Rusya
bize geliyor. Biz İran’a gidiyoruz. Irak ve Suriye ile toprak bütünlüğümüz
temelinde aynı safa geçiyoruz. Bir okyanusu aşıp Venezuela’yla, öbür okyanusa
doğru Hindistan ve Çin ile birbirimizi ağırlıyoruz. Milli paralarla alışveriş anlaşmaları
imzalandığını, ortak çıkarlar için güç birliği yapılacağını duyuyoruz.
Bunlar
heyecan verici, güzel gelişmeler.
Dünyanın
bunca farklı rengiyle yanyana gelmek, kol kola girmek güzel şey.
*
Yoksa
değil mi?
Çünkü
gazetelerin çoğu bu haberleri pek az veriyor.
Ünlü
gazete ya da çok-tıklı sosyal medya yazanları da bu gelişmelere ilgisiz.
İlgilenmiş
gibi görünenlerden ise, önce “despotizm
– diktatörlük – tiranlık” mırıltıları yükseliyor. Rusya için “tarihi-jeostratejik düşmanlık” lafları
geveleyenler de var, CNN şubesinde “kurtuluş
savaşında SSCB’nin TC’ye yardımı öyle pek de matah bir şey değildi”
fikriyle sosyoloji-tarih görüntülü kara propaganda programları sergileyenler
de… İran için “tarihi-kültürel
düşmanlık” yazıları yazmaktan kendini alamayanlara, Irak ve Suriye için
ellerinde bir tuhaf “araplık”
malzemesi tutup bunlardan kah birini kah ötekini kullananlara rastlamak mümkün.
Bu cenah için ne şanssızlık! Venezuela’yla henüz “tarihten bela” bulamadılar; bu başlığı ‘despotluk’ vurgularıyla geçiştirmek zorunda kaldılar.
*
Gelin
görün ki işleri zor.
Tarih
işliyor. Gelinen noktada “tarihten
belalı” tezi yetersiz kaldı.
Makul
insanlardan “tarihse tarih, artık zaman
değişti, biz yarına bakalım” lafını duydukça, yaptıkları şeyin laf
kalabalığı olduğu ayan beyan ortaya çıkıyor. İşte o zaman işin aslı dudaklardan
dökülüveriyor:
“Ben Batıcıyım kardeşim!”
*
Batıcı!
Yani
dünyanın çok renkli ülkeleriyle değil de, Avrupa’nın aynı rengin tonları olan İngiltere,
Fransa, Almanya’sıyla, Atlantik ötesinin de ABD’si ve Kanada’sıyla iş tutmak
yanlısı. Yani, kuzey Atlantik örgütü NATO’da ve/veya Avrupa örgütü AB ile
birlikte olmaktan yana…
Açıkça
söylenirse, çağımızda “emperyalizm”
denen dünya talanı sisteminin gönüllüsü olmak durumu… Bunların verdiği
silahlarla, açıktan vekil askerleri
olan bölücü etnikçiler gibi. Türkiye’yi, Irak ve Suriye’ye yaptıkları gibi ateşe
atıp eritmek için gayret edenlerin cephesinde olmak…
Öyle
mi!?
*
Lafı
uzatmaya gerek yok, öyle!
Öyle
olmadığını savunan Batıcı, kendi
derdinin “değerler meselesi”
olduğunu söyler.
Aslına
bakarsanız, Batı, kendi felsefesinin ürünü değer’leri sıralamış; üstüne bunları
bir de “evrenseldir” diye ilan etmiş.
Bizim Batıcı da hem bu değerleri hem
bunların evrensellik iddiasını kabul edip, evrenselin parçası olarak
kurtuluşa ereceğimiz hülyasında erimiş.
Şimdi
NATO’culuğuyla ve AB’ciliğinin hesabını veremiyor. Bu hesabı veremeyince, “Erdoğan diktatörlüğüne karşı olmak”
mazeretinin ardında sağa sola saldırıyor.
*
İktidara
muhalefeti, Batıcılık ile örmek…
Ülke
içinde, emperyalizmle elele iş görmek…
İster
laikim de, istersen şeriat diye haykır; ister Türkçüyüm de, istersen Batıcıyım
de, bu pozisyonu destekleyecek hiçbir yüksek
değer yok.
*
Görünüyor
ki, şu’cu bu’cu olmak çok da zor değil.
Bir
tek Türkiye’ci olmak mı bu kadar
zor?
[Aydınlık, 8 Ekim 2017]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder