24 Kasım 2016 Perşembe

PARTİLİ BAŞKANLIK ÜZERİNE


Bizde belediye başkanları doğrudan halk tarafından seçilir. Seçilen belediye başkanının partisiyle ilişiği kesilmez, çalışmaları yürütenler partili başkanlardır.
*
Durum 1963 yılından beri böyle.  Önceden halk belediye meclisini seçer, başkan meclisin içinden ve meclis tarafından görevlendirilirdi. Bu değişti, o tarihten beri belediye başkanı ile belediye meclisi halk tarafından ayrı ayrı seçiliyor. Bu değişiklik belediyelerde ‘meclis modeli’nin yerine ‘başkan modeli’ne geçişi temsil etmişti.
Sonraki yıllarda yapılan yasa değişiklikleriyle başkan – meclis arasındaki görev ve yetki dağılımı da, birbirleri karşısındaki durumları da pekçok kez değişikliklere konu oldu. 1984 yılında İstanbul, Ankara, İzmir’de büyükşehir belediyesi ortaya çıktığından beri, zaman içinde belediye başkanları sürekli daha öne çıktı.
Meclisler siyaset erbabının uğraş alanı olurken, halk ise yalnızca başkanları gördü, başkanlarla meşgul oldu. Zaman içinde ortaya çıkan model, doğru olarak, ‘güçlü başkanlık modeli’ olarak nitelendi.
*
Belediyeler için yapılan düzenleme, başkanların seçildikten sonra partileriyle ilişkilerinin kesilmesine gerek görmedi. Belediye başkanları görevleri süresince de ‘partili’ kimseler olmayı sürdürür. Ancak, bir yasakları vardır. Bu görevleri süresince siyasi partilerin yönetim ve denetim organlarında görev üstlenemezler. Günümüzde bu kural, 5393 sayılı Belediye Kanununun 37. Maddesinde yazıyor.
Buna göre belediye başkanı, seçildiği partinin ilçe, il, genel merkez dahil olmak üzere, hiçbir kademesinde yönetici olamadığı gibi denetimci olarak disiplin organlarında da görev alamazlar.
Partili kimliği sürmekle birlikte, o artık görevlerini, tüm kasabanın/kentin başkanı olarak yapmakla yükümlüdür. Siyaset yolundan seçimle gelmişse de, artık bir kamu görevlisidir; işlerini siyasal tarafsızlıkla ve kamu hizmeti vermenin gereklerine uygun biçimde yürütmekle yükümlüdür.
*
Hukuksal ya da kuramsal olarak durum berrak görünse de, uygulamanın nasıl çok yönlü çekişme içinde yürüdüğü hepimizin malumu. Kimi durumlarda muzaffer partinin örgütleri başkanları bezdirirler; ‘bizim sayemizde o koltuktasın; önce bize iş; önce bizim mahalleye su; öncelik tanıyacaksın bize!...” Hele başkanlık parti örgütünün ön-seçiminden geçiyorsa, başkan da koltuğu birkaç dönem daha istiyorsa, bu baskıya aldırmamak ne mümkün!
Dahası var.
Siyasal partilerin örgüt –ilçe ya da il- başkanı, aynı zamanda belediye meclisindeki parti grubunun da fiili başkanı. Bu tasarımın temelinde, belediye başkanlarının, partinin genel politikasına uygun çalışmasını gözetmek ve sağlamak düşüncesi var. Uygulama ise elbette yalnızca –ve belki de hiçbir zaman- bu yönde iş görmüyor. Başkan – meclis – parti üçlüsü arasındaki fiili dengeye göre, çok şaşırtıcı salınımlar yaşanabiliyor. Bunları sistemleştirip hukuksal kurallara bağlamak neredeyse olanaksız. Çünkü geçerli ve etkili olabilecek kurallar, tarihsel ve sosyopolitik –kültürel de denebilir- niteliğe sahip.
*
Belediyelerde başkan – meclis – parti dengesi kamu yararına zarar verecek ölçüleri aşarsa, ulusal hukuk ve idari vesayet yetkisine sahip merkezi yönetim devreye girer. Sınırlı bir coğrafyadaki bozulma, ulusal yetkili organlarca giderilebilir.
Ya ulusal düzeydeki bozulmalar nasıl giderilir?

Cumhurbaşkanının “partili”liğini, belediye başkanlığı sisteminin de ötesinde, aynı zamanda partisinin genel başkanı olmayı sürdürmek biçiminde tanımlamak, akılcı ve doğru bir iş değil.
[BAG, Aydınlık, 23 Kasım 2016]


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder