1 Ocak 2013 Salı

Liberal Gericiliğin Savaş Düşkünlüğü


Sabah Gazetesi’nde Hasan Bülent KAHRAMAN adlı yazar, Suriye Kadın Birliği’nin çağrısı üzerine bu ülkeye gitmemizi “ideolojik” ve “suç” oluşturan tavır saymış. Kahraman, sanki hükümete ve savcılarına suç duyurusunda bulunuyor. 2 Kasım 2011 günlü ‘Olmaz, olmuyor, olmayacak’ başlığı koyduğu yazısında diyor ki:
“CHP'li bir grubun Suriye'yi ziyarete gitmesi olacak iş değil. Hayatta olmadığı gibi siyasette de hiçbir şey tesadüf değil.”…“İdeolojik bir tavırdır.”
“Hiçbir şeyin tesadüf olmaması gibi hiçbir şey masum da değildir….. "cereyan eden" ilişkilerin ne türden olduğunu da anlamak kabil….. Güler de onun [Cumhuriyet Mitinglerinin] öncülerinden biriydi. “
CHP kadınları olarak Suriye’ye gitmek ideolojik değil uluslararası siyaset ekseninde siyasal bir tavırdır; bu bir yana… Cumhuriyet Mitingleri hatipliğinin ona göre “masum değil”liğini yazması, yani “suçluya işaret” etmesi ise, Kahramanların yazarlıktan muhbirliğe kanatlanması olsa gerek. Kahramanlar, “cereyan eden ilişkiler”i çözmüş, sürüp giden davaların polislerine pek bir iş bırakmamışlar. Liberaller, Cumhuriyet Mitingleri’ni bir türlü suç kategorisine aldıramadılar; bu büyük tarihsel başkaldırının üzerinden dört yıl geçti, demek ki bazı ‘yazarlar’ hala vazgeçmemişler.
Her ne kadar ilgili yetkililere taze bir hedef gösteriyorsa da, yazının geri kalan kısmını okuyabilenler için bu da çok önemli sayılmaz. Kahramanlar öyle bir dünya görüşünü temsil ediyor ki, kaleminden kan damlıyor, insanın aklı duruyor:
“… Kaddafi kendisini öldürmeye gelenlere ….. …. rejimler devrilsin …. hele bugünden sonra, bunca kan akıtılmışken… …. iki tutuklu kişinin milletvekilliği [ne ki!]… “
Kahraman, Kaddafi’nin linç edilerek öldürülmesine değil de can verirken katillerine söylediği söze takılıyor. Yalnızca Irak’ta 2003 Irak Savaşı’nda 1 milyon sivilin ölümüne, nüfusun %16’nın yer değiştirmek zorunda kalmasına, vb. aldırmadan “rejimler devrilsin” çığlığı atıyor. Tutukluluk sürelerinin akla, vicdana, hukuka aykırı kabul edilemez uzunluğuna hiç aldırmadan “iki” kişilik sorunla durumu geçiştirmeyi vicdanına sığdırabiliyor.
Bu kansever muhbir yazar, bununla da kalmayıp, neyi arzulayıp arzulamadığımızı da bildiğini ilan ediyor:
“… gene asker- bürokrasi ittifakı içinde bir "siyasal dönüşüm"  gerçekleştirmeyi arzuluyorlar.”
“Gene”... Demek ki daha önce böyle bir dönüşüm yapmışız. Yazısından anlaşılıyor; Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki devrimlerden söz ediyor. Kuşkusuz, devrimci dönüşümü arzuluyoruz; ama bunu nasıl ve hangi araçlarla yapacağımız başka bir konu.
Peki kim bu arzulayanlar? Saymaktan da geri durmuyor:
“…. bütün o Cihanerler, Tarhanlar, Aygünler, Gülerler, Haberallarla.. “
Bu “-ler/-lar”, belli ki Kahramanlara hiç hoşlanmadığı birşeyler ifade ediyor. Ne ifade ettiğini bilmemiz kolay değil. Ama bilinen birşey var ki, bu beş isimden ikisi ‘Ergenekon’dan yargılanıyor; böylece yazarın yazısının başında dile getirdiği ihbar da kendisini iyice açıktan ele veriyor.  
Bu isimler bana ise görevini yaparak örümcek ağlarını araştıran ama hiçkimseyi ihbar etmemiş bir savcıyı, hukuk ve vicdanı birleştirmiş bir yargıcı, iş adamını, akademisyeni ve dünya çapında ün kazanmış yurtsever bir hekimi, TBMM’nin 24. Dönem milletvekillerini anlatıyor.
Kahraman yazar, son vuruşu yapıyor:
“Şimdi G.B Yardımcısı da [bu bendeniz oluyorum] tıpkı zamanında Ecevit'in kalkıp, dostum, kardeşim falan dediği Saddam Hüseyin'in ayağına gitmesi gibi Suriye'ye gitmektedir.”
Yazar biliyor mu bilmem, Sayın Bülent Ecevit’in Körfez Savaşı öncesi ve sonrasında Irak’a yaptığı üç ziyarete Milliyet Gazetesi’nin üç yazarı ile foto muhabiri de katılmıştı. Ve o ziyaretlerde Ecevit, Türkiye’nin başına 1991’de sarılan “Çekiç Güç” derdini, Irak’ın kuzeyindeki geçici yerleşim bölgelerinin fiili işgal bölgelerine ve bir devlete dönüştürülme olasılığını, Kerkük sorunuyla Türkiye’nin nereye çekilmek istendiğini anlatmıştı Türkiye’ye ve tüm dünyaya.
Bülent Ecevit, bu ziyaretleri nedeniyle yöneltilen eleştirilere ise şu karşılığı vermişti:
“Irak’ı düşündüğüm için değil, Türkiye’yi düşündüğüm için gidiyorum. Irak’ta tüm ilgili ülkelerin büyükelçilikleri var, yerinden ve doğru bilgi ediniyorlar; Türkiye’nin diplomatik ilişkileri en düşük düzeye indirmesi, hele böyle bir dönemde, akıl alır iş değil!”
Bizler, hem Türkiye’yi hem Suriye’yi düşündüğümüz için gittik Halep, Şam ve Lazkiye’ye. İşgal ve savaş istemediğimiz için, ülkemizde ve dünyada barış için gittik Suriye’ye.
Ve bu yazıyı okuyunca, bir de kana susamış burjuva liberallik kendini gözler önüne sereserpe seriversin diye gitmişiz meğerse…
Olur, oluyor, olacak! Emperyalist savaşlar bitecek, dünya ve Türkiye özgürleşecek.

Not: Bu arada, bu yazıda geçen “keller fodullar mı demek gerekir, bilemiyorum... “ cümlesinin anlamını kendi başına ele aldığımda da bağlam içinde düşündüğümde de çözemedim. Çözen olursa, açıklamasını dinlemekten mutlu olurum. 
 [BAG, 7 Kasım 2011, Ankara, http://www.birgulaymanguler.net/index.php?option=com_content&view=article&id=397&Itemid=129 ]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder