7 Mayıs 2016 Cumartesi

YAŞAYAN MÜZE


Bizim kasabalarda arasta denir. Öyle dar ve uzun bir dükkanlar sokağından yürüyüp, orta yerine sıra sıra tezgahların kurulduğu upuzun bir sokağa çıkıyorsunuz. Tezgahların başında duranların neredeyse tümü kadınlar.

Yürürken küçük bir işaret levhası dikkat çekiyor: Yaşayan Müze. Adı üstünde “müze”. Müze eskiyi yaşatır, ama kendisi nasıl yaşayan olur ki?

Hafif ve kısa bir yokuşu yürüyünce, sol kolda eski konaklardan birine giriyor ve birkaç basamağı çıkıyorsunuz. “Hoşgeldiniiiz” diyen şalvarlı ve yemenili genç bir hanım telaşla soruyor size, “gelirken sofra gördünüz mü yolda?”. Nefes alır gibi doğal bir soru. “Sofra mı, ne sofrası?” … Sonra içeri “buyur” ediliyorsunuz, sofada ve her odada başka bir sıcaklık, başka bir söyleşi…

Karagöz – Hacivat seyretmeyi hep sevdik, ama perde arkasına geçip oynatmak bambaşka… Ebru yapanı izlemek güzel, ama suyun başına geçip kendi ebrunu yapmak! Çocukluk anılarımızda kalmış kurşun döktürmeyi tekerleme ve dualarıyla beraber yaşamak… Masal ebesinden, o sofranın kerametini öğrendiğiniz Keloğlan masalını dinlemek, o kuşlu mangalı yeniden görmek, kumaş boyamak, topaç çevirmek, dörtlü taş oynamak ve güzelim bahçede kulpuna iki dize bağlanmış kahve eşliğinde sohbet…

Yaşayan Müze, Hacettepe Üniversitesi’nde halkbilimleri okumuş genç bir çiftin yapıtı. 23 Nisan 2007’de açılmış, onuncu yılını tamamlamış rüya işlerden biri. Şimdiye kadar bir buçuk milyon kişi bu neşeyi yaşamış.

Sema – Harun Demir, Yaşayan Müze’yi Ankara’nın Beypazarı ilçesinde kurmuşlar. Onları tanımak ve yaptıkları işe tanık olmak, insanımıza olan sevginizi ve güveninizi tazeliyor.

*

Geleneklerimiz güzel.

Bizler ise geleneklerimize karşı hoyratız.

Yaşayan Müze’de kurşun dökme sergisi, iki grup ziyaretçinin tepkisine konu olmuş. Bunlardan biri türbanlı grup “dinimize aykırı şeyler bunlar, kafir işi!” derken, öbürü ise anlaşılan aslan laik bir grup, “hurafe bunlar, dinci işler!” diye şikayetlenmiş.

Oysa bu ne kafir ne de dinci işi. Bu, açıkça ve buz gibi bir çeşit terapi. Bize düşen, geleneklerimizin akılcı tarafını çekip çıkarmak, bunları çıkarları için kullananlara karşı toplumsal yararın araçları haline getirmek. Karalamak değil, emek vermek.

Belli ki, yaşayan müze gerçekten yaşıyor. Geleneklerimiz diri. Günlük yaşantımızda belki yinelemiyoruz, ama geleneklerimizi biliyoruz, tanıyoruz, şans eseri içine girince mutlu oluyoruz. İster din gereği, ister bilim gereği densin, geleneklerimizi örseleyen hoyratlığa karşı doğru duruşu bulma zamanımız gelip de geçiyor.

*

Yazmadan geçmek güç.

Milliyet Gazetesi’nde Meriç Tafolar imzalı bir haber yer aldı. Bu habere göre CHP’nin başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Zaman ve Taraf gazetelerinde yazarlık yapmış Mehmet Altan, Cengiz Çandar, Ümit Kardaş gibi kimseleri ve geçmişte AKP anayasacılığı yapmış olan Ergun Özbudun’ları almış ve anayasa konusunu görüşmüş. Tam bir yeni-anayasa müzesi açma teşebbüsü. Davetliler, gerçekten müzelik hallerine aldırış etmemişler, davet edene dokunulmazlık konusunda yanlış yaptığını söyleyip, HDP’yi yalnız bırakmaması gerektiğini öğütlemişler…

Beypazarı’ndaki “Yaşayan Müze”, toplumumuzdaki çabayı, diriliği ve direnişi anlatıyor. İstanbul’daki toplantı ise siyasetteki çürüklüğü ve saldırganlığı… Hiç kuşkumuz yok, tarihte hep olduğu gibi, toplumun diriliği, bu çürümüş siyaseti de süpürüp götürecek.

Yeni-anayasaya geçit yok!


(BAG, Aydınlık, 1 Mayıs 2016)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder