22 Kasım 2015 Pazar

GAYRIMİLLİ REFORMLARIN SON ARACI



DPL, Development Program Loan, Dünya Bankası’nın 2000’li yıllardan bu yana verdiği borçların adı, Kalkınma Programı Kredisi. Programı Banka yapıyor. Kalkınma nedir ne değildir buna Banka karar veriyor, çizdiği plan uygulansın diye bir de şartlar sıralıyor. Azgelişmiş ülkeler bu aklı üstüne para ödeyip alıyor. Öyle ucuz da değil, aldıkları para faizi oynak bir kredi. Faiz LİBOR, yani Londra Bankalar Arası Faiz Borsası’nda belirlenen, yani ne olacağı bilinmeyen değişken faiz.

“Biz yerli ve milliyiz” diyen AKP hükümeti, adımlarını son on yıldan beri bu DPL’lerle birlikte atıyor. İmzalayıp uyguladıkları sayıca az ama paraca epey yüklü borç anlaşmaları, en son tarihli olandan geriye doğru şunlar:

2014: 500 milyon dolar, Paylaşılan Büyümenin Sürdürülmesi Kredisi, SSG-DPL.

2013: 800 milyon dolar, Rekabetçilik ve Tasarruf Kredisi, CS-DPL.

2011: 700 milyon dolar, 2010: 1.3 milyar dolar Adil Büyümenin ve İstihdamın Tesisi, REGE –DPL.

2008 ve 2007: Toplam 1 milyar dolarlık Rekabetçilik ve İstihdam Kredisi, CE-DPL.

2008 ve 2006: Toplam 1 milyar dolarlık Programatik Kamu Sektörü Kalkınma Kredisi, PP_DPL.

2001, 2002, 2004: Toplam 3.5 milyar dolarlık Programatik Kamu Maliyesi ve Kamu Sektörü Uyarlaması adlı üç ayrı kredi, PFPSAL.

***

DPL’li saldırının özü, Türkiye’nin dünya tekellerine ardına kadar açılmasından ibaret. Bunun için birincisi, devlet yapısının Türkiye aleyhine “reform”a tabi tutulması isteniyor. Bu çerçevede “Türkiye’nin merkeziyetçilikten uzaklaşma gündemi”ni genişletmekten söz ediyorlar. “Mali yerelleşme”, “mali adem-i merkezileştirme” için planlar hazırlanmasına öncülük ediyorlar. İkincisi, istihdam sisteminin emek kesimi aleyhine esnekleştirilmesi isteniyor. “Kıdem tazminatı reformu”, “istihdamda esnekliğin arttırılması”, “işgücü piyasası reformları” için adımlar belirliyorlar. Üçüncüsü, özel sektör bakımından, rekabetçilikten dem vurup yerli sermayenin taşeronlaştırılmasıyla sonuçlanacak önlemler sıralıyorlar.

Dünya Bankası, azgelişmiş ülkelerin devlet yapıları üzerinde böyle iş görürken, IFC – MIGA kollarıyla da doğrudan özel sektöre uzanıyorlar. IFC 2010 yılında İstanbul’da 200 personeli aşan bir ofis kurmuş ve enerji, altyapı, belediye işleri, hastanecilik özelleştirmelerini hızlandırmak için özel sektöre borç satıp, yerel sermaye piyasasını teşvik ve rekabet tavsiyeleri veriyor.

***

Kendi karışık diliyle “Dünya Bankası, çok yıllı kalkınma politikası kredileri (DPL) gibi araçlar yoluyla, sürdürülebilir ve kapsayıcı ekonomik büyümeyi sağlamak için yapısal politikalarla ilgili politika diyalogunu düzenli olarak sürdürmektedir.”

Bunu Türkçe’ye çevirirsek… Dünya Bankası Grubu bir ‘sosyoekonomik kalkınma’ örgütü değil, “ekonomik büyüme” kurumudur. Onun ekonomik büyüme dediği şey, kendisi tarafından “sürdürülebilir ve kapsayıcı” sıfatlarıyla tanımlanmıştır. Sürdürülebilir sıfatı serbest piyasacılık nizamı, kapsayıcılık sıfatı ise bu nizamın toplumun her hücresine işlemesi demektir. “Yapısal politikalar ile ilgili politika diyalogu”na gelince, bu sözler, ulusal planlamanın doğrudan kendileri tarafından yönlendirildiğinin ilanıdır. Yani bu kurum, Türkiye’nin sosyo-ekonomik düzenini yöneten siyaset dünyasının uzun vadeli, düzenli, sürekli aktörüdür. Türkiye’nin plan ve programlarını desteklemez; kalkınma plan ve programlarını yönlendirmekle de sınırlı kalmaz. Bütün bir ülkenin yörünge ve yönünü, hazırladığı CPS’ler eliyle doğrudan belirler.

***

Yerlilik ve millilik mi demiştiniz! Açıkça dünya tekelleri çetesinin hizmetine girmiş, yalnızca meşruiyetini değil hukukiliğini de yitirmiş Dünya Bankası Grubu, hem devlet koridorlarında hem özel sektör masalarında at koştururken, sen aklını onun AAA (Analyse & Advice Activities) timlerine tam-teslim etmişken, nasıl oluyor o?


[BAG, Aydınlık Gazetesi, 22 Kasım 2015]


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder