1 Aralık 2016 Perşembe

AVRUPACILIK ve AMERİKANCILIK SORUNUMUZ


Ne ABD ne AB Tam Bağımsız Türkiye!
Bu slogan gerçekten çok güçlü.
Gücü, yerli yerinde bir ses uyumu içindeki beş sözcükte kocaman bir program sunabilmesinden, hem ilkeleri hem güncel rotayı göstermesinden geliyor.
İlkemiz bağımsızlıktır, diyor; yani ulusun siyasi egemenliğidir. Ama bu kadar değil, ilkemiz tam bağımsızlıktır, diyor; yani ulusun iktisadi egemenliği… Güncel dünyada tam bağımsızlık, yani ulusun siyasi ve iktisadi egemenliği, Batı rotasında sağlanamaz, diyor. Günümüzde Batı’nın iki kanatlı olduğuna dikkat edilmesi için uyarıda bulunuyor. Batı’nın bir kanadını AB, diğerini ABD oluşturur, diye kanatların kimliğini veriyor. İlkenin yaşama yön verebilmesi için, Batı’nın bu iki kanadından birine yerleşmek olmaz, aynı anda ve aynı ölçüde ikisini birden düşürmek gerekir, diyerek uyarıyor.  
*
Bu güçlü programı geri çekmek için çalışan dört karşı-akım oldu.
En açık ve genişi, “bunlar Türkiye’yi dünyaya kapatmak isteyen izolasyoncular!” diye haykıran müesses nizam akımıydı. “Dünya” dedikleri şey ise elbette Batıdan ibaretti.  
İkinci akım, küreselcilikle birlikte yok oldu. Başlangıçta “bağımsızlığa evet ama, bunun ‘tam’ kısmı fazla” diye diyorlardı. Sonra, küreselcilik çağı geldi artık ‘karşılıklı bağımlılık’ var; bağımsızlık istemek saçmadır deyiverdiler. Küreselleşmeci Batıyla bütünleştiler.
*
En ilgi çekici olanlar ise son ikisi.
İlgi çekici, çünkü bunların bazı mensupları, bizim ‘tam bağımsızlık’ kortejinde yer kapmışlardı.
*
Üçüncü akım, ABD’ye hayır ama AB iyidir diyordu. Evet, AB’ye girince kendi bağımsızlığımız bitecek, kendi egemenliğimizi devretmiş olacaktık. Ama AB’nin karar mekanizmalarında yerimizi alarak, bunlara daha da üst bir düzeyde yine kavuşmuş sayılabilecektik.
Ortalıkta bunları söyleseler de, gözlerden uzak yerlerde başka şeyler söylüyorlardı. İşin özüne bakarsanız bunlar Doğu’dan hazzetmiyorlardı. Hatta doğuda Amerikan desteğiyle imparatorluklar kurulabilir diye kaygılanıyorlardı. Böyle tehditlerden korunmak için Avrupalılık seçeneğini tek sığınak saymışlardı.
Avrupa AB’leşince ve AB’nin Türkiye’yi üye yapma oyunu yılan hikâyesine döndükçe zora düştüler. 1994’te Türkiye’yi gümrük birliğiyle ezecek diye patlatılan havai fişekleri alkışlamakta zorlandılar. 2004’te Papa’nın dev heykeli altında Türkiye’ye imza attırmak için düzenlenen o törenin saldırgan sembollerini kimselere açıklayamadılar. 24 Kasım 2016 günü Avrupa Parlamentosu Türkiye’yle müzakereleri geçici olarak dondurma kararı alınca, yıllardır süren telaşları ayyuka çıktı. Bundan böyle bizim ‘tam bağımsızlık’ kortejinde durma olanaklarını da tümüyle tüketmiş oldular.  
*
Dördüncüsü, Avrupa’nın altın kafesine girmek olmaz; doğuda kendi imparatorluklarımızı kurabiliriz hesabı yapan ‘sahte doğulu’ ve gerçekte Amerikancı akımlar.  
Aslında hiç de yeni değiller. Siyasal arenada belirişleri yüz yıl öncesine gidiyor. 1918’de Avrupa’ya karşı Amerikan mandası altına girmek gerekir diyerek açık konuşmuşlardı. Günümüzün yeni-mandacıları ise öyle açık konuşmadan anti-emperyalist görünmeyi yeğlediler. Belki de Amerika’ya karşılar diye biz onları öyle sandık.
Bunlar rengarenk bir blok. İçlerinde Katolik-Latin Avrupa batısına kızgın Ortodoks-Grek Avrupa doğusu isteyenler; müslüman ülkelerle işbirliği arayan siyasal İslamcılar; karmakarışık Turan birliği projelerinden söz edenler var.
Şimdilerde kendilerini Avrasyacılığa karşı çıkışlarında, Rusya düşmanlığında, NATO hassasiyetinde ele veriyorlar.  Ortak paydalarını oluşturan ise, millî/ulusal devlet olgusuna nefretleri ve konfederasyon/federasyon özlemleri…  
*
Ne ABD ne AB Tam Bağımsız Türkiye programı, günümüzde bir üst basamağa yükseldi. Çöken AB ile ABD karşısında ulusal – üniter Türkiye’ye yeni nefes alanları açan Avrasya ittifakları ve Şanghay işbirliği seçenekleri var.

Pek sancılı, ama fikirler ve mevziler berraklaştığı için çok hayırlı.

[BAG, Aydınlık, 30 Kasım 2016]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder