Bizde
belediye başkanları doğrudan halk tarafından seçilir. Seçilen belediye
başkanının partisiyle ilişiği kesilmez, çalışmaları yürütenler partili başkanlardır.
*
Durum
1963 yılından beri böyle. Önceden halk belediye meclisini seçer, başkan
meclisin içinden ve meclis tarafından görevlendirilirdi. Bu değişti, o tarihten
beri belediye başkanı ile belediye meclisi halk tarafından ayrı ayrı seçiliyor.
Bu değişiklik belediyelerde ‘meclis
modeli’nin yerine ‘başkan modeli’ne
geçişi temsil etmişti.
Sonraki
yıllarda yapılan yasa değişiklikleriyle başkan – meclis arasındaki görev ve
yetki dağılımı da, birbirleri karşısındaki durumları da pekçok kez
değişikliklere konu oldu. 1984 yılında İstanbul, Ankara, İzmir’de büyükşehir
belediyesi ortaya çıktığından beri, zaman içinde belediye başkanları sürekli
daha öne çıktı.
Meclisler
siyaset erbabının uğraş alanı olurken, halk ise yalnızca başkanları gördü, başkanlarla
meşgul oldu. Zaman içinde ortaya çıkan model, doğru olarak, ‘güçlü başkanlık modeli’ olarak
nitelendi.
*
Belediyeler
için yapılan düzenleme, başkanların seçildikten sonra partileriyle
ilişkilerinin kesilmesine gerek görmedi. Belediye başkanları görevleri süresince de ‘partili’ kimseler
olmayı sürdürür. Ancak, bir yasakları
vardır. Bu görevleri süresince siyasi
partilerin yönetim ve denetim organlarında görev üstlenemezler. Günümüzde
bu kural, 5393 sayılı Belediye Kanununun 37. Maddesinde yazıyor.
Buna
göre belediye başkanı, seçildiği partinin ilçe, il, genel merkez dahil olmak
üzere, hiçbir kademesinde yönetici
olamadığı gibi denetimci olarak disiplin organlarında da görev alamazlar.
Partili
kimliği sürmekle birlikte, o artık görevlerini, tüm kasabanın/kentin başkanı
olarak yapmakla yükümlüdür. Siyaset yolundan seçimle gelmişse de, artık bir kamu
görevlisidir; işlerini siyasal
tarafsızlıkla ve kamu hizmeti
vermenin gereklerine uygun biçimde yürütmekle yükümlüdür.
*
Hukuksal
ya da kuramsal olarak durum berrak görünse de, uygulamanın nasıl çok yönlü
çekişme içinde yürüdüğü hepimizin malumu. Kimi durumlarda muzaffer partinin
örgütleri başkanları bezdirirler; ‘bizim
sayemizde o koltuktasın; önce bize iş; önce bizim mahalleye su; öncelik tanıyacaksın
bize!...” Hele başkanlık parti örgütünün ön-seçiminden geçiyorsa, başkan da
koltuğu birkaç dönem daha istiyorsa, bu baskıya aldırmamak ne mümkün!
Dahası
var.
Siyasal
partilerin örgüt –ilçe ya da il- başkanı, aynı zamanda belediye meclisindeki parti grubunun da fiili başkanı. Bu
tasarımın temelinde, belediye başkanlarının, partinin genel politikasına uygun
çalışmasını gözetmek ve sağlamak düşüncesi var. Uygulama ise elbette yalnızca –ve belki de hiçbir zaman- bu yönde iş
görmüyor. Başkan – meclis – parti üçlüsü
arasındaki fiili dengeye göre, çok şaşırtıcı salınımlar yaşanabiliyor. Bunları
sistemleştirip hukuksal kurallara bağlamak neredeyse olanaksız. Çünkü geçerli
ve etkili olabilecek kurallar, tarihsel ve sosyopolitik –kültürel de denebilir-
niteliğe sahip.
*
Belediyelerde
başkan – meclis – parti dengesi kamu
yararına zarar verecek ölçüleri aşarsa, ulusal hukuk ve idari vesayet
yetkisine sahip merkezi yönetim devreye girer. Sınırlı bir coğrafyadaki
bozulma, ulusal yetkili organlarca giderilebilir.
Ya
ulusal düzeydeki bozulmalar nasıl giderilir?
Cumhurbaşkanının
“partili”liğini, belediye başkanlığı sisteminin de ötesinde, aynı zamanda
partisinin genel başkanı olmayı sürdürmek biçiminde tanımlamak, akılcı ve doğru
bir iş değil.
[BAG, Aydınlık, 23 Kasım 2016]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder