10 Şubat 2016 Çarşamba

YENİ ANAYASACILIĞA KARŞI TEMEL SAVLAR

MİLLİ ANAYASA HAREKETİ

Milli Anayasa Hareketi, Ankara'da 31 Ocak 2016 günü TBMM eski başkanvekili Hasan Korkmazcan başkanlığında toplanmış ve 10 Şubat 2016 günlü basın toplantısıyla 21 kişilik Yönetim Kurulu tarafından etkinliklerine başladığı  duyurulmuş olan bir yurttaşlık girişimidir. 

Hareketin "yeni anayasa" adı verilen siyasal sürece ilişkin görüşleri, aşağıdaki metindedir. 


YENİ ANAYASA SALDIRISINA KARŞI TEMEL SAVLARIMIZ

1.      Ülkemizin karşı karşıya olduğu sorunlar, anayasa ile ilgili değildir. Halkımızın gündeminde anayasanın topyekun değiştirilmesi diye bir madde yoktur. Yeni Anayasa gündemi, çeşitli siyaset çevrelerince ortaya atılmış, zorlama ve yapay bir gündemdir.

2.      Ülkemizi böyle bir zorlama ile karşı karşıya bırakan çeşitli siyaset çevrelerinin, “neden yeni bir anayasa gerekir” sorusuna tatmin edici yanıtları yoktur.

a)      Mevcut anayasanın “darbe anayasası olduğu için artık değiştirilmesi gerektiği” şeklindeki gerekçe, dayanaksızdır. Mevcut anayasada 7 Kasım 1982 tarihinden bu yana 17 ayrı yasayla yapılmış olan değişiklikler sonucunda “darbe anayasası” özelliğinin ortadan kalkmış olduğu, herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir.

b)      Anayasadaki değişiklikler sivil iktidarlarca yapılmış, mevcut anayasanın “askerlerce yapılmış anayasa” olma özelliği de ortadan kalkmıştır.

c)      “Bir sivil anayasa yapılmalıdır” şeklinde dile getirilen sözde gerekçe, anlamsızdır. “Siyasal anayasa” gibi bir anayasa türünden söz etmek nasıl saçma olursa, “sivil anayasa” diye bir türden söz etmek de öyle saçmadır. Bu söz bir kod gibi kullanılmakta, bu tavır Yeni Anayasa hedefi peşinde koşanların gerçekte başka amaçlar güttükleri konusunda haklı kuşkulara neden olmaktadır.

d)     Bütün toplumun ve ülkenin kaderini belirleyecek anayasa gibi temel bir düzenlemenin, açıklık ve şeffaflıktan yoksun bir uslupla ve halkı kandırma usulüyle değiştirilmeye çalışılması kabul edilemez.

3)      Anayasalar, ancak, toplumun tümünü temsil edecek güçte olan “kurucu meclis”ler eliyle yapılabilir.

a)      Çağdaş toplumlarda olağan parlamentoların görevi anayasa yapmak değil, yasa yapmaktır. Bu nedenle, dönem sayısı 26 olan mevcut Meclis, anayasa yapma yetkisine sahip değildir.

b)      Üstelik bu Meclis’in “temsilde adalet” ilkesine göre kurulmadığı, 1982 Anayasası’nın getirdiği yüzde 10 barajıyla “yönetimde istikrar” kaygısına göre kurulduğu bir gerçektir. Toplumun tümünü temsil etme özelliğinden dahi yoksun olan olağan bir meclise anayasa yaptırılmaya kalkışılması, kabul edilemez.

4)      Anayasa değişikliği, anayasanın bazı hükümlerinde, esasına sadık kalarak, bazı değişiklikler yapmak demektir. Yeni anayasa ise, yürürlükte olanı kaldırıp atmak, anayasanın tümünü sil baştan yazmak anlamına gelir. Mevcut Anayasa’nın “ilk dört maddesine dokundurtmayız” diyen birinin “yeni anayasa gerekir” demesi ya anlamsızdır ya da böyle söyleyen kimseler samimiyetsizdir. CHP ve MHP, bu bakımdan durumlarını gözden geçirmelidir.

5)      “Anayasa’nın ilk dört maddesine dokundurtmam” siyaseti, Türk ulusçuluğunu “parçalayıcı ruh” ilan edip buna savaş açtığını açıkça dile getiren “Yeni Anayasa” siyaseti karşısında, yetersiz ve aldatıcıdır.

a)      İlk dört madde, devlet ve toplum örgütlenmemizin en genel temel ilkelerini içerir. İçleri, Anayasa’nın kalan bölümündeki ilgili maddelerce doldurulmuştur. Bunlar değiştirildiğinde, ilk dört madde birer askıya döner.

b)      İlk dört maddeye dokundurtmam diyen kişi, din ve vicdan hürriyetine ilişkin hükümlerde mezhepleri ve inançları devlet yönetiminde statü sahibi haline getirecek tüzelkişiliklere büründürmeye izin verecek olursa, Madde 2’de yalnızca adı geçen ama mekanizmaları başka maddelerde kurulan (laik devlet) ilkesi boşa düşer.

c)      İhvancı ve etnikçi çevrelerin ön aldığı bir Yeni Anayasacılık saldırısı karşısında “ilk dört maddecilik”, basitçe ve açıkça laf ebeliğidir. Yeni Anayasa siyasetini meşrulaştırmak ve bu siyasete ortak olmaktan başka bir işe yaramaz.

6)      AKP, CHP, HDP tarafından, kendi partilerinin siyaset belgelerinde ilan ettikleri “anayasal vatandaşlık/eşit vatandaşlık anlayışına dayalı yeni anayasa yapmak” hedefi, halkın önünde somut biçimde açıklanmamakta, dolambaçlı ifadelerle dile getirilmektedir.

a)      Anayasal/eşit vatandaşlık zihniyeti, AKP çevresi tarafından “kavmiyetçiliğe ve her türlü milliyetçiliğe karşı olmak” diye anlatılırken, HDP çevresi tarafından “demokratik millet” etiketiyle propaganda edilmekte, CHP yöneticileri ise bunu Kürt Sorunu adını verdikleri sorunun çözüm yolu olarak gördüklerini yazıya dökmektedir.

b)      Anayasal/eşit vatandaşlık adı verilen anlayış, bireysel eşitlik anlayışı değildir. Bu, etnik topluluklara anayasal statü vermek anlayışıdır. Sözü edilen eşitlik, etnik topluluklar arasında eşitlik anlamına gelmektedir. Buna göre “Türk”lük bir etnisitenin adıdır; ulusal-siyasal kimlik haline getirilmiş olması, diğer etnisiteler açısından eşitsizliğe yol açmıştır. Bunun için mevcut Anayasa’nın 66. Maddesinde bireylere verilmiş olan Türk Vatandaşlığı statüsünün ortadan kaldırılması; 6. Maddesinde Türk Milletine ait olduğunu ilan edilen egemenlik hakkının Türk Milletinden alınması; etnik-yerel anadillere resmi-dil statüsü verilmesi amaçlanmaktadır. Nitekim adı belirtilen üç parti, anayasadan Türk vatandaşlığı statüsünün silinmesinde ve yerine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı yazılmasında anlaşmışlardır. Bu değişikliği, etnik kimliklere statü vermek ve anadilleri resmi-dil statüsüne yükseltmek için zorunlu görmektedirler.

c)      Anayasal/eşit vatandaşlık adı verilen, gerçek adı “etnik vatandaşlık” olan bu anlayış, toplumu etnik kompartımanlara bölmeyi talep eder. Bireysel hak ve özgürlükleri bu kompartımanlara hapsederken, toplumsal bütünleşmeyi olanaksız hale getirir. Bu soruna karşı, HDP ve benzerleri hiçbir çözüm öngörmeyerek amaçlarının etnik ayrılıkçılık olduğunu gösterirken, AKP’nin çözümü “ümmet siyaseti”nden ibarettir. Etnik vatandaşlık, her iki durumda da, yurttaşların eşitliğine ve özgürlüğüne yönelik büyük bir tehdittir.

d)     Yeni Anayasacı cephe, “Türk”lüğün bir etnisite olduğu iddiasında büyük bir yanılgı içindedir. Ülkemizde “Türk”lük bir etnik grubu değil, genetik kökenden ayrı olarak bireyler hangi etnik kökenden gelirse gelsin, kurulmuş olan büyük siyasal birliğin kendisini, ulusu/milleti ifade eder. Bu sıfatımız etnik kökenlerimizi de inançlarımızdaki farklılıkları da yok saymaz, kucaklar.

e)      Bizce Türk vatandaşlığı, devlet ile birey ilişkilerinin etnik köken, din, mezhep, her türlü inanç, düşünce farklılıklarından özgür kılınmasını ve hem bireylerin devletle hem de birbirleriyle olan ilişkilerinde bireysel eşitliğin güvence altına alınmasını sağlayan en temel mekanizmadır.

f)       Türk vatandaşlığı statümüz, ülkemizde egemenlik ve dünyada bağımsızlık hakkının Türk Milleti’ne ait olmasının doğrudan ve zorunlu sonucudur. Bu statü aynı zamanda, birey olarak devletle ilişkilerimizin nasıl düzenleneceğini gösteren bir yapı taşıdır. Anayasa’nın 66. Maddesinde yer alan Türk vatandaşlığının kaldırılması, Anayasa’nın 6. Maddesini yani Türk Milletinin egemenlik hakkını da ortadan kaldırır. Bu ise, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri arasında yer alan 3. Maddesinin, “Türkiye Devleti … milleti ile bölünmez bir bütündür” hükmünün içini boşaltmak demektir.

g)      Bu nedenlerle, “anayasal/eşit vatandaşlık” adı verilen zihniyete dayanacak bir Yeni Anayasa yapmaya çalışmak, “Bölücü Anayasa” yapmaya kalkışmak demektir. Bizim anlayışımız yurttaşların eşitliğidir; bu, hem bireysel eşitlik ve özgürlüğün hem de toplumsal bütünleşmemizin biricik yoldur.  

7)      Yeni Anayasacı cephe, değişik tonlamalarla “özerklik” adını verdikleri yeni bir devlet örgütlenmesinden söz etmektedirler. Bu bakımdan aralarında bir dil birliği bulamamış görünmekle birlikte, AKP, CHP, HDP “Yerel Yönetimler Özerklik Şartındaki çekincelerin tümüyle kaldırılması”ndan söz etmektedirler.

a)      Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, Yeni Anayasacı cephenin elinde bir tür siyasal oyun aracı, siyasal şifredir. Bu şifre HDP’nin elinde bölgesel özerklik/egemenlik rejimini anlatırken, CHP’nin elinde hem Avrupa’ya hem de etnik bölücülüğe gösterilen bir uzlaşma niyeti göstergesidir. AKP’nin elinde ise, hem etnik bölücülüğün isteklerini yerine getirebilecek, hem de federal örgütlenme gerektiren “başkanlık rejimi” isteklerine hizmet edebilecek bir araç olma potansiyeline sahiptir.

b)      Türkiye’nin, Yerel Yönetimler Özerklik Şartında görünürde 10, gerçekte 2 çekincesi vardır. AKP 2004-2005 yıllarında çıkardığı yerel yönetim yasalarında getirdiği hükümlerle çekincelerin 8’ini karşılayacak yasa değişiklikleri yapmış, siyaseten yaptığı hesaplar nedeniyle, bunları Bakanlar Kurulu kararı alıp Avrupa Konseyi’ne bildirme işlemini gerçekleştirmemiştir. Gerçek anlamda çekince koyulmuş paragraf sayısı 2 ile sınırlıdır. Bunlardan biri idari [Şart md. 8/3], diğeri mali [Şart md. 9/4] federalizm olarak adlandırılabilecek hükümlerdir. Avrupa Konseyi heyetleri, Türkiye’nin, Şart’ın bu paragraflarını uygulama yükümlülüğünü üstlenebilmesi için, Anayasa’nın üç maddesinde subsidiarite adını verdikleri yerellik ilkesi yönünde temel bir tercih değişikliğine gitmesini istemişlerdir: (1) Anayasa’nın mahalli idareleri düzenleyen 127. Maddesindeki “idari vesayet” kurumunun yeniden tanımlanması. (2) Buna bağlı olarak “idarenin bütünlüğü” ilkesini getiren 123. Maddesinde bu ilkeyi yerel özerklik lehine değiştirmesi. (3) Kamu maliyesinde gelir sisteminin esaslarını belirleyen “vergi ödevi” başlıklı 73. Maddesinde yerellik lehine bir denge kurması.

c)      Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı, devletler arası bir sözleşme olarak, 1993 yılında sakatlanmış bir metindir. 1985 yılında imzaya açılmış, Türkiye tarafından 1992 yılında onaylanmıştır. Ancak Avrupa Konseyi tarafından 1993 yılında yoruma tabi tutulmuş ve Şart’ın bir bütün olarak “subsidiarite” adı verilen “yerellik ilkesi” esprisi temelinde anlaşılması gerektiği karara bağlanmıştır. Bu, devlet örgütlenmelerini idari ve mali federalizm zihniyeti doğrultusunda reforma uğratmayı gerektiren bir yorumdur. Bu yorum değişikliği, Türkiye’ye, Şart’ın ülkemizin ihtiyaçlarına uygun olup olmadığı yönünde yeniden değerlendirilmesi hakkını veren bir gerekçedir.

d)     Dünyanın, kıyısında yer aldığımız Orta Doğu Bölgesi’nin, ülkemizin içinde bulunduğu bugünkü koşullarda yapmamız gereken şey, Şartın çekincelerini kaldırmak değil, aksine Şart’ı bir bütün olarak yeniden değerlendirmek üzere, verdiğimiz tüm taahhütleri geri çekmektir.

8)      Yeni Anayasacı cephede PKK ile çevresindeki yasal siyasal parti ve hareketler, silahların ve hendeklerin eşliğinde, çeşitli kasaba ve kentlerimizde “özerklik – özyönetim ilanları” yapmıştır. Bu ilanların öncesinde ve sonrasında, Oslo Müzakerelerinde ve 2011 Anayasa Uzlaşma Komisyonuna HDP tarafından verilen resmi önerilerde, Türkiye’nin bölgelere ayrılması pazarlık konusu yapılmıştır.

a)      PKK ve çevresinin bölgesel özerklik talebi, yalnızca güneydoğu bölgemizde değil, ülkemizin tümünde “bölgesel özerklik” esasına geçilmesini istemektedir. Bu istek, Anayasa’nın 126. Maddesinde öngörülen “illere göre” merkezi/mülki yönetimin ortadan kaldırılması anlamına gelir.

b)      Türkiye Cumhuriyeti devlet yapılanmasının bu yönde değiştirilmesi, federal örgütlenmeye geçilmesi anlamına gelir. Bu durumda, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri arasında yer alan ve “üniter devlet ilkesi”ni öngören 3. Maddesindeki “Türkiye Devleti ülkesi ile….. bölünmez bir bütündür” hükmünün içi boşaltılmış olur.

c)      Bu nedenlerle, çeşitli tonlardaki “özerklik” zihniyetine dayanacak bir Yeni Anayasa yapmaya çalışmak, “Bölücü Anayasa” yapmaya kalkışmak demektir.

9)      AKP’nin ve Cumhurbaşkanının Yeni Anayasa gerekçesi olarak ilan ettiği “Başkanlık Rejimi” talebi de, diğer konular gibi, özellikleri ve niteliği açıkça dile getirilmeyen kapalı ve karanlık başlıklardan biridir.

a)      Türksüz anayasa yapmaya kalkışmış bulunan AKP yetkililerinin “Türk tipi başkanlık rejimi”nden söz etmeleri, samimiyet yoksunluğunun çarpıcı örneklerinden biridir.

b)      Başkanlık Rejimi talebi, 12 Eylül Ruhu’nun muradına erdirilmesi isteğidir. 12 Eylül darbesinin getirdiği temel “yenilik”lerden birinin, güçlü cumhurbaşkanı – güçlü yürütme rejimi olduğu tarihsel bir gerçektir. Bu rejim, AKP iktidarının 2007 yılında düzenlediği referandum sonucunda cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini anayasaya geçirmesiyle birlikte bir adım daha güçlenmişti. Şimdiki Başkanlık Rejimi niyeti, 12 Eylülcü mantığı sonucuna ulaştırmaktadır. Bu durum, “darbe anayasasını ortadan kaldırmak”tan söz edenlerin, aslında o anayasanın genişletilmesinden yana olduklarını gösterir.

c)      Başkanlık Rejimi, ABD örneğinde gibi hem yasama – yürütme – yargı gibi temel devlet kuvvetlerinde ayrılığı, hem de devletin toprak üstünde federe örgütlenmesiyle egemenliğin paylaşılmasını gerektirir. Bu durumda Başkanlık Rejimi’nin, PKK ve çevresi tarafından istenen “bölgesel özerklik” için bir kılıf oluşturduğu açıktır.

d)     Başkanlık Rejimi, siyasal ümmetçiliğin “Türk Milleti kavmiyetçiliğin zeminidir; yok edilmelidir” inancı ile birlikte gündeme gelmektedir. Bu, yalnızca devletin yapısında değil, toplumun yapısında da çok-parçalılık yaratmak demektir. Böyle bir yapıda karşımıza çıkacak en güçlü olasılık, tüm siyasal iktidarın hakim oligarşik gruplara ve bunların arasını bulacak pazarlıkçı bir “tek adam”a devredilmesidir.

e)      Başkanlık Rejimi, siyasetin ve yönetimin aktörlerini çoğullaştıracakmış görüntüsü verir. Ancak bu bir yanılgıdır. Hem kuvvetleri hem de toprak üstündeki egemenliği çoğullaştıran görüntü, merkezi ve yerel düzlemde en kuvvetli oligarşik hakim grupların denetimsiz iktidarını sağlar. Hem iktisadi hem siyasi gücün bu kadar dengesiz dağıldığı Türkiye gibi bir toplumda bu model, Cumhuriyet’le birlikte yeşertilip yetiştirilmiş her türlü demokratik kazancı ortadan kaldırmaya yol açacaktır.

f)       Türkiye’nin toplumsal ve siyasal gerçekleri ile sahip olduğumuz deneyim, ihtiyacımızın parlamenter rejim olduğunu açık bir biçimde göstermektedir. Başta 12 Eylül artığı yüzde 10’luk barajların kaldırılması ve siyasal sistemin tıkanmış damarlarının açılması, sorunlarımızı çözmek için doğru ve verimli başlangıçtır. Başkanlık Rejimi gibi yıkıcı maceralardan vazgeçilmesi, zorunluluktur.

10)  Yeni Anayasacılık, hiçbir egemen ve bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği ölçüde, AB ve ABD merkezlerinden yönlendirilmektedir. AB, küreselci dönemde yaygınlaştırılan ‘uluslararası hukukun iç hukuktan üstünlüğü’ gerekçesini kullanmakta, ABD ise diplomatik çizgileri de aşarak doğrudan emredici müdahalelerle kendini göstermektedir.

a)      Bu çevrelerin Türkiye’nin kaderini belirlemekte ve iç işlerine müdahalede sergiledikleri devletlerarası hukuka ve diplomasi kurallarına aykırı çabalarına son vermek, Türkiye’nin hakkı ve yöneticilerinin görevidir.

b)      Bu çevreler, küreselcilik dönemiyle birlikte, başka ülkelere anayasa yazmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Turuncu devrimlerinin de açık askeri işgallerinin de ayrılmaz parçası, hedef aldıkları ülkeler için yeni anayasalar yazmaktır. Türkiye, bunların heveslerini kursaklarında bırakacaktır.

11)  Dünya genelinde ulusal devletin yükseliş çağı yeniden başlamıştır. Yeni Anayasacılık, artık çökerek kapanmış bir devrin geç kalmış dalgasıdır. Bu dalga kendi üstüne kapanıp kırılmaya mahkumdur. Türkiye, yurttaşların eşitlik ve özgürlüğü, Türk Milletinin egemenliği ve bağımsızlığı savaşına, 1923’te olduğu gibi, bir kez daha öncülük edecektir.

12)  Milli Anayasa Hareketi bu anlayış ve savlarla, gayrımilli bölücü yeni anayasa saldırısına karşı, kararlılıkla mücadele etmeye hazırdır.


10 Şubat 2016

Milli Anayasa Hareketi Yönetim Kurulu

3 yorum:

  1. Süpe.bu konuda böylesine derin bilgilere ihtiyacım vardı.teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Her sözcüğüne her kelimesine yürekten katılıyorum...Ancak sorun..Cehaletin bu kadar esir aldığı, biat kültürüne sahip, ve büyük çoğunluğunun değer yargılarını kaybetmiş olduğu bir topluma bunun nasıl anlatılacağıdır..Acı ama gerçek bu..

    YanıtlaSil
  3. Her cümlesine,her sözcüğüne yürekten katılıyorum..Ancak sorun..Bunun, biat kültürüne esir olmuş,cehaletin ve bilgisizliğin esir aldığı , büyük çoğunluğunun değer yargılarını kaybetmiş olduğu bir topluma nasıl anlatılacağıdır..Acı ama gerçek olan budur.

    YanıtlaSil