MUZAFFER İLHAN ERDOST, 22 Mayıs 2013, Cumhuriyet Gazetesi
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/millet-milliyet-cehalet-423182
Prof. Dr. Birgül Ayman Güler’in, “Türk
ulusu ile Kürt milliyeti eşit değildir” sözünün tartışma konusu
yapıldığı bugün de belleklerde olmalı. Prof. Güler, bir kısım medyada
ırkçılıkla karalanmak istenmiş, Başbakan Erdoğan, Güler’in, “ulus
ile millet kavramını birbirine karıştırdığını”, “ülkemizdeki Türk için millet,
Kürt için ulus” dediğini, “millet”in Arapça, “ulus”un
öztürkçe olduğunu söyleyerek, üniversite kürsüsünden, bilim adamlarını, “imam” olarak
irşad eylemişti.
Oysa Prof. Dr. Güler, “Türk
milleti” ile “Kürt ulusu” karşılaştırması
yapmamış, “Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit
değildir” demiş, bir başka deyişle, “ulus” ile “milliyet”in
nicel ve nitel olarak eşit olmadığını söylemişti. Erdoğan’ın söylemiyle “ülkemizdeki
Türk için millet, Kürt için ulus” denmemiş, böyle cahillikler
yapılmamıştı.
Ne demek “ülkemizdeki Türk milleti” ve ne demekti “ülkemizdeki
Kürt ulusu”? Türkiye Cumhuriyeti, Türk milletinden ve Kürt ulusundan
oluşuyorsa, bu, nasıl bir ulus ve bu nasıl bir milletti!
İkincisi, Prof. Güler’in söyleminden ırkçılık türetilebilir miydi ve bu, Nazi
ırkçılığıyla özdeşleştirilir, Güler Ayman, faşist olarak nitelendirilebilir
miydi? Fahri doktora unvanını aldığı kürsüden, Erdoğan, “kendisini
güçlü olarak görenin ırkını yüceltmesi ne kadar tehlikeliyse, kendisini mağdur
olarak görenin de ırkını yüceltmesinin, ırkını bir ayrımcılık unsuru olarak
kullanmasının o kadar tehlikeli olduğunu” söylemiş, “Türk
ulusu ile Kürt milliyeti eşit değildir” sözünden, Türk ırkının
yüceltilmesi sonucunu çıkarmış, yeni “Babıâli esnafı”, bu
yorumun üzerine, Hitler’in “üstün ırk” tabelasını
çakmıştı.
Zavallı ülkem! Başbakanı, “millet” ile “milliyet”i
aynı şey sayıyor. Kendi sözleriyle söyleyelim “içerikten haberi yok”.
“Millet”in Arapça kökenli olduğunu biliyor ama, “milliyet”in “millet” olmadığını
bilmiyor. Hatta “milliyet”in ayırdında bile değil. Üstelik, ulusu
ırk ile özdeşliyor.
Türk ulusu, ulus olarak kendi
bünyesindeki etnik topluluklardan doğası gereği nicel olarak büyüktür. Ulus,
nitel olarak tarihin derinliğinden gelen ve ırksal özellik, dil, inanç
bakımından farklılaşan milliyetten, tarihsel bir kategori olması açısından
farklıdır.
Bir ulus birimi olarak Türk ulusunun
bünyesinde, Kürt etnik topluluğu, ulustan (Türk ulusundan) sayıca, yani nicel
olarak küçüktür söyleminden, Kürtleri, “mağdur” bir ırk olarak
ve sayıca çok olması açısından, Türkleri ırk olarak yüceltmek anlamı çıkarılabilir
mi? Ulus, bir ırk topluluğu mudur? Irkların birliğinden mi oluşur? Ulus,
birbirinden farklı uluslardan mı oluşur? Yoksa Türk milliyeti ile
Kürt milliyetinden mi oluşur, yani milliyetlerin ortak birliği
midir?
Ulus’un tarihsel bir kategori olduğu bilinir. Stalin, Marksizm
ve Ulusal Sorun’da, ulus’un, toplumların gelişmesinin belirli dönemlerinde,
özellikle kapitalizmin şafak vaktinde oluşmaya başladığını belirtir ve “Ulus,
tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini
kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliği” olarak
tanımlar.
Ulusun oluşum süreci
Ben, Ulus, Uluslaşma,
Demokratikleşme’de, ülkemize uyarlayarak, ulusun oluşum sürecini ve
niteliğini açımlamaya çalışmıştım:
“Ulus, bireylerin, belirli sınırlar içersinde, boy gibi, kabile ve aşiret
gibi birliğe kan bağıyla bağlı olmaktan; köleci ve feodal birliğe bedensel
bağlılıktan (bağımlılıktan), tarikat, mezhep, din gibi bir birliğe inançsal
bağlarla bağımlı bulunmaktan, toplumsal ölçekte kurtulmalarının, yani özgür
bireyler haline gelmelerinin maddi temelini oluşturan ekonomik
bütünleşme üzerinde, siyasal olarak örgütlendiği birliktir.”
Kısacası ulus, boy, soy, kabile ya da aşiretlerin, feodal ve yarı-feodal
birimlerin, tarikat, cemaat, mezhep ve dinlerin birliği değil, geleneksel
bağlardan ve bağımlılıklardan kurtulmuş özgür bireylerden oluşan, ekonomik
temel üzerinde, siyasal örgütlenme biçimidir. Ulus, eşit ve özgür yurttaşların
birliğidir. Toplumların gelişme düzeyine, tarihsel ve toplumsal konumuna göre farklı
biçimler alır, insanlığın gelişme sürecinde temel öğeler kalmakla birlikte,
sürekli değişir. Bu değişme, ileriye doğrudur.
Rahatsızlık neden?
Ulusun oluşmasında, tarihsel süreç
açısından bir ya da birkaç kavim öncü rol oynayabilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurulmasında, bin yıla yaklaşan süreçte devlet kurmuş, imparatorluk olarak
etnik bakımdan olduğu kadar, din ve mezhep bakımından birbirlerinden farklı,
hatta birbirlerine hasım toplulukları bir arada yönetmiş bir imparatorluğun
bünyesinde oluşan ve gelişen kadrolarının, işgal edilmiş öz yurdunu kurtaran
Türklerin, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş olmaları ve onların bu devlete “Türk
Devleti” adını vermiş olmaları, kimi, niçin rahatsız ediyor! Kuşkusuz,
Türkiye Cumhuriyeti, yalnız Türk kavminden gelenlerin değil, bazı
araştırmacıların ellinin üstüne çıkardığı birbirinden farklı kavimlerin
birliğinden oluşur. Ama soy, kavim, etnik topluluk, aşiret, kabile, beylik
olarak değil, toprak sahibine, aşiretine, tarikatına bağlı ve bağımlı olsa da
varsayımsal olarak, yani yasa açısından özgür ve bu anlamda eşit yurttaşlar
olarak ulus birliğini oluştururlar.
Etnik adlandırma, çok dikkat edilsin, Türk etnisitesinin Türkiye Cumhuriyeti
sınırları içersinde kalacak olan öteki etnik toplulukları ya da bireyleri
baskılama anlamında değil, bütün üyelerinin eşitlendiği, etnik adlarını
koruyarak, ama bir etnik topluluğun değil ulusun üyesi Türk
olarak adlandırılırlar. Kimliklerinde, etnik kimlikleri değil, ulusun üyesi
kimliğini taşırlar.
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze, örnek alınan Batı Avrupa’da, uluslar, ulusu
kuran öncü kavmin adıyla adlandırıldılar. Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan
ulusu gibi. Ama hiçbiri saf ve tek bir ırktan, etnisiteden oluşmuyordu. Birinci
Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan, emperyalist paylaşımdan pay almak şöyle dursun
bu emperyalist devletler tarafından paylaştırılan Almanya, Nazi Almanyası
olarak, üstün ırk kuramını, faşizmin ve faşist yayılmacılığın kaidesine
oturttuğu zaman, Türkiye’de, aynı anlamda, ırk üstünlüğünü esas alan eğilimler
kitleselleşmeye başlamıştı. Türk Ocakları, Mussolini’yi kılavuz
olarak bayraklaştırmak istedi. Kemal Atatürk, kurduğu Türk
Ocakları’nı kapattı, ulus kültürünün kadrolarını, köyde, kasabada, kentte
oluşturacak Halkevleri’ni kurdu.
Atatürk’ün sözleri
Irk ayrımcılığı söz konusu olduğunda,
özellikle üstün ırk kuramına dayalı olarak Hitler ve Mussolini’nin Kuzey
Afrika’daki vahşetlerini gördüğü zaman, “Bu hayvanların dünyasında
yaşamış olmaktan utanç duyuyorum!” diyen Kemal Atatürk, Diyarbakır’da
yayımlanan Diyarbekir gazetesinin sahibine Dolmabahçe
Sarayı’nda verdiği demeçte, “Diyarbekirli, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu,
İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evletleri, hep aynı cevherin
damarlarıdır.” (Cumhuriyet, 5.10.1932) söylemiyle, yalnızca
ırkçılığı değil, ırk ayrımcılığını da yadsımıştı. Irkları coğrafya ile
adlandırarak, hepsini, aynı ırkın, aynı cevherin parçaları olarak nitelemiş,
yalnızca ırkçılığı değil, “üstün ırk” kuramını da tarihin
hurdalığına atmıştı.
Ulusa gelince, ulusun üyelerini, Türkiye
Cumhuriyeti’ne yurttaşlık bağıyla bağlı olanları Türk olarak nitelerken, etnik
kökeni Türk olanlar Türktür demedi. Çünkü ulus, etnik toplulukların etnik
özelliklerinin birliği değil, özgür bireylerin yurttaşlık bağıyla bağlı olduğu
ulusun üyeleridir. Ulus, ne tek bir etnik topluluğun ulus adını almasıdır, ne
de etnik toplulukların koalisyonudur. Ulus, etnik özelliklerin silindiği, yeni,
siyasal, toplumsal ve ekonomik açıdan modern bir birimdir.
1990’da, İnsan Hakları Derneği Ankara
Şube Başkanı olduğum dönemde yazdığım Ulus, Uluslaşma,
Demokratikleşme(1) de, ulusun ileriye ve geriye doğru birbirine karşıt
iki yönelimine değinmiş, şunları yazmıştım:
Bugün, “ulus” birliği (birimi) içinde etnik gibi, dil, din, mezhep gibi
farklılıkları, geriye doğru derinleştirerek karşıtlığa ve dolayısıyla
düşmanlığa dönüştürmek de, bu farklılıkları geçmişten gelen özellikler ve
zenginlikler olarak algılayarak insanlığın gelişmesinin dinemiğine dönüştürmek
de olanaklı.
Geçen on yıl içinde, ABD emperyalizminin “büyük
sopası” altında, Türkiye, değil komşularına, arkadaşlarına,
kardeşlerine, kendine de düşmanlaştırıldı; ulus ve ulusallık paspas yapılmaya
çalışıldı.
Emperyalist kuşatmaya ve köleleştirmeye
karşı, ulus olarak varlığını ve bağımsızlığını korumanın büyük duvarı “ulusal”lığı
paspas yapmaya kalkışanlar, ABD’nin “büyük sopası” sırtlarında,
ulusu paspas yapanlar, ulusu ulus olarak çiğnemeye yeltenenler, unutulmasın,
ulusun paspası olmaya er ya da geç yargılıdırlar.
TİHAK / Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başkanı
Cumhuriyet 22.05.2013