10 Ocak 2018 Çarşamba

DEVLET REFORMU BÜYÜK İŞTİR


Yeni-sağcılık ya da neo-liberalizm denen siyasetin yerinde yeller esiyor. Felsefelerini ve zihniyetlerini ortalığa saçıp çektiler gittiler. Zamanında da dikkat çekiciydi, ne kadar çok “rapor” hazırlamışlardı. Söylenmeleri birbirinden zor, anlamları kendilerinden menkul şeffaflık, hesapverebilirlik, katılımcılık, toplam kalitecilik, yönetişimcilik…
Bugünlerde öyle anlaşılıyor ki, ilgi çekici birşeyler söyleyip yapmak peşinde olan bazıları, bir yerlerden ele geçirdikleri bu raporları kullanıp laf söyleme, iş yapma gayretindeler. Kendilerine başkanlık rejiminin yönetim modelini hazırlama görevi de verilmiş ki, bunun altından kalkmak için Dünya Bankası’nın, OECD’nin kendilerince bile unutulmuş raporların tozlarını kaldırıyorlar.
*
Bir zamanların küreselleşmecileri, Batı dillerinden çevirme, ‘yönetişim’ gibi tuhaf yönetim ilkeleriyle devletleri tasfiye edip yerine piyasa gurularını yerleştirmek için uğraşmışlardı.
Bunlara göre merkeziyetçilik ilkesi çağ-dışı, en iyi ilke ise ademi merkeziyetçilik idi. Bizim gibi zengin deneyimlere sahip bir memlekette hatırlanmaması olanaksız. Bu yeni bir şey değil, parçalayıp asit gibi eritici olduğu için yüz yıl önce reddettiğimiz Prens Sabahattincilik! Ademi merkeziyetçilik asidi o zaman ‘teşebbüs-i şahsi’ hürriyetçiliğiyle pazarlanmıştı, yüz yıl sonra yerel çoklukların hürriyetçiliği diye satılmaya çalışıldı. Yüz yıl önce olduğu gibi, dün de reddettik. Herkesin çok iyi bildiği gibi, bu kararlı reddi gören ademi merkeziyetçiler, hendek kazmaya koyuldular. Ademi merkeziyetçiliğin, memleket toprakları üzerindeki belirişi olan bölgesel özerklik, yerel özerklik, vb. baskılar, hendeklere gömüldü.
Şimdilik işin bu tarafından bastıran bir tehdit yok.
*
Ademi merkeziyetçilik adlı tehdit, şimdi yerelden değil merkezin ta kendisinden nüksedebilir.
Başkanlık rejiminin kamu yönetimi, yani devlet yapısı, küreselcilik artığı neo-liberal raporların da yardımıyla, adem-i merkeziyetçiliğe sürüklenebilir.
*
Hamarat, iş-gören, daha kurumsal laflarla etkili ve verimli bir yönetim yapısı yaratacağız lafları eşliğinde, geleneksel olarak var olan tek devlet tüzelkişiliği ortadan kaldırılmak istenebilir. Bu yolda, her bakanlığı ve her valiliği ve her kaymakamlığı, devlet bütününün hukuksal parçası olmaktan çıkarmaya, bunların her birine kendine ait ayrı tüzelkişilik vermeye kalkışanlar olabilir. “Kamu yönetimi kurumlarının kendileri özerkleştirilsin; ancak böylece demokratikleşebiliriz” diye fetva veren ‘demokrasici’ler ortalığı kaplayabilir.
Böyle bir siyasetin somut anlamı özetle şudur:
Hukukta idari – adli ayırımı ortadan kalkar; adli hukuk tek kalır; devlet işlemleri de buna tabi olur. Yani, idare sözleşmeleri gibi idareyi/devleti piyasa karşısında daha korunaklı hale getiren devlet hizmeti anlayışı ortadan kalkar. Devletin, her işte tam bir piyasa özel kişisi gibi davranması kuralı benimsenmiş olur. Bir anlamda, devletin bir bütün olarak özel sektörleşmesi….
Devletin merkezi olarak kurumları üzerinde ademi merkezileştirme, yani kurumları özerkleştirme, ortaya çıkaracağı tek-yönetim ve büyük-eşgüdüm sorunları nedeniyle, toprak üzerinde özerkleştirmeleri adeta kendiliğinden çağırır. Yani, pekçok bedelle üzerleri örtülmüş olan hendeklerin üzerleri açılır. Başkanlık rejiminin çelikten demirden sağlam yönetimini kuruyoruz diyenler, Türkiye’yi kendi elleriyle Prens Sabahattinci asit kuyusuna atmış olurlar.
*
Kamu yönetimi, devletin ta kendisi demektir.

Başkanlık rejiminin yönetim yapısını kurmak adına çalışanlara hatırlatırız. 

[BAG, Aydınlık, 10 Ocak 2018]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder