8 Mayıs 2016 Pazar

DİRENİŞE ÇAĞIRAN BU SES KİMDEN ÇIKTI?


Bu yıl yaşadığımız 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinde ilginç bir ruh hali doğdu. Bir tür panik havası yayıldı. Kerli ferli gazetelerle yazarlarından, aklı başında bildiğimiz kimselerden “HDP ve Cemaate destek!” çağrıları geldi. İkisi de cumhuriyetle sorunlu olan bu kesimlerle işbirliği şarttı; çünkü denize düşmüştük, n’apalım, denize düşen yılana sarılırdı.

Oysa denize düşen HDP ile Cemaatti. Panikleyenler onlardı. Cumhuriyet gemisindekiler, onların seslerini kendi sesleri sandılar, çünkü gemilerinin dümenini bunlara kaptırmışlardı.

*

Şimdi Davutoğlu’na başbakanlıktan ve AKP genel başkanlığından el çektirilmesine saray darbesi deyip vatanseverlerin direnişe çağrılması da aynı dümencinin sesi.

Ortada bir darbe yok.

Çünkü Davutoğlu bu görevlere nasıl getirilmişse, aynı usulle geri çekildi. Erdoğan’ın işaretiyle aday olmuştu, parti kongresince onaylanmıştı. Şimdi aynı kişinin işaretiyle çekildi, çekilişi kongrece onaylanacak.

Vatanseverlere direniş çağrısı ise gülünç oldu.

Bu, herkesi cemaat şirketlerine kalkan olmaya çağıran “mağdurların yanındayız!” lafı gibi bir laf. Fazlası, “direniş” kavramının içini boşaltma etkisi yaratması oldu. Ama ABD ve AB yetkililerinden Davutoğlu güzellemesi mesajlar ortalığa saçılınca, gülünçlük bir trajediye dönüştü.

*

Davutoğlu’nu görevden alma iradesinin Cumhurbaşkanı’na ait olduğunu söyleyip durmak, anayasanın ihlal edildiğini göstermeye yetmez. Nasıl bugüne kadar “firavun”, “tiran”, “diktatör”, “faşist” laflarını “kırk kere söylersen….” düsturu gereğince tekerleyip durmak hiçbir şey ifade etmemişse, bu da bir şey ifade etmez.

Siyaseti lafın en uygununu bulmaya, gerçeği değil de ‘siyaseten uygun’ olanı söylemeye, iktidar-içi ilişkileri kanırtarak yol almaya sıkıştıran zihniyet, gerçek anlamda muhalefet etmenin zihniyeti değildir. Bu, iktidarın “eski ortaklar”ının, en çok da cemaat çevresinin zihniyetidir.

*

Eğer
(1) yeni-anayasacılığın bizim gibi ülkeleri yeniden biçimlendirmeye yönelmiş küreselci sömürgeciliğin sopası olduğu söylenmezse.
(2) Yeni-anayasacılığın Türk Milleti’nin egemenlik hakkını hedef almış bir ulus mezarcısı olduğu söylenmezse.
(3) Bunun toprak üzerinde çok-ortaklı (kon)federal bir devlet yaratılmasını hedeflediği söylenmezse.
(4) Bunların “ulus yerine ümmet toplumu” yaratacak bir Arap baharı parçası olduğu söylenmezse.
(5) Başkanlık rejiminin bütün bunların örtüsü olarak icat edildiği ilan edilmezse…

Bu örgü es geçiliyor ve sözde muhalif siyasi partiler ‘kendi yeni-anayasa taslakları’nı hazırlama ve oraya buraya sorup sunma derdine düşmüşlerse, bunların Türkiye’ye söyleyebilecekleri hiçbir sözleri yok demektir.

Bu gerçekler yüksek sesle haykırılmıyorsa, karşı karşıya olduğumuz karşıdevrim ve küreselci işgal saldırılarına karşı hiçbirşey yapılmıyor, aksine bunların şu yada bu parçasıyla işbirliği yapılıyor demektir.

*

Türk ulusunun egemenlik hak ve yetkisi, herşeyin temelidir.

Bu hak gasp edilirse, yani Anayasa’nın 6. Maddesinden silinirse, toplumun ‘ümmet’ olarak örgütlenmesinin yolu açılmış olur. İsmail Kahraman’ın anayasa taslağına bakın; o taslakta bu hak gasp edilmiştir. Ümmetleşmek, etnik ve mezhebi kimliklere statü vermenin diğer adıdır; etnik-ırkçılık ile mezhepçilik şimdi el altından sürdürdükleri iktidar savaşlarını o zaman “anayasal olarak” yürütür hale gelirler. Bu ise sürekli savaş hali ve geleceği yitirmek demektir.

Gerçek muhalefetin yol haritası Davutoğlu savunmasına gark olmak değil, sahibi kim olursa olsun bu tarihsel tuzağı görerek “çözüm süreci”nin nihai halkası olan yeni-anayasacılığı ortadan kaldırmaktan ibarettir.

Yeni-Anayasacılara Geçit Yok!




(BAG, Aydınlık, 8 Mayıs 2016)

1 yorum: