17 Şubat 2016 Çarşamba

STATÜCÜLERİN DİL HİLESİ


PKK ve çevresi, parlamentodaki HDP, iki şeyi birden istiyor. Hem bölgesel özerklik, hem de etnik kimliğe statü.
Bu kesimin bölgesel özerklik isteği, AKP’nin başkanlık rejimi amacına uygun düşüyor. Talep pazarlığa bağlanmış durumda. Çok zaman duyduğumuz gibi, “ver başkanlığı, al özerkliği”!
Etnik kimliğe statü ise pazarlık masasında yok. Çünkü pazarlığı bitmiş, taraflar üzerinde anlaşmış bulunuyor. Öyle ki, anlaşmaya CHP yönetimindeki klik de eklenmiş durumda. Partinin 1 Kasım 2015 seçim bildirgesine ve 2016 Ocak ayında yapılan kurultayında oldu-bittiye getirilen sonuç bildirgesine yazıldı.
Ne anlaşmasıymış bu, diye soran kalmamıştır herhalde. Anayasanın 66. Maddesindeki Türk Vatandaşlığını silip çıkarma ve yerine Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı yazma anlaşması.
*
Etnik kimliklere statü verilmesi, nüfus dairesinde ya da sürücü belgesi veren emniyet dairelerinde yapılan işlemlerle olmuyor. Bu ancak anayasaya yazılarak mümkün olabiliyor. Bu niyet, Yeni Anayasa ısrarlarının birkaç temel nedeni arasında birinci sırada yer alıyor. Anayasada etnik kimliklere statü verebilmek için, önce buna engel oluşturan noktaların temizlenmesi gerekiyor. İlk engel 66 maddedeki Türk Vatandaşlığı. Bireyi devlete bu adla bağlayınca, toplumun siyasal kimliği bir bütün olarak Türk Milleti oluyor.
Dolayısıyla ikinci engel 6. Maddedeki egemenliğin kayıtsız şartsız ona ait olduğu belirtilen Türk Milleti tanımlaması. Anımsanacağı gibi şimdi görevde olan son meclisin açılışında HDP’li Leyla Zana milletvekili yemini ederken bu kavramı bozmaya yeltenmiş, Türkiye Milleti demişti. Tahrifat büyüktü ve bilinçliydi, nitekim yemini geçersiz oldu. Böylece gizli anlaşmaların yönünü de açığa vurdu.
Bu iki maddenin doğal sonucu olarak, statücülerin karşısındaki üçüncü engel 3. Maddedeki dil şartı, Türkçe. Bu maddenin yazımı ilginç; “Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir” diyor. Hem devlet dili, hem resmi dil, hem de ulusal dil Türkçe olarak hükme bağlanmış bulunuyor.
*
On-onbeş yıldan bu yana hazırlanıp masaya sürülmüş çeşitli anayasa taslaklarına bakın, bu cümleye “ifadesi bozuk” diyenler pek çok. ‘Dili Türkçedir’ ne demekmiş, diyorlar. ‘Kimin dilinden söz edildiği belli değil’, diyorlar. Resmi dil mi, devletin dili mi, milletin dili mi açık ve güzel bir ifadeyle yazalım, diyor ve ‘güzel yazı’ derdinde imiş gibi konuşuyorlar.
Oysa madde açık. Devletin dili, Türkiye’nin resmi dili, toplumun ulusal/milli dili Türkçe’dir; ifadede hiçbir belirsizlik yok.
Zaman zaman ‘bunlar birbirinden farklı şeyler’ diye bilgiçlik taslayanlar ortaya çıkıyor. Örneğin Sovyetler Birliği’nde birliğin parçaları arasında ortak kullanılan dile (Rusçaya) “resmi dil” denirken, cumhuriyetlerin her birinde kullanılan dile (Kırgızca, Gürcüce gibi) “devlet dili” denmiş. Devlet dili, o devlette çoğunluk ya da baskın durumda olan etnik topluluğun dili olarak ulusal/milli dil unvanı alırken, diğerleri yerel dil ya da anadili olarak kabul edilmiş.
Olabilir. Federasyon tipinde örgütlenmiş bir yapı elbette farklılık gösterir. Türkiye bir federasyon değil. Üniter bir devlet. Öyle olduğu için de, bu tür bir uygulama gerekli değil.
Devletlerin tiplerine göre farklılık gösteren ve mevcut siyasal kuruluşun özünü yansıtan bir ifadeyi, “belirsiz ifade” ya da “kötü ifade” gibi göstermeye çalışmak, herkesi aptal yerine koymaktan başka bir şey değil.
*

Yeni Anayasacılık herşeyi karman çorman ederek yol almaya çalışıyor. Acaba suçluların telaşı içinde oldukları için mi böyle yapıyorlar? Yoksa, güttükleri amaçların halk tarafından hiddetle reddedileceğini bildikleri için mi kurnazlık ediyorlar? Belki de büyük bir bölümü nereye sürüklendiğini bilmiyor, içlerinden bir avuç insan ne yaptıklarının farkında… 

(BAG, Aydınlık Gazetesi, 17 Şubat 2016) 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder