24 Nisan 2016 Pazar

ULUSAL EGEMENLİĞİN GÜNCELLİĞİ


Çağımızda ulusal egemenlik iki şeyin var olmasını gerektiriyor.

(1) Bir ulusun varlığı, hukukla –anayasayla tescillenmiş olmalı. Belirli bir toprak üzerinde, belirli bir nüfusa gönderme yaparak tescil. Tarihin derinliklerinden mayalanıp gelmiş sosyolojik varlığın kendisi tek başına yeterli değil; bu varlığın anayasada kayda geçirilmiş olması gerekir.

(2) Bir ülkede yönetme hakkı, o ulusa –ve yalnızca ona- aittir diye ilan edilmiş olmalı. Yani bir dini kuruma değil. Bir aileye, hanedana da değil. Doğrudan halkın kendisine tescil. O toprakların dışında kalan herhangi bir yabancı kurumun her türlü müdahalesini yasaklamış, bağımsızlık kayıtlı bir tescil.

Ve elbette, ulusun varlığının ve toprakları üzerinde yönetme hakkının, dünyanın diğer ulusları, devletleri, kurumlarınca kabul edilmesi; ulusal egemenlik durumunun bir hak olarak başkalarınca da tanınmış olması.

Türkiye’de Türk Milleti’nin varlığı ve yönetme hakkının yalnızca ona ait olduğu, tek dayanağı milletin azim ve kararlılığı olan 1919 – 1923 bağımsızlık mücadelesiyle tescillendi ve tanındı. Ülkenin içinde tüm kurumların ve kişilerin yerleri de birbirleriyle ilişkileri de bu hukuksal temel üzerinde inşa oldu.

*

Bu kuruluş tarzı, şimdi tehdit altındadır.

Küreselciliğin ‘küresel düşün yerel davran’ düsturu, ‘ulusal olan ne varsa üzerini çiz’ anlamına geliyordu. Bunun için sosyal dayanaklar etnik farklılıklarda, kültürel dayanaklar da din-mezhep farklılıklarında bulundu. Böylece küreselciliğin rüzgarı hem etnik bölücülüğü -yani ırkçılığı, hem de ümmetçiliği –yani dincilik ve mezhepçiliği üfürüp havalandırdı.

Bunlar şimdi elbirlik yaptılar. İzleyecekleri yol da artık ortaya çıktı. Anayasadaki “Türk vatandaşlığı”nı silecekler; yerine ya hiçbir şey yazmayacaklar ya “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” gibi bir şey yazacaklar. Egemenlik hakkını da Türk Milleti’nden alıp ya “adsız” bir millete verecekler ya da yerine “Türkiye Milleti” gibi aslı olmayan bir dolgu yerleştirecekler.

PKK cenahı bu değişikliklerin “demokratik bir ulus tanımı yapmak” olduğunu ileri sürüyor. AKP cenahı ise bu yolla “bir ümmet devleti” yaratabileceği düşü kuruyor. Gerçekte biri etnik bölücülük için, öbürü mezhepler arası kapışmalar için zemin hazırlıyor. Küreselcilere gelince, onun için ikisi de uygun; egemenlik hakkı iddiası taşıyamayacak bir “ahali” bulunmaz nimet!

*

Bağımsızlığımız çok yara almış olabilir. 

Bundan kaygılanmalıyız ve tam bağımsızlık için mücadele etmeyi sürdürmeliyiz. Küreselcilerin ‘karşılıklı bağımlılık’ laflarının saçma olduğunu söylemeyi sürdürmeliyiz. Bağımlılığın tek yanlı, eşitsiz, hastalıklı bir ilişki olduğunu, olsa olsa “karşılıklı bağlar”dan söz edilebileceğini, dünyaya barış ve refah getirecek olanın da ancak böyle bağlar olabileceğini göstermeliyiz.

Ama akılda tutmamız gereken nokta şu ki, başka uluslarla karşılıklı bağlarımızı güçlendirmek de bağımsızlık mücadelesi de, ancak egemenlik hakkına sahip isek mümkün olabilir. Egemenlik hakkı elinden alınmış olanların, bağımsızlık için mücadele etme zeminleri yoktur.

Küreselciliğin bizden talep ettiği şey, egemenlik hakkımızı parça parça devretmemizdir. Bağımlılık, bunun maliyetidir. Avrupa Birliği üyeliğinin talebi de aynıdır; bizden devretmemizi istediği şey bağımsızlığımız değil, egemenlik hakkımızdır; bağımlılık ve uyduluk bu devir işleminin sonucudur.

Eğer Tam Bağımsız Türkiye istiyorsak, bunun temel koşulunun, egemenlik hakkımızdan vazgeçmemek olduğunu aklımıza kazımamız gerekir. Yeni-anayasacılık gözünü bu vazgeçilmeze, ulusal egemenliğimize dikmiş durumdadır.

Günün anlam ve önemi bu noktada gizli. 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramımız kutlu olsun.


Yeni-anayasacılara geçit yok!

(BAG, Aydınlık, 24 Nisan 2016)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder