10 Nisan 2016 Pazar

VENEDİK KOMİSYONU ya da YENİ-MANDACILIK



Hukuk Yoluyla Demokrasi İçin Avrupa Komisyonu, kısaca Venedik Komisyonu 1990 doğumlu. Türkiye, Komisyon’a kurulduğu günden beri üye ve temsilci olarak önce Prof. Dr. Ergun Özbudun’u, sonra Prof. Dr. Osman Can’ı görevlendirmiş. Komisyon’un günümüzde üye devlet sayısı 60’a ulaşmış.
Komisyon’un, bu yazının hemen başında belirtilmiş olan resmi tam adı oldukça ilginç. Adına bakılırsa komisyon bir “demokrasi inşacısı”; inşaatının malzemesi ise “hukuk”. Diplomasi değil; ekonomi, medya ya da açıktan işgal değil, hukuk. Hukuktan kastedilen ise asıl olarak “anayasa yap(tır)mak”.
*
Böyle bir komisyona neden gerek duyulduğuna gelince, doğum tarihi bu sorunun ilk ipucunu veriyor. Kuruluş nedeni, Berlin Duvarı’nın 1989 yılında yıkılması. Başkanlarından biri diyor ki “duvarın yıkılışıyla birlikte dev bir anayasa şantiyesi ortaya çıktı”. Yani sosyalizm yıkılmıştı, enkaz vardı. Aynı anda hem enkazı kaldırılacak hem de yerine “demokrasi” inşa edilecekti. İşte Komisyon da yeni-anayasa malzemesiyle bu işleri görmek için kurulmuştu.
Sosyalist zamandan ‘demokrasi’ye geçiş yaptırma işi 1990’lı yıllarda büyük ölçüde tamamlanmakla birlikte, Venedik Komisyonu devam etti. Pek üstten bir bakışla tanımlanmış olan kuruluş amacı da devam etmesine olanak veriyordu: Avrupa’nın temel değerlerine göre Kıta’nın anayasal mirasının yayılmasına katkıda bulunmak…
Sosyalizmin tasfiye edildiği yıllarda ortaya çıkan küreselcilik, ‘Avrupa değerleri’ mirasını yaymaya elverişliydi. O gün bugündür, Venedik Komisyonu ‘anayasa eliyle demokrasi kurmak’ amacıyla resmi anayasa ihracatçısı olarak çalışıyor.
*
İhracat portföyünde elbette Yeni-Türkiye Anayasası da var. Komisyon Başkanı Gianni Buquicchio 2013 tarihli bir demecinde karar verdiklerini ilan ediyor: “Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var” diyor. Böyle söyleyen herkes gibi o da “iyi ama neden?” sorusuna herhangi bir yanıt vermiyor. Gelin görün ki, yeni-anayasanın nasıl bir öze sahip olacağına çoktan karar verdiğini söylüyor. Diyor ki: “insan ve azınlık haklarına saygı duyan ve yerel yönetim anlayışını düzelten bir anayasa.”
Başkan ‘azınlık’ derken elbette bizim Lozan ile belirlenmiş gayrımüslim azınlık kavramından değil, etnisite ve inanç-mezhep guruplarından söz ediyor. Bu kısacık cümleyle herşeyi bir çırpıda anlatıyor. Buna göre Türkiye için yeni-anayasa, hem egemenlik hakkının öznesi olan toplumu (millet kuruluşunu), hem de egemenliğin toprak üzerinde (ünitere karşı özerkçi) kullanılışını konu edinmeli…. Yani şimdi yeni-anayasacılar ne hedefliyorsa, o da aynı hedeflerin peşinde gidiyor.
*
Türkiye anayasal geleneği güçlü ve kendi yolunu kendisi çizebilir yetenekte olduğu için, bugüne dek bu yeni-mandacı gücün sözde danışmanlığını kabul etmedi. İçerideki Avrupa muhibbi kimi ithalat gönüllüleri zaman zaman davet mektubu çıkartmak için bastırsalar da, işbirlikçilik hevesleri yarı yolda kaldı.
O hevesler hep orada kalmalı. Çünkü, küreselci dünya anayasacılarından ve kerameti kendinden menkul temel değerler misyonerliğinin konfeksiyon usulü yeni-anayasacılığından hiçbir ülkeye hayır gelmedi, bize hiç gelmez.
Yeni-anayasacılık, küreselciliğin ardcı dalgası. Bu işin ‘uzmanları’ ise kendilerine ‘uluslararası toplum’ diyen küresel işgal koalisyonlarının özel harekat gücü. Venedik Komisyonu işte bu gücün kendisi.

Yeni-Anayasaya Geçit Yok!

(BAG, Aydınlık Gazetesi, 10 Nisan 2016)




1 yorum: