26 Şubat 2017 Pazar

YİNE Mİ BÜROKRASİYİ AZALTMAK?


Oradan buradan “bu anayasa değişikliği bürokrasiyi azaltacak” lafları geliyor. Bunun nasıl olacağını açıklayan ise yok.
*
Bürokrasiyi azaltmak sözü, özelleştirmecilerin sözüydü. Yıllar önce özelleştirmelerin bürokrasiyi azaltacağını ve hatta ortadan kaldıracağını ileri sürmüşlerdi. Böylece devlet demokratikleştirilecekti. Devlet ekonomiden de hizmetlerden de elini ayağını çekecek, piyasa ile sivil toplum güç kazanacak, devlet ise küçülecekti. Devlet ne kadar küçülürse, o kadar demokratikleşirdik. Hatırladınız mı?
*
Devleti küçültmenin yollarından biri, hizmet üretmemesiydi. Görmekle yükümlü olduğu işleri özel sektöre gördürecekti. İhaleyle satın alacaktı. Daha açık deyişle taşerona verecekti. Hatta yalnızca halka sunmak üzere üreteceği işleri değil, kendi çalışmalarının bazılarını da piyasadan satın alacaktı. Personeline yemek vermek, binasının güvenliğini sağlamak, temizliğini yaptırmak gibi… Artık özel güvenlik şirketleri, temizlik şirketleri, vb. kuruluşlar kanıksanmış hale geldi.
*
Hem görmekle yükümlü olduğu hizmetleri, hem de kendi iç işlerini “hizmet satın alma yoluyla gördürmek” denen taşerona verme usulü, belediyeleri sarıp sarmalamış durumda.
Bütçelerinin %40’lık bölümü mal ve hizmet alımına gidiyor.
Personel sayıları büyüme değil, gerileme eğilimi yaşıyor. 1990’lı yıllarda yerel yönetimlerde 300 binin üzerinde kişi çalışırdı. Şimdi toplam çalışan sayısı 230 bin. Bunların içinde işçi sayısı, memur sayısından daha az. Toplam 117 bin memura karşılık, sürekli ve geçici işçi toplamı 103 bin. Geriye kalan, yuvarlak rakamla 10 bin kişi de sözleşmeli olarak çalışıyor.
Bu demektir ki, belediyeler artık üreterek iş yürüten emekçi kuruluşlar değil. Bunlar ihaleyle hizmet alıp yerel halka sunan aracı iş veren patron kuruluşlar oldular.
*
Aracı işverenlik özelliği, belediyelerin genişleyen hizmet ölçekleriyle birlikte düşünülmeli.
Daha beş-on yıl öncesine kadar belediyelerin sayısı 3 binin üzerindeyken, şimdi yalnızca 1397. Kasaba belediyeleri azaldı. Ya kapatıldılar ya birleştirilerek daha büyük ölçeğe taşındılar. Köylerin sayısı 35 bin iken şimdi 18.329. Belediyeler il merkezleriyle ilçe merkezlerinde yoğunlaşırken, köy iradesi büyük ölçüde ortadan kaldırıldı.
İş görme usulü taşeronluğa dayanan genişlemiş yerel yönetimler, asıl olarak da belediyeler, artık nabzı halktan çok iş dünyasıyla birlikte atan kurumlardır.
*
Özelleştirme, merkezi idareyi de sardı sarmaladı. Özel okulculuk ve özel hastanecilikten elektrik dağıtımı ve posta hizmetlerine uzanan özelleştirmecilik, “hizmet alımları usulü”nün temel iş görme usulü haline gelmesiyle, kamu yönetimi ihaleci bir dünyaya dönüştü. Ona eşlik eden şeyin demokratikleşme olduğunu ileri süren varsa beri gelsin!
*
Şimdi yürütülen referandumda anayasaya yerleştirilmek istenen “bakanlıklar cumhurbaşkanınındır” hükmü, bu süreç bakımından ne anlama gelir dersiniz? Hiç kuşkunuz olmasın, bu hüküm özerkleştirme anlamına gelecek. Yani şimdiki tek devlet tüzelkişiliğinin çözülmesi ve devletin her biri ayrı kamu tüzelkişilikleri dünyası haline gelmesi… Eksikleri giderilmiş, tam piyasa aktörü bir devlet. “Bürokrasi azalacak” sözünün anlamı bundan ibaret. Şu 40 yıllık bildik devlet çözme modeli!
Devleti çözmek diriliş değil, çöküş demek.

Bu AB-D’leri sevindirir, bizi üzer.

22 Şubat 2017 Çarşamba

REFERANDUMUN 292 BİNLİK HALKASI


Türkiye’nin siyasal yönetici nüfusu, 1 cumhurbaşkanı ile TBMM’ndeki 550 milletvekilinden ibaret değil.
*
Siyasal yönetici nüfusumuz, 1 cumhurbaşkanı + 550 milletvekiline ek olarak, aşağıdaki çizelgede yer alan ve toplam sayısı 291.401 olan kocaman bir kitle. Bunu 551 ile toplarsak, tam olarak 291.952 kişi.
Yuvarlak hesapla siyasal yönetsel nüfusumuz, yani halkın genel ya da yerel oylamasından çıkıp gelmiş 292 bin seçilmiş kimseden oluşuyor.
Bunlar, 16 Nisan 2017 günü yapılacak şu talihsiz referandum çalışmalarında görüş alanına çekilmesi gereken önemli bir yönlendirici halka oluşturuyorlar.
*
Büyük çoğunluğumuz mahallelerde, çok daha az bir bölümümüz köylerde oturuyoruz. Mahalle muhtarınız ile mahallenin ihtiyar heyeti üyeleri, toplam 169.416 kişiler. Mahalle işlerinde sıradan birine göre elbette daha etkililer. Demek ki onlarla temasta, referandum çalışmalarını denetlemekte, referandum sürecinin sağlıklı bir ortamda yapılmasını sağlamakta ve halkın bilgeliği serbest kalsın diye iş görmelerini talep etmekte yarar var.
Aynı şey, artık nüfusu çok azalmış olan köylerde sayıları mahalle yöneticilerinin epeyce gerisinde kalmışsa da, 98.839 kişilik köy muhtarları ve köy ihtiyar meclisi üyeleri için de geçerli.
*
İl özel idaresi artık yalnızca 51 ilde kaldı. Meclis üyelerinin sayıları 1.251 ile sınırlı. Ama bulundukları illerde valiliklerin ve kaymakamlıkların çalışmalarına halk adına eklendiklerini ve kamu sorumluluğu üstlendiklerini unutmamak ve onlara da unutturmamak gerek. Halkın bilgeliğinin açığa çıkması için gerekli adil ve güvenli ortamı sağlamak, onların da birincil görevi. İlinizdeki il genel meclisi üyeleri kimler? Referandum sürecinde ne yapıyor? Ne yapması gerekir?
Seçilmişler
Erkek
Kadın
Toplam
BŞB Başkanı
27
 3
 30
BŞB İlçe Baş
 496
23
519
İl Merkezi BB
 50
1
51
İlçe-Belde BB
 784
13
797
B.Meclis Üyesi
 18.300
2.198
20.498
İl G.M.Üyesi
1.191
60
1.251
Köy Muhtarı
 18.085
58
18.143
Köy İht. Meclisi
 79.689
1.007
80.696
Mahalle Muhtarı
 31.013
622
31.635
Mah. İht. Heyeti
 134.362
3.419
137.781
Toplam
283.997
7.404
291.401

Ülke genelindeki 1397 belediyenin birinin sınırları içinde iseniz, bu sayıdaki belediye başkanı ile 20.498 belediye meclis üyesi de görevlerini yerine getirmeliler. Evet, onlar partili kimseler. Ama ellerini kavuşturup seyretmeye de partizanlık yapmaya da hak ve yetkileri yok. Ortada “evet – hayır” diyeceklerin üzerinde anlaştıkları bir sorusu bile olmayan bu referandumda, doğru bilginin temiz kanallardan akması ve halka ulaşması, onların da sorumluluk alanındadır.
*
Türkiye sanıldığından çok daha geniş, yaygın ve derin bir biçimde örgütlüdür. Burada hacmini sergilediğimiz siyasal yönetsel nüfus, bu örgütlü yapının yalnızca yasal bir parçasıdır. “Ev ev gezmek”ten, “sahada çalışmak”tan söz edenlere, toplumun kitaplardaki gibi ‘rasyonel bireylerin toplamı’ olmadığını hatırlatmış olalım. Belki bu hatırlatma, siyasal – hukuksal değil aysberg benzeri sosyolojik örgütlülük hallerine yaklaşım konusunda da bir uyarıcı olur.

Not: Bu arada siyasal nüfus içindeki kadın oranı elbette dikkatinizi çekti. Oran %2,5.

19 Şubat 2017 Pazar

TC DEĞİL TÜRK VATANDAŞIYIZ


Anayasal eşit vatandaşlık…
Anayasal vatandaşlık….
Eşit vatandaşlık…
Bu kavramları ortaya atanların savları, zaman içinde açıklığa kavuştu. Şöyle dediler:
Türkiye’de vatandaşlık “Türk” olmaktan çıksın; anayasadan “Türk” lafı silinsin. Vatandaşlığın adı hiç olmasın ya da yerine Türkiye vatandaşlığı, TC vatandaşlığı gibi bir şey getirilsin... “Türk” bir etnik gurubun adı, diğer etnik gurupları silen bir üstünlük elde etmiş ve diğerlerinin inkârına neden olmuş. Buna son verilsin. Diğer etnik gruplar, kendi ad ve kimlikleriyle siyasal egemenliğin ortakları olsun ki, vatandaşlık “eşit” hale gelsin!
*
Bu savların etrafına toplanan küreselci, neoliberal, etnikçi, ümmetçi, çok farklı kesimlerden temsilciler, altkimlik/üstkimlik laflarıyla kimlik siyaseti yürüttüler. Ulusa ve onun egemenlik hakkına yönelik büyük inkâr siyasetini, kültürel haklar lafının ardına sakladılar. Kültürel kolektif hak adını verdikleri şeyin, buz gibi siyasal talepler olduğunu yıllarca gizleme gayreti gösterdiler. Demokrasi, barış, insan hakları şemsiyeleri bu işe hizmet etti. Komisyonlar ve akil heyetler havada uçuştu. “Çatışma”lar dursun, “analar ağlamasın” diyenler, bu yolda çözüm süreçleri yürüttü. Masalar yeni-anayasa metinleriyle doldu. Anayasal eşit vatandaşlık anayasaları kaleme bile alındı.
*
Yeni-anayasaları battı; başarıya ulaşamadılar. Ama “ben Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olarak….” lafını, kendileriyle mücadele içindeki insanların bile ağzına yerleştirip gittiler.
Bir kez de buraya not edelim:
Anayasalarımızın kurdukları şey Türk Vatandaşlığı’dır. “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” diye anayasal – siyasal bir kurum yoktur. Bu laf, egemenlik kavgasında anayasal vatandaşçı kimlik siyasetinin anayasaya yerleştirmek istediği laftır.
*
“Devletimiz TC değil mi, ne var ki bunda?” diyen varsa, ki var, bir kez daha not edelim.
Türk vatandaşlığı, bizim devletle ilişkilerimizi “millete/ulusa göre” tanımlar; Türk ulusunun egemenlik hakkını tesciller. Bu nedenle ve hatta yalnızca bu nedenle ulusal resmi dilimiz Türkçe’dir, bu nedenle TC devleti çok-resmî-dilli değildir.
Anayasaya TC – Türkiye vatandaşlığı yazılmasını istemek, bu ilişkiyi ortadan kaldırmayı istemek demektir. Türk ulusunun egemenlik hakkıyla birlikte, Türkçe’nin tek ulusal ve resmi dil olması durumunu temelsiz ve güvencesiz bırakmak demektir. Çok-etnikli; çok-milliyetli; egemenlik hakkının etnik topluluklar arasında dağıtıldığı; toplumu bölünmüş Türkiye için Türk ulusu “engeli”nden kurtulmayı becermeleri demektir.
“Vatandaşlığa hiçbir ad vermeyelim” önerisi ise, bu yolu açmak için uygun zamanı kollamaktan ibaret bir sinsilikten başka bir şey değildir.
*
Türk ulusunun egemenlik hakkını, yıllardır süregiden bu sığ kurnazlık ve sinsiliklere teslim edemeyiz. Başkalarını aldatıp kandırmaktan ibaret olan “algı” yönetimlerine daha fazla izin veremeyiz.
Sonuç verecek çözümler hiç de zor değil.
Zor olan, kendi zihinlerimize yuvalanmış yabancı otları fark etmek…
Fark ettiğimizde de, bunları “amaan, ne var ki bunda!” diye küçümsemeden üzerlerine gitmek…
Biz, etnisitesi – mezhebi – inancı – düşüncesi ne olursa olsun, her birimiz eşit haklara sahip Türk vatandaşlarıyız; bu sıfatımızla ülkemizde Türk Ulusu olarak egemenlik hak ve yetkisinin sahibiyiz.

Bu statümüzden ve hakkımızdan asla vazgeçmeyeceğiz. 

15 Şubat 2017 Çarşamba

BİR 21. YÜZYIL OLAYI!


11 Ekim 2016’da MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’nin “tıkanıklık açma” hareketi, 11 Şubat 2017 günü Resmi Gazete’de 6771 sayılı ve 18 maddelik anayasa değişikliği yasası olarak ortaya çıktı.

Teklif 60 günde hazırlandı. TBMM’nde 40 günde görüşülüp tamamlandı. Yasa 20 günde Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe girdi.

*

Bu yasa “devlet başkanlığı rejimi” öngörüyor. Tek adam rejimi ve diktatörlük çerçevesi çiziyor. Ama bu kendi başına bir mesele değil.

Mesele şu soruda: Neden?

Ne yapmak için?

*

İktidar çevresi bunun “güçlü Türkiye için” olduğunu ileri sürüyor.

Ne var ki TBMM’yi 82 konuda yasa çıkarmakla sınırlayıp yasama yetkisini cumhurbaşkanlığına devreden ve cumhurbaşkanı yardımcılarıyla bakanların nasıl bir havuzdan geleceklerini tümüyle karanlıkta bırakan böyle bir düzenlemenin “Güçlü Türkiye” amacına nasıl hizmet edebileceğini bir türlü açıklayamıyor.

*

Peki, gerçekte neden? 

Ne yapmak için?

Egemenliğin sahibini değiştirmek için.

Bu yasa, AKP’nin Kasım 2012’de TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na verdiği 32 maddelik teklifin bir bölümü. Kalan kısım, anayasadan “Türk” sözünün silinmesine odaklanmış maddeler içeriyor. Sahipleri “bu reform tüm ihtiyaçları karşılamıyor; anayasa reformumuz devam edecek” dediklerine göre, diğer parçalar, bu sefer içinde MHP’nin olmayacağı “başka ortaklar”la birlikte işlenip önümüze getirilecek demektir.

Şimdi bu oylamada ‘egemenliğin kullanılış biçimini değiştirelim’ teklifi yapılıyor. Bir sonraki adımda burnumuza ‘egemenliğin sahibini değiştirelim mi’ sorusu dayatılacak.

Kimbilir, belki yine bir referandumla… Belki de referanduma gerek kalmadan, TBMM’de sağlanacak yeterli çoğunluk sayesinde doğrudan mecliste…

*

Yapılan işin en hayret verici tarafı, egemenliğin, sahibi olan Türk Milleti’ne oylatılması. Referandumların nasıl yapılacağını düzenleyen ilgili yasa, oylama sonucunda çıkacak %51’lik sonucun Türk Milletinin kararı olarak kabul edileceğini söylüyor. Egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olan Türk Milleti, egemenlik hak ve yetkisini oylamaya sürüklenmiş bulunuyor.

*

Ve herşey, olağanüstü hal idaresi altında oluyor. Olağanüstü hal halâ sürüyor. Görüldüğü kadarıyla referandum için çalışmalar da, oylama sandığı da olağanüstü halde kurulacak. OHAL’de referandum olmaz sözü kişisel itirazlar olarak kaldı. Siyasal ve toplumsal kurumların talebi haline getirilmedi. Bu halkoylaması tarihe “ohal’li referandum” olarak geçecek.

Acaba, güdülen amaç karşısında bu durumu teselliden mi saysak?

Hani ileride belki “doğru, Türk Milleti kendi egemenliğini oylamayı kabul etti; etti ama sor bir bakalım niye etti?” diye sorabiliriz! “Koşullar olağanüstüydü; hatta olağanüstü hal idaresi zamanıydı” diyebilir, böylece bu tarihsel vuruşa sürüklenmeyi kabul etmiş olmamızı haklı gösterecek birşeyler söyleyebiliriz!

*

İhvani ümmetçilik, etnik bölücülük ve sömürgecilik, aralarında şiddetli kavgalarla birbirlerinden kopmuş görüntü vermelerine karşın, işler, bu üçlünün ortak istekleri olan “ulusal devlet”in kurucu iradesini tahtından etme hedefi doğrultusunda yürüyor.

Sarsılan büyük varlık, “Türkiye’de egemenlik Türk Milletine aittir” ilkesidir.

MHP’nin buna ortak edilmiş olması, AKP’de ‘olur mu hiç öyle şey’ diyen kitlelerin bu kanala sürüklenmesi, bizim böyle bir süreci daha en baştan durdurmayı başaramamış olmamız, egemenliğimizin yüzde 49-51’lik bir dar kapıya yığılması inanılmaz bir iştir.

Bu, bir 21. Yüzyıl olayıdır.




8 Şubat 2017 Çarşamba

SİYASETE YERLEŞMİŞ ‘BÜYÜK İNKÂR’CILIK


Başdanışmanlar anayasası, 21 Ocak 2017’de TBMM’den çıktı. O günden beri nerede olduğu belirsiz. TBMM’de mi bekliyor? Cumhurbaşkanına gitti mi?
Ortada resmîleşmiş bir iş yok.
“Milletçe” bekliyoruz.
*
Bu anayasa değişikliği nerede hazırlandı?
AKP merkezinde mi, TBMM’deki AKP grubunda mı? Cumhurbaşkanlığında mı? Buna ilişkin resmi bir açıklama yok. Beştepe’de hazırlandığını hepimiz öylece ortalıktan biliyoruz.
Bu anayasa değişikliğinin yapılmasına ilişkin emri kim verdi? Ortada böyle bir emir var mı?
Süreç Ekim 2016 başında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “tıkanıkları açalım” sözüyle başladı. AKP’nin kendisinden böyle bir talebi yoktu; ortada dünden farklı yeni bir durum da yoktu. Bahçeli “tıkanıklık sorunu”nu nerede ve nasıl görmüştü?
Süreç Bahçeli’nin lafı ile başladığına göre, tıkanıklık açacak bir değişiklik hazırlansın konusunda “kanuni emir”, Ekim ayı içinde verilmiş olmalı; o emir nerede?
Böyle bir “emir” yok görünüyor.
*
Gazetelerde, Refah Partisi’nin Kayseri belediye başkanı olan Şükrü Karatepe’nin bir söyleşisi belirdi. Şimdiki görevi Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı. Beştepe’de bir “heyet” olduğunu, üyelerinin “zaman içinde sürekli değişti”ğini, üye sayısının “15 kişi kadar” olduğunu, ayda bir toplandıklarını, işe sürekli dahil edilen 5 kişi olduklarını (kendisi, başdanışmanlar Mehmet Uçum, Özlem Zengin, şimdi Anayasa Mahkemesi üyesi Yusuf Şevki Hakyemez ve YÖK Başkanvekili Yavuz Atar), farklı uzunluklarda üç-dört metin hazırladıklarını, sonra bunlardan biri üzerinde durulduğunu söylüyor.
Bu sözlere göre “heyet”, Bahçeli temelli anayasa değişikliğiyle kurulmuş değil. Önceden beri var ve bir tür “inceleme heyeti” niteliğine sahip. Daha önceden kurulmuş olan bu “heyet”, kes-yapıştır usulüyle çalışıp ortaya bir metin çıkarmış.
Demek ki eldeki metin, bu çalışma düzeneği nedeniyle yalap şalap ve iler tutar yanı yok.
Devlet geleneğinde yaban ot gibi duran danışmanlar anayasası, bu kadar oluyor demek ki.
*
Başlayışı dumanlı. Yapılışı devlet ciddiyetinden uzak. İçeriğinin iler tutar yanı yok. Metnin şu anda nerede olduğu belirsiz.
İşte bu ‘başdanışmanlar anayasası’na “milletçe” karar vererek ‘evet’ ya da ‘hayır’ diyeceğiz!
Neye?
AKP genel başkanı “millet”e “neye diye sorma, kim evet kim hayır diyor, ona bak yeter” diye akıl veriyor. Sen boşver içinde ne var ne yok! Anlamazsın zaten gibi bir laf!
Muhalefet, kendisi meşruiyetten eksik bu süreci Anayasa Komisyonu masasına oturarak meşrulaştırdı. Şimdi de, anayasaya aykırılığı göz yaşartacak boyutlarda olan bu metni “millet hoşlanmıyor” diyen medya kutbu kılavuzlarının sözüne bakarak Anayasa Mahkemesi’ne götürüp götürmemeyi tartışıyor.
*
Öyle bir “millet” anlayışı yaratıldı ki, böylesi görülmedi.
Anlı şanlı siyaset, hem iktidar hem muhalefet ehlinin ağzından “millet”in cahilliğinden dem vura vura, milletle asla ilişkisi olmayan bir cehalet yarışına girdi. Gemisini yürüten, kaptan! Aldat, goygoyculuk yap! Kandır, hoşa gitmeye bak. Suyuna git, sen işini gör!
*
Millet’in adı silinince demek ki böyle oluyor. Egemenliğin sahibi, kendi egemenliğini oylamaya koşturulabiliyor. “Geriliği” ve “cahilliği” gerekçe gösterilip, devlete ve topluma her türlü sıradanlık layık görülebiliyor.
Kim kimi tutsak aldı dersiniz?
“Milletin cahilliği” siyaseti mi tutsak aldı? Yoksa siyasete yerleşmiş büyük inkâr, ulusun kendisini mi?

Türk Ulusu kendisini inkâr eden bu siyaset oyununu seyrediyor…