Ne
ABD ne AB Tam Bağımsız Türkiye!
Bu slogan gerçekten çok güçlü.
Gücü, yerli yerinde bir ses uyumu içindeki
beş sözcükte kocaman bir program sunabilmesinden, hem ilkeleri hem güncel
rotayı göstermesinden geliyor.
İlkemiz
bağımsızlıktır, diyor; yani ulusun siyasi egemenliğidir. Ama bu kadar değil, ilkemiz tam bağımsızlıktır, diyor; yani
ulusun iktisadi egemenliği… Güncel
dünyada tam bağımsızlık, yani ulusun siyasi ve iktisadi egemenliği, Batı rotasında sağlanamaz, diyor. Günümüzde
Batı’nın iki kanatlı olduğuna dikkat edilmesi için uyarıda bulunuyor.
Batı’nın bir kanadını AB, diğerini ABD oluşturur, diye kanatların kimliğini
veriyor. İlkenin yaşama yön verebilmesi için, Batı’nın bu iki kanadından birine yerleşmek olmaz, aynı anda ve aynı ölçüde
ikisini birden düşürmek gerekir, diyerek uyarıyor.
*
Bu güçlü programı geri çekmek için çalışan
dört karşı-akım oldu.
En açık ve genişi, “bunlar Türkiye’yi dünyaya kapatmak isteyen izolasyoncular!” diye
haykıran müesses nizam akımıydı. “Dünya” dedikleri şey ise elbette Batıdan
ibaretti.
İkinci akım, küreselcilikle birlikte yok
oldu. Başlangıçta “bağımsızlığa evet ama,
bunun ‘tam’ kısmı fazla” diye diyorlardı. Sonra, küreselcilik çağı geldi artık ‘karşılıklı bağımlılık’ var; bağımsızlık
istemek saçmadır deyiverdiler. Küreselleşmeci Batıyla bütünleştiler.
*
En ilgi çekici olanlar ise son ikisi.
İlgi çekici, çünkü bunların bazı
mensupları, bizim ‘tam bağımsızlık’
kortejinde yer kapmışlardı.
*
Üçüncü akım, ABD’ye hayır ama AB iyidir diyordu. Evet, AB’ye girince kendi bağımsızlığımız
bitecek, kendi egemenliğimizi devretmiş olacaktık. Ama AB’nin karar mekanizmalarında
yerimizi alarak, bunlara daha da üst bir düzeyde yine kavuşmuş
sayılabilecektik.
Ortalıkta bunları söyleseler de, gözlerden
uzak yerlerde başka şeyler söylüyorlardı. İşin özüne bakarsanız bunlar Doğu’dan
hazzetmiyorlardı. Hatta doğuda Amerikan desteğiyle imparatorluklar kurulabilir
diye kaygılanıyorlardı. Böyle tehditlerden korunmak için Avrupalılık seçeneğini
tek sığınak saymışlardı.
Avrupa AB’leşince ve AB’nin Türkiye’yi üye
yapma oyunu yılan hikâyesine döndükçe zora düştüler. 1994’te Türkiye’yi gümrük
birliğiyle ezecek diye patlatılan havai fişekleri alkışlamakta zorlandılar. 2004’te
Papa’nın dev heykeli altında Türkiye’ye imza attırmak için düzenlenen o törenin
saldırgan sembollerini kimselere açıklayamadılar. 24 Kasım 2016 günü Avrupa Parlamentosu
Türkiye’yle müzakereleri geçici olarak dondurma kararı alınca, yıllardır süren
telaşları ayyuka çıktı. Bundan böyle bizim ‘tam
bağımsızlık’ kortejinde durma olanaklarını da tümüyle tüketmiş oldular.
*
Dördüncüsü, Avrupa’nın altın kafesine girmek olmaz; doğuda kendi imparatorluklarımızı kurabiliriz
hesabı yapan ‘sahte doğulu’ ve gerçekte Amerikancı akımlar.
Aslında hiç de yeni değiller. Siyasal
arenada belirişleri yüz yıl öncesine gidiyor. 1918’de Avrupa’ya karşı Amerikan mandası altına girmek gerekir
diyerek açık konuşmuşlardı. Günümüzün yeni-mandacıları
ise öyle açık konuşmadan anti-emperyalist görünmeyi yeğlediler. Belki de
Amerika’ya karşılar diye biz onları öyle sandık.
Bunlar rengarenk bir blok. İçlerinde Katolik-Latin
Avrupa batısına kızgın Ortodoks-Grek Avrupa doğusu isteyenler; müslüman
ülkelerle işbirliği arayan siyasal İslamcılar; karmakarışık Turan birliği projelerinden
söz edenler var.
Şimdilerde kendilerini Avrasyacılığa karşı
çıkışlarında, Rusya düşmanlığında, NATO hassasiyetinde ele veriyorlar. Ortak paydalarını oluşturan ise, millî/ulusal
devlet olgusuna nefretleri ve konfederasyon/federasyon
özlemleri…
*
Ne
ABD ne AB Tam Bağımsız Türkiye programı, günümüzde bir üst
basamağa yükseldi. Çöken AB ile ABD karşısında ulusal – üniter Türkiye’ye yeni
nefes alanları açan Avrasya ittifakları ve Şanghay işbirliği seçenekleri var.
Pek sancılı, ama fikirler ve mevziler berraklaştığı
için çok hayırlı.
[BAG, Aydınlık, 30 Kasım 2016]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder