30 Mayıs 2016 Pazartesi

BAŞKANLIK İÇİN 5’Lİ ADIM


Devletin baş makamıyla ilgili olarak kucağımıza beş terim düştü.

Biri, cumhurbaşkanlığını görev ve yetkileri bakımından icracı kılan güçlü cumhurbaşkanlığı idi. İkincisi, cumhurbaşkanlığını sandıktan çıkaran seçimli cumhurbaşkanlığı, üçüncüsü ise bu makamı siyasal parti mensubu kılmak anlamına gelen partili cumhurbaşkanlığı terimleri oldu.

Diğer iki terim, cumhurbaşkanlığı unvanını silip yerine başkanlık unvanını yerleştirdi. Karşımıza partili başkanlık ve başkanlık rejimi terimleri çıktı.

*

Güçlü cumhurbaşkanlığı 1982’de ortaya çıktı.

Seçimli cumhurbaşkanı kuralı 2007’de getirildi. O tarihe kadar cumhurbaşkanı TBMM üyeleri tarafından seçiliyordu. Anayasada değişiklik yapıldı, 11. Cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçilecek dendi. 2014’te ilk sandık kuruldu.

Partili cumhurbaşkanlığı sözü 2016’da ortaya çıktı. Bunun için anayasada bir cümleyi değiştirmek gerekiyor: 101. Maddedeki ‘cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişiği kesilir’ cümlesinin toptan silinmesi ya da sondaki ‘kesilir’ sözcüğünün ‘kesilmez’ biçiminde değiştirilmesi. Ya sonrası? Böyle bir değişiklik son nokta olur mu? Terimin mucitleri bu konuda suskunlar.

*

Partili başkanlık sözünün kendisi çok yerleşmediyse de içeriği ayrıntılı hale geldi. Bunun anlamı, memleketin tepesindeki “kuvvetler”in, yani yasama – yürütme – yargı organlarının kendilerinin ve birbirleriyle ilişkilerinin değişmesidir. Somut sonuçları neler olacak dersek, bunun için AKP’nin Kasım 2012’de TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonuna resmi olarak teslim ettiği öneri metnine bakmak yeter.

Partili başkanlık, en başta, başbakanlık ve bakanlar kurulunun (hükümetin) ortadan kaldırılması demek.

Hükümet ortadan kalktığı için, bakanlıklar dahil, tüm kamu kurum ve kuruluşlarına ait mevzuat başkan tarafından yapılacak. Şimdi bakan, başbakan, cumhurbaşkanının üçlü imzasıyla atanan bütün devlet üst yöneticileri, tek imzayla, doğrudan başkan tarafından atanacak. Dolayısıyla bu değişiklik şimdi “yürütme organı” olan hükümete bağlı tüm kamu bürokrasisinin kuruluş ve işleyişini de etkileyecek.

Bu durumda elbette yasama organının çalışması da farklılaşacak. TBMM yasa yapar. Bu görev, asıl olarak hükümetten gelen yasa “tasarısı”yla başlar. Yasa yaparken şimdi pek ender iş gören milletvekili yasa “teklifi” yöntemi, o zaman TBMM’nin tek yasa yapma yolu olacak. Buna karşılık başkan, “başkanlık kararnameleri” çıkaracak. Hükümet olmayacağı için, TBMM’nin hükümeti denetlemesi, güvenoyu vermesi, gensoru yoluyla bakanları denetlemesi, vb.. yetkileri de ortadan kalkmış olacak.

Yargı organında en üst makamlar, en iyi olasılıkla, başkan ile TBMM arasında yarı yarıya paylaşılarak belirlenecek.

Elbette seçim sisteminin sil baştan belirlenmesi gibi köklü değişikliklere gidilmesi gibi sonuçları da olacak.

*

Başkanlık rejimi sözü, önceki adımlar çerçevesinde yapılmış olanlara, memleket yönetiminin değiştirilmesini eklemek demektir. Memleket yönetiminde, yani taşrada il-ilçe sistemi yerine bölgesel ya da yerel özerklik, eyalet, federasyon düzeni kurmak…

Öyle olmasına karşın, AKP yetkilileri ısrarla, düşündükleri başkanlık rejiminin üniter devletle birlikte olacağını söylemeye devam ediyorlar. Ne var ki, AKP’nin çeşitli metinlerinde yer alan “ademi merkeziyetçiliğin yerleştirilmesi” sözleri, bu konudaki samimiyetlerini sorgulamayı zorunlu kılıyor. İsmail Kahraman’ın taslağında idarenin bütünlüğü ilkesinin silinmiş olduğunu da akla getirirsek, söylenene inanma olanağı kalmıyor.

*
Başkanlık parçası ve adımları bunlar. Bunları net görmeli, iyi anlamalıyız. Ama bunun bir yanında Türk Milletinin egemenlik hakkının yok edilmesi, böylece laiklik ilkesinden vazgeçilmesi var; asıl bu bütünü görmeyi hiç ihmal etmemeliyiz.

Yeni-anayasa Saldırılarına Geçit Yok!

(BAG, Yeni Adana Gazetesi, 30 Mayıs 2016)


29 Mayıs 2016 Pazar

MALİ PİYASALARIN ÜZÜNTÜSÜ ve YENİ-ANAYASA


65. Hükümet kuruldu.

Bakanlıkların başına kimler geldi konusundan daha çok ilgi çeken konu, yüksek kurullar oldu. Bunlar hükümet içindeki “küçük hükümetler”. Sayıları 10. Başkanlığını başbakan ve başbakan yardımcıları yapıyor. Üyeleri ise genel olarak, görev alanına göre belirlenmiş olan 5 bakandan oluşuyor.

Bir zamanlar çok duyduğumuz piyasa memnun, piyasa ürktü, piyasa coştu sözleri nedeniyle kaşını gözünü merak eder hale geldiğimiz piyasalar, özellikle de mali piyasalar adına konuşanlar, bu yapılanmayla çok ilgililer.

Ve öyle görünüyor ki, üzgünler.

Hürriyet Gazetesi’nde Uğur Gürses “kabinede Mehmet Şimşek’in kalması mali piyasalarda ‘makul’ ekonomi çerçevesi için bir güvence olarak görülüyordu” diye yazıyor. Ama Şimşek’in bankacılık, sermaye piyasaları, dış ticaret, planlama, reform ajandası konusunda ilk sözün sahibi olmadığını, “popülist bir çizgiyi temsil eden Nurettin Canikli” ile Başbakan Binali Yıldırım’ın öne çıktığını söylüyor. Yazara göre “kolu kanadı kesilen Şimşek’in, mali piyasalara sunabileceği hikayenin de kolu kanadı kalmadı.”

*

Bu üzüntüye neden olan şey, başbakanlığın 2016/13 sayılı genelgesi. Binali Yıldırım imzalı bu karar, hükümet işlerinin 10 yüksek kurul eliyle sürdürüleceğini ilan etti. Kurulların 5’inin başkanlığını, doğrudan Başbakan Binali Yıldırım yapacak.

Bunların 3’ünde yardımcısı Nurettin Canikli olacak. Savunma Sanayii Yüksek Kurulu, Bölgesel Gelişme Kurulu, Ekonomi Koordinasyon Kurulu.

Kurullardan 1’inde yardımcısı Mehmet Şimşek olacak, o da Özelleştirme Yüksek Kurulu.

Yüksek Planlama Kurulu’ndaki durum daha farklı. Bu kurula iki başbakan yardımcısı görevlendirilmiş: Hem Canikli, hem Şimşek. Başbakanın katılmadığı toplantılara Şimşek başkanlık edecek.

Kurullardan diğer beşinin başkanlığı, beş başbakan yardımcısı arasında dağıtılmış durumda. Afet ve Acil Durum Yüksek Kurulu Veysi Kaynak’ta. Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu (AKDTYK) Yüksek Danışma Kurulu Tuğrul Türkeş’te. Uyuşturucu ile Mücadele Yüksek Kurulu Numan Kurtulmuş’ta.

Reformların ve Yatırımların İzlenmesi Kurulu Nurettin Canikli, Para-Kredi Koordinasyon Kurulu ise Mehmet Şimşek başkanlığında çalışacak.

*

Tabloya bakınca, mali piyasa cenahının deyişiyle umutlarını bağladıkları “kişisel çapa”larda gerçekten de bir yerinden oynama olmuş. Endişe ettikleri şey, bundan sonra küresel piyasalara uyum ve reformlar’ın sürüp sürmeyeceği.

Onların endişeleri, bizim için umut kaynağı. Bu küresel uyumcular, 1980 ve 1990’lar boyunca yapısal uyum reformları adıyla çiftçiyi topraktan, sanayiciyi fabrikadan sürmüştü. AKP’li 2000’lerde Kemal Derviş adında somutlaşan güçlü ekonomiye geçiş dedikleri bir programla, ülke yönetimini “piyasalara devredilir” hale getirmişlerdi. Bunlar, 2010’lu yıllarla birlikte acil olanı ve olmayanıyla Eylem Planları eliyle esnek istihdam adına kölelik yasalarının sahipleri. Son 35 yıldan bu yana ülkemizin bölücülüğe, gericiliğe, küresel işgale teslimine önderlik eden bu bencil grubun şimdi sergilediği telaş, ülkemiz adına iyidir.

*

İlginç değil mi?

Mali piyasacılar böyle bir telaş sergilemeye başladığında, AKP ile birlikte bir düzine yıldan bu yana yeni-anayasa çalışmaları yapanlar, bir anda “yeni-anayasa olmaz” diye bildiriler yayımlamaya başladılar. İmzalara bakın, listenin bir ucunda mali piyasacıları öbür ucunda tescilli yeni- anayasacıları göreceksiniz. Bunlar Türksüz ve eyaletçi yeni-anayasa takipçisi liberal AB-D’cilerdir. Asıl hedefleri bakidir. Yalnızca dayandıkları sınıf huysuzlandığı için söz değiştirdiler. Elbette sözlerinin bir hükmü, bizim de onlarla ortak görülecek işimiz yoktur.

Yeni-anayasaya gerek de geçit de yok!


(BAG, Aydınlık Gazetesi, 29 Mayıs 2016)


25 Mayıs 2016 Çarşamba

YENİ-ANAYASACILARIN SON GİZLİ DOSTLARI


Yeni-anayasacılık, gayrı-milli bir saldırganlık.

Rehberleri küresel, çevirmenleriyse “C” tipi yargıç eskileri ve bildiri imzacısı ‘aydınlar’ oldu.

İşe Avrupa’dan Venedik Komisyonu’yla, Ahtisaari Komisyonuyla yüklendiler. Platform üstüne platform kurup, mallarına müşteri yaratmaya çalıştılar. Diyalogcu idiler; uzlaşma komisyonlarından can suyu aldılar. Katılımcı idiler, yarattıkları odaklarda yazılan öneri metinlerini bu komisyonlara sundurdular. Muhalifler ses çıkaramasın diye Ergenekon mahkemeleri kurdular. Bir düzine yıl ve besbelli çok para harcadılar.

Olmadı!

*

Yeni-anayasacıların gizli dostları da işe yaramadılar.

Bunlar yeni’ciydi, dediler ki yeniye karşı çıkılmaz! Ve öğütler verdiler: Statükocu olma! İstemezükçü olma! Pozitif ol! Sevimli ol! Oysa iktidarda bulunan ve “yapma gücü” kullananlara karşı bizim elimizdeki şey “yaptırmama gücü”müz idi; bizi gücümüzü kullanmaktan alıkoymaya ve karşıdevrim katarına vagon olarak iliştirilmemize çalışıyorlardı.

Sonra eklediler: Zaten bu 12 Eylül anayasası, bunu mu savunacağız?! Oysa otuzüç yıl boyunca o kadar çok değişiklik yapılmıştı ki, şimdi yürürlükte olan mevcut anayasa, artık hiçbir hükmüyle o anayasa değildi.

Bunlar diyalog’cuydu, anayasa müzakerelerinde masada kalalım! diye ısrar ettiler. Sanki oturulan masa kumar masasıydı, masayı dağıtma suçu işlemekten korkar gibi davranıyorlardı.

Aynı zamanda katılım’cı idiler, durmadan kendi önerimizi hazırlayıp ortaya koyalım! diye koşuştular. Bunu yapmak için yanıtlanması şart olan ‘yeni bir anayasa gerekir mi, neden?’ soruları karşısında ölü balık taklidi yapıyorlardı.

Yenici, diyalogcu, katılımcı teslimiyetçiler, bize çok şeye mal olurken, yeni-anayasacılara çok mesafe aldırdılar. Bunların sayesinde olduk olmadık bir sürü siyasi parti, meslek kurumu, dernek, çevre “yeni anayasa gerek” dediler. İşte o zaman yeni-anayasacılar derin bir nefes aldılar. Bunlar masadan kaçan biz olmayız! dedikçe, yeni-anayasacılar tamam dediler, olacak bu iş!

Olmadı!

*

Peki bitti mi?

Elbette hayır.

Biliyoruz ki, bu küreselci – etnikçi – ümmetçi karşıdevrim bloğu, yeni-anayasaya muhtaçtır. Bunların yenilgisinin de yengisinin de ölçüsü, Türksüz – eyaletçi – ümmetlik yeni-anayasayı becerip beceremeyecekleri olacak. Kendi açımızdan söylersek, bu cepheyi yenmek, yeni-anayasa saldırılarını tarihe gömmek demektir.

*

Şimdi dikkat etmemiz gereken, yeni-anayasacıların son gizli dostlarıdır.

Bunlar orada burada “yeni-anayasa diye bir şey yok, bu laf gündem değiştirmekten ibaret” diyorlar. Bu sözün sahiplerinin daha düne kadar “12 Eylül anayasasını mı savunacağız!” dediklerini hiç unutmamak gerekir. Masadan kalkmak olmaz diyenler de bunlardı, kendi anayasa önerimizi hazırlayalım diyenler de…

*

Bu çokbilmişlerin, yeni-anayasacılığın Türk Ulusunun egemenlik hakkını ortadan kaldırmak istemesine ilişkin tek söz etmemeleri rastlantı değildir.

Bunların laikliği savunurken, Türksüz anayasa isteklerinden hiç dem vurmamaları da es geçilecek bir hal değildir. Herkes bilir ki, laiklik ilkesi ancak ümmet-toplumu kurulursa, o da ancak Türk Milletinin egemen varlığının ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. O yüzden Türk Milleti – Türk vatandaşlığı savunması yapmayan kişinin laiklik savunmasına güvenmek olmaz.

Son gizli-dostları ele veren başka bir nokta, başkanlığa karşı çıkıyor görünürken, yerel özerklik getirecek düzenlemelerden yana tavırlar sergilemeleridir. Başkanlık, özerkçi – eyaletçi – federasyoncu modeldir; bundan hiç söz etmeyen başkanlık eleştirilerinin aslı yoktur.

Doğrusu, yeni-anayasacılığın gizli dostları, en az, yeni-anayasacı mücahitler kadar ilgiyi hak ediyorlar. Hatta, bizimle berabermiş gibi göründükleri için, belki de daha fazlasını…


Yeni-anayasa Saldırılarına Geçit Yok!



(BAG, Aydınlık, 25 Mayıs 2016)



22 Mayıs 2016 Pazar

O NASIL BİR SALDIRI ÖYLE!


Gayrımilli anayasa saldırganları, derslerini bellemiş görünüyordu.

Ellerinde küresel rehberleri vardı.

Özellikle “C” tipi ortaklar, yazılarında bu rehberlerden parçalar aktarıp duruyorlardı.

*

O rehberde, dünyada 8. anayasa dalgası yaşandığı söyleniyordu.

Bu dalga, özellikle etnik bölücülük ve mezhepçilik baskıları olan ülkelerde bunlara ‘bir çözüm’ getirmek için kabarmıştı. Yeni-anayasalar, işte bu işleri sonuna erdirecekti. Çatışmalara ‘kalıcı barış’ sağlayarak son verecek nihai halka o idi.

Yeni-anayasa, geçen yüzyılın ulusal/milli devlet defterini dürecekti. Kültürel (yani dini-mezhebi) ve sosyal (yani etnik) gruplar, devletin kurucu unsurları haline getirilecekti. Egemenlik bunlar arasında pay edilecekti. Laikliğin alanı daraltılacak, Avrupanın ortaçağ vahşetini yaratmış olmasına aldırış edilmeden, din ve vicdan özgürlüğü adına, kilise-din kurumları eski şaşaalı zamanların olanaklarına kavuşturulacaktı.

Buna çoğulcu-özgürlükçü (=etnikçi-dinmezhepçi) anayasa adını verdiler.

*

Küresel rehber, bu amaçları önemsiyor ama bir de tembihte bulunuyordu. Yeni-anayasanın kendisi kadar ve belki daha önemli olan şey, bunun yapılış tarzı idi.

Bu tembih gereğince, küresel rehberin birinci ünitesi “bu işi toplumsal mutabakat sağlayarak yapmalısınız” fikri üzerine kurulmuştu.

Öncelikle, toplumun çeşitli kesimlerine “yeni anayasamı istiyorum” dedirtmek gerekiyordu. Platformlar kurulmalıydı. Gençler ve kadınlar önemliydi, bu kesimleri örgütlemelilerdi. Ülkenin belli başlı bölgesel merkezlerini belirlemeli, buralarda toplantılar yapmalılardı. ‘Sivil toplum örgütleri’ni bu iş için harekete geçirmelilerdi. Çeşitli kuruluş ve kişiler adeta ilham gelmişçesine ‘yeni anayasa taslakları’ hazırlamalılardı. Sonra bu işi ülkenin meclisine taşımalı ve orada ‘mutabakat gösterileri’ yapmalılardı. Yoksa alimallah, gayrımilli anayasayı yapmayı becerseler de yürütemezler, herşey geri dönerdi.

Rehber bu reçeteye demokratik-katılımcı anayasa yapmak diyordu.

*

Sekizinci dalga gayrımilli anayasacılığın rehberi, Türkiye’de 1990’ların ikinci yarısında ‘yeni anayasa taslağı hazırlama’ ilhamlarıyla uç verdi.

2000’e doğru Murat Belge’lerle ‘sivil anayasa girişimi’ olarak başını gösterdi.

2004’te Martti Ahtisaari’nin Türkiye Komisyonu’nun iş maddelerinden biri oldu.

2007’de AKP’nin Venedik Komisyonu üyesi Ergun Özbudun’a sipariş ettiği anayasa yazımıyla birlikte, 2015’e dek YAP’lar, TAP’lar (Yeni Anayasa Platformu, Türkiye Anayasa Platformu, vb.) kuruldu. Kimileri finansmanı belirsiz projeci grupların marifetiyle, kimileri ülkenin en büyük meslek odaları ve sendikalarının yer almasıyla, kimileri iktidarın destekçisi vakıf ve derneklerle oluşturuldu. Bunlar ülkenin 30 civarında kentini belirleyip halk toplantıları yaptılar.

Kadın örgütleri yeni-anayasayı ‘kadın-erkek eşitliği’ yönüyle sahiplenmeye çağırıldılar.

Gece yarıları kentlerin en büyük kavşaklarına gizlice ‘gençlik yeni anayasasını istiyor’ pankartları asıldı.

Ve işler öyle ilerledi ki, 2011’de TBMM’de Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Dönem bitti, Komisyon işi bitiremedi. Ama cesaret vermişti. 2016’da yeni dönemin yeni komisyonu iş başı yaptı. Artık sözler keskindi. Anayasa değişikliği lafı, yerini “yeni-anayasa” lafına bırakmıştı. Ne var ki daha üçüncü toplantıda ipler koptu.

*

Sekizinci dalga gayrımilli anayasacılar bu işleri Ergenekon, Balyoz kumpaslarıyla eşzamanlı yaptılar. AB üyelik sürecinin selameti ve küresel ticarette ABD desteği havuçlarıyla bezediler. Ülkenin neredeyse tüm medyasını seferber ederek yaptılar. Besbelli çok para döktüler.

*

Şimdiye dek olmadı! Acaba neden?

Ya şimdiden sonra? Olur mu, ne dersiniz?

Anayasa Saldırılarına Geçit Yok!



(BAG, Aydınlık, 22 Mayıs 2016)



18 Mayıs 2016 Çarşamba

PARÇALI SALDIRILARA HAZIR OLMAK İÇİN



Yeni-Anayasacılar, sil-baştan anayasa dediler, yapamadılar. Kapsamlı anayasa değişikliği dediler, o da olmadı. Şimdi işlerini parça parça görmeye çalışıyorlar.

O yüzden, yapmak istedikleri işi bir bütün olarak görmemiz, her bir ana parçanın öncelik sıralamasını iyi bilmemiz, parçalar arasındaki ilişkileri iyice kavramamız can alıcı hale geldi.

*

Yeni-anayasacılık (1) ulusal/milli, (2) üniter, (3) laik devletin yıkımıdır. (4) Başkanlık rejimi, bu üç yıkıma pelerindir. Türksüz-ümmetli, özerkçi-eyaletli, din-esaslı gövdeye başkanlık rejimi pelerini.

Ümmetlik topluma ve din esaslı devlete geçmenin şartı, Türksüz anayasa yapmaktır. Ulusal/milli devlet engeli kaldırılmadıkça, ümmet-toplumunun önü açılamaz. Bu nedenle, Türk Milletinin egemenlik kavgasını es geçenin verdiği laiklik mücadelesi, koftur.

Başkanlık pelerinini giymenin şartı, özerkçi-eyaletçi bir devlet kurmaktır. Bütünşehircilik, Yerel Yönetim Özerklik Şartçılığı, bölgesel resmi-dilcilik, bölge valiliği, bölge meclisçiliği, vb… hep bu amaca hizmet eder. Bu nedenle, kimlik ve eyaletçilikten hiç söz etmeden başkanlığa karşı çıkanların muhalefeti, kayıkçı kavgasından ibarettir.

*

Bizim Anayasa’da 6 numaralı madde, Türkiye’nin sahibini tayin eder. Egemenliğin kayıtsız ve şartsız Türk Milletinin olduğunu söyler. Bunu söyleyerek devletin ulusal/milli devlet olduğunu ilan eder. Yeni anayasacıların hedef tahtalarındaki madde budur. Egemenliği Türk Milletinin olmaktan çıkarmak.

AKP’li İsmail Kahraman, 2012 tarihli yeni-anayasa taslağında bunu açıkça yaptı. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir dedi, nokta koydu. Milletin kim olduğunu gösteren hiçbir cümle eklemedi.

HDP’li Leyla Zana’nın da milletvekili yeminini “büyük Türk Milleti önünde” etmekten erinişi hepimizin gözleri önünde oldu. Türk Milleti önünde değil, “Türkiye milleti önünde” diyerek bir ahali icat etti.

Şunu ya da bunu bir yana koyun. Yeni-anayasacıların bir numaralı rahatsızlığı, 6. Maddeden, egemenlik hak ve yetkisini tayin eden hükümden kaynaklanıyor. Dolayısıyla “ilk dört maddeye dokundurtmam” bağırışlarının aslı yoktur. Bunlardan sormamız gereken ilk hesap, bu noktadadır: Ya 6. Maddeye? Ona dokundurtacaksın yani!

*

Başkanlık tartışmaları çerçevesinde ikinci hedef de belirginlik kazandı.

Şimdi TBMM Başkanlığı yapan İsmail Kahraman, 2012’de yazdığı yeni-anayasa taslağında ilginç bir iş daha yapmış bulunuyor. Aynı Kahraman gibi, AKP konuşanları da üniter devletten yana olduklarını söyleyip duruyor, üniter devlet yapısına kimse dokunamaz! Özerklik, federasyon, eyaletleşme olmaz! deyip duruyorlar. Gelin görün ki yaptıkları başka. Kahraman kendi taslağında üniter devletin tüm mekanizmalarını ortadan kaldırmış bulunuyor.

Şimdiki anayasanın 123. Maddesinde yer alan “idare kuruluş ve görevleri ile bir bütündür” hükmü, Kahraman’ın taslağında uçmuş gitmiş. Tam adıyla söyleyelim. İdarenin bütünlüğü ilkesi yok. Bu ilke yoksa üniter devlet nasıl kurulacak? Kurulamaz. Bu ilke kaldırılmışsa, ülkenin bütünlüğü bölünebilir kılınmış, üniter devlet kırılıp sistem özerkliğe, eyaletleşmeye, federasyona açılmış demektir.

Anayasanın ilk dört maddesine (“devlet ülkesi bakımından bölünmez bütündür” denerek kurulan üniter devlet ilkesi 3. Maddededir) ‘dokundurtmam’ diyenlere sormamız gereken ikinci hesap bu noktadadır: Ya 123. Maddeye? Ona dokundurtacak mısın?

*

Biz, yeni-anayasacılığın dört unsuruna karşı direnişimizi, ayrı ayrı her bir unsura karşı sürdürmeliyiz. Ama başarılı bir sonucun, doğru odaklanıştan geçtiğini unutmamalıyız. Odak noktamız, ulusal/milli devlet savunmasıdır. 

Şöyle de diyebiliriz: Türk Millet’li anayasa, ümmetlik toplum ve etnik kimliğe dayalı siyasetlerin karşılarındaki birincil engeldir.

Anayasa Saldırılarına Geçit Yok!


(BAG, Aydınlık, 18 Mayıs 2016)






17 Mayıs 2016 Salı

BİZ DEVLET BAŞKANLIĞI MODELİNDE YAŞADIK


Devlet başkanlığı, bizim tanıdığımız bir rejim.

Bundan 36 yıl önce uygulamaya girmişti. Üç yıl uygulandı. Başlangıcı 12 Eylül 1980 idi, hukuken 3 Kasım 1983´te bitmişti.

Genel olarak askeri darbe dönemi diye bilinen bu zaman diliminde Cumhurbaşkanlığı da ortadan kaldırılmış, bu makamın adı Devlet Başkanlığı diye değiştirilmişti.

Zamanın Devlet Başkanı Kenan Evren idi. Yeni anayasa 1982´de kabul edilip bir yıl sonra 1983´te ilk genel seçim yapılınca, Devlet Başkanlığı kaldırıldı. Cumhurbaşkanlığı geri geldi. Kenan Evren, anayasaya koyulan bir hükümle 1989 yılına kadar koltukta "Cumhurbaşkanı" olarak oturdu.

*

O dönemde siyasal partiler kapatılmıştı. Seçim yoktu. TBMM de kapatılmıştı, yerine Danışma Meclisi kurulmuştu. Üyeler yine illeri temsilen gelmişti, ama gelişleri valiliklerin gösterdiği adaylar arasından Milli Güvenlik Konseyi tarafından yapılmıştı. Elbette bakanlar da seçimle değil, atamayla belirlenmişti. Başbakan da öyle. Bakanlar Kurulu vardı; ama işlerini Devlet Başkanı ve onun başkanlığındaki MGK´nın emirlerine göre yürütüyordu. Başka bir deyişle hükümet genel siyasetin sorumluluğunu yüklenmiş bir yapı olmaktan uzaktı. Genel siyaset Devlet Başkanlığınca belirleniyordu. Ama elbette bu makamı sorumlu tutabilecek hiçbir kurum yoktu. Seçimlerin olmadığı ortamda, halk denetimi de söz konusu değildi.

Bakanlıkların yapısına, üst düzey kamu yöneticilerinin atanmasına ve görevden alınmalarına, memurlukların kaderine, belediye başkanları ve meclis üyelerine, vb. herşeye Devlet Başkanlığı karar veriyordu.

Devletin üniter yapısı korunmuştu. Dolayısıyla bu irade, merkezden çevrenin en küçük birimi köy ve mahallelere kadar yayılmıştı.

O dönemde ilginç ve mutlaka anlamının ne olduğunu açığa çıkarmamız gereken bir "kanun hükmünde kararname" yayımlandı. 1983 yılında, 24 Haziran 1983'te, Türkiye bölgelere ayrıldı. Sekiz bölge kuruldu ve başlarında "bölge valileri" olması öngörüldü. Anlaşılan Devlet Başkanlığı´nın otoritesini taşraya dağıtmak ihtiyacı duyulmuştu. İlginç oldu; zamanın mutlak iktidarının gücü bile bunu yapmaya yetmedi. İlk seçimler yapılır yapılmaz, 71 numaralı karar iptal edilip tarih oldu.

*

Şimdi AKP çevresinin dile getirdiği "Başkanlık Sistemi", mekanizmaları bakımından 1980-1983 Devlet Başkanlığı kurumlaşmasını andırıyor. Bu sefer siyasi partiler ve seçimler var; hatta kendisi seçimle gelen başkanın kendisi bile partili olacak. Bu sefer TBMM de yerli yerinde; seçimle geliyor. Farklılıklar bariz.

Ama benzerlikler pek çok. AKP´nin başkanlık rejiminde Başbakan, Bakanlar Kurulu "adı var kendi yok" değil, gerçekten yok; eski deyişle "ilga", yok ediliyor. Bakanlıklar tümüyle Başkan´ın emrine giriyor. Hükümet yok oluyor ve Başkan hükümet haline dönüşüyor. Bu kadar değil. Başkan "yasamsı" kararnamelerle adeta "kanun yapma gücü"ne sahip kılınıyor. TBMM´nin alanına el atmış oluyor. Dahası, yargının en üst görevlilerini, yüksek mahkeme üyelerinin yarısı doğrudan Başkan atıyor. Böylece "partili başkan", yargının siyasallaştırılmasında baş rolü oynuyor.

Bütün bunlar, AKP´nin Kasım 2012´de TBMM´de kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonuna resmi olarak teslim ettiği anayasa önerisinde yazıyor.

*

AKP´liler, "bizim modelimizde özerklik-eyalet yok" diyorlar. Demek ki biz de "o halde sizin model devlet başkanlığı modeli mi?" diye sorabiliriz. Biz o modeli tanıyoruz. Dünya alem biliyor, biz o modelden hiç hoşlanmadık.

AKP´liler "hayır, devlet başkanlığı değil, başkanlık modeli bizimki" diye itiraz ediyorlarsa, o zaman kaçacak yerleri yok; illa ki açıklamak zorundalar: 12 Eylül Devlet Başkanlığı döneminde bile "bölgesel valilik" kılıklı özerklik-eyalet modeli zorlamalarınız nerelerde saklı?

Özet şu: Devlet Başkanlığı diktatörlüktür. Başkanlık özerkçilik-eyaletçiliktir. AKP´nin yeni rejim modeli hangisidir?

Yeni-Anayasaya Gerek Yok!



(BAG, Yeni Adana, 16 Mayıs 2016)


DEVLET BAŞKANLIĞI ile BAŞKANLIK MAKASINA SIKIŞMAK



AKP yeni-anayasa girişiminin nasıl bir “olmaz iş” olduğunu yaşayarak görüyor.

Bir adım geri çekilip, “sil baştan bir yeni-anayasa yapamıyorsak kapsamlı anayasa değişikliği yapalım” diye söylenmeye başlıyor. Ama sil baştan anayasayla ne yapmak istediğini açık ettiği için, toplumun hemen her kesimi bu niyetine de kuşkuyla bakıyor.

Bir adım daha geri çekiliyor ve “birkaç maddeyi değiştirip cumhurbaşkanı – başbakan ilişkilerindeki pürüzleri giderelim” diye hareketleniyor. Bu pozisyon geçtiğimiz hafta ortaya çıktı. Aralarından birileri buna partili başkanlık adını koydular.

*

AKP cenahından gelen başkanlık ısrarına ister “başkanlık”, ister “partili başkanlık”, ister “cumhurbaşkanlığı sistemi” adı verilsin, ortada farklı modeller yok. Tek model var.

Üstelik belgeli. Belgesi, Kasım 2012 tarihli. O tarihte çalışan TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na AKP tarafından resmi olarak teslim edilmiş başkanlık rejimi önerisinin metni.

Şimdiki Anayasa, “Cumhurbaşkanı seçilen kişinin varsa partisiyle ilişkisi kesilir” (madde 101) diyor. AKP’nin o metninde ise bu hükmün silinmiş olduğunu görmek sürpriz değil. Demek ki “partili başkanlık” lafının esası yok; başkanlık rejimi öneren AKP, bunu önceden beri söylüyor.

*

AKP’nin önerisi, Bakanlar Kurulu ve Başbakanlık kurumlarını ortadan kaldırmak.

‘Bakan’ adıyla anılan kimselerin adı bakan, ama kendileri birer ‘sekreter’ niteliğine sahip kişiler. Hepsini Başkan atayacak, istediğinde görevden alabilecek. Milletvekili olan kişi, bakan olamayacak. Bakanlar, hükümetin siyasetinden ortaklaşa sorumlu tutulmayacaklar; çünkü bunların hepsi birden “bakanlar kurulu” gibi bir heyet halinde çalışmayacaklar. Dolayısıyla ‘hükümet’ diye bir şey olmayacak. Ortada hükümet olmayınca, TBMM’ye hükümetlerin sunduğu ‘kanun tasarısı’ gelmeyecek. Bakanlar bir kurul ve hükümet olmadığı için, hükümetin TBMM’den güvenoyu alması, TBMM’de gensoru ile denetlenmesi ya da düşürülmesi gibi durumlar da yok.

Bakanlıklar dursun mu, kalksın mı, nasıl kurulsun, bütün bu konuların karar yetkisi Başkan’a ait olacak. Buralardaki yöneticiler doğrudan Başkan tarafından atanacak, demek ki örneğin il milli eğitim müdürü, ilçe emniyet müdürü, vb. hepsi başkanın adamları olacak. Başkan’la gelecek ve Başkan’la birlikte gidecekler. Bugün toplam sayıları 3 milyon olan kamu personeli, doğrudan Başkan’ın yönetimindeki bürokrasinin unsurları olacak.

TBMM, yalnızca milletvekillerinden gelen “kanun teklifleri” yoluyla yasama görevi yaparken, Başkan kendisi doğrudan “kararname”ler çıkarabilecek. Öyle ya, ‘genel siyasetin yürütülmesi’ görevi, yani bildiğimiz hükümet görevleri artık Başkan’ındır. O da bu işlerle ilgili ‘Başkanlık Kararnameleri’ çıkarabilecek, ayrıca TBMM’nin çıkardığı yasalarda yönetmelik hazırlanması öngörülmüşse, bunları Başkan hazırlayacak ve yürürlüğe koyacak.

*

AKP sil baştan yeni-anayasa yapmak ya da kapsamlı anayasa değişikliğine gitmek ya da birkaç maddelik başkanlık değişiklikleriyle yetinmekten söz ettiğinde, nitelik bakımından farklı modellerden söz etmiyor. Aklımızı yormaya gerek yok. Bunlar, Türkiye’yi sıkıntıya sürükleyecek o tek modelin farklı kesimleri.

Eldeki metnin sınırları içinde bakınca, modelin doğru adı başkanlık değil, devlet başkanlığı modeli. Yani Türkiye’de 12 Eylül 1980 – 3 Kasım 1983 arasında yaşadığımız model. AKP’nin istediği bu mudur?

Devlette merkezi-yerel tüm kurumların özerkliği ve toprakta devletin federe dağılışı yoksa, bunun adı “devlet başkanlığı modeli”dir.

Yok, istenen şey bu değil de “başkanlık modeli” ise, o zaman, devlette özerklik – toprakta federasyon formülleri bekleme odasında demektir.

Böyle bir hileyle iş görüp doğacak sonuçların altından kalkabileceğini düşünen birileri varsa, bir kez daha düşünmelidir.



(BAG, Aydınlık, 15 Mayıs 2016)

AKP'nin Başkanlık Sistemi Teklifi Nasıl Bir Şeydir?


Partiler, 2011- 2015 arasında çalışan TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na kendi anayasa önerilerini yazılı olarak teslim etmişlerdi.

AKP, Kasım 2012’de, başkanlık sistemine ilişkin önerilerini vermişti. Aşağıdaki metin, o tarihteki önerisinin tam metnidir.

Zemini beyaz paragraflar, ilgili maddenin şimdi yürürlükte olan Anayasa hükümleridir. Bunlarda üstü çizilmiş sözcükler, AKP önerisinde çıkarılmış olanlardır.

* Genel yapıda dikkat çeken bir özellik, "Türk vatandaşı" yazan yerlerde "Türk" sözcüğünün temizlenmiş olmasıdır. Yalnızca vatandaş denmesi yeğlenmiştir.

* Bir diğer özellik "Cumhurbaşkanı"nın "Başkan" haline getirilmesi, Başbakan ve Bakanlar Kurulu kurumlarının anılmamasıdır.



ÜÇÜNCÜ KISIM
Devletin Temel Organları
BİRİNCİ BÖLÜM
Yasama
BİRİNCİ ALT BÖLÜM
Türkiye Büyük Millet Meclisi


Kuruluşu

Madde 1– (1) Türkiye Büyük Millet Meclisi, genel oyla seçilen beşyüzelli milletvekilinden oluşur.
(ŞİMDİKİ MADDE 75, AYNI)

İKİNCİ ALT BÖLÜM
Milletvekilliği ile İlgili Hükümler

Milletin temsili

Madde 2– (1) Milletvekilleri sadece seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün Milleti temsil ederler.
[ŞİMDİKİ MADDE 80, AYNI]

Milletvekili seçilme yeterliliği

Madde 3– (1) Onsekiz yaşını dolduran her vatandaş milletvekili seçilebilir.
(2) Aşağıda sayılanlar milletvekili seçilemezler:
a) En az ilköğretim diploması olmayanlar,
b) Kısıtlılar,
c) Taksirli suçlar hariç, toplam bir yıl veya daha fazla hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, hileli iflâs, kaçakçılık, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma suçlarından birinden dolayı hüküm giymiş olanlar.
(3) Kamu görevlileri görevlerinden çekilmedikçe, aday olamazlar ve milletvekili seçilemezler.

[ŞİMDİKİ MADDE 76, AŞAĞIDAKİ GİBİDİR]

B. Milletvekili seçilme yeterliliği
MADDE 76. – (Değişik : 13.10.2006 - 5551/1 md.) Yirmibeş yaşını dolduran her Türk milletvekili seçilebilir.
(Değişik : 27.12.2002 - 4777/1 md.) En az ilkokul mezunu olmayanlar, kısıtlılar, yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar, kamu hizmetinden yasaklılar, taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler.
Hâkimler ve savcılar, yüksek yargı organları mensupları, yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, Yükseköğretim Kurulu üyeleri, kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri ve Silahlı Kuvvetler mensupları, görevlerinden çekilmedikçe, aday olamazlar ve milletvekili seçilemezler.

Milletvekilliği ile bağdaşmayan işler

Madde 4– (1) Milletvekilleri, Devlet ve diğer kamu tüzelkişilerinde ve bunlara bağlı kuruluşlarda; Devletin veya diğer kamu tüzelkişilerinin doğrudan ya da dolaylı olarak katıldığı teşebbüs ve ortaklıklarda; kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar, vekili olamazlar, herhangi bir taahhüt işini doğrudan veya dolaylı olarak kabul edemezler, temsilcilik ve hakemlik yapamazlar.
(2) Milletvekilleri yürütme organının teklif, inha, atama veya onamasına bağlı resmî veya özel herhangi bir işle görevlendirilemezler. Bir milletvekilinin belli konuda ve altı ayı aşmamak üzere Bakanlar Kurulunca verilecek geçici bir görevi kabul etmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararına bağlıdır.
(3) Milletvekilliği ile bağdaşmayan diğer görev ve işler kanunla düzenlenir.

ŞİMDİKİ : 3. Üyelikle bağdaşmayan işler
MADDE 82. – Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Devlet ve diğer kamu tüzelkişilerinde ve bunlara bağlı kuruluşlarda; Devletin veya diğer kamu tüzelkişilerinin doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak katıldığı teşebbüs ve ortaklıklarda; özel gelir kaynakları ve özel imkânları kanunla sağlanmış kamu yararına çalışan derneklerin ve Devletten yardım sağlayan ve vergi muafiyeti olan vakıfların, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar, vekili olamazlar, herhangi bir taahhüt işini doğrudan veya dolaylı olarak kabul edemezler, temsilcilik ve hakemlik yapamazlar.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, yürütme organının teklif, inha, atama veya onamasına bağlı resmî veya özel herhangi bir işle görevlendirilemezler. Bir üyenin belli konuda ve altı ayı aşmamak üzere Bakanlar Kurulunca verilecek geçici bir görevi kabul etmesi, Meclisin kararına bağlıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği ile bağdaşmayan diğer görev ve işler kanunla düzenlenir.

Yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı

Madde 5– (1) Milletvekilleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden ve bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.
(2) Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Milletvekili hakkında seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, milletvekilliğinin sona ermesine bırakılır ve milletvekilliği süresince dava ve ceza zamanaşımı işlemez. Dokunulmazlıkla ilgili Meclis kararları milletvekilliğine yeniden seçilme halinde de geçerliliğini korur.
(3) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlarda suçüstü hali dokunulmazlık kapsamı dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam durumu hemen Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirir.
(4) Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasî parti gruplarınca, yasama dokunulmazlığı ile ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz.

Milletvekilliğinin düşmesi

Madde 6– (1) İstifa eden milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesine, istifanın geçerli olduğunun Meclis Başkanlık Divanınca tespit edilmesinden sonra, Genel Kurulca karar verilir.
(2) Milletvekilliğinin seçilmeye engel bir suçtan kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesiyle gerçekleşir.
(3) ….. maddeye göre milletvekilliğiyle bağdaşmayan bir görev veya hizmeti sürdüren milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesine, yetkili komisyonun bu durumu tespit eden raporu üzerine Genel Kurulca üye tamsayısının salt çoğunluğunun gizli oyuyla karar verilir.
(4) Meclis çalışmalarına özürsüz veya izinsiz olarak bir ay içinde toplam beş birleşim günü katılmayan milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesine, durumun Meclis Başkanlık Divanınca tespit edilmesi üzerine, Genel Kurulca üye tamsayısının salt çoğunluğunun gizli oyuyla karar verilir.

İptal istemi

Madde 7– (1) Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya ….. maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarına göre milletvekilliğinin düşmesine karar verilmiş olması hallerinde, kararın alındığı tarihten itibaren yedi gün içinde, ilgili milletvekili, kararın Anayasaya veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Anayasa Mahkemesi, iptal talebini onbeş gün içinde karara bağlar.

Ödenek ve yolluklar


Madde 8– (1) Milletvekillerinin ödenek, yolluk ve emeklilik işlemleri kanunla düzenlenir. Ödeneğin aylık tutarı en yüksek Devlet memurunun almakta olduğu miktarı, yolluk da ödenek miktarının yarısını aşamaz.
(2) Milletvekillerine ödenecek ödenek ve yolluklar, kendilerine bağlanan emekli aylığı ve benzeri ödemelerin kesilmesini gerektirmez.

ÜÇÜNCÜ ALT BÖLÜM
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Görev ve Yetkileri

Genel olarak

Madde 9– (1) Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri şunlardır:
a) Kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak,
b) Bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek,
c) Para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek,
ç) Milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak,
d) Üye tam sayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilânına karar vermek,
e) Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmek.

MADDE 87. – (Değişik: 3.10.2001-4709/28 md., 7.5.2004-5170/6 md.)Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesinhesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilânına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir.

Kanunların teklif edilmesi ve görüşülmesi


Madde 10– (1) Kanun teklif etmeye milletvekilleri yetkilidir.
(2) Kanun tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülme usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir. İçtüzük, tekliflerin ihtisas komisyonlarında ayrıntılı olarak değerlendirilmesi, Genel Kurulda ise komisyon raporlarının genelinin görüşülmesi ve oylanması esasına göre düzenlenir. İçtüzük ile özel yasama usulleri getirilebilir.

B. Kanunların teklif edilmesi ve görüşülmesi
MADDE 88. – Kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve milletvekilleri yetkilidir.
Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülme usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir.


Kanunların Başkan tarafından onaylanması ve yayınlanması

Madde 11– (1) Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen kanunları onbeş gün içinde onaylar ve yayınlar.
(2) Başkan onaylamadığı kanunları bir daha görüşülmek üzere, bu hususta gösterdiği gerekçe ile birlikte aynı süre içinde Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderir. Başkanca kısmen uygun bulunmama durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece uygun bulunmayan maddeleri görüşebilir. Bütçe kanunları bu hükme tâbi değildir.
(3) Türkiye Büyük Millet Meclisi geri gönderilen kanunu üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu ile aynen kabul ederse, kanun, Başkanca yedi gün içinde yayınlanır. Meclis, geri gönderilen kanunda değişiklik yaparsa, Başkan değiştirilen kanunu ikinci fıkra hükümlerine göre Meclise geri gönderebilir.

C. Kanunların Cumhurbaşkanınca yayımlanması
MADDE 89. – Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen kanunları onbeş gün içinde yayımlar.
(Değişik: 3.10.2001-4709/29 md.) Yayımlanmasını kısmen veya tamamen uygun bulmadığı kanunları, bir daha görüşülmek üzere, bu hususta gösterdiği gerekçe ile birlikte aynı süre içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderir. Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece uygun bulunmayan maddeleri görüşebilir. Bütçe kanunları bu hükme tâbi değildir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, geri gönderilen kanunu aynen kabul ederse, kanun Cumhurbaşkanınca yayımlanır; Meclis, geri gönderilen kanunda yeni bir değişiklik yaparsa, Cumhurbaşkanı değiştirilen kanunu tekrar Meclise geri gönderebilir.
Anayasa değişikliklerine ilişkin hükümler saklıdır.

Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma

Madde 12– (1) Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası veya milletlerüstü kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.
(2) Ekonomik, ticarî veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yabancı ülkelerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayınlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayınlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur.
(3) Milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî, teknik veya idarî andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluluğu yoktur. Ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticarî veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayınlanmadan yürürlüğe konulamaz.
(4) Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında değişiklik gerektiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır.
(5) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.

Savaş hali ilânı ve silâhlı kuvvet kullanılmasına izin verme

Madde 13– (1) Türkiye Büyük Millet Meclisi;
a) Milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilânına,
b) Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası andlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silâhlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına,
izin verme yetkisine sahiptir.
(2) Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silâhlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silâhlı kuvvet kullanılmasına derhâl karar verilmesinin kaçınılmaz olması halinde, Başkan da, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verebilir.

Meclis araştırması
Madde 14– (1) Türkiye Büyük Millet Meclisi belli bir konuda bilgi edinmek için Meclis araştırması yapabilir.
(2) Meclis araştırması ile ilgili önergenin verilme şekli, içeriği ve kapsamı ile araştırma usûlleri İçtüzük ile düzenlenir.

DÖRDÜNCÜ ALT BÖLÜM

Türkiye Büyük Millet Meclisinin İç Düzeni ve Çalışma Esasları


Toplanma ve tatil

Madde 15– (1) Türkiye Büyük Millet Meclisi, her yıl Ekim ayının birinci günü kendiliğinden toplanır.
(2) Meclis, bir yasama yılında en çok üç ay tatil yapabilir. Meclis, ara verme veya tatil sırasında Başkan veya Meclis Başkanı tarafından doğrudan doğruya; milletvekillerinin beşte birinin talebi üzerine de Meclis Başkanı tarafından toplantıya çağrılır.

Başkanlık Divanı

Madde 16– (1) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı, milletvekilleri arasından seçilen Meclis Başkanı, başkanvekilleri, kâtip üyeler ve idare amirlerinden oluşur.
(2) Başkanlık Divanı, Meclisteki siyasî parti gruplarının milletvekili sayısı oranında katılmalarını sağlayacak şekilde kurulur. Siyasî parti grupları Meclis Başkanlığı için aday gösteremezler.
(3) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı için bir yasama döneminde iki seçim yapılır. İlk seçilenlerin görev süresi iki yıl, ikinci devre için seçilenlerin görev süresi genel seçimlere kadardır.
(4) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan adayları, milletvekilleri arasından Meclisin toplandığı günden itibaren beş gün içinde Başkanlık Divanına bildirilir. Başkan seçimi gizli oyla yapılır. İlk iki oylamada üye tamsayısının üçte iki ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranır. Üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için dördüncü oylama yapılır. Dördüncü oylamada en fazla oy alan milletvekili Meclis Başkanı seçilmiş olur. Meclis Başkanı seçimi, aday gösterme süresinin bitiminden itibaren beş gün içinde tamamlanır.
(5) Başkanvekillerinin, kâtip üyelerin ve idare amirlerinin sayısı ve seçim usulleri Meclis İçtüzüğünde belirlenir.
(6) Meclis Başkanı ve başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasî partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetleri ile görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar. Meclis Başkanı ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamaz.

İçtüzük ve siyasî parti grupları

Madde 17– (1) Türkiye Büyük Millet Meclisi, çalışmalarını, kendi yaptığı İçtüzük hükümlerine göre yürütür. İçtüzük yapım usulüne göre oluşmamış hiçbir Meclis kararı, İçtüzük kuralı olarak nitelendirilemez.
(2) İçtüzük hükümleri, siyasî parti gruplarının, Meclisin bütün faaliyetlerine milletvekili sayısı oranında katılmalarını sağlayacak şekilde düzenlenir.
(3) Siyasî parti grupları, en az yirmi milletvekilinden meydana gelir.

Toplantı ve karar yeter sayısı

Madde 18– (1) Türkiye Büyük Millet Meclisi, yapacağı seçimler dahil bütün birleşimlerinde (üye tamsayısının en az üçte biri ile) TOPLANTI YETER SAYISI ARANMAKSIZIN toplanır ve Anayasada başkaca bir hüküm yoksa toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir. Ancak karar yeter sayısı, hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından az olamaz.

Görüşmelerin açıklığı ve yayınlanması

Madde 19– (1) Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulundaki görüşmeler açıktır ve tutanak dergisinde tam olarak yayınlanır.
(2) Türkiye Büyük Millet Meclisi, İçtüzükte belirlenen hallerde kapalı oturumlar yapabilir. Bu oturumlardaki görüşmelerin yayını Meclisin kararına bağlıdır.
(3) Meclisteki açık görüşmelerin, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce aksine bir karar alınmadıkça, her türlü vasıta ile yayını serbesttir.


İKİNCİ BÖLÜM

Yürütme

BİRİNCİ ALT BÖLÜM
Başkan

Nitelikleri


Madde 20– (1) Başkan, kırk yaşını doldurmuş, yüksek öğrenim yapmış ve milletvekili seçilme yeterliliğine sahip vatandaşlar arasından, halk tarafından seçilir.
(2) Başkanın görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Başkan seçilebilir.
(3) Başkanlığa son genel seçimde en az yüzde beş oranında oy almış olan siyasi partiler ile en az yüzbin vatandaş aday gösterebilir.
(4) Başkanlığa aday gösterilen milletvekillerinin üyeliği, Başkan adayı olarak Yüksek Seçim Kuruluna başvurulduğu anda sona erer.

MADDE 101 –(Değişik: 31.5.2007-5678/4md )
      Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından, halk tarafından seçilir.
     Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.
     Cumhurbaşkanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri içinden veya Meclis dışından aday gösterilebilmesi yirmi milletvekilinin yazılı teklifi ile mümkündür. Ayrıca, en son yapılan milletvekili genel seçimlerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde onu geçen siyasi partiler ortak aday gösterebilir.
      Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.

Seçimi

Madde 21– (1) Başkanlık seçimi, Başkanın görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde; makamın herhangi bir sebeple boşalması halinde ise boşalmayı takip eden altmış gün içinde tamamlanır.
(2) Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Başkan seçilmiş olur. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk oylamada en çok oy almış iki aday katılır ve geçerli oyların çoğunluğunu alan aday Başkan seçilmiş olur.
(3) İkinci oylamaya katılmaya hak kazanan adaylardan birinin herhangi bir nedenle seçime katılmaması halinde; ikinci oylama, boşalan adaylığın birinci oylamadaki sıraya göre ikame edilmesi suretiyle yapılır. İkinci oylamaya tek adayın kalması halinde, bu oylama referandum şeklinde yapılır. Aday, geçerli oyların çoğunluğunu aldığı takdirde Başkan seçilmiş olur.

İKİNCİ ALT BÖLÜM

Başkanın Görev ve yetkileri
Görev ve yetkileri

MADDE 22– (1) Başkan Devletin ve yürütmenin başıdır. Yürütme yetkisi Başkana aittir.
(2) Başkan, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.
(3) Başkan, yürütmenin başı olarak genel/(iç ve dış) siyaseti yürütür.
(4) Başkanın görev ve yetkiler şunlardır:
a) Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde açılış konuşmasını yapmak,
b) Ülkenin iç ve dış siyaseti hakkında Meclise yıllık mesaj vermek,
c) Kanunları onaylamak,
ç) Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri göndermek,
d) Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunmak,
e) Kanunların, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün, tümünün veya belirli hükümlerinin Anayasaya şekil veya esas bakımından aykırı oldukları gerekçesi ile Anayasa Mahkemesinde iptal davası açmak,
f) Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermek,
g) Bakanları atamak ve görevlerine son vermek,
ğ) Başkanlık kararnamesi çıkarmak,
h) Yabancı devletlere Türkiye Cumhuriyetinin temsilcilerini göndermek, Türkiye Cumhuriyetine gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul etmek,
ı) Milletlerarası andlaşma akdetmek ve yayınlamak,
i) Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil etmek,
j) Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar vermek,
k) Kamu yöneticilerini atamak ve görevlerine son vermek,
l) Sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilân etmek ve sıkıyönetim veya olağanüstü hal kararnamesi çıkarmak,
m) Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak,
n) Yükseköğretim Kurulu üyelerinin yarısını seçmek,
o) Üniversite rektörlerini seçmek,
p) Anayasa Mahkemesi üyelerinin yarısını, Danıştay üyelerinin yarısını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin yarısını seçmek.
(5) Başkan ayrıca Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır.

D. Görev ve yetkileri
MADDE 104. – Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.
Bu amaçlarla Anayasanın ilgili maddelerinde gösterilen şartlara uyarak yapacağı görev ve kullanacağı yetkiler şunlardır :
a) Yasama ile ilgili olanlar :
Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde açılış konuşmasını yapmak,
Türkiye Büyük Millet Meclisini gerektiğinde toplantıya çağırmak,
Kanunları yayımlamak,
Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri göndermek,
Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunmak,
Kanunların, kanun hükmündeki kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün, tümünün veya belirli hükümlerinin Anayasaya şekil veya esas bakımından aykırı oldukları gerekçesi ile Anayasa Mahkemesinde iptal davası açmak,
Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermek,
b) Yürütme alanına ilişkin olanlar :
Başbakanı atamak ve istifasını kabul etmek,
Başbakanın teklifi üzerine bakanları atamak ve görevlerine son vermek,
Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırmak,
Yabancı devletlere Türk Devletinin temsilcilerini göndermek, Türkiye Cumhuriyetine gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul etmek,
Milletlerarası andlaşmaları onaylamak ve yayımlamak,
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil etmek,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar vermek,
Genelkurmay Başkanını atamak,
Millî Güvenlik Kurulunu toplantıya çağırmak,
Millî Güvenlik Kuruluna Başkanlık etmek,
Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilân etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak,
Kararnameleri imzalamak,
Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak,
Devlet Denetleme Kurulunun üyelerini ve Başkanını atamak,
Devlet Denetleme Kuruluna inceleme, araştırma ve denetleme yaptırtmak,
Yükseköğretim Kurulu üyelerini seçmek,
Üniversite rektörlerini seçmek,
c) Yargı ile ilgili olanlar :
Anayasa Mahkemesi üyelerini, Danıştay üyelerinin dörtte birini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Askerî Yargıtay üyelerini, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini seçmek.
Cumhurbaşkanı, ayrıca Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır.

Başkanlık kararnamesi

Madde 23– (1) Başkan, genel siyasetin yürütülmesinde ihtiyaç duyduğu konularda Başkanlık kararnamesi çıkarabilir. Bir konuda Başkanlık kararnamesi çıkarılabilmesi için kanunlarda o konuyu düzenleyen uygulanabilir açık hükümlerin bulunmaması şarttır. Kişi hak ve hürriyetleri kararname ile düzenlenemez. Kararnameler ile kanunlarda aynı konuda farklı hüküm bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
(2) Başkan, kanunların uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilir.
(3) Kararnameler ve yönetmelikler, yayından sonraki bir tarih belirlenmemişse, Resmî Gazetede yayınlandıkları gün yürürlüğe girer.


ÜÇÜNCÜ ALT BÖLÜM

Başkanın sorumluluğu


Başkanın sorumluluğu

Madde 24– (1) Başkan hakkında, kişisel ya da göreviyle ilgili bir suç işlediği iddiasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte ikisinin vereceği önerge ile, soruşturma açılması istenebilir. Meclis, bu istemi en geç bir ay içinde görüşür ve gizli oyla karara bağlar.
(2) Soruşturma açılmasına karar verilmesi halinde, Meclisteki siyasî partilerin, güçleri oranında komisyona verebilecekleri üye sayısının üç katı olarak gösterecekleri adaylar arasından her parti için ayrı ayrı ad çekme suretiyle kurulacak onbeş kişilik bir komisyon tarafından soruşturma yapılır. Komisyon, soruşturma sonucunu belirten raporunu iki ay içinde Meclise sunar. Soruşturmanın bu sürede bitirilememesi halinde, komisyona iki aylık yeni ve kesin bir süre verilir. Bu süre içinde raporun Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına teslimi zorunludur.
(3) Rapor Başkanlığa verildiği tarihten itibaren on gün içinde dağıtılır, dağıtımından itibaren on gün içinde görüşülür ve gerek görüldüğü takdirde ilgilinin Yüce Divana sevkine karar verilir. Yüce Divana sevk kararı ancak üye tamsayısının dörtte üç çoğunluğunun gizli oyuyla alınır. Yüce Divan tarafından seçilme yeterliliğine engel bir suçtan mahkum edilen Başkanın görevi sona erer.


DÖRDÜNCÜ ALT BÖLÜM

Başkan Yardımcısı ve Bakanlar

Başkan Yardımcısı ve Başkana Vekalet

Madde 25- (1) Başkan seçilenin oy pusulasında Başkan Yardımcısı adayı olarak yer alan kişi Başkanın seçildiği anda Başkan Yardımcılığına seçilmiş olur. Başkan Yardımcılığına aday gösterilmek için milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olmak şarttır.
(2) Başkanlık makamının herhangi bir nedenle boşalması halinde, seçimlere kadar kalan sürede Başkan Yardımcısı Başkanın yerine görev yapar ve Başkanlık yetkilerini kullanır. Başkan Yardımcılığının herhangi bir nedenle boşalması halinde, seçime kadar kalan sürede bu görevi yürütecek olan kişiyi Türkiye Büyük Millet Meclisi belirler.
(3) Başkanın hastalık ve yurt dışına çıkma gibi sebeplerle geçici olarak görevinden ayrılması hallerinde, görevine dönmesine kadar Başkan Yardımcısı Başkana vekâlet eder ve Başkana ait yetkileri kullanır.
(4) Başkan Yardımcısı milletvekilleri ile aynı hukukî statüye tâbi olur ve milletvekillerinin sorumsuzluk ve dokunulmazlığına ilişkin hükümlerden yararlanır.

Bakanlar
Madde 26– (2) Bakanlar, Başkan tarafından atanır ve görevden alınır. Bakanların milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olması gerekir. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ve yedek milletvekilleri, bu statüleri sona erse bile bakan olarak atanamazlar.
(2) Her bakan, Başkana karşı sorumludur.
(3) Bakanlar milletvekilleri ile aynı hukukî statüye tâbi olurlar ve milletvekillerinin sorumsuzluk ve dokunulmazlığına ilişkin hükümlerden yararlanırlar.
(4) Açık olan bakanlıklar ile izinli veya mazereti olan bir bakana, diğer bir bakan geçici olarak vekâlet eder.
(5) Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile teşkilât yapısı Başkanlık kararnamesi ile düzenlenir.

[ŞİMDİKİ ANAYASADA BAKANLAR KURULU ve BAŞBAKAN VARDIR; ÖNERİYLE KALDIRILMIŞTIR, MADDE 109-113]


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Başkanlık Seçimlerine ve İlişkilerine Dair Hükümler



Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Başkanın seçim dönemi


Madde 27– (1) Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Başkanlık seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır.
(2) Meclis ve Başkanlık seçimlerine ilişkin usûl ve esaslar kanunla düzenlenir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Başkanın seçimlerin yenilenmesine karar vermesi

Madde 28– (1) Türkiye Büyük Millet Meclisi veya Başkan tek başına her iki organın seçimlerinin birlikte yenilenmesine karar verebilir.
(2) Seçimlerinin birlikte yenilenmesine karar verilen Meclisin ve Başkanın yetkileri, bu organların seçilmesine kadar sürer.
(2) Seçimlerinin birlikte yenilenmesine karar verilen Meclisin ve Başkanın yetkileri, bu organların seçilmesine kadar sürer.
(3) Bu şekilde seçilen Meclis ve Başkanın görev süreleri de beş yıldır.

Seçimlerin ertelenmesi ve yedek milletvekilliği

Madde 29– (1) Savaş sebebiyle seçimlerin yapılmasına imkân görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Başkanlık seçimlerinin bir yıl ertelenmesine Meclis karar verebilir. Erteleme sebebi ortadan kalkmamışsa, aynı usule göre bu işlem tekrarlanabilir.
(2) Siyasi partilerin seçim çevrelerindeki milletvekili aday listelerinde bulunup da seçilemeyen adaylar bulundukları sıra esas alınarak yedek milletvekili sayılırlar. Ayrıca siyasi partiler genel seçimlerde her seçim çevresinde en az bir olmak üzere seçilecek milletvekili sayısının üçte (beşte) biri oranında, bağımsız adaylar ise bir yedek milletvekili adayı gösterirler. Milletvekilliklerinde boşalma olması halinde boşalan üyelikler öncelikle o seçim çevresindeki asıl aday listesinde bulunup da seçilemeyen yedek milletvekilleri ile ikame olunur. Bir seçim çevresinde tüm milletvekilliklerinin aynı parti adayları tarafından kazanılmış olduğu hallerde, yedek milletvekili listesindeki adaylar sırayla boşalan milletvekilliğine ikame olunur. Boşalan milletvekilliğinin bağımsız adaylardan olması halinde, bu milletvekilinin oy pusulasında gösterilen yedek milletvekili adayı, boşalan milletvekilliğine ikame olunur. İkame gerçekleşmedikte yedek milletvekilliği için hiçbir hak oluşmaz.

Seçimlerin genel yönetimi ve denetimi

Madde 30– (1) Seçimler, yargı organının genel yönetim ve denetimi altında yapılır.
(2) Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Başkanlık, milletvekilliği ve mahalli idare yöneticiliği seçim tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulunundur.
(3) Yüksek Seçim Kurulu, onbir asıl, onbir yedek üyeden oluşur. Asıl yelerin dördü Yargıtay, üçü Danıştay Genel Kurullarınca kendi üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğunun gizli oyu ile dört yıllığına seçilir. Süresi bitenler bir kere daha seçilebilir. Asıl üyelerden dördü son genel seçimde siyasi partilerin aldıkları oy oranı sıralamasına ilk dört parti tarafından seçilir. Üyeler, salt çoğunluk ve gizli oyla aralarından bir başkan ve bir başkanvekili seçerler.
(4) Yüksek Seçim Kuruluna üçüncü fıkrada belirtilen kontenjanlara göre asıl üye sayısı kadar yedek üye seçilir.
(5) Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.
(6) Yüksek Seçim Kurulunun ve diğer seçim kurullarının teşkilâtı ile görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.
(7) Yüksek seçim kurulunun asıl üyeleri bu görevlerinin dışından başka bir görev alamazlar ve iş yapamazlar.

Andiçme

Madde 31– Başkan, başkan yardımcısı, bakanlar ve milletvekilleri göreve başlarken aşağıdaki şekilde andiçerler: “İnsan haklarına, hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye bağlı kalacağıma; Devletin bağımsızlığını, ülkenin bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma andiçerim.”

Andiçme
MADDE 81. – Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, göreve başlarken aşağıdaki şekilde andiçerler :
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”

MADDE 103. – Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde aşağıdaki şekilde andiçer :
“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”

Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Başkanın Anayasa Mahkemesi ve halkoylamasına başvurması

Madde 32– (1) Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başkanlık kararnamelerinin ya da bazı hükümlerinin; Başkan, kanunların ya da bazı hükümlerinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
(2) Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başkanlık kararnamelerinin ya da bazı hükümlerinin; Başkan, kanunların ya da bazı hükümlerinin yürürlükten kaldırılması için halkoylaması yapılmasına karar verebilir. Bir yıl içinde her organ en fazla bir defa halkoylaması kararı alabilir.
(3) Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu maddedeki yetkilerini kullanabilmesi için üye tamsayısının salt çoğunluğu ile karar alması şarttır.


11 Mayıs 2016 Çarşamba

VİZEYE DEĞİL, TERÖRE SERBESTLİK!


Avrupa Birliği (AB), Türk vatandaşlarına uyguladığı vizeyi kaldıracak. Karşılığında siz de terörle mücadeleyi kaldırın diyor. Tabii her zaman olduğu gibi insan hakları adına! Cumhurbaşkanının “madem öyle, sen boluna ben yoluma” sözüyle ilan olunan acayip isteklerden söz ediyorum.

*

AB vize serbestliği vermeyi, kendini ‘düzensiz göçler’e karşı koruyacak bir geri kabul anlaşması imzalanması koşuluna bağlı tutuyor.

Türkiye için de öyle oldu. Vize serbestliği görüşmeleri ile düzensiz göçleri zapt etme anlaşmasının, bugün itibariyle dört yıllık bir geçmişi var.

AB’nin Türkiye’ye vize serbestliği vermesi, 21 Haziran 2012’de gündeme geldi. AB Konseyi sürecin başlatılmasına karar vermişti. Aynı tarihte AB – Türkiye arasında Geri Kabul Anlaşması üzerinde uzlaşıldığı açıklandı. Bunun üzerine AB Komisyonu Vize Muafiyeti Yol Haritası diye bilinen bir belge hazırladı. Uzlaşılınca, Türkiye anlaşmayı 16 Aralık 2013’te kabul etti, resmi diyalog başladı. 6547 sayılı Geri Kabul Anlaşması 28 Haziran 2014’te yasalaştı.

Hepsi birlikte bu yılın Haziran sonuna kadar tamamlanacaktı.

*

2016 Mayıs ayının başında AB’nden rüzgarı olumlu sayılan bir tavır geldi. Türkiye 72 koşuldan 67’sini tamamlamıştı. Topu topu 5 koşulla ilgili eksikler vardı, Türkiye’nin bunları da kısa zamanda tamamlayacağı umuluyordu.

Ama birden bire ortalığı bambaşka bir hava sardı. Neredeyse eş zamanlı olarak, Başbakan Davutoğlu işten el çekmek zorunda kaldı ve AB’den “terör tanımı şartı” çığlıkları yükseldi. Türkiye’nin “iade edilecek bir şey bile değil, yeri çöptür” dediği 2015 İlerleme Raporunu hazırlayan Kati Piri adlı Avrupa Parlamentosu raporcusu, 'terörle mücadele yasaları dururken 1 Temmuz 2016’da vize serbestliği olmaz' buyurdu, AB Komisyonu başkan yardımcılarından biri de benzer şeyler söyledi.

*

AB Bakanı Volkan Bozkır’ın dediğine göre Terörle Mücadele Kanununda “bazı kelime değişiklikleri yapılması” isteniyordu. Bozkır ise yapılacak değişiklik kalmadı diyordu: “Kamu güvenliğini tehdit bakımından 'yakın ve açık tehlike' kavramını kanuna koyduk. Avrupa standartlarında kullanılan ortak bir ifadedir."

Bakan haklıydı. Çünkü AB terörün tanımı konusunda bir “direktif”e değil, “çerçeve karar”a sahiptir. Yani bu konudaki AB mevzuatı emredici değil, tavsiye edici bir kuraldır. Türkiye belli ki bu “tavsiye”yi dikkate almış ve kendi koşullarına göre kural haline getirmiştir. Terörün ulaştığı bugünkü aşamada yapılabilecek başka bir değişiklik yoktur.

*

AB, ‘bazı kelime değişiklikleri’ derken besbelli, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1. Maddesindeki “Türkiye’nin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek” cümleciklerinden dertli. AB için bunların anayasal ilkeler olmalarının önemi yok. PKK terörü bu amaçlara kilitlenmiş ve Türkiye bu yıkıma karşı mücadele ediyor, bunların da önemi yok. AB’nin derdi teröre karşı mücadeleyi kırmak. Derdi bu, ama derdini doğrudan değil, 150 yıldan beri yaptığı gibi özgürlükler, insan hakları, reformlar tekerlemesi halinde dayatıyor.

Ülkemizdeki AB-severler her zaman yaptıkları gibi şimdi de “eyvah, AB bizden yüz çevirecek” telaşında haberler yapıyorlar. AB dayatmalarının, Türkiye’yi öz-çıkarlarının tersine davranmaya ve temel anayasal ilkelerini kırmaya zorladığını gizlemeye gayret ediyorlar.

*

“Bırak PKK ile mücadeleyi, al vizeyi” dayatması, terörün de saldırdığı anayasal ilkeleri hedef almıştır. Rahatsızlık duydukları cümlecikler, Anayasa’da yer alan temel kuruluş ilkelerinin ta kendisidir. Görmek o kadar zor mu? Niyet bozuk değilse görmek çok kolay.

Yeni-Anayasaya Geçit Yok!


(BAG, Aydınlık, 11 Mayıs 2016)


8 Mayıs 2016 Pazar

DİRENİŞE ÇAĞIRAN BU SES KİMDEN ÇIKTI?


Bu yıl yaşadığımız 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinde ilginç bir ruh hali doğdu. Bir tür panik havası yayıldı. Kerli ferli gazetelerle yazarlarından, aklı başında bildiğimiz kimselerden “HDP ve Cemaate destek!” çağrıları geldi. İkisi de cumhuriyetle sorunlu olan bu kesimlerle işbirliği şarttı; çünkü denize düşmüştük, n’apalım, denize düşen yılana sarılırdı.

Oysa denize düşen HDP ile Cemaatti. Panikleyenler onlardı. Cumhuriyet gemisindekiler, onların seslerini kendi sesleri sandılar, çünkü gemilerinin dümenini bunlara kaptırmışlardı.

*

Şimdi Davutoğlu’na başbakanlıktan ve AKP genel başkanlığından el çektirilmesine saray darbesi deyip vatanseverlerin direnişe çağrılması da aynı dümencinin sesi.

Ortada bir darbe yok.

Çünkü Davutoğlu bu görevlere nasıl getirilmişse, aynı usulle geri çekildi. Erdoğan’ın işaretiyle aday olmuştu, parti kongresince onaylanmıştı. Şimdi aynı kişinin işaretiyle çekildi, çekilişi kongrece onaylanacak.

Vatanseverlere direniş çağrısı ise gülünç oldu.

Bu, herkesi cemaat şirketlerine kalkan olmaya çağıran “mağdurların yanındayız!” lafı gibi bir laf. Fazlası, “direniş” kavramının içini boşaltma etkisi yaratması oldu. Ama ABD ve AB yetkililerinden Davutoğlu güzellemesi mesajlar ortalığa saçılınca, gülünçlük bir trajediye dönüştü.

*

Davutoğlu’nu görevden alma iradesinin Cumhurbaşkanı’na ait olduğunu söyleyip durmak, anayasanın ihlal edildiğini göstermeye yetmez. Nasıl bugüne kadar “firavun”, “tiran”, “diktatör”, “faşist” laflarını “kırk kere söylersen….” düsturu gereğince tekerleyip durmak hiçbir şey ifade etmemişse, bu da bir şey ifade etmez.

Siyaseti lafın en uygununu bulmaya, gerçeği değil de ‘siyaseten uygun’ olanı söylemeye, iktidar-içi ilişkileri kanırtarak yol almaya sıkıştıran zihniyet, gerçek anlamda muhalefet etmenin zihniyeti değildir. Bu, iktidarın “eski ortaklar”ının, en çok da cemaat çevresinin zihniyetidir.

*

Eğer
(1) yeni-anayasacılığın bizim gibi ülkeleri yeniden biçimlendirmeye yönelmiş küreselci sömürgeciliğin sopası olduğu söylenmezse.
(2) Yeni-anayasacılığın Türk Milleti’nin egemenlik hakkını hedef almış bir ulus mezarcısı olduğu söylenmezse.
(3) Bunun toprak üzerinde çok-ortaklı (kon)federal bir devlet yaratılmasını hedeflediği söylenmezse.
(4) Bunların “ulus yerine ümmet toplumu” yaratacak bir Arap baharı parçası olduğu söylenmezse.
(5) Başkanlık rejiminin bütün bunların örtüsü olarak icat edildiği ilan edilmezse…

Bu örgü es geçiliyor ve sözde muhalif siyasi partiler ‘kendi yeni-anayasa taslakları’nı hazırlama ve oraya buraya sorup sunma derdine düşmüşlerse, bunların Türkiye’ye söyleyebilecekleri hiçbir sözleri yok demektir.

Bu gerçekler yüksek sesle haykırılmıyorsa, karşı karşıya olduğumuz karşıdevrim ve küreselci işgal saldırılarına karşı hiçbirşey yapılmıyor, aksine bunların şu yada bu parçasıyla işbirliği yapılıyor demektir.

*

Türk ulusunun egemenlik hak ve yetkisi, herşeyin temelidir.

Bu hak gasp edilirse, yani Anayasa’nın 6. Maddesinden silinirse, toplumun ‘ümmet’ olarak örgütlenmesinin yolu açılmış olur. İsmail Kahraman’ın anayasa taslağına bakın; o taslakta bu hak gasp edilmiştir. Ümmetleşmek, etnik ve mezhebi kimliklere statü vermenin diğer adıdır; etnik-ırkçılık ile mezhepçilik şimdi el altından sürdürdükleri iktidar savaşlarını o zaman “anayasal olarak” yürütür hale gelirler. Bu ise sürekli savaş hali ve geleceği yitirmek demektir.

Gerçek muhalefetin yol haritası Davutoğlu savunmasına gark olmak değil, sahibi kim olursa olsun bu tarihsel tuzağı görerek “çözüm süreci”nin nihai halkası olan yeni-anayasacılığı ortadan kaldırmaktan ibarettir.

Yeni-Anayasacılara Geçit Yok!




(BAG, Aydınlık, 8 Mayıs 2016)

7 Mayıs 2016 Cumartesi

YAŞAYAN MÜZE


Bizim kasabalarda arasta denir. Öyle dar ve uzun bir dükkanlar sokağından yürüyüp, orta yerine sıra sıra tezgahların kurulduğu upuzun bir sokağa çıkıyorsunuz. Tezgahların başında duranların neredeyse tümü kadınlar.

Yürürken küçük bir işaret levhası dikkat çekiyor: Yaşayan Müze. Adı üstünde “müze”. Müze eskiyi yaşatır, ama kendisi nasıl yaşayan olur ki?

Hafif ve kısa bir yokuşu yürüyünce, sol kolda eski konaklardan birine giriyor ve birkaç basamağı çıkıyorsunuz. “Hoşgeldiniiiz” diyen şalvarlı ve yemenili genç bir hanım telaşla soruyor size, “gelirken sofra gördünüz mü yolda?”. Nefes alır gibi doğal bir soru. “Sofra mı, ne sofrası?” … Sonra içeri “buyur” ediliyorsunuz, sofada ve her odada başka bir sıcaklık, başka bir söyleşi…

Karagöz – Hacivat seyretmeyi hep sevdik, ama perde arkasına geçip oynatmak bambaşka… Ebru yapanı izlemek güzel, ama suyun başına geçip kendi ebrunu yapmak! Çocukluk anılarımızda kalmış kurşun döktürmeyi tekerleme ve dualarıyla beraber yaşamak… Masal ebesinden, o sofranın kerametini öğrendiğiniz Keloğlan masalını dinlemek, o kuşlu mangalı yeniden görmek, kumaş boyamak, topaç çevirmek, dörtlü taş oynamak ve güzelim bahçede kulpuna iki dize bağlanmış kahve eşliğinde sohbet…

Yaşayan Müze, Hacettepe Üniversitesi’nde halkbilimleri okumuş genç bir çiftin yapıtı. 23 Nisan 2007’de açılmış, onuncu yılını tamamlamış rüya işlerden biri. Şimdiye kadar bir buçuk milyon kişi bu neşeyi yaşamış.

Sema – Harun Demir, Yaşayan Müze’yi Ankara’nın Beypazarı ilçesinde kurmuşlar. Onları tanımak ve yaptıkları işe tanık olmak, insanımıza olan sevginizi ve güveninizi tazeliyor.

*

Geleneklerimiz güzel.

Bizler ise geleneklerimize karşı hoyratız.

Yaşayan Müze’de kurşun dökme sergisi, iki grup ziyaretçinin tepkisine konu olmuş. Bunlardan biri türbanlı grup “dinimize aykırı şeyler bunlar, kafir işi!” derken, öbürü ise anlaşılan aslan laik bir grup, “hurafe bunlar, dinci işler!” diye şikayetlenmiş.

Oysa bu ne kafir ne de dinci işi. Bu, açıkça ve buz gibi bir çeşit terapi. Bize düşen, geleneklerimizin akılcı tarafını çekip çıkarmak, bunları çıkarları için kullananlara karşı toplumsal yararın araçları haline getirmek. Karalamak değil, emek vermek.

Belli ki, yaşayan müze gerçekten yaşıyor. Geleneklerimiz diri. Günlük yaşantımızda belki yinelemiyoruz, ama geleneklerimizi biliyoruz, tanıyoruz, şans eseri içine girince mutlu oluyoruz. İster din gereği, ister bilim gereği densin, geleneklerimizi örseleyen hoyratlığa karşı doğru duruşu bulma zamanımız gelip de geçiyor.

*

Yazmadan geçmek güç.

Milliyet Gazetesi’nde Meriç Tafolar imzalı bir haber yer aldı. Bu habere göre CHP’nin başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Zaman ve Taraf gazetelerinde yazarlık yapmış Mehmet Altan, Cengiz Çandar, Ümit Kardaş gibi kimseleri ve geçmişte AKP anayasacılığı yapmış olan Ergun Özbudun’ları almış ve anayasa konusunu görüşmüş. Tam bir yeni-anayasa müzesi açma teşebbüsü. Davetliler, gerçekten müzelik hallerine aldırış etmemişler, davet edene dokunulmazlık konusunda yanlış yaptığını söyleyip, HDP’yi yalnız bırakmaması gerektiğini öğütlemişler…

Beypazarı’ndaki “Yaşayan Müze”, toplumumuzdaki çabayı, diriliği ve direnişi anlatıyor. İstanbul’daki toplantı ise siyasetteki çürüklüğü ve saldırganlığı… Hiç kuşkumuz yok, tarihte hep olduğu gibi, toplumun diriliği, bu çürümüş siyaseti de süpürüp götürecek.

Yeni-anayasaya geçit yok!


(BAG, Aydınlık, 1 Mayıs 2016)

2 Mayıs 2016 Pazartesi

ÖZGÜRLÜKÇÜ LAİKLİK, DİNCİLİĞE SERBESTLİK DEMEKTİR


İsmail Kahraman’ın “anayasada laiklik olmamalı, anayasa dini olmalı” demesinden sonra Ahmet Davutoğlu “laiklik olacak, ama biz özgürlükçü laiklik getireceğiz” dedi. Yıllardır her yaptıkları işi “demokratik – çoğulcu – özgürlükçü” diye ilan edenler, şimdi laiklik ilkesine saldırırken de aynı sıfatlara sarılmış durumdalar.

Bunlara göre Cumhuriyet’in laiklik anlayışı “otoriter laiklik”, onlar “ılımlı”sını keşfetmiş durumdalar. Bir ara buna “sekülerlik” denmiş, ama iktidardakiler bundan hoşlanmamışlardı. Şimdi bunu bulmuşlar: Özgürlükçü laiklik!

*

Özgürlükçü laiklik denen şeyin ne anlama geldiğini çözmek için, “özgürlükçü” lafının tüm “sol” görüntüsüne karşın, Atlantik liberalizmine tapulanmış olduğu gerçeğini akılda tutmak yeterlidir.

Bu temelden hareketle özgürlükçü lafını “serbestiyetçi” diye düşünmek gerek. Hani “hür teşebbüs” lafını “serbest girişim” diye Türkçeleştiririz ya, onun gibi.

Serbestiyetçi laiklik! Daha doğrusu dinciliğe serbestiyet vermek. Her din, inanç, mezhep grubuna özerklik ve statü vermek. Yani kendi kaynaklarını yaratmak üzere “himmet”lenmelerine, eğitim ve sağlık ve mezarlık dahil her türlü toplumsal işe el atmalarına, kendi yorumlarına göre dini yönlendirmeler yapmalarına, sözleşmeler yapmalarına, vb.. olanak vermek.

Başka bir deyişle, din işlerinde özelleştirme…

*

AKP’yi ‘yetmez ama evet’le destekleyen neoliberaller bunu da sevecekler. Din – devlet işleri ayrılsın; din işleri devletin değil, toplumun işi olsun diye yüzlerce sayfa yazmadılar mı? Başka bazıları, solculuk-ilericilik adına “Din İşleri Başkanlığı kaldırılsın” demediler mi? AB, dini toplulukların “tanınması” tavsiyelerinde bulunmadı mı? AB İlerleme Raporları yıllardır Protestan, Katolik kiliselerine tüzelkişilik verilsin deyip durmuyorlar mı?

Demek ki Davutoğlu, dünyayı kana bulayan küreselcilerin, Atlantik-ötesinin ve AB’nin emirlerine selam vermiş bulunuyor.

*

Irak’ın 2005 tarihli işgal anayasası da böyle yazıldı.

Bu anayasayı yazan Batılı işgalciler, metnin en başına Bismillahirrahmanirrahim diye yazmaktan geri durmadılar. Madde 3’te, bir ulusa sahip olmaktan çıkardıkları bu ülke için “Irak milliyetler, dinler ve mezhepler ülkesidir” dediler. Yine bu anayasanın madde 43’ünde “bir din veya mezhebe bağlı olanlar vakıf işlerini ve dini kuruluşlarını idare etmek yetkilerine sahiptirler” dendi.

Şimdi Davutoğlu’nun “özgürlükçü laiklik” dediği bu zeminin üstüne devletin laik olduğunu yazmadılar, tam tersine tarih boyunca davalı oldukları İslamiyet’i kullanmakta sakınca görmediler.

Irak İşgal Anayasasında şöyle yazdılar: Madde 2 - “1. Devletin resmi dini İslam’dır ve yasamada temel bir kaynaktır. a) İslam’ın değişmez hükümleriyle çelişen yasa çıkartılamaz. b) Demokrasi ilkeleriyle çelişen yasa çıkartılamaz. c) Bu anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklerle çelişen yasa çıkartılamaz. 2. Bu anayasa Irak halkının çoğunluğunun Müslüman kimliğini korumayı, Hıristiyanlar, Yezidiler, Mendai Sabiiler gibi bütün fertlerin inanç ve dini vecibelerini yerine getirme özgürlüğünü teminat altına alır.”

*

Özgürlükçü laiklik lafı, laik devlet ilkesine karşı açılmış savaşın kılıcıdır. Küreselcilik, AB, Dünya Bankası, dünyanın anlı-şanlı “çağdaşlar”ı, bu kılıcın dövüldüğü ocaklardır. Bunu gördüğümüzde, tehdidi tam olarak kavramış olacağız.

Umalım ki, Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılsın, devlet bünyesinden çıkarılsın, özerkleştirilsin, din işleri toplulukların kendilerine bırakılsın demeyi ilericilik sayanlar da, hangi sularda kulaç attıklarını kavramaya başlasınlar.

Yeni-Anayasaya Geçit Yok!

(BAG, Yeni Adana, 2 Mayıs 2016)


1 Mayıs 2016 Pazar

LAİKLİĞİN OLMAZSA OLMAZ KOŞULU


Laiklik de, bağımsızlık da, en temelde bir özelliğe bağlı...

Egemenliğe...

Eğer, yeni-anayasada açıkça belirtilmiş olan "egemenlik Türk Milletinindir" ilkesi silinirse, tüm yıkım kapıları ardına kadar açılmış olur. Toplum "ümmet" diye tanımlanabilir hale gelir; her kişi "etniğine göre" tanımlanabilir hale gelir; her iki durumda da ortaya çıkan toplum "bağımsızlık" için birlikte hareket etme yetenekleri olmayan bir yığından ibaret olur.

Laiklik - bağımsızlık – egemenlik (Türklük) ilişkisini anlamazsak, ne laiklik korunabilir ne de bağımsızlık umudu yaşayabilir.

*

Egemenlik, elbette tepsi içinde alınıp tepsi içinde verilen bir şey değildir. Ülkemizde de İstiklal Harbi ile kazanılmış, onlarca ayaklanmaya ve dışarıdan gelen bin çeşit baskıya karşı bedeller ödenerek savunulmuştur.

Ama bir kez ele geçirildiğinde, egemenlik, hukuksal bir varlığa dönüşür. Çağımızda, anayasa denen belgeye yazılır. Bunu yalnızca iç toplum değil, aynı zamanda dış toplum, yani diğer devletler de kabul edip tanır. İşte bu hukuksal özelliğiyle egemenlik, üzerinde “işlem” yapılabilen bir duruma dönüşür.

*

Nitekim öyle oldu.

Birileri yıllarca “madem AB üyesi olmak istiyoruz, o zaman egemenlik devrini yapmayı kabul edeceğiz” dediler. Bu tartışmalarda egemenlik hakkının Türk Milletine ait olduğunu ilan eden 6. Maddeyi bile “sorun” sayanlar oldu. Nitekim, 1995 ve 2001 yıllarındaki denemeler, 2004 yılında sonuçlandı. Anayasa’nın 90. Maddesine ek cümle eklendi, uluslararası hukuku ulusal hukuktan üstün saymaya kapı aralandı.

Birileri de “dünya küreselleşti, ulus-devletler egemenliği paylaşmak ve gerekirse bu yetkiden vazgeçmek zorundadırlar” diye binlerce sayfa yazı ürettiler. Hiç de zorunluluk olmadığı halde, yabancı yatırımı yerli yatırım ile “aynı” kabul etmek, bu yazıların uygulamaya dökülmesi anlamına geldi. Yabancılara karşılıklılık esası olmadan toprak satışı yapabilmek, ulusal mahkemelerin yanına uluslararası tahkimi eklemek, çok-taraflı serbest mal ticareti GATT, çok-taraflı serbest hizmet ticareti GATS adlı anlaşmaları, hata Dünya Ticaret Örgütü’nün tartışmalı kararlarını mutlak sayıp iç hukuku buna göre ayarlamak da öyle… NATO gibi kurumları “üyelikle ortaklık”tan daha fazlası sananlar, Venedik Komisyonu gibi tavsiyeci kuruluşları komuta merkezi gibi göstermeye çalışanlar, Türkiye’yi AB uydusu ve ABD’nin 51. Eyaleti sayma hevesiyle yanıp tutuştular.

AB-severler ve küreselciler, Türkiye’nin ihtiyaçlarını ve gerçeklerini çok kolay ezdiler. Egemenliğin devri gibi her birimizin bugününü ve geleceğini doğrudan belirleyen bir konuyu “kaçınılmaz zorunluluklar karşısında akılcılık” diye sattılar.

*

Şimdi AB, kendi varlığı tartışmalı bir proje. Küreselcilik ise, işgaller ve göçmenlik trajedileriyle herkesin gözleri önünde battı. Enkaz, Atlantik Okyanusu’nun iki yanı arasında TTIP, Pasifik Okyanusu’nun iki yakası arasında TPP adlı bölgesel anlaşmalarla kaldırılmaya çalışılıyor. Bizim elimizde kalan, “egemenlik hak ve yetkisi devredilebilir” düşüncesinin tortusu oldu.

Bu tortu, yani AB’ci ve küreselcilerin yarattığı ruh bozukluğu, ihvani ümmetçiyle bölücü etnikçinin işine yaradı. Her ikisi de egemenliğin sahibi Türk ulusunu “tek-tipçi, ırkçı, kavmiyetçi” ilan etti. İkisi de biliyor ki, Türk Milleti’ni egemenlik tahtından etmedikçe, toplumu “ümmet” olarak tanımlayamaz ve “etniklere statü” kopardığı yamalı bir bohçaya dönüştüremez.

Eğer bunların yıkım amaçlarını önlemek istiyorsak, tutunacağımız yer “Türk Milleti’nin egemenlik hakkı”dır. Laiklik de tam bağımsızlık da ancak bu temel varsa savunulabilir ve kurtarılabilir.

Laikliğin de bağımsızlığın da olmazsa olmaz koşulu, ulusal egemenlik ilkesidir.

Yeni-anayasaya geçit yok!