18 Nisan 2018 Çarşamba

GÜNÜN GERÇEĞİ


Atlantik ülkeleri ancak “düşmanlar” ilan ederek nefes alabiliyor. Düşmanlarına yeni adlar takıp iş görebiliyor. Sovyet sistemi yıkılıp sosyalizm sahneden çekilince, bizdeki deyişiyle ‘komonislik’ küfürü boşa düştü. 
Boşluğu üç grup küfür-etiket ile doldurmaya başladılar. Bunlardan biri “ırkçı ve faşist” grubu oldu. İkincisi (tiran, firavun çeşitlemeleriyle) “baskıcı ve diktatör” etiketleri grubuydu. Üçüncü grup, siyasal değil de daha çok toplumsal içerikli olmak üzere (söylemesi zor olan ‘ötekileştirici’ dahil) “ayırımcı ve homofobik” küfürlerinden oluştu.
*
İlk grup küfür kısa sürede anlamsız hale geldi, çünkü artık anlamlı ve etkili biçimde kullanılamayacak kadar fazla yayıldı. Öyle ki, herkes birbirine “ırkçı-faşist” der oldu. Atlantik ülkeleri etrafa ‘ırkçı-faşist demeye kalkıştıklarında, karşılarında çok etkili örnekler sayıp dökenleri buluverdiler:  Irkçı öyle olmaz, senin gibi olur! Zenci, Kızılderili, göçmen düşmanı seni! Faşist bizde olmaz, sende olur! Faşizmin kitabını yazan sensin: Bu uğurda el kadar Avrupa yarımadasında iki dünya savaşı çıkarmışsın yine de doymamışsın!
İkinci grup küfür diktatörlükle suçladıkları ülkelerde, siyasal iktidarların genel oy hakkına dayalı seçimlerle belirlenmesi karşısında inandırıcılıklarını yitirdi. Rusya’da Putin, Macaristan’da Orban, Venezuela’da Maduro, Çin’de Şi Cinping, bizde Erdoğan, vb. iktidarlara “diktatörlük” demeleri, en başta kendi ağızlarında paslı bir tat bıraktı. Çünkü bu ülkeler birincisi, İngiltere yada İsveç gibi monarşi de değil cumhuriyet idi; ikincisi siyasi iktidarlar seçimle belirleniyordu; üçüncüsü böyle demeleri o ülkelerde insanların yüzde 50’sini karşılarına almak anlamına geliyordu. Bu gruptan küfürler hala savruluyor, ama pek kırıklar.
Üçüncü grup küfür, “demokrasi çoğunluğun/güçlünün değil azınlıkların/zayıfın rejimidir” diyenlerin eseriydi. Dezavantajlılar… Toplumda en dezavantajlı olan gruplar belirlenmişti. Zenciler, romanlar, engelliler, eşcinseller, kadınlar, hayvanlar, çevre… Bu unsurlarla ilgili olarak, önerdikleri siyasetleri tartışma konusu yapmaya kalkışan herkes anında küfrü yedi ve aşağılandı: Ayrımcı! Homofobik! İnsanlık düşmanı! Duyarsız! Neoliberallerin dezavantajlılar üzerinden üstünlük kazanma uyanıklığı, neoliberalizmin çöküşüyle birlikte şiddetini yitirdi; ama hala orada burada karşımıza çıkıyor. Örnek mi? İşte “Roman açılımı yarışmaları” aklımızda hala taze olan CHP ile AKP genel başkanlarının son iki gündür yaptıkları Roman topluluğunu paylaşma atışmaları…
*
Kim ne? Kim nerede?
Sol neresi, sağ neresi?
Haklı kim, haksız kim?
Bu ideolojik kayboluş, ilk olarak 1980’li yıllarda “Gorbaçov ne?” sorusuna yanıt aranırken yaşanmıştı. Kimi “komünist tabii” demişti. Kimi “ama özgürlükçü [liberal] komünist” diye itiraz etmişti. Yeni zamanlar! Yeni sollar!
İkinci kayboluş hemen ardından 1990’lı yıllarda yaşandı. Biri çıkıp “tarihin sonu” geldi dedi, “herşey buharlaştı”. Koro “modernizm bitti” diye araya girdi. Eski kozmopolitizm kendini küreselleşme diye sundu. Eski sollar kozmopolitizmi enternasyonalizm sanmışlardı; yeni sollar ise evrensellik sanıp hiç sektirmeden peşine takıldılar.
*
Şimdilerde işte bu 40 yıllık kocaman parantez kapanıyor.
Dünya Atlantik – Avrasya olarak yeniden biçimleniyor. Atlantik dünyası yeni döneme “liberal demokrasi adına” diyerek tüfek kuşanıyor. Ama çok kısırlaşmış; düşman ilan ettiklerine attıkları son kurşun “sen illiberalsin!”den ibaret. İşe yaramayan plastik bir kurşun!
Doğrusu ya, epeyce bakındım. Dünyanın yıkıcı güçlerinin elinde başka ideolojik silah görünmüyor. Eski egemenin hegemonya ambarı boşalmış.  
Şimdi ya Atlantik ülkeleri ile berabersin ve boynunda ırkçı – faşist – yalancı - saldırgan – terminatör – Sorosçu yaftası…
Ya da Avrasya dünyasıyla berabersin ve elinde ulusal birlik, bağımsızlık, egemenlik, uluslararası dayanışma ve işbirliği pankartı…
[BAG, Aydınlık, 18 Nisan 2018]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder