1980’lerde
Türkiye’de 12 Eylül darbesi yaşandı. Hukuken ilk genel seçimin yapıldığı
1983’e, fiilen ise beş generalli Cumhurbaşkanlığı Konseyi’nin süresini
tamamladığı 1989’a kadar sürdü. Bu zaman diliminde yerel yönetimler yetkilendirildi; özelleştirmeyle serbest piyasa ekonomisi ve
devletsizleştirmeyle sivil toplum
inşa edildi. Sonraki tüm özerkçi, serbestçi, sivilci kesimler, 12 Eylül’ün
bağrında beslendi. Özal önderliğinde
onlar ‘demokrasi, özgürlük, sivillik’
şampiyonu olurken, biz devletçi ve
statükocu ilan edildik.
*
Aynı
dönemde, SSCB’den Gorbaçov’un sesi
yükselmişti. Dünyada silahsızlanma diyordu, barış içinde bir arada yaşama…
SSCB’de yeniden yapılanmaya gidiyordu -perestroyka,
bunu da açıklık içinde ve açıklık için -glasnost
yapacaktı. Batı dünyası sevindi; bu ‘büyük refomlar’ı alkışladı. Eleştirenler
ve reformlara direnmeye yeltenenler, ‘muhafazakar,
statükocu, sağcı’ ilan edildi. Biz eleştirenlerdendik; statükocu olduk.
*
1990’lı
yıllarda radyomu istiyorum diyen Çiller çok-sesliliğin sözcüsü oldu. Medyayı devlet tekelinden alıp sermayeyle
cemaatlere teslim etmek çok-seslilik değildir diyen bizim kesim, tek-sesçi diye etiketlendi.
*
O
yıllarda SSCB dağıldı. En büyük parça olan Rusya Federasyonunun başına Yeltsin geçti. Tankların üstüne çıkmış,
darbeyi engellemişti. Yeltsin dönemi sona ererken, Rusya Federasyonu
özelleştirmelerin ürünü ‘oligarklar
diyarı’ olarak anılıyordu. Geçen 10 yıllık süre halk için acıklı, Batı için
ise Kopenhag Kriterleri’nin kılavuzluğunda ‘serbest
piyasa ekonomisi, devletsizleşme, demokrasi’ çağı idi. Onlara göre Yeltsin ‘özgürlük ve demokrasi’ demekti;
eleştirenler topluca ‘totalitarizm
yanlısı, darbeci, sağcı’ idiler. Biz bu çağı yıkım saydık; totaliter-sever olduk.
*
Küreselleşme kaçınılmaz,
direnmek ahmaklık diyen kozmopolit mali sermaye
hizmetlileri, bu yalnızca bir politika,
özü de emperyalizm diyen bizlerin ‘içe
kapanmacı’, ‘milliyetçi’, ‘yabancı düşmanı’ ve dahi artık nasıl bağlantı
kurdularsa ‘ırkçı’ olduğumuzu ilan etti.
*
2000
yılı, Rusya Federasyonu’nda Putin
dönemiyle açıldı. Yeltsin dönemindeki Amerikan tipi iş görme usulleri çökmüştü.
Avrupa’nın eski sosyalist ülkeler için geliştirdiği TACIS programları iflas
etmişti. Putin yönetimi bunları bir yana bıraktı. “Rus Düşüncesi’ diyerek ülkenin ihtiyaçlarını öncelikle kendi
deneyimlerinden hareketle karşılamaya, bu çerçevede ‘Güçlü Devlet’ hedefine bağlandı. Rusya toparlandı. Ama ne
ilginçtir, Batı dünyası Putin’e ‘diktatör,
yeni-çar, otokrat’ dedi. Biz Rusya’nın kendi yolunu çizip toparlanmasına
sevindik; otokrat-sever olduk.
*
ABD
öncülüğündeki işgalci tankları reddettik. Arap Baharının, eski sosyalist
ülkelerde girişilen Sorosçu renkli devrimlerin güney versiyonu olduğunu
söyledik. Baas’ı, Saddam’ı, Kaddafi’yi vahşilikle ortadan kaldıranlara onay
vermedik. Kanlı işgalciye karşı çıkınca yine diktatör-sever olduk.
*
Şimdi
ABD’de, küreselciliğin hamileri Bush-Clinton
zihniyetine karşı ‘bizim dünyaya ders
verecek halimiz yok’ diyen Trump’ı ilgi çekici buluyoruz. Bu kadarı bile
yeniden etiketlenmeye yetecek görünüyor.
*
İyi
olan şey şu ki, küreselcilik battı. Tukaka
etiketçileri güçten düştüler. Hile ve küfür torbalarında yeni sıfat kalmadı.
Küfür
etiketlerinin tümünü sahiplerine iade etmek şart. Bu arada biz elbette dünya
için ‘serbest değil adil ticaret’
istemeyi, ülkemiz için ‘planlama ve ulusal
devlet’i çağırmayı sürdüreceğiz. Her ikisi için de kapsamlı ve sağlam bir
ideolojik mücadele vermemiz gerek.
[BAG, Aydınlık, 13 Kasım 2016]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder