Osmanlı’da
başlayıp Türkiye Cumhuriyeti’nin 1950’li yıllarına kadar süren 75 yıllık Duyunu
Umumiye İdaresi derdimiz, pek çok yönüyle çok öğretici.
Örneğin,
‘ben en büyük vatanseverim’ derken, bu idareye “ehveni şer idi, iyi idi” diyen de, “bizim sistem öyle berbat, oysa bu İdare öyle modern ki” diyenler
de oldu. “Adamlardan borç almışsın,
adaletli olmak lazım, onlar da kendi paralarını tahsil edecekler elbet”
diye yüksek empati sahipleriyle karşılaşmalarımız da var.
Zamanında,
İdare’de memur maaşları yüksek ve düzenli ödendiği için burada çalışmaya can atan
çok kişi olmuş. Osmanlı devleti, memurlarına biçtiği o düşük maaşları bile
ödeyemezken, kayırmacılık almış başını gitmişken, bu Avrupaî İdare’yi gel de
beğenme! Böyle diyenler o zamanlarda vardı, şimdi bile var…
*
Oysa
aynı İdare için, bir askeri uzman ve pratikte bundan fazlası olduğu anlaşılan Edward Mead Earle adlı bir Amerikan
öğretim üyesi, daha 1929 yılında şöyle demişti:
“Uluslararası borçların siyasal, duygusal ve psikolojik zorluklardan
serbest oldukları pek nadiren görülür. Özellikle geri kalmış ülkelerden biri
borçlu olduğu zaman, tüm ilgilileri
uğraştıran sayısız güçlükler baş gösterir. Bu gerçekler Avrupalılar için o
kadar uzun zamandan beri bilinmektedir ki, siyasi
birer ilke halini almışlar ve Batı uygarlığının gelişmesinde belli başlı
unsurlardan olan kaçınılmazlık ve mukadderata teslimiyet kavramlarında birer
öge olmuşlardır. Halbuki, dolarla
birlikte mutlaka bayrağın da gitmesi icap etmemekle birlikte, birçok şeylerin gittiğini Amerikalılar
daha henüz çetin bir tecrübe mektebinde öğrenmektedirler. Fransa, Almanya,
İngiltere, Meksika, Çin, Nikaragua ve Dominik Cumhuriyeti gibi farklı
kaynaklardan Birleşik Devletlere gelen havadisler ve siyasi muhaberat, altının daima temiz ve berrak bir surette
parlamadığını göstermektedir. Amerika’nın dış ilişkileriyle meşgul olanlar
son yirmibeş yılda ikrazat
(borç-verme), tediye itilafları
(borç-ödeme uzlaşmazlıkları), yabancı memleket bütçelerinin uzmanlar tarafından
denetlenmesi ve bazen bunları takip
eden muhtelif derecelerde siyasi ve
askeri müdahalelerle daha çok ilgilenmişlerdir. Bu hususta hiç bir kimse
Vaşington’daki Dışişleri, Ticaret ve Maliye bakanlıkları kadar tetikte
değildir….”
*
Amerikan
yazar, bu sözleri, İstanbul’daki Robert
Kolej’de üç yıl öğretmenlik yapan Donald
Blaisdell’in doktora tezine yazdığı önsözde dile getirmiş. Bu teze, daha
doğrusu İdare’ye ilişkin olarak şunları yazmış:
“…
Blaisdell’in Osmanlı Düyunu umumiye
Tarihi, şimdiye kadar Türkiye ahvalile meşgul olmuş bulunsun bulunmasın, uluslararası ilişkilerle ilgili
herkesin dikkatini çekmelidir. Amerikalıların, pek pahalıya mal olan, tecrübe
mektebinde öğrenmeye devam edeceklerinde şüphe yoktur. Bununla beraber
başkalarının tecrübelerinden biraz olsun malumat elde etmemeleri için de bir
sebep mevcut değildir. Yakın Doğu çoktan beri dünya siyaset bilimcileri için
bir laboratuvar görevi görmüştür. Yöredeki çapraşık sorunlar arasında Osmanlı Duyunu umumiye İdaresi’nden daha önemli
olan pek az kuruluş vardır. Bu nedenle, Osmanlı maliyesi üzerinde Avrupa
denetiminin nesnel bir tahlilini elde bulundurmak fevkalade önemlidir....”
*
Fakat
yanlışlık yapmayalım.
Bizde,
emperyalizmin efsane İdare’sini sevip öven bir grupçuk olmuşsa da, Türkiye’nin
kaderini belirleyen çoğunluk, gerçeğin her zaman farkında olmuştur.
Nereden biliyoruz derseniz…
Zamanın
Maliye Bakanı Cavit Bey’in "memleketimizde mevcut olan yabancı
malı kuruluşlar hakkında beslediğimiz saygı ve güven duygularına tamamıyla
karşıt olarak onlara güven duymadığımız biçimde yayılan rivayet ve yalanlar….”
diye yükselen ağlak feryatlarından biliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder