29 Eylül 2015 Salı

ÖZERKLİK HİKAYESİ



Ülkemizde etnik bölücülük güdenler iki koldan iş görüyorlar.

Bir kolları toplumu, yani milleti etnik gruplara bölmek ve bunu anayasaya yerleştirmek için gayrette.Milliyetlere ve etnik gruplara siyasal kimlik verdirmeye, bunu yapabilmek için de, Anayasa'daki Türk vatandaşlığı sıfatını sildirmeye çalışıyor. Bunu kendine ana hedef yapmış olan partileri HPD –Halkların Demokratik Partisi. Partinin adı, hedefiyle uyumlu.

Öbür kolları ise toprağı, yani ülkeyi özerk bölgelere ve yapabilirlerse federe parçalara bölmek için uğraşıyor. Bunu becerebilmek için kurdukları ve başkanlığını kazandıkları belediyeleri adı altında topladıkları diğer partileri DBP –Demokratik Bölgeler Partisi. Bunun da adı üstünde, biri “halklar” ile uğraşırken, öbürü “bölgeler” ile uğraşıyor.

***

Milletten “ümmet”i anlayan AKP, toplumu bölme ve Türk milletini ortadan kaldırma amacıyla çalışan birinci kolla uzlaşmıştı. Aklınca ülkede yine birlik kuracak, ama bu “islambirliği”olacaktı. Bunun için Anayasa değiştirilecek, Anayasadan Türk vatandaşlığı çıkarılacak, yerine TC vatandaşlığı getirilecekti. Böylece etnik gruplara (“halklara”) kimlik ve statü vermenin kapıları açılmış olacaktı. Yeni CHP´nin yönetimi buna “tamam” demişti, genel başkanı televizyondan söylemişti, bunu “çatı Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı” diyerek açıkça dile getirmişti. “Çözüm süreci” adını verdikleri şey buydu. Oyunları bozuldu.

***

Türk ulusal birliğini ortadan kaldırma hedefine varmanın pek güç olduğu ortaya çıkınca, ikinci kol başrole soyundu. Şubat 2014´te o zamanlar adı BDP olan partinin genel başkanı, şimdi HDP´nin başındaki Demirtaş şöyle demişti:
"Seçimden sonra sadece fuar ya da kültür merkezi inşa etmeyeceğiz. Asıl inşa edilecek şey demokratik özerkliktir. Bu halk artık kendisini yönetme aşamasına geldi. Muhtarlar, mahalle meclisleri vs. Anadilimizde, lehçelerde Arapça, Ermenice, Süryanice hizmet alma noktasına geldi. Bunları yapmak için devleti bekleyemeyiz. Halkımızın ana dilinde eğitimi olacak, ders kitapları olacak. Devleti bekleme zorunda değiliz.”
Bundan bir buçuk yıl sonra, Ağustos 2015´te PKK, güney doğu Anadolu´nun kimi kent ve kasabalarında “özerklik ilan etti. Açıklamalarında şöyle dediler: 
“… kentte bulunan devletin tüm kurumları bizim için meşruiyetini kaybetmiştir. Bu şekli ile devletin hiçbir atanmışı bizi yönetmeyecektir. Bundan sonra halk olarak öz yönetimimizi esas alarak, demokratik temelde yaşamımızı inşa edeceğiz. Bundan sonra da tüm saldırılar karşısında demokratik öz savunmamızı gerçekleştireceğiz.”
***
AKP buna Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı´yla çoktan çiçek atmıştı. Bu şartın çekince koyulmuş 10 maddesinden 8´ini ilgili yasalarda değişiklik yaparak ortadan kaldırmış, çekince sayısı 2'ye düşmüştü. Bu iki maddedeki çekincelerin ortadan kaldırılması, Anayasa´da köklü değişiklikler gerektirdiği için dokunulamamıştı. Aynı esnek anlayış yeni CHP yönetiminde de vardı. Bu kesim şimdi “ama böyle kendi başınıza yapılmaz özerklik, AKP Şart´ı uygulasın, sabır,Şart´la halledeceğiz” diyor. Yani Anayasa´yı değiştirmeye hazır olduklarını ilan ediyor.

***
Özerklik isteyenlerin engeli Anayasa´nın 3. Maddesi.O madde diyor ki “Türkiye Cumhuriyeti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür”. Bu kısacık cümlenin anlamı şu: Bölgesel özerklik olmaz, çünkü Cumhuriyet ülkesi ile bölünmez, yani üniter devlettir. Etnik gruplara kimlik ve statü olmaz, çünkü milleti ile bölünmez, yani milli/ulusal devlettir.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı 1993 yılında getirdiği ek yorumla, özerklik isteyenlere destek veren bir anlaşma. Yani, Anayasalar merkeziyetçiliği terk edip yerine yerellik ilkesini benimsesin istiyor. Onların dilinde “subsidiarite ilkesi”. Bunun kuyruğuna bir de diğer sözleşmelerini takıyor ki, Şart ve kuyruğundakiler adeta bir Prens Sabahattin ademi merkeziyetçiliğininyeni belgesi oluveriyor.

***

Avrupa Şartı´nın Prens Sabahattinci mantığı yerel yönetimlere özerklikten değil, yerel özerklikten söz eder. Yetkinin devredilmesiyle yapılan idari işbölümü başka şey, egemenlik dağıtmak başka şey. Mesele ilki ise, şimdiki anayasada hiçbir engel yok. Bu kadar kavga, meselenin yetki devriyle idari işbölümü olmadığını kendi başına göstermeye yetip de artıyor.

[Yeni Adana Gazetesi, 28 Eylül 2015]

21 Eylül 2015 Pazartesi

AHTİSAARİ KOKUŞMASI



Terörün, terör örgütüyle uzantılarına tavizler ve teslimiyet sayesinde bitirilmesi işi, “analar ağlamasın” sözüyle kotarıldı. İşe bir ara açılım, sonra milli birlik, sonra çözüm süreci adı verildi; ama asıl büyük işi “analar ağlamasın” sloganı gördü. Terör örgütü ile müzakerelere ilişkin olarak bırakın itiraz etmeyi, soru sormak bile “sen analar ağlasın mı diyorsun!” azarlamasıyla karşılandı.

***

Zaman ilerledi, “analar ağlamasın” sürecinin taviz ve teslimiyet anlamına geldiği de bir yana, terör örgütünün silah yığınağı yapmak için rahat rahat yararlandığı bir zaman dilimi olduğu açığa çıktı. İktidarın valilere verdiği emirlerle hem sivil hem askeri kurumlara kıpırdamayı bile yasakladığı, cumhurbaşkanından valisine en yetkili ağızlardan adeta itiraf edildi. Aynı kimseler şimdi koca ülkeyle dalga geçercesine kontrollü “teröre hayır” mitingleri örgütlüyorlar.

***

Ve PKK, bunun bağlı kuruluşlarından biri KCK, yine “müzakereye hazırız” diyerek şartlar öne sürüyorlar: Tahkimli ateşkes yapalım diyorlar, bu ateşkesi yapmak için iki tahkimlik durum –şart- öne sürüyorlar: Öcalan’ı serbest bırakın ve 28 Şubat 2015’te duraklayan Dolmabahçe Mutabakatı’nı görüşmeye başlayalım. Bu kadar da değil. Diyorlar ki, bu görüşmelerde “üçüncü göz” olsun, yabancı devlet temsilcileri hakem olsun!

Ve aynı zaman diliminde bunlara Avrupa Birliği’nden “destek”ler dile getiriliyor, Alman milletvekilleri Cizre’yi geziyor, İngiliz milletvekillerinden biri Kürdistan devletinin kurulacağı fetvası veriyor, ABD bunların Suriye’de kendileri için “savaş”tıklarını söylüyor.

Ve gazetelere bir kez daha Ahtisaari adı düşüyor. 2008’de Öcalan’ın ve 2015’te HDP’lilerin istikrarlı bir çizgide bu adı dillendirmeleri ilginç. 2008’de İlter Türkmen’in adı geçerken, 2015’te onun yerini Rıza Türmen adı almış bulunuyor. “Üçüncü göz”cülük için uygun isimler olabilirlermiş. CHP’nin ulusalcı İzmir’den milletvekili yaptığı, bu görevi sürerken HDP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak göstermeye kalkıştığı Rıza Türmen, demek ki bu kez “AB-D görevlisi” kimliğiyle beliriyor.

***

Ahtisaari, 1937 doğumlu ve İkinci Dünya Savaşında Sovyetler Birliği’ne karşı savaşmış babasının anti-sovyet izinden giderek Genç Hristiyanlar Birliği’nin misyonerliğinde yetişmiş bu kişi, ülkelerin kontrollü parçalanması işindeki uzmanlığıyla tanınıyor. 2008 yılında “ulusların kardeşliği” için gösterdiği çabalar nedeniyle Nobel Barış Ödülü ile tescillenmiş. En büyük başarıları arasında Irak ve Yugoslavya’nın yok edilmesi geliyor. Bu “kriz”, daha doğrusu “ülke çözücü adam”ın, elbette eteklerindeki tüm emperyalist devlet mekanizmalarıyla birlikte, şimdi Türkiye’de nöbete çekilmesi için gayret edildiği görülüyor. Ahtisaari adıyla birlikte, ülkemizin üzerinde Irak vahşetinin, Yugoslavya dramının dayanılmaz kokusu yayılıyor.

***

Çürüme, Ahtisaari – Türmen kokuşmasıyla burun direklerimizi kırar hale geliyor. İktidarın “teröre hayır” mitinglerinin ardında Türkiye’yi yine bir “mutabakat”la vurma hazırlığı yapılıp yapılmadığı sorusu zihnimizi kemiriyor. Ağzında “analar ağlamasın” duasıyla ülke topraklarına silah yığınağı yapılmasını seyredebilmiş bir iktidarın varlığı sürdükçe, bu suçu “açık çek”le desteklemiş bir anamuhalefetin şimdi “Ahtisaari’nin yardımcısı olsun” denilen bir kişiyi milletvekili olarak seçip bünyesinde barındırabildiğini gördükçe, işlerin yolunda gittiğini düşünmek hiç kolay değildir.

***

EK BİLGİ: Martti Ahtisaari, 10 yılı aşkın süredir Türkiye Komisyonu Başkanı. Bu komisyonun uluslararası düzeyde herhangi bir hukuksal dayanağı yok. British Council (İngiliz Kültür) Derneği kurmuş, sekretaryasını George Soros'un Açık Toplum Vakfı üstlenmiş. Hukuksal dayanağı olmayan, yabancı, Batılı devletlerin emekli devlet adamlarından kurulan bu komisyonun, TC'nin en tepesinde cumhurbaşkanlığından başbakanlığa ve anamuhalefet partisi genel başkanına kadar kabul görmüş olması ise adeta keder verici. Bilgi için: http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/akil_adamlar_tr_temaslari_tamamladi.php

Bu komisyon, Türkiye'nin AB üyeliği sürecini izlemek için kurulmuş. Ancak bunun komik bir "kamuflaj" olduğu söylenebilir. Ankara - Diyarbakır hattındaki ziyaretler, 2008 yılından bu yana Öcalan'ın "üçüncü göz" için Ahtisaari sevdasuyla yaptığı açıklamalar, bu özelliği yeterince gözler önüne seriyor. Öyle anlaşılıyor ki, Türk halkı "yabancı - üçüncü göz"ü kabul edebilir kıvama bir türlü getirilemiyor. Yöneticiler ise çoktan kıvama ermiş görünüyorlar, hatta daha ileri adımlar atıp işbirliğinde epeyce mesafe almışlar. Bu komisyonun internete yerleştirilmiş bir sitesi de var:  http://www.independentcommissiononturkey.org/



[Yeni Adana, 21 Eylül 2015]

16 Eylül 2015 Çarşamba

TAVİZLERİN TESLİMİYETE DÖNÜŞECEĞİ YERDEYİZ: Ya Teslimiyet Ya Çıkış



Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER




16 Eylül 2015 Özgür Gündem adlı gazetenin bir sayfası, KCK adlı PKK kolu örgütün bir yöneticisine ayrılmış. Bu açıklamalar, bugün ne durumda olduğumuzu ve önümüzdeki günlerde neler yaşanabileceğini açık seçik anlattığı için üzerinde durulmayı hak ediyor.

DOLMABAHÇE ISRARI

PKK/KCK örgütü, kabul ettiremedikleri halde “mutabakat” demekte ısrar ettikleri Dolmabahçe atağına çok önem veriyor. İstanbul’daki Dolmabahçe sarayında, HDP milletvekilleri AKP hükümetinin yetkilileriyle buluşmuşlardı. “Ortak Açıklama” yapacaklardı. Metin 10 maddelik idi, taslaktı, Öcalan tarafından hazırlandığı bilgisi yayılmıştı, AKP hükümeti görüş bildirecekti, Hükümet – HDP imzalayacaktı, ortak tek metin okunacaktı. Her ne olduysa, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu metni reddetti. 10 maddeyi HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder okudu; ardından AKP hükümetindeki Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan kendi kısa metnini okudu. İşte bu olayla birlikte, çözüm süreci adı verilen ayakları kırık masa çöktü. “Ateşkes” bozuldu. Tarih 28 Şubat 2015 idi. Şimdi KCK yetkilisi “Dolmabahçe’de bitti, Dolmabahçe’de başlasın” istiyor. Yani 10 maddede topladıkları hedeflerini yeniden öne sürüyor.

ŞİMDİ ÜÇ İSTEKLERİ VAR:
Tahkimli ateşkes, yabancı hakem, yeni anayasa

“Tahkim edilmiş ateşkes çerçevesinde, arabulucular gözetiminde müzakereye, bir demokratik çözüme hazırız.”

Ateşkesin tahkimlisini istiyorlar. “Olacaksa tahkim edilmiş bir ateşkes olmalı. Müzakere endeksli olmalı.” Tahkim edilmiş ateşkes dedikleri şeyin iki koşulu var. Açıklamadan anlaşılıyor ki, ateşkes için birinci koşulları Öcalan’ın serbest bırakılması. “Başmüzakereci (Öcalan) özgür koşullarda olmadan, herkesle görüşmeden nasıl çözüm endeksli ateşkes olacak? Bu açıdan gerçekten tahkim edilmiş ve çözüme endeksli bir ateşkes olmalı” İkinci istekleri ise, Dolmabahçe’de öne sürdükleri 10 maddeyi temel alan bir müzakere sürecinin kabul edilmesi. “Siyasal çözüme endeksli bir programla tahkim edilmiş ateşkes yapılmalı. Çözüm Dolmabahçe Mutabakatı’ndan başlasın.”

Yabancı hakeme hazırlar. “Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi ve birçok çevreden gelen çift taraflı ateşkes çağrıları” üzerine yapıldığı belirtilen bu konuşmada, KCK yöneticisi “bunlar önemlidir” diyor. “Biz bu çevrelerin gerçekten demokratik çözüme, siyasal çözüme endeksli bir çözüm istediklerine de inanıyoruz. Onlar artık muhatapsız bir şekilde bu sorunun çözülemeyeceğini de biliyorlar. Demokratik siyasal çözüme oturun diyorlar." İşinin eri olduğu besbelli sunucunun “üçüncü bir gözün gözetiminde tahkim edilmiş çift taraflı ateşkese siz evet der misiniz?” sorusuna, KCK yetkilisi “tabi, bunun için hazırız” diye yabancı devlet hakemliğini çoktan içlerine sindirdiklerini gösteriyor.

Demokratik siyasal çözüme oturmanın ise, Yeni Anayasa olduğunu artık ‘Mısır’daki sağır sultan’ bile biliyor. Bunun neleri içerdiğine gelince, işte bu içerik, 28 Şubat 2015’in 10 maddesinde açık açık yazılmış bulunuyor.

BÜTÜN BUNLAR HANGİ SİYASAL PROGRAM İÇİN?

Dolmabahçe’de ortaya sürülen 10 madde, PKK hedeflerini görece açık biçimde ortaya koyuyor. Hazırlanmış olan açıklamanın tam metni basına ve kamuoyuna servis edilmedi. Ama şu linkteki http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28334292.asp bilgilerin gerçek metni yansıttığından kuşku duymaya gerek yoktur.

Haberde kendi söyleyişleriyle okuyabilirsiniz, biz aşağıda özü gösteren tercümesiyle verelim:
  1. Genel af. Cezaevlerindeki silahlı-silahsız bütün PKK unsurlarına tahliye
  2. Ulus devlet ve üniter devlet ilkelerinin kaldırılması
  3. Etnik topluluklara siyasal kimlik verilmesi; Türk vatandaşlığının kaldırılması
  4. Hukuk dışı sayılan tüm örgütlerin sivil toplum örgütü olarak yasal hale getirilmesi
  5. Koruculuğun kaldırılması, güneydoğu için tazminat ve ek kaynak sistemi
  6. Terör suçluluğu ile ilgili tüm yasa-yönetmelik hükümlerinin kaldırılması
  7. Kadınlara ayrımcılık yapılmaması ve kentlerin kültürel özelliklerinin temel alınması
  8. Etnik toplulukların siyasal kimlik olarak tanınması ve anadillerin resmi dil olarak kabulü
  9. Kürt etnisitesine siyasal-anayasal güvence; TC vatandaşlığı getirilmesi
  10. Bütün bunların yeni anayasa ile yerleşik hale getirilmesi.
KCK adına konuşan kişinin “demokratik siyasal çözüm” dediği ve AB kurumlarının da bunu istediğini belirttiği harita böyle bir harita. “Terör”, bu siyasal program için. “Çözüm süreci” de bu siyasal programın nasıl kabul ettirileceği ile ilgili. Kısacası “terör” ile “çözüm süreci” bir bütün oluşturuyorlar.

YAKICI ÖNEMDEKİ SORU

Bütün bu bilgiler ışığında, bugün yakıcı önemdeki soru şudur: AKP ya da AKP’li geçici seçim hükümeti, 1 Kasım 2015 genel seçimine dönük kısır hesapların gölgesinde “tahkimli” ve “yabancı hakemli” bu emperyalist “demokratik siyasal çözüm” saldırısına karşı, sürdürülen haklı operasyonları yine askıya alacak mı? Şimdiye kadar gördüğümüz şey, çatışmaların alevlendirilmesi ve ardından “analar ağlıyor!” diye çözüm süreci mekanizmasıyla daha fazla taviz verilmesi oldu. Bu kez aynı davranış sergilenirse, yaşanacak şey yalnızca taviz vermek değil, teslimiyet olacaktır.

Yabancı devletlerin hakemliğini kabul etmek ve önerilen program temelinde Anayasa’yı ortadan kaldırmak, başka bir anlam ifade etmez.

İçinde bulunduğumuz dönemde iki büyük endişe kaynağımız vardır.

Bunlardan biri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başkanlık Rejimi hayalidir. Başkanlık rejimi, PKK/HDP siyasal programına kapıları ardına kadar açar. Etnisitelere ve bölgelere bölünmüş bir siyasal ve toplumsal cehennem yaratır.

Diğeri ise, AKP yöneticilerinin, Türkiye halkını Türk Ulusu olarak değil, İslam Ümmeti olarak bir arada tutma hayalidir. Türk Ulusu’nu hedef alan bu zihniyet, yalnızca etnikçiliği değil aynı zamanda yeni-ortadoğucu küresel güçleri de cesaretlendirmiştir. Bu neo-osmanlıcılık hedefi, hem ülkemizde hem komşu ülkelerde nelere yol açabileceğine tanık olunmuş, iş-görmez bir hayaldir.

Nüfusumuzun büyük kısmı üzerinde etkili olan AKP, kendi amaçlarına ulaşma şansı olmayan hayaller beslemektedir. Bu hayallerin peşinde dış destekli etnik bölücülüğün yolunu açmakta ve hedeflerine ulaşmalarını sağlayarak işlerini çok kolaylaştırmaktadır.

***

Türk Ulusu'nun her etnik kökenden ve her inançtan bireyi, “kan dökülmesin” diyerek çözüm istedi. Ama çözümü bugüne kadar ne taviz ne teslimiyet olarak anladı. Halkın talep ettiği çözüm, Türkiye’nin ulusal birliğini ve vatanın bölünmezliğini güvence altına alacak yollar bulunmasından ibarettir. Bu, bugün her zamankinden daha güçlü bir taleptir.

Kan dökülmesinin de, ortalığı kaplayan iç savaş senaryolarının da panzehiri, bu ulusal birlik ve vatanın bölünmezliği çerçevesini tereddüt etmeden sabırla savunmaktır. Hem PKK’ya hem AKP’ye hem de bunların yoluna şu ya da bu biçimde eklemlenmiş solcusuyla sağcısıyla yönünü yitirmişlere karşı… Bütün bu kirliliğe teslimiyet değil, güzel bir geleceğe çıkış için...

Bizim siyasal programımız bellidir: Anadillerin inkarına da, resmi dil yapılmalarına da rızamız yoktur!

[Ulusalyol.net, 16 Eylül 2015]

13 Eylül 2015 Pazar

İÇİMİZDEKİ DİASPORA DİLİ


Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER

Yakın zamanlara kadar “Kürt” adı ağıza alınmazdı. Kürtçü ve ayrılıkçı siyasetler buna “inkar” derlerdi.

Şimdi herkes “Kürt”ten söz ediyor, ama acayip bir salgına düşmüşçesine “Türk” adını ağızlarına almıyorlar.

Dikkat çekmeye gerek kaldı mı bilmem!

Bayraktan söz edeceklerse, Türk Bayrağı yerine“albayrak” diyorlar.

O kadar çok “millet”, “bu millet” diyorlar ki, neredeyse baygınlık geçirecekler. Ama asla “Türk Milleti”demiyorlar.

Aynı siyasetçiler ülkemizden söz ederken “bu coğrafyada”, “bu topraklarda, “bu ülkede” diye konuşuyorlar. Dersiniz ki, kaderine hükmettikleri Türkiye, kendi ülkeleri, kendi vatanları değil.

Bu adamlarla kadınların bazıları kendilerine “dindar - mukaddesatçı” ya da “muhafazakar – milliyetçi”, bazıları “insan hakçı”, bazıları “sosyaldemokrat” ya da “solcu” diyorlar.

***

Bayrağın adını söylememek için tarifini yapmak, milletin adını söylemeden milletten söz etmek, ülkeyi sahiplenmek yerine işaretle göstermek, bir tür diaspora dili kullanmak ne demek?

Bunun üstünde durmak gerek. 

Çünkü bu diaspora dili, ülkemizin kaderini belirleyen iktidar koltuklarına yerleşmiş adamlarla kadınların yeni dili. Üstelik bunlar öyle arka koltuklarda falan değil, partilerinin genel başkanlık, başkan yardımcılığı, parti meclisi koltuklarını işgal etmiş durumdalar.

***

Tepemize yerleşmiş diaspora dili, siyaset yelpazesinin çok farklı uçlarında imiş gibi görünenlerin aslında aynı siyasetin hizmetinde olduğunu gösteriyor. Bunlar asla Türk vatandaşı demiyorlar. Vatandaşımızdan, yurttaşlardan söz etmeyi seviyorlarsa da, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı en çok tercih ettikleri söyleyiş. Etnik bölücülüğü sabit olanlar ise Türkiyeli demeyi daha uygun buluyorlar.

Diaspora dili konuşanlar, yaşadığımız bütün hengame içinde aynı havuza su taşıyorlar; Yeni Anayasa Havuzu´na.

***

PKK/HDP tarafının vurma politikası, AKP tarafının çözüm politikasıyla birlikte hep aynı havuza koştular. CHP yönetiminin çözüme ve teröre “açık çek”li desteği, diaspora dillileri çok umutlandırdı; “bu sefer tamam!”sevincine düşmüşlerdi.

Türklüğü elbirlik “kavmiyetçilik” ve “ırkçılık” ilan edenler, AB´ci Türk ve Türkiye düşmanlığıyla ABD´ci yeni ortadoğuculuğun önderliğinde çok mesafe aldılar.

2000´li yılları Öcalan´ı Türkiye´ye teslim ederek açmışlardı. İzleyen yıllarda Kandil´den roketle İmralı´dan çözümle vurdular. AKP´ciliği ortaya sürerek, AKP/Cemaat ortaklığıyla Mustafa Kemal Atatürk´ün laik cumhuriyetini çembere almışlardı. Balyoz – Ergenekon kumpaslarıyla ateşlerini Irak ve Suriye´ye yaydılar. Etnikçi – dinci çemberi sıktıkça, Yeni Anayasa çığlığı atıp karanlıklarını daimi kılmaya yöneldiler.

***

Ne mutlu ki, “bu sefer tamam!” dedikleri anda bozgunları başladı.

AKP/Cemaat işbirliği kırıldı. Cemaatçi kanat sınır kapılarından kaçıştı.

PKK´nın çözümcü ortakları maskesiz kaldı. Dolmabahçe´de AKP/HDP“ortak açıklama”sı yapılamadı. Terörün öbür yüzü olan sözde çözüm gerçekte teslim alma süreci suya düştü.

Şimdi karşımızdaki tehdidin Yeni Anayasa olduğunu bir kez daha söylemek zamanıdır. Yapılmak istenecek şey, kurumlarımızın tepelerine yerleşmiş olan diaspora dilinin Yeni Anayasa kumpası ile anayasal kurallar haline getirilmesi olacaktır.

Türk Ulusu´nunve ülkemizin esenlik dolu geleceği, bu diaspora dillileri siyasal partilerin ve iktidarların tepelerinden uzaklaştırmaya bağlıdır. Etkili ilk adım, diaspora dillileri fark edip ifşa etmek; son adım ise diaspora dillilerin yeni anayasalarına geçit vermemekten ibarettir.

http://yeniadana.net/kose-yazilari/icimizdeki-diaspora-dili-335.html