destek olduğu için, laik devleti hedef almış 2023 cemaatler devleti vizyonuna karşı doyurucu bir duruşun temsilcisi olamıyor. Üniter devlete karşı eyaletler tasarımına da değinmeyince, 2023 saldırısına karşı duran büyük cephenin sözcüsü olamıyor.

Çeşitli zamanlarda ve destekçi ağızlarından ‘başkanlık olmaz; parlamenter sistem iyidir’ görüşü duyuluyor. İhsanoğlu, diğer iki adayın reddettikleri, anayasadan ve tarihten silmek için uğraştıkları ‘Türk’ sözcüğünü ağzına alabiliyor. Büyük cephe, savunusuna girişilmese de cümlenin içinde geçirilen bu sözcükleri duyunca bir anlığına serinliyor.

Ardından Menderes’in diktatörlükleri, otoriterlikleri, totaliterlikleri önleyip ortadan kaldıran kişi olarak selamlandığını duyunca; Ergenekon davaları için ‘hukuku bekleyelim’ derken F tipi polislerin soruşturulmalarını kınayınca; Türkmen – Arap Aleviliğini Nusayrilik deyip birbirinden ayırınca… büyük cepheye sıcaklar bir daha basıyor.
*

Ulusal, üniter ve laik Cumhuriyet ‘eski’ denip atılacaklar sınıfına sokulmuşken, milliyetler/cemaatler devleti ve bölgeli/federal/bölünmüş devlet tasarımları Köşk’e yerleşmeye girişmişken, Türkiye’nin ilerici ve devrimci demokratik güçleri hareketsiz kalmış durumdadır.

Oysa şimdi büyük cephenin Hedef 2019 diyerek büyük yürüyüşü başlatmış olması gerekirdi. ‘Radikal muhafazakarlar’ ile ‘radikal demokratlar’a karşı ‘radikal cumhuriyetçiler’ bu karşıdevrimcilere denk bir ağırlık haline gelmeliydi. Yeniden tam bağımsız ve özgür Türkiye için, 2023 hevesleri 2019’da reddedilecek denmeliydi.

Beş yıl! Güzel süre… Pragmatizm bataklığına, stratejik -yani sinsi ve takiyyeci siyasete son vermek. İlkeli ve ahlaklı siyasetle beş yıllık eylem planı disiplininde 2019’a yürümek.

Günümüzün görevi bundan ibaret.

*
Nice sağlıklı, mutlu, güzel bayramlar dilerim.


26 Temmuz 2014 Cumartesi

TEK DOSYA…43 HAYAT…


“Sözde İstanbul Askeri Casusluk, Fuhuş ve Şantaj” davası

(1) bugün dinlenen kriptolu telefondan montaja, 
(2) sehven tape eklemekten delil yerleştirmeye, 
(3) ama  en çok da Ergenekon Davasında 51 nolu DVD’nin akıbetinden, Balyoz Davasında 5 numaralı Hard Diske, 
(4) ve tabii ki İzmir Dosyası ile,
(5) Başbakan’ın doğrudan suçladığı TÜBİTAK’ta ne olup bittiğine 

kadar yaşananları anlamak için başlangıç noktasıdır esasında…

***

Bu dosya özellikleri itibariyle “TEK DOSYA” dır özünde…

Aşağıda bu özellikleri okuyacaksınız ama şaşırmayın, sadece inanın… 
Çünkü yazılanların tamamı resmi belgelidir


  1.  Casusu olmayan casusluk, fahişesi olmayan fuhuş örgütü olan.. 
  2.  51 yaşında bakire fahişesi olan
  3. Şantaj ve tehdit iddialarına karşın, tek bir kişinin bile şantaj ve tehdide uğramadığı Tek Dosya…
  4. Ergenekon – Balyoz – Poyrazköy - Amirallere Suikast - İrtica İle Mücadele Eylem Planı- İzmir Askeri Casusluk davalarının tamamını barındıran Tek Dosya…
  5. Kripto uzmanlarının tutuklandığı ve Tübitak’a sızılan ilk ve Tek Dosya…
  6. Sadece bir sanığın aklanması için 224 adet talepte bulunulan ve 232 kez cezaevi ziyareti yapılan …
  7. Çok iyi şifrelendiği için tam 4 yıldır ve halen açılamayan şifreli dosyaların olduğu Tek Dosya…
  8. İddianamede 25 kez ismi geçen, sanıklarla sürekli irtibatlı olduğu iddia edilen, Sehven ismi yüklenen, tam 4 yıldır dokunul(a)mayan, yakal(a)namayan, bulun(a)mayan eskort “Vika”’nın olduğu Tek Dosya…
  9. Atatürkçülük ders notu, İlkyardım bilgisi, Liderlik ve Sağlık Ders notlarının, Mc Cafe Antivirüs programının “Gizli” belge olarak değerlendirildiği Tek Dosya…
  10. Gizliliğe azami önem verdiği için kurye ile haberleştiği iddia edilen ama kuryesinin 2 yıl önce öldüğünden bile habersiz 56 casusu olan …
  11. Kendilerini MİT’e ihbar eden casusun olduğu
  12. Bir yanda Beşiktaş Adliyesinde Balyoz Savcısına ifade verirken, bir yandan da sözde bir casusluk belgesini kaydeden casusun olduğu Tek Dosya…
  13. Sözde suç unsuru içeren delillerin bulunduğu 3 kişi ve adresle ilgili arama kararlarındaki isim ve adreslerin alakasının olmadığı Tek Dosya
  14. Arama kararını veren Hâkimin, Beşiktaş adliyesinde başka hâkim kalmamış gibi BALYOZ, ODA TV, POYRAZKÖY, KARARGAH EVLERİ,GÖLCÜK ARAMASI dosyalarında arama-el koyma-teknik takip vb. kararlar veren hâkimin aynı olduğu Tek Dosya…
  15. Bilirkişi raporu olmayan ve dinlenmeyen
  16. Tek bir tanık bile dinlenmeyen
  17. Mahkemenin hiç bir sanığa 2 yıl boyunca tek bir soru bile sormadığı Tek Dosya…
  18. 43 sanığa toplam 270 yıl hapis cezası verilmesine rağmen adli kontrol bile uygulamadan tüm sanıkların hükümle birlikte serbest bırakıldığı Tek Dosya…
  19. Tam 15 çuval belgenin rekor hızla (5 Ay) Yargıtay 9.Ceza Dairesinde onanan
  20. 6 ayda 4 Mahkeme değiştirip (İstanbul 11. ACM - İstanbul 21. ACM -Kocaeli 1. ACM - İstanbul Anadolu 5. ACM) kendisine bakacak Mahkeme bulunamadığı için Yargıtay’a giden Tek Dosya…
*** 
"Tek dosya” deyip geçmeyin… 43 masum pırıl pırıl asker ve bürokrat bu saçmalıkların, tutarsızlıkların, hukuksuzlukların son bulması için gözü kulağı Anayasa Mahkemesi’nde haber bekliyor….
Kimisi cezaevinde kimisi 5 aylık bebeği kucağında…
Sizin için “Tek dosya” ama 43 insan için 43 hayat….

Saygılarımla…
Av. Mahir IŞIKAY


20 Temmuz 2014 Pazar

İKİ ADAY TEK ‘VİZYON’

AYDINLIK, 20.07.2014

Cumhurbaşkanı adaylarını onaylama işi 10 Ağustos’ta. Üç adaydan ikisi “vizyon belgesi”ni kitap ve kitapçık olarak yayımladı. Bir adayın ise konuşmaları ve tanıtım malzemesi var.

AKP adayı Erdoğan’ın vizyonu Yeni Türkiye, HDP adayı Demirtaş’ın vizyonu Yeni Yaşam. Vizyonların adları gibi içerikleri de çok benzer. Öyle ki, iki vizyon adeta tek başlıkta toplanabilir: Yeni Türkiye Yaşamı!

20.07.2014
(1) Yeni Anayasa yapılması kaçınılmazdır.

(2) Çözüm süreci sürdürülecektir.

(3) Her türlü “tekçilik” ortadan kaldırılacaktır. Ulusal devlet ve laik devlet sona erecektir.

(4) Farklılıklar temeldir. Çoğulculuk esastır. Yeni demokrasinin kurucu taşı bireyler değil, sosyal (etnik) ve kültürel (dinsel) farklılıklar unsuru olacaktır.

(5) Laiklik özgürlükçü olmalıdır; yani devlet din üzerindeki yönetim/denetimini terk edecektir.

(6) Devlet küçültülecektir; milletin / halkın hizmetkarı konumuna çekilecektir.


Tekçilik Gidecek Çeşitlilik Gelecek

Yeni Anayasa’yla ilk yıkılacak olan Türk vatandaşlığı kurumu. Bunu, sosyal ve kültürel farklılıkları eşitleştirmek ve özgürleştirmek için zorunluluk sayıyor.

İkilinin ortak vizyonu, 1923 Ruhu’nu ve 1924 Anayasası ile kurulan Cumhuriyeti Eski Türkiye Yaşamı sayıyor. Her ikisi de 1920 Ruhu ile 1921 Anayasası’nı temel almayı seviyor. Yani Türk vatandaşlığı kurumunun anayasaya girmediği; saltanat ile hilafetin varlığını sürdürdüğü; Cumhuriyet’in kurulmadığı; Lozan’ın henüz imzalanmadığı; üniter yapının henüz inşa edilmediği zamanları makbul sayıyor. Ortak vizyon, 1923 Ruhu’nu tek-biçimci olmakla suçluyor. Bireysel haklara dayalı yurttaşların eşitliğini kuran ulusal devleti reddiyeci, inkarcı, asimilasyoncu, hatta imhacı ilan ediyor. Uluslaşmayla sosyal farklılıkların yani etnik grupların; kültürel farklılıkların yani dinsel grupların baskılandığını ileri sürüyor. Bu “baskı”nın [ulusal yapının] ortadan kaldırılması için Yeni Anayasa yapılacak, Türk ulusu silinecek.

Laiklik Gidecek Serbestiyet Gelecek

İkinci yıkılacak olan laiklik kurumu. Ortak vizyon, laiklik ilkesinin “özgürlükçü biçimde yeniden tanımlama”yı hayal ediyor. Her iki aday da dinin devletin kontrolünde olmasını din – vicdan hürriyetine aykırı görüyor. Kültürel işlerin dinsel toplulukların kendi ellerine –sivil topluma- teslim edilmesini özgürleşme sayıyor. AKP bu açıdan “vakıflaşma” yolunu gösteriyor. Osmanlı’nın vakıflara dayanan kamu yönetimi ne güzel sistemdi!

Hukuk ve Yargı ‘Çeşitlenecek’

AKP’li Erdoğan’ın vizyonu çok ötelere bir adım daha atıyor. Serbestiyetçi laikliğin, adalet sisteminde ve yargı teşkilatlanmasında da geçerli olmasını öngörüyor. İnanmayabilirsiniz belki. Aşağıdaki paragraf, Erdoğan’ın vizyonundan aynen alıntı:
"Adalet toplumsal olduğu için, millete ait yargılama yetkisi de tüm farklılıkların yansıtılması suretiyle kullanılabilir. Ancak bu şekilde tüm farklılıkların güven kaynağına dönüşebilir. Yargı teşkilatı milletin tüm farklılıklarının yansıyacağı, hukuka ve adalet idealine uygun yargılamayı sağlayacak bir şekilde yeniden yapılandırılmalıdır."
AKP dilinde serbestiyetçi, HDP dilinde özgürlükçü laiklik, tarihin çöplüğüne gönderilmiş şer’i mahkemeler düzenine olta atıyor. Bu ‘vizyon’ HDP’li Demirtaş’ın kitapçığında yok. Ama bu kesimin anadilde savunma isteklerini anımsamak yeterli. Sosyal kimliklere statü, yani etnisitelere [HDP diliyle halklara] kimlik isteği, AKP’li Erdoğan’ın dinsel topluluklara statü hedefiyle tam olarak uyuşuyor.

Hedef Ortaklığı

Karşımızda pazarlık yapan iki kesim yok. Karşımızda iktidardan –AKP’den daha fazla ödün koparmak için elini güçlendirmeye çalışan bir kesim yok. Karşımızda verdiklerini ‘ödün’ diye gören bir iktidar da yok.

Karşımızda, hedef ortaklığı yapan iki aktör var. Biri kendine muhafazakar demokrat diyor, öbürü radikal demokrat. Yani biri dinci öbürü etnik gerici. Bunların ikisi, 100 yıl önceki feodalizmin kalıntı siyasetleri.


17 Temmuz 2014 Perşembe

DEMİRTAŞIN YENİ YAŞAM BELGESİ ÜZERİNE

Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili


Selahattin Demirtaş, üç cumhurbaşkanı adayından biri. Partisi HDP, açık adıyla Halkların Demokratik Partisi.

Erdoğan’ın “Cumhurbaşkanlığı için vizyonbelgesi” dengi olmak üzere, ilan ettiği belgeye “yeni yaşam belgesi” adı verilmiş. Demirtaş’ın belgesi de Erdoğan’ın 50 sayfalık vizyon belgesi gibi 55 sayfa olmakla birlikte, düz yazı değil görsel nitelikte bir broşür olduğu için hacim bakımından çok daha mütevazı.

Erdoğan ile Demirtaş Belge’leri, içerik bakımından birbirine hayret verecek kadar çok benziyor. Bu iki adayın aslında aynı hedefler için aday olduklarını söylemekte hiçbir sakınca yok.

Demirtaş’ın rüyası 10 başlıktan oluşuyor. Ama dönüp duruyor ve her defasında “farklılıkların tanınması” temasına varıyor.

İki Belge’nin ortak hedefleri şunlar:
  1. Yeni Anayasa yapılması kaçınılmazdır.
  2. Çözüm süreci sürdürülecektir.
  3. Her türlü “tekçilik” ortadan kaldırılmalıdır. Ulusal devlet ve laik devlet sona erecektir.
  4. Farklılıklar temeldir. Çoğulculuk esastır. Sosyal/etnik ve kültürel/dinsel farklılıklar demokrasinin kurucu unsuru olacaktır. 
  5. Laiklik özgürlükçü olmalıdır; yani devlet din üzerindeki yönetim/denetimini terk etmelidir.
  6. Devlet küçültülecektir; milletin / halkın hizmetkarı konumuna çekilecektir. 
İki Belge’nin de değindiği ama içini farklı doldurdukları konular ise, Demirtaş’ın Belgesi temelinde şöyledir:
Cumhurbaşkanlık Adaylığı Broşürü, Temmuz 2014

  1. “Farklılıklar” etnik ve dinsel gruplara ek olarak cinsiyetleri de içerir. 
  2. Kadın sorunu başlığı altında LGBT kesimin cinsel kimlik eşitliği de eklenmiştir. 
  3. Osmanlı kurgulu bölgesel güç olma hevesinin, ortadoğuda ağır sonuçları vardır. Türkiye’nin Batı’da askıya alınmış ilişkileri sorundur. Dış politikaya da “eşit yurttaşlık”, “farklı kimlik” penceresinden bakılmadıkça dünya barışı tehlikededir. 
  4. Neo-liberal esnek çalışma koşulları emekçi haklarını ortadan kaldırmaktadır; emekçilerin örgütlenmesi önemlidir.
  5. Eğitim parasız kamusal haktır; eğitimde anadil temelinde çok dilli yapı gerekir; eğitim bütçesi eşit ve adil paylaşılmalıdır; zorunlu din derleri kalkmalıdır; YÖK kalkmalı, üniversiteler özerk olmalıdır. 
  6. Gençlerin işsizlik ve eğitim sorunu çözülmeli ve [Erdoğan da aynı fikirde olmak üzere] gençlere yönetimde söz hakkı verilmelidir. 
  7. Demirtaş’ın “yeşil”i, Erdoğan’da “çevre”dir. Demirtaş “yeşil”e hayvanların yaşama hakkını da ekleyerek fark yaratmış durumdadır. 
Radikal Demokrasi

Demirtaş, “yeni yaşam belgesi”nin radikal demokrasi olduğunu ilan etmiştir. Belge’ye göre radikal demokrasi şu demektir:
  1. Otoriter, anti-demokratik, bürokratik, cinsiyetçi devlet anlayışına karşı;
  2. Tek-tipçi dayatmalara, mezhepçi ya da ulusalcı anlayışlara karşı; 
  3. Çoğulcu;
  4. Farklılıkların eşit olduğu; 
  5. Ankara odaklı bürokratik, hantal, merkeziyetçi yapının değiştirildiği; 
  6. Güçlendirilmiş yerel yönetimlerle işleyen;
  7. Açık ve şeffaf bir devlet. 
HDP ve Demirtaş’ın radikal demokrasi dediği bu liste, fazlası var eksiği yok, Erdoğan’ın olduğu gibi benimsediği listedir.

Tek fark şu ki, Erdoğan buna ‘radikal demokrasi’ değil, ‘Medeniyetimizin büyük mirası’ der. Erdoğan’ın Belgesi incelendiğinde, ‘Medeniyetimiz’ sözüyle İslamiyeti kastettiği açıkça görülmüş durumdadır.

Bu gerçekten de son derece ilgi çekicidir.

Çünkü ‘radikal demokrasi’, Marksizm sonrası (post-marksizm) diye anılan kuramlardan biridir. Kendilerini Marksist köklerden tanımlayan Laclau ve Mouffe adlı iki akademisyenin ortaya attıkları bir çerçevenin adıdır.

Radikal sözüyle “post” olsa da, yani köküyle hiçbir ilişkisi kalmamış olsa da, Marksizmi çağrıştıran bu çerçeve kimi solun aklını alır. Oysa batan liberal Batı’yı kurtarmaya soyunmuş bu çerçeve, liberalizmin canevi olan demokrasi kavramını küresel zamanlara uyarlamaktan başka hizmet görmemiştir.

AKP gibi sağ-muhafazakarlar tek-tipçi dedikleri ulusal ve laik yapılara gelenekçilik adına karşı çıkarken, radikal demokratlar da farklı bireylerin ancak ait oldukları toplulukların farklılıkları tanınırsa ‘demokrasiye katılım gücü’ sağlayabilecekleri umuduyla aynı yola girmişlerdir. Madem liberalizmin bireysel katılımcı demokrasisi tıkandı, madem sınıfsal yapılar çaresiz, o halde demokrasiyi başka toplumsal ilişkilere açalım! Bu toplumsal ilişkiler olsa olsa farklılıkların ifadesidir; ezilen farklılar, sesini duyuramayan farklılar! O halde demokrasinin kurucu taşı “kimlikler” olabilir. Böylece aydınlanmacılığın bireyleri tek-tipte benzeştirme baskısı da durdurulabilir; yeniden çoğullaşırız! Çoğulluk özgürleşme olduğuna göre, sosyal ve kültürel [yani etnik ve dinsel] kimlikler bir üst kimlikte eritilmeyerek ‘demokrasiden vazgeçmek’ten kurtuluruz!

Bizde açıkça görüldüğü üzere, küreselleşme zamanının bu postmodern siyaset düşüncesi, bir yandan AKP’ye Osmanlı modelini “yeni Türkiye” modeli olarak sunma olanağı verirken, bir yandan da BDP/HDP’ye güttükleri “devlet ve toprak davası”nı örterek yürütme olanağı vermiştir.

Böylece ‘Yeni Türkiye’ ile 'Yeni Yaşam', 100 yıl önce kurtuluş savaşıyla bertaraf edilmiş parçalayıcı sömürgeciliğin ve bunun sınır çizme histerisinin 21. yüzyıldaki sloganı olmuştur.

Konumuzla ilgiyi yitirmemek için şimdilik şunu söylemek yeterlidir. 

AKP ile HDP ya da Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan ile Demirtaş, birbirleriyle yarışan iki ayrı aday değildir. Bunlar aynı kanalın suyudur. 

[BAG, 17 Temmuz 2014]



ERDOĞANIN VİZYON BELGESİ ÜZERİNE

Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili


Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığı için ilan ettiği “Cumhurbaşkanlığı Seçimi Vizyon Belgesi” elli sayfalık uzun bir metin.

Metnin birinci alt başlığı “Yeni Türkiye Vizyonumuz”. Bir anlamda ‘giriş’ bölümü. Aday burada, Belge'nin bakışını, ideallerini, beklentilerini, hedeflerini, nasıl bir ülke düşlediğini, nasıl bir gelecek hayal ettiğini milletle paylaşma aracı olduğunu söylüyor.

Bu bölüme göre, kendileri 2002 yılından bu yana ülkeyi “demokratikleşme; refah; şehirleşme; uluslararası ilişkiler” olmak üzere dört alanda dönüştürmüş durumdadırlar. Şimdi de dört temel hedefleri vardır: (1) demokrasi, (2) siyasi – toplumsal normalleşme, (3) refahı yükseltmek, (4) öncü ülke olmak.

Vizyonun dört hedefi olduğu belirtilmişse de, Belge’de bunların her birine ayrı başlık açılmamıştır. Belirtilen hedeflerden ilk ikisi “Demokratik Yönetim” başlığı altında toplanmış, diğer iki hedefe “refah toplumu” ve “öncü ülke” diye ayrı başlıklar açılmıştır.

Refah ve öncülük başlıkları altındaki sözler, alışılagelmiş Başbakanlık konuşma metinleridir denebilir. 'Demokratik Yönetim’ başlığı ise niyetin, açıkça dile getiremeyenlerin asla kaçınamadıkları yinelemelerle doludur. 

Belge üzerinde yaptığım okumadan sonra, Vizyon'un aşağıdaki 8 başlık itibariyle;
  • ulusal ve laik Cumhuriyet'i ortadan kaldırmak ve; 
  • dinsel inanç harcıyla tutunacak bir milliyetler devleti oluşturmak hayalinden ibaret olduğu sonucuna vardım.  

(1) Temel sadakat ağı “mensup olduğumuz medeniyetin değerleri”dir.

Sözkonusu medeniyet'ten kasıt nedir? 'Muasır medeniyet' ya da 'şehir medeniyeti' gibi nitelendirilmiş kullanımlar dışında, sözcüğün tek başına kullanımı, özel bir anlama sahip olduğuna işaret etmektedir. Belge'den aynen alınmış şu cümleler, "Medeniyet" sözcüğüyle İslamiyet'in kastedildiğini göstermektedir.
"Eşsiz çoğulcu medeniyet mirasımızı çağdaş standartlar üzerinde harekete geçirmek zorundayız.
"Biz yaratılanı Yaradan’dan ötürü seven bir medeniyete mensubuz....
"Türkiye’nin tarihinden ve üzerinde bulunduğu coğrafyadan miras aldığı medeniyet bugünkü dünyanın belirleyici bir rengidir.
"Biz millet olarak büyük bir medeniyete sahibiz....
"Bu çoğulculuk bizim medeniyet mirasımızın en önemli başarılarından birisidir. Asırlarca her dinin, her kimliğin bir arada, beraberce kardeşçe yaşamasını mümkün kılan bu medeniyet mirasının barındırdığı hoşgörü, birlik ve saygı ilkeleri günümüzde de canlı tutulmalıdır....
"Siyasi sınırlarımız bizim medeniyet atılımımızı sınırlamamalıdır. Hoşgörüsüyle, çoğulculuğuyla büyük bir medeniyetin mirasçısı olarak dünyaya açık olmalıyız.....
"İşadamımız, sanatçımız, bürokratımız, diplomatımız, öğretmenimiz, akademisyenimiz bakışını medeniyet ufkuna genişletmelidir. Nasıl geçmişte çoğulculuğu başardıysak, gelecek dünyada da çoğulculuğa katkıda bulunan bir Türkiye olmalıdır. Fikir, sanat ve iş dünyamız bu medeniyet mirasını yeni bir bakışa çevirmelidir....
"Yeni Türkiye; bütün farklılıkları ile birbirini seven, birbirine kenetlenmiş, kendine güvenen, özgür, sorumlu ve erdemli insanlarıyla yeniden dünyanın medeniyet merkezi olan bir Türkiye olacaktır....
"Biz büyük bir devlet ve millet olarak, medeniyetimizin temel değerleri, demokratik cumhuriyet ilkesi ve anayasal düzen dairesinde her sorunu daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku ve daha çok refah ile çözme gücüne sahibiz....
"Dini özgürlükler ve serbestiyet, bizim medeniyet geleneğimizde de bu anlamıyla asırlarca yaşanmış, yaşatılmıştır."
(2) Cumhuriyet, 1920 Ruhu ve 1921 Anayasası ile sınırlı olarak değerlidir. 
Bu dönem ademi merkeziyetçiydi; ideolojisizdi; tüm sosyal [=etnik] ve kültürel [=dinsel] farklılıkları bir araya toplamıştı.
[1921 Anayasası, bu yılın hemen başında çıkmıştır. Henüz saltanat - hilafet kaldırılmamış; Cumhuriyet ilan edilmemiş; "Türk vatandaşlığı" kurulmamış; tekke - zaviyeler kapatılmamış; laiklik ilkesi gündeme bile gelmemiş durumdadır. Hepsi bir yana henüz kurtuluş savaşı bitmemiştir. Yani söylenen şey, Cumhuriyet'i reddetmekten ibarettir.]
(3) Eski Türkiye, 1920 Ruhu'nu ortadan kaldıran Türkiye Cumhuriyeti'dir. 
Cumhuriyet’in 1920 sonrasındaki dönemleriyle 1921 Anayasası'ndan sonra yapılan tüm anayasaları, katı merkeziyetçi [=üniter] ve ideolojik [=Atatürkçü] niteliktedir.
Sosyal  – kültürel kimliklere karşı red, inkar, asimilasyon tavrı sergilemiştir. 
(4) Kimlikler - devlet ilişkilerini yeniden tanımlayacağız. 
Bunun bir aracı cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi idi; gerçekleşmektedir.
İkinci aracı da Yeni Anayasa’dır.
Çeşitlilikte birliği savunan çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasa yapacağız. 
[=Anayasalardaki Türk vatandaşlığı bunun nedenidir; kaldırılacak ve Eski Türkiye'ye son verilecektir.]
(5) Tek tipçi düzen [=ulusal-laik devlet], etnik ve dinsel topluluklara kimlik verilerek yıkılacaktır.
“Statükocu anlayışlar, ulus devleti tektipçi, dışlayıcı, inkâr edici, ayrımcı bir anlayışa indirgiyordu. Bu anlayış, vatandaşının sahip olduğu kimlik özelliklerini zenginlik değil, tehlike olarak konumlandırıyor, bu ise sistem karşıtı enerjinin birikmesini sağlıyordu.”
Bu duruma bir yandan kimlik sorunlarını giderecek Çözüm Süreci'ni sürdürerek ve öte yandan devlet – din ilişkilerini yeniden düzenleyerek son vereceğiz.
(6) Devlet – din ilişkisinde devletin din üzerindeki denetimine son verilecektir.
“Devletin inancı ve etnik kimliği olmaz.”

“Dini özgürlükler ve serbestiyet bizim medeniyet geleneğimizde asırlarca yaşanmış yaşatılmıştır.”
“Laiklik, aslında dini hayatın serbestiyeti, dini ve inanç içerikli özgürlüklerin güvence altına alınması için geliştirilmiş bir kavramdır.”
[Elbette laiklik bu demek değildir. Laiklik devlet-din ayırımı ve dinin devlet yönetiminde ve denetiminde olması demektir; özgürlüklerin ancak böyle güvence altına alınabileceğini öngörür.]
“Devletin görevi, dinlerin ve inançların kurduğu ve yaşattığı kurumların, yani sivil toplum örgütlerinin serbestiyetini güvence altına almaktır.”
“Devlet-din ilişkisini belirleyen unsur sivilliktir. Toplum kendi dini yaşamını, kendi yorumunu kendisi gerçekleştirmelidir.”

“Son dönemde laikliği dinin üzerinde bir baskı aracı gibi kullanan söylemlerin ve uygulamaların tasfiyesi sayesinde, laiklik gerçek anlamına  kavuşmaktadır.”
 (7) Adalet ve Yargı, sosyal - kültürel kimlik farklılıklarına göre yeniden örgütlenecektir. 
“Bizim tarihimiz, adalet kavramının siyasetin merkezinde yer aldığı bir tarihtir. Devlet iktidarı, adalet ile meşru kabul edilmiştir. Bu yüzden adalet sadece bir yargı teşkilatının değil, devletin muhatap olduğu bir talep mahiyetindedir.”
“Adalet toplumsal olduğu için, millete ait yargılama yetkisi de tüm farklılıkların yansıtılması suretiyle kullanılabilir. Ancak bu şekilde tüm farklılıkların güven kaynağına dönüşebilir.”
“Yargı teşkilatı milletin tüm farklılıklarının yansıyacağı, hukuka ve adalet idealine uygun yargılamayı sağlayacak bir şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.”
Bu sözler, "Anadilde Savunma Hakkı" adı altında yürütülen PKK/HDP kampanyasının AKP tarafından kurumsal bütünlük olarak kabul edildiğini ortaya çıkarmaktadır. Anlaşılıyor ki mesele yalnızca "savunma hakkı" değil, bütün olarak mahkemeler ayrılığı meselesidir; Erdoğan Vizyonu bunu hedef olarak tanımlamıştır. "Tüm farklılıkların yansıtılması" sözünden anlaşılıyor ki, mahkemeler ayrılığı yalnızca "sosyal farklılar" yani etnik gruplar için değil "kültürel farklılar" yani dinsel gruplar için de düşünülmektedir. 

Diğer Birkaç Nokta
Cumhurbaşkanı Adaylık Belgesi, Temmuz 2014


Erdoğan Vizyonu, özel sektörü temel sayarak serbest piyasa ekonomisinin vazgeçilmez olduğunu ilan etmektedir.

Her ne kadar "ülkemiz bir refah devleti"dir sözü kullanılmışsa da, bu sözün tarihsel ve bilimsel değil gündelik dildeki anlamda kullanıldığı görülmektedir. Bilindiği gibi Refah Devleti Keynes politikalarının ürünüydü; gelişmiş kapitalist ülkelerde 1930 - 1970 döneminde geçerli bir örgütlenmeydi.

Yine Sosyal Devlet kavramı kullanılmışsa da, durum bunun için de aynıdır. Kavram "sosyal yardım devleti" anlamında kullanılmıştır. Konu vergilendirme, kamu yatırımı, karma ekonomi bağlamında değil, dezavantajlı nüfus kesimlerine yardımlar çerçevesinde dile getirilmiştir.

Vizyon, Uluslararası Toplum kavramını da benimsemiştir. Bu aktörün komşu ülkelerde ve dünyanın farklı yerlerinde askeri, iktisadi, siyasi müdahalelerine karşı çıkmak bir yana, Suriye'ye müdahale etmemesinden yakınarak geç kaldığı durumlar bakımından sitemle karşılanmaktadır. Oysa bu terim, bilindiği gibi Tony Blair aklıyla Irak işgali için geliştirilmişti. Tony Blair kendi ülkesiyle ABD'yi ve birkaç zengin ülkeyi uluslararası toplum adı altında "güçlü ülkeler yalnızca ulusal çıkarları etkilendiği gerekçesiyle değil, evrensel insan haklarının ihlal edildiğine hükmettiklerinde dünyanın her ülkesine her türlü müdahale hakkına sahiptir" diyerek 'yetkilendirme' cüreti göstermişti.

Erdoğan Vizyonu, küresel yönetime eleştiri de getirmektedir. Eleştirisi, mevcut küresel aktörlerle mekanizmaların kültürel homojenlik özelliklerine ilişkindir. Bu anlayışın dilinde kültürel olanın dinsel çevre anlamına geldiği yeterince açıktır. Aşağıdaki alıntıyı bu anlam çerçevesinde okuduğumuzda, "dinler arası diyalog" ürünü olan bir küresellik yenilenmesi isteğinde bulunduğu görülür:
"Bugün küresel siyasi yapılar insanlığın sorunlarını çözmekte zorlanmaktadır. Çünkü bu yapılar kültürel homojenliği esas alarak kurulmuştur. Fakat küresel dünya artık buna izin vermemektedir. Gelinen noktada dünya sistemi adalet üretmekte zorlanmaktadır."
Türkiye'yi "Medeniyet" adıyla İslami değerlere dayanan bir devlet rejimine dönüştürmek, küresel çeteler içinde Türkiye adına olmaktan çok "kültürel -dinsel temsilci" olarak yer almak, Yeni Türkiye adı verilmiş vizyonun özeti olmaktadır.

Ve elbette, 50 sayfalık bu uzun Vizyon'da Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk adı bir kez bile geçmemiştir. 

Gençlik ve eğitim sistemi için kurulan hayal, Yeni Türkiye'nin ne olduğunu bir kez daha açıkça görmemize olanak vermektedir: 
"2023 yolunda milli ve manevi değerlerine bağlı, ahlâklı, etkin, girişimci, donanımlı, evrensel değerler ile kendi tarihinden aldığı değerleri harmanlamayı bilen bir gençlik tasavvur ediyoruz."
"Eğitim sadece okullar, derslikler inşa ederek, sınıfta öğretim yaparak verilmez. Asıl ihtiyaç, uygarlık değerlerimizin benimsetilmesinin, demokratik, bilinçli ve donanımlı bir insan olma idealinin özümsenmesinin sağlanmasıdır."
"2023 yolunda kendi geleneğine değer veren, o geleneğe yaslanarak evrensel düşünce ve değerlere açık insanlar yetiştirmeliyiz."
Erdoğan Vizyonu "Medeniyet"imizin değerleri ile "Evrensel" düşünce ve değerler arasında salınmaktadır. Bu değerler arasında "ulusal"a yer yoktur. 

"Evrensel" düşünce ve değerler ne demektir? 

Belki bu soru üzerinde biraz kafa yorsak, Erdoğan Vizyonu'nun "Medeniyet" değerlerimize mi yoksa kozmopolit 'kültürel' değerlere mi yaslandığı sorusuna doyurucu ve belki de şaşırtıcı açıklamalar bulabiliriz.

[BAG, 17 Temmuz 2014]

Tablo: Erdoğan Cumhurbaşkanlığı Vizyon Belgesi Notları

VİZYON: Kime Karşı

Vizyoncular
Statükocu, elitist, vesayetçilere karşı
Değişim ve dönüşüm hareketi
Tutucu, kapalı; ekonomik oligarşiye karşı
Değişim, demokrasi, açıklık, refah iradesi
Tüm farklılıkları bir potada eritmeye çalışan tekçi anlayışa karşı
Büyük bir medeniyetin mirasçısı olarak….
Çok kültürlü ve çoğulcu bir medeniyet tasavvuru
Kendi tarihinden kültüründen dilinden ve coğrafyasından uzak kalanlara karşı
Geçmişte başardığımız çoğulculuğu yeniden inşa etmek… Bakışı medeniyet ufkuna genişletmek
Değişime ve dönüşüme karşı çıkanlar:
Eski tek tipçi, vesayetçi, paralel kalıntılar
Değişim ve dönüşüm iradesi ve buna sandıkta verilen millet desteği

YÖNETİM ANLAYIŞI

Millet iradesi üstündeki vesayet
Vesayetçiliğe karşı demokrasi; millet
Din – devlet; din – siyaset; devlet   birey; gelenek – modernlik gerilimleri
Sosyal ve kültürel farklılıkların siyasal alanda kendilerini dile getirmeleri; uzlaşma kültürü
Kimliği görmezden gelinen inkar – red – asimile edilen bireyler
Birlik içinde çeşitlilik, çeşitlilik içinde birlik
Totaliter – otoriter anlayışlar; anti-demokratik komplolar
Siyasal iktidar ve kurumların evrensel değerlere dayalı objektif kurallar ve yasalarla sınırlanması

SİYASİ DÖNÜŞÜM

Cumhuriyetin yanlış, hatalı, zararlı uygulamalarını onaylamıyoruz.
Millet – devlet
Kimlikler – devlet ilişkisi yeniden tanımlanacak
·         Cumhurbaşkanını halkın seçmesi
-Yeni durum: demokrasi güçlenecek
·         Yeni Anayasa
-1921 Anayasası makbuldur; diğerleri değil
-1920 Ruhu: Ademi merkeziyetçiydi; etnik ayırım yoktu; ideolojisizdi; parçalanma tehdidi altındaki ülkede tüm farklılıkları birleştirmişti.
-Diğerlerinde “farklılıklar düşman kabul edildi. Tek tipçi toplum yaratılmaya çalışıldı. Toplum kimlik siyasetine mahkum edildi”.
-Mevcut anayasa vesayetçi; katı merkeziyetçi; dışlayıcı; devlet merkezli; aynılaştıran….
Yeni Anayasa; dışlayıcı değil kapsayıcı,
ötekileştirici değil kucaklayıcı,
ayrıştırıcı değil bütünleştirici,
baskıcı değil özgürlükçü,
aynılaştıran değil çeşitlilikte birliği savunan
çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasa olmalıdır. 


TOPLUMSAL BÜTÜNLEŞME

Toplumun farklı sesleri siyasal alanda ifadesizdir
Siyasi tektipçilik farklı din ve inançlara mensup insanların arasına mesafe koymuştur; çoğulcu kültüre zarar vermiştir.
-Her bir sosyal kesimin ve kimliğin diğeriyle olan tarihi bağını, ortak gelecek arzusunu açığa çıkaracağız.
-Etnik, mezhepsel, inançsal her türlü farklılığı kucaklayan, onları evrensel ilkeler ve değerler temelinde demokratik bir ortak yaşam bilincine ulaştıran bir anlayış

·         Çözüm Süreci
Statükocu anlayışlar, ulus devleti tektipçi, dışlayıcı, inkâr edici, ayrımcı bir anlayışa indirgiyordu. Bu anlayış, vatandaşının sahip olduğu kimlik özelliklerini zenginlik değil, tehlike olarak konumlandırıyor, bu ise sistem karşıtı enerjinin birikmesini sağlıyordu. 
Kimlik sorunlarını hafifletmek
Herkesi eşit vatandaş yapmak

·         Devlet – din ilişkisi

“Laiklik, aslında dini hayatın serbestiyeti, dini ve inanç içerikli özgürlüklerin güvence altına alınması için geliştirilmiş bir kavramdır.”

“ son dönemde laikliği dinin üzerinde bir baskı aracı gibi kullanan söylemlerin ve uygulamaların tasfiyesi sayesinde, laiklik gerçek anlamına kavuşmaktadır.”

“ Çoğulcu, sivil ve demokratik bir iklim oluşturmalı; Aleviler’in sorunlarını karşılıklı anlayış, diyalog, vatandaşlık ve ortak gelecek sorumluluğu ekseninde çözmeliyiz.”

“Eşsiz çoğulcu medeniyet mirasımızı çağdaş standartlar üzerinde harekete geçirmek zorundayız. Böylece sadece ülkemiz için değil, bütün bölgemiz, İslâm dünyası ve dünya için büyük bir örnek ortaya koymuş olacağız.”
"--Devletin inancı ve etnik kimliği olmaz.

--Dini özgürlükler ve serbestiyet bizim medeniyet geleneğimizde asırlarca yaşanmış yaşatılmıştır.

-- Devleti, din-devlet ilişkisi alanına tahakküm eden değil, bu alana güven veren bir araçtır

--Devlet, din ve inanç etrafında örgütlenen vatandaşlarının özgürlüğüne müdahale edemez.

-- Devletin görevi, dinlerin ve inançların kurduğu ve yaşattığı kurumların, yani sivil toplum örgütlerinin serbestiyetini güvence altına almaktır.

-- Dolayısıyla devlet-din ilişkisini belirleyen unsur sivilliktir. Toplum kendi dini yaşamını, kendi yorumunu kendisi gerçekleştirmelidir"

ADALET ve YARGI


"--Adalet toplumsal olduğu için, millete ait yargılama yetkisi de tüm farklılıkların yansıtılması suretiyle kullanılabilir. Ancak bu şekilde tüm farklılıkların güven kaynağına dönüşebilir.

--Yargı teşkilatı milletin tüm farklılıklarının yansıyacağı, hukuka ve adalet idealine uygun yargılamayı sağlayacak bir şekilde yeniden yapılandırılmalıdır." 
























14 Temmuz 2014 Pazartesi

LAİKLİK ile DİNCİLİK -ve SEKÜLERLİK


Gazeteci soruyor: “Siz sekülerlikten uzaklaşıp muhafazakarlaşıyor musunuz?”

Öyle bir kavramlaştırma ki, soru sanki Türkçe değil! Anlamak ve üzerine konuşmaya başlamak çok zor.

Birincisi, bizim konumumuz ‘sekülerlik’ değil. Altı ilkemizden biri ‘laiklik’, sekülerizm değil. Gazeteci bu iki şeyin “aynı şey” olduğunu mu düşünüyor? Yoksa bizim, dinci düşüncenin bize biçtiği sekülerlik elbisesini giydiğimizi mi varsayıyor!

İkincisi, “muhafazakarlık”tan kasıt ne? Muhafazakarlık günlük kültürel yaşamı temsil eden bir konum değil mi? Bizler pek çoğumuz günlük yaşam ve ahlaki değerler bakımından bal gibi muhafazakarız! Gazeteci muhafazakarlık derken ne demek istiyor?

Gazeteci sorusunu öyle iki uca yerleştirmiş ki, olmadığımız bir şeyden olduğumuz bir şeye dönüşüp dönüşmediğimizi öğrenmek istiyor. İşin içinden çıkmak zor.

O halde kendisine sormalı: Seküler’den ve muhafazakar’dan kastettiğiniz ne?

Gazeteci şunu kastediyor: Sekülerlik, yani laiklik! Muhafazakarlık, yani İslami dinsel emirlere göre yaşamak.

SEKÜLER MİYİZ?

Bugünlerde ilk görev ideolojik işgali kırmak. Yani düşünce ve eylemlerimizin kavramlarını ilan etmek; bunların tanımını kendi ellerimizle yapmak.

Biz sekülerizm değil, laiklik ilkesinin sahipleriyiz. Ve bu ikisi aynı şey değil.

Niyazi Berkes Türkiye’de Çağdaşlaşma adlı kitabında ikisinin aynı anlama geldiğini, ikisinin de ‘dünyevileşme / dünyevileşerek çağdaşlaşma’ demek olduğunu yazdı.

Ama daha 1868’de Padişah Abdülaziz’in sekülerizmin devlet tarafından benimsenebileceği görüşünü nereye koyacağız? Seküler düşüncenin tarihsel olarak saltanatla da hilafetle de sorunu olmadığı gerçeğini nasıl açıklayacağız? Cumhuriyet saltanata karşıdır; tamam. Ama cumhuriyet laik ise hilafete yer açmaz. Seküler Cumhuriyet ise rejimin halifeli olmasını mümkün sayar. Bu durumda laiklik ile sekülerliğin aynı anlama geldiğini nasıl ileri sürebiliriz?

Laiklik ile sekülerliğin nasıl iki başka kavram olduğunu, Aytunç Altındal’ın Devlet ve Kimlik kitabından öğrenmeye başlayabiliriz.

Durumu pek güncel bir olayla da vurgulayabiliriz: Laiklik, cumhurbaşkanlığı makamına aday olanların adaylık ilanı konuşmasına Kutsal Kitap’tan duayla başlamalarını, dini siyasete alet etmek sayar. Sekülerizm ise saymaz.
13.07.2014
AYDINLIK

SİNSİLİĞİN ZİRVESİ
Anlaşılıyor ki, Türkiye’de kozmopolit İslamcılığın ilk derin müdahale alanı, laiklik ilkesini sekülerliğe dönüştürmek olmuş durumda.

Bu müdahale ender olarak açık tartışmayla yürütülüyor. Çoğu zaman ise, “kavramların adlarına takılmayın; laiklik deyip içini sekülerlikle doldurun” hilesiyle yürütülüyor. Sinsilik ve üçkağıtçılık, karşı devrimin bir numaralı ‘entelektüel’ aracı.

Siyasal konum bakımından muhafazakarlaşmaktan kastedilen şey, günlük yaşamın kültürel gelenek – görenekçiliği değil. Toplum ve devlet işlerinin, tüm yaşamın dinsel emirlere göre sürdürülmesini ilke saymak. Bizim verdiğimiz adla “dincilik”.

Şimdi soruyu bir onların dilinden bir de bizim dilimizden soralım:

- Sekülerlikten uzaklaşıp muhafazakarlaşıyor musunuz?

- Laiklikten vazgeçip dincileşiyor musunuz?


Gericilik, laiklik anlayışını sinsice “sekülerlik” yapmış; dinciliği ise muhafazakarlık diye yumuşatmış. İlerici düşüncenin ekseni böyle böyle gericiliğin ana eksenine taşınmış.

Düşünsel eriyişimiz, pratik siyasette elle tutulacak kadar somut haldedir. Öyle ya, şimdi en çok duyulan söz “ilerici – devrimci adaylarla seçim alınamaz; o halde ‘stratejik’ davranalım!” sözü değil mi? Takiyyeciliğin yeni sahipleri var.

Oysa derler ki ‘zaman seni bir çekemeyenin taşıyla taşlatmadıkça nimetini ortaya çıkarmaz’. Şimdi akıllıca olan ‘mecburuz diye mızrakların üstüne oturmak’ değil, bu sinsi mızrakları bir bir kırmak. Zaman o zaman.

7 Temmuz 2014 Pazartesi

BU ÇÖZÜM DEĞİL, DAĞILMA SÜRECİDİR

Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili


AKP Hükümeti, 26 Haziran 2014 günü, TBMM Başkanlığı’na bir yasa tasarısı verdi. Yazı hemen ertesi gün işleme sokuldu.

Tasarı 1/941 Esas sayılı. Adı Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Tasarısı. http://www2.tbmm.gov.tr/d24/1/1-0941.pdf

Toplam 6 maddelik Tasarı, son iki maddesinden biri yayımlandığı tarihte yürürlüğe gireceğini söyleyen madde, diğeri de hükümlerin Bakanlar Kurulu tarafından yürütüleceğini gösteren yürütme maddesi olduğu için, konuyla ilgili olarak yalnızca 4 maddeden oluşuyor.

Tasarı 2 – 3 – 4 Temmuz 2014 günleri İçişleri Komisyonu’nda görüşüldü.

AKP Tasarısına MHP karşı çıkarken, HDP ve CHP destek verdi.

Basında yer aldığına göre, İnsan Hakları İşleri Genel Başkan Yardımcısı Sezgin TANRIKULU, CHP örgütlerine yazı gönderdi. CHP’nin “çözüm süreci”ne katıldığını, örgütlere bunun çevreye anlatılması görevini verdiğini bildirdi.

Komisyon’da toplam 6 üyesi olan CHP’den 2 üye grubun kararına katılmadı. Biri, Bolu Milletvekili Tanju ÖZCAN, diğeri de İzmir Milletvekili olarak ben oldum.

Grup tutumundan ayrıldık ve destek vermeyerek Komisyon'da “red” oyu kullandığımızı açıkladık.

NEDEN RED OYU? : Müzakerelerin Niteliği

Konuyla ilgili toplam 4 maddelik Tasarı, “çözüm süreci” için, gerçekte ise “PKK ile müzakere”ler için yasal zemin anlamına geliyor.

Yasala Bağlamak. Şimdiye kadar yapılan müzakereler yasa-dışı yapılmıştı. PKK, yasa-dışı görüşmelerde muhatap alınmakla birlikte, “taraf” statüsü kazanamamıştı. Şimdi, bu Tasarı yasalaşırsa PKK bir terör örgütü olmaktan çıkıp “müzakerenin ikinci tarafı” olarak meşru hale gelecek. Onun siyasal uzantısı BDP/HDP de, “uzantı” olma suçlamasından kurtulup resmi uzantı olarak muhatap alınacak. Kısacası, Tasarı’nın adında yer alan “terörün sona erdirilmesi”nde terörle mücadele yerini tümüyle terör örgütüyle müzakereye bırakmış durumda.

Mücadele Yok Müzakere Var. Bu yön değişikliği taraflarca da açıkça dile getiriliyor. İçişleri Bakanı Ala, “paradigma değiştirdik” derken, Başbakan Yardımcısı Atalay “güvenlikçi politikayı terk ettik” derken bunu ilan ediyor. Bu sayede “cenaze gelmiyor”, “anaların gözyaşları dindi”! Toplumun büyük bölümü bu değişikliği destekliyor, “biz de gücümüzü bu destekten alıyoruz” diyerek akan suları durduruyorlar.

PKK ‘Taraf’ Oldu. Bu noktada HDP, verdiği önergelerde yazılı olarak da belgelediği üzere, dinen gözyaşlarının yanı sıra başka bazı sonuçlar doğduğunu ve bundan büyük memnuniyet duyduğunu söylüyor.

(1) Müzakerelerin tarafları tanımlanmış olacak,
(2) Müzakerelere kurumsal bir kimlik tanınmış olacak,
(3) Yabancı kurum, kuruluş, kişilerden üçüncü-tarafsız gözlemci heyet olacak.

Anaların gözyaşlarının dinmesiyle durulan sular, böylece yeniden dalgalanıyor.

(1) PKK yasal “taraf” haline gelince ‘terör’ kapsamından çıkıyor. PKK eylemlerine ilişkin olarak alınmış her türlü önlem, medeni – cezai suç kapsamına girer hale geliyor.

(2) “Taraf”ın yer aldığı müzakerelerin kurumlaşmasıyla birlikte, eski PKK yeni ‘taraf’ın ileri süreceği siyasal taleplerin yerine getirilme zorunluluğu yaratılmış oluyor.

(3) Devreye “üçüncü taraf” olarak yabancı devlet temsilcilerinin kabul edilmesi için boyunlar eğiliyor.

Yabancı Gözlemci Heyet. AKP yetkilileri “biz böyle bir şey dedik mi?” diyerek, “taraf”ın beklentilerini duymazdan gelme çabasına düşerken, şaşılacak biçimde kimi CHP’liler “korku, paranoya”dan kurtulmak gerektiğini dile getirebiliyorlar.

Oysa, egemenlik alanına yabancı devletlerin şu ya da bu biçimde müdahalesi söz konusu olunca beliren düşünce ya da duygular korku – paranoyadan değil, dosdoğru Tarih Bilinci’nden kaynaklanır. Basit bir “mali gözetim komisyonu”nun nasıl Rüsum-u Sitte’ye, ondan da Düyunu Umumiye dönüştüğü, kendi tarihimizden dünyaya mal olmuş büyük bir derstir. Bir kez başladıktan sonra yarı-sömürgeleşmeye, parçalanmaya, Cumhuriyet doğduktan sonra da taa 1954 yılına kadar dişten tırnaktan artırılana el koymaya uzanmış yapışkanlık…

NEDEN RED OYU? : Müzakerelerin İçeriği
AYDINLIK, 9 Temmuz 2014


Tasarı’nın 2. Maddesinde, “çözüm süreci” için 8 alanda adım atılması, Hükümet’e görev olarak verilmektedir: (1) Siyasi, (2) Hukuki, (3) Sosyoekonomik, (4) Psikolojik, (5) Kültür, (6) İnsan hakları, (7) Güvenlik, (8) Silahsızlandırma.

“Taraf”lar Anlaşmıştır. HDP’nin önergesinde bunlara (9) Ekoloji, (10) Hakikatlerle yüzleşme başlıkları eklenmiştir. AKP Tasarısı’ndaki son iki madde ise, “Karşılıklı Silahsızlandırma” ve “De-militarizasyon” diye yazılmıştır.

AKP Hükümeti’nin Tasarısı, müzakerelerin içeriğine ve özellikle (1) Siyasi, (2) Hukuki alanlarda atılacak adımlara ilişkin en ufak bir ipucu vermezken, HDP önergelerinde bu açıdan beklentiler yazıya dökülmüştür.

Siyasi Hedefler. HDP’nin müzakerelerden siyasal – hukuksal beklentilerinin başında “Ortak Vatan – Eşit Vatandaşlık” ilkelerinin anayasal bakımdan tanınması gelmektedir.

Eşit Vatandaşlık, önergelerde “demokratik eşit siyaset hakkının tanınması” olarak dile getirilmiştir. Bundan kastedilen, yurttaşların bireysel eşitlikleri değil, etnik toplulukların eşitlikleridir.

Bu görüşe göre Türkçe, bir etnik topluluk olarak gördükleri Türklerin anadili iken resmi dil olmuştur. Bu, “eşit vatandaşlık” ilkesine aykırıdır; diğer etnisitelerin anadilleri de resmi dil olarak kabul edilmelidir. Eşit siyaset hakkı, ancak böyle sağlanacaktır.

Ortak Vatan ise, "Türkiye’nin Türkiye’de yaşayan herkesin vatanı olması” anlamına gelmez. Zaten halihazırda Türkiye, tüm vatandaşların vatanıdır. Ortak Vatan’dan kastedilen şey başka bir şeydir; ilgililerin çeşitli kongre kararlarında ve yetkililerinin açıklamalarında şöyle tanımlanmaktadır:

“Ortak Vatan Türkiye ve Kürdistan’dır. Kürdistan temsilcilerinin Türkiye parlamentosuna göndereceği temsilcileriyle Ortak Vatan politikalarına katılmaları gerekir.” Bu talep, yasama sürecinde “uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması”, “yerel/bölgesel özerklik” talepleri çerçevesinde dile getirilmektedir.

Bu taleplere ilişkin ayrıntılı bilgi, İçişleri Komisyonu görüşme tutanaklarından elde edilebilir.

Hukuki Hedefler. AKP Hükümeti, Tasarı’da adım atılacağını belirlediği hukuki alanda neler yapılmak istendiği konusunda ne yazılı ne sözlü hiçbir ipucu vermezken, ‘taraf’ HDP bazı açıklamalar vermektedir.

(1) Anayasa değişikliği elzemdir; ulusal devleti kuran “Türk vatandaşlığı” kurumunun Anayasa’dan çıkarılması hedeflenmektedir.

(2) Yeni Anayasa, tek değil çok resmi-dil uygulamasını kabul edecektir.

(3) Anayasa, merkeziyetçilik ilkesi yerine ademi merkeziyetçilik sistemini benimseyecektir.

Milliyetler Devleti. Türk vatandaşlığı yerine TC Vatandaşlığı kurumunun getirilmesi, “Türk” sıfatını ulusal siyasal kimlik olmaktan çıkaracak, etnik topluluk sıfatı haline getirecektir. Böylece, tüm etnik toplulukların anadillerinin resmi dil haline getirilmesi için gerekli “temizlik” yapılmış olacaktır. [HDP ‘taraf’ı ve bazı CHP milletvekilleri bunu ‘kollektif haklar’ terimiyle dile getirmektedir]

Böyle bir temizlik, ulusal devlet örgütlenmesi yerine “milliyetler devleti” kurmak demektir. Şimdiki anayasal düzende Madde 3, “Türkiye Devleti ….. ve milletiyle bölünmez bir bütündür” ilkesi bu hedefin önündeki temel engeli oluşturmaktadır.

İçişleri Komisyonu’ndaki görüşmelerden anlaşılmıştır ki, aslında iki ayrı değil aynı tarafta yer alan AKP – PKK/HDP ve yazık ki kimi CHP yöneticileri, şimdi ve önümüzdeki dönemde elbirliğiyle “milletin bölünmesi ve milliyetler devleti kurulması” hedefi için çaba sarf edeceklerdir.

Federal Devlet. Hukuki düzenlemeler arasında yer alacağı belirtilen “uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması” konusu, “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” biçimindeki söylemler, Anayasa’nın “idare” bölümünde ademi merkeziyetçilik yönünde değişiklikler yapılmasının hedeflendiğini göstermektedir.

Bu yönde şimdiye kadar çeşitli adımlar atılmıştır.

Bunlardan ikisi önemlidir. Birincisi, 2005 yılında İl Özel İdaresi Kanunu ile Belediye Kanunu’nda bunlar “idari ve mali özerk yönetimler” olarak tanımlanarak federal örgütlenme [subsidiarite] anlayışının içine çekilmişlerdir. İkincisi, 2012 yılında Türkiye’nin üretim ve ticaretinde çok büyük bir bölümü yaratan 30 il, il-genelinde yetkili büyükşehir belediyeciliğinin yönetimine verilmiştir.

Daha şimdiden, ‘taraf’ HDP, yerel yönetimlere madenlerden “pay verilmesi talebi”nde bulunmaktadır. Bu teklif, yerel yönetimlerin “mali desantralizasyon” değil “mali federalizm” ilkesine göre kaynaklandırılmasını istemek demektir.

‘Taraf’ HDP, hukuki düzenlemelerin, AB projesi olan Bölgesel Kalkınma Ajansları temelinde 26 bölgeye özerklik verme temelinde yapılmasını dile getirmekle birlikte, bu isteklerini asıl olarak “Kürdistan” diye adlandırdıkları tek özerk bölge için sıcak tuttuklarını görmek zor değildir.

Bu hedef, Anayasa’nın Madde 3’ünde “Türkiye Devleti ülkesi ….. ile bölünmez bir bütündür”, yani üniterdir; federal ya da bölgesi devlet olmaz diyen maddesine çarpıp durmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, bütün güçlerini “Yeni Anayasa” için harcamak zorundadırlar.

‘Taraf’ HDP’nin, CHP yönetimi tarafından da dile getirilmekte olan Terörle Mücadele Yasası’nın, Türk Ceza Kanunu gibi yasalardaki anti-demokratik düzenlemelerin kaldırılması talepleri, yukarıda açıklanan hedeflerin tamamlayıcılarıdır.

HDP, bütün bunlara ek olarak tüm yasalarda “ayrımcı ve ırkçı” ifadelerin temizlenmesi hedefini de yazıya dökmüştür. Burada “ırkçı” ifadelerin ‘taraf’a göre ‘Türk’ sözcüğünden ibaret olduğu artık kimse için sır değildir.

DEĞERLENDİRME

“Çözüm süreci”, Türkiye’de ulusal ve üniter devlet örgütlenmesini dağıtma sürecidir.

Bu girişim, ülkemizde etnik topluluklar ayrışmasına ve buna hızla eklenecek mezhepler kopuşuna sürükleyecek bir girişimdir.

Bu girişimin sağlayacağı ileri sürülen “kalıcı barış”, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün kaldırılması şartına bağlanmıştır. PKK/HDP’nin istediği, AKP Hükümeti’nin getirdiği ve CHP yönetiminin destek verdiği Tasarı, terörü Cumhuriyet Rejimi’ni teslim ederek sona erdirmeye hizmet etmektedir.

Hepimizin isteği terörün sona erdirilmesidir. 

Ama bunun bedeli milliyetlere ayrışmak ve toprakta egemenliğin paylaşılması ise, Türkiye kendinden vazgeçerek teröre teslim oluyor demektir. 

Bu ise terörün sona erdirilmesi değil, ülkeyi bir bütün olarak büyük teröre sürüklemek anlamına gelir.

Ülkemizin dağılma sürecine destek vermemiz, elbette mümkün değildir.