27 Haziran 2018 Çarşamba

KURNAZ İHTİYAR LUKA’LAR



Maksim Gorki’nin Ayaktakımı Arasında adlı oyununda yaşlı bir adam var, adı Luka. Bugünler onun devriymiş gibi görünüyor. Gerçeklerle doğruların bir önemi yok. Neye inanmak istiyorsan gerçek o, neye selam durmak istiyorsan doğru o. İnandığın şey, yeter ki içinde bulunduğun duruma katlanmanı sağlasın.
Bütün mesele, ayakta durmanı sağlayacak olan teselli!
*
Oyundaki ihtiyar Luka öyle diyor: “Hiçbir pire kötü değil, hepsi atlar zıplar, hepsi siyah”. Yatağı yorganı sarmış, ne var ki bunda, ne olmuş? Sen buna kafayı takma!  
Bizde son yıllarda işte bu İhtiyar Luka’lar galebe çaldı.
Şu seçimi kazanman için gerekiyor madem, ne olduğuna bakmadan oyu almaya bakacaksın! Falanca Atlantik örgütüymüş, filanca bunun desteğindeymiş, üstünde durmayacaksın. Bak ne örnekler var, öğren, siyaset dediğin kıvraklık sanatı. Hem öyle ya, oyunu kurallarına göre oynayacaksın!
Amerikan piresiyse Amerikan piresi!
Bunlar yüzünden yorganı yakmanın alemi yok, hepsi hepi-topu pire!
*
Yaşadığımız seçim sürecinde ittifaklardan hemen herkes, söylenmesi gerekip de söylenmeyen şeyi “söylenmediyse, taktik gereğidir!” diye peşinen kabul eti. Bu arada söylenenlerin üzerinde durmayı da aynı bicimde “dedi demesine de, sen bakma, taktik o taktik!” deyip kimseler dikkate almadı.
Strateji – taktik, yüksek yönetici ve şanlı danışmanların becerisi olmaktan çıkmış, adeta taraftarlığın hasleti haline gelmiş gibi. Yönetici – üye – tribünden izleyici… Fark etmez, herkes aynı oranda birer ‘stragem’ ustası kesilmiş sanki.
Öyle bir ortam ki, Gorki’nin yalan, kölelerle efendilerin dinidir sözü, kafamızda bir başka tür zonkladı durdu.
*
Maksim Gorki’nin İhtiyar Luka’sı “hiçbir pire kötü değildir’ eyyamcılığıyla, berbat durumların orta yerinde insanların umutlanmalarını ve kendilerini mutlu hissetmelerini sağlayan biri. Ama oyunun sonunda yaşam sürüp gidiyor. Elbette bu arada insanların her biri için hükmünü ayrı ayrı veriyor. Hem öyle böyle değil. Her bir hüküm, bir diğerinden ağır. İhtiyar Luka’nın kendisi ise bir anda sessiz sedasız çekip gidiyor. Nereye gittiğini bilen yok.
*
Bizim durumumuzda da, bugünkü seçimin sonucu ne olursa olsun yaşam sürüp gidecek, ama herkes için hükmünü de verecek.
Peki ya ihtiyar Luka’lar ne olacak?  
Gorki’nin oyununda yaşam, İhtiyar Luka için hiçbir hüküm vermiyor. Son yıllarda bizde  “Avro-Amerika pireleriyle pkk -cemaat pirelerinin kötü bir yanı yok, hepsi pire!” diye akıl satan ihtiyar Luka’lar için de öyle mi olacak? Onlar da Gorki’nin Luka’sı gibi sessiz sedasız öylece çekip gidecekler mi?
Yok, bu pirecilerin sessiz sedasız öylece çekilmelerine izin vermek, hakkaniyete uygun değil. Sahte zafer satışlarına herhalde bir hüküm olmalı. Galiba yaşamın kendisi bunu es geçme alışkanlığında. O halde üstünde bizim durmamız gerekir.
Bu güzel yaz gündönümünde aklımızda bulunsun.

[BAG, Aydınlık, 24 Haziran 2018]

UYANIK PRENSLER



Anlamı karışık fikirleri hiçbir zaman öyle ortada bırakmamak gerek. Karışık fikrin direngenliği de verdiği zararın boyutları da başka bir şeye benzemiyor. Prens Sabahattin’in yüz yıl önceki “demokrasi” fikri bu duruma iyi örneklerden biri.
*
O vakitler, daha Osmanlı Devleti döneminde Prens Sabahattin özel girişim ve yerelcilik anlamında “teşebbüsi şahsi” ve “ademi merkeziyet” savunucusuydu. Osmanlı devleti ademi merkeziyete göre yeniden düzenlensin diyordu. Ona karşı çıkanlar da “sen hem toplumu hem devleti parçalamaktan söz ediyorsun” diyorlardı. Prens Sabahattin’in savunması tahmin edilebileceği gibiydi. Aksine, parçalanmayı benim dediğim önler, hem de kalkınırız…
*
Prens Sabahattin diyordu ki, ademi merkeziyet, yerelcilik bir terim, kendi deyişiyle “tabir”. Bunun iki aracı ya da yine onun deyişiyle iki “tarif”i var. Biri, devlet yönetiminde görevleri ayırmak demek olan “tefriki vezaif”, öbürü de devlet yönetiminde yetkileri genişletmek olan “tevsii mezuniyet”. Ona göre, merkeziyetçiliği ortadan kaldırmayı sağlayacak ve ademi merkeziyetçiliği getirmemizi mümkün kılacak iki alet bunlardı.
Prens Sabahattin’in dediği, dört başı mamur bir eyaletleşme formülüydü.
Yaptığı işlem, basit bir kaydırmadan ibaretti. Ülkenin vilayet idareleri [valilikleri], şimdi olduğu gibi o zaman da merkezi yönetime dahildi. Prens Sabahattin’in şablonu bunları oradan –merkezi yönetimden alıp yerel dünyanın unsurları olarak kabul ediyordu. Hepsi bu kadar!
Ve aslında bütün mesele bu kaydırmacada saklıydı. 
*
Kaydırmaca elbette gözden kaçmadı. Prens’in şablonu, daha 1913’te yasalara işlenen doğru yönetim şeması karşısında yenilgiye uğradı. Dendi ki, “tefriki vezaif” denen tarif (görevlerin ayrılığı), yerinden yönetime aittir; belediyeleri ve köyleri anlatır. “Tevsii mezuniyet” denen (yetki genişliği) tarif ise, merkezden yönetime aittir; valilik sistemini anlatır. Valilikler merkezden yönetimin parçalarıdır, yerinden yönetimin değil.
Bizim yönetim sistemimizin esası, ta 1913 yılından bu yana böyledir. Bu iki “tarif”in aynı satırda anılması, 1961 yılında sona erdi. 1961 Anayasası akıllarda karışıklık yaratan kırıntıları da temizlemişti. Şimdiki anayasa da böyledir; görev-ayrılığı tarif olmaktan çıkarılmış ve yetki genişliği tarifi de tartışma götürmeyecek biçimde illerimizin idaresini anlatmak üzere kullanılmıştır.
*
2018 yılında, yukarıda söz ettiğim Prens hikayesinden sonra, ‘yetki genişliği’ ile (bu sefer ‘görev ayrılığı’ olarak anılmamış ama aynı şey olan) ‘yerinden yönetim kuruluşları’nı aynı satırda gördüm. İYİP Seçim Beyannamesinde…
“39- Yetki genişliği ilkesini çağdaş ve demokratik normlara göre yeniden düzenleyeceğiz.
Yetki genişliği ilkesini çağdaş ve demokratik normlara göre yeniden düzenleyeceğiz. Yerinden yönetim kuruluşlarının merkeze olan bağımlılığını azaltacağız ve merkezi idareyi hantallık ve kırtasiyecilikten kurtartacağız.”
Ne dersiniz?
Bu satırları yazanlar konuyu iyi bilmeyen kalemler mi, yoksa yine yeniden Uyanık Prensler dönemine mi girdik?
O ya da bu! Her iki durumda da son derece tatsız.
Ama hangisi?
Sanırım ikincisi. Bu partinin “AYYÖŞ’e konmuş tüm çekinceleri kaldıracağız” diyen, bunun gerçekte ne anlama geldiğini halktan gizleyen ittifak ortaklarını hatırlayınca, ilk seçenek kuvvetten düşüyor.
*
AYYÖŞ’çü ortağın bu sözlerini yanı başımızdaki destekçisi “ne varmış, güçlü yerel yönetim olsun tabii!” diye bağrına basarken, asıl muhatap olan Avrupa egemenleri ise bu cümleden “Anayasa’ya ademi merkeziyetçilik – özerkçilik ilkesini yerleştireceğiz” taahhüdü alıyor.
Geçmişte bir Uyanık Prens var. Şimdi ise sayıları çok ve sanki kadrolu olmuşlar. 

[BAG, Aydınlık, 17 Haziran 2018]

1 Haziran 2018 Cuma

CHP Bildirgesi: Neo-Liberal Döküntü


Partiler 14 Mayıs 2018’den bu yana seçim bildirgelerini açıklıyorlar. Geçtiğimiz hafta sonu CHP seçim bildirgesi açıklandı. Metni okurken, aynı fikri taşıdığım için değil “ben bunun aynısını nerede okudum?” düşüncesine kapıldığım bölümlerle karşılaştım. Hani Fransızların dediği “dejavu” duygusu gibi bir şey! Hani “aynı şeyi daha önce yaşadım” hali!
*
CHP seçim bildirgesi “kamu yönetimi reformu yapacağız” diyor. Bununla ilgili cümleler, 2000’li yıllar boyunca, AKP’nin yapmaya çalıştığı ve akademiden - siyasetten çok geniş bir kesimin de “olmaz öyle şey!” diyerek karşı çıktığı kanun tasarısındaki aynı cümleler! Yalnızca aynı cümleler de değil. Aynı yönetişim zihniyeti, aynı özerkçilik, aynı ademi merkeziyetçilik, aynı yerelcilik ruhu.
*
Kopyalanan kaynak, 2003 yılından itibaren o zamanki AKP yetkilisi Ömer Dinçer’in başı çektiği Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı. O metin, yalnızca siyasal değil adeta toplumsal bir direnişle karşılaşmış ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in cumhuriyetçi duyarlılığı ve özenli hukukçuluğu sayesinde yasalaşamamıştı. AKP bu tasarıdaki kimi parçaları ayrı ayrı yasa yapmışsa da, o zaman onların da “kamu yönetimi reformu” dedikleri bu fenalık, bu devleti çözme operasyonu tamamına erdirilememişti. Şimdi CHP, artık çöküp gitmiş 2001 küreselciliğinin devleti dağıtma operasyonunda yarım kalan işleri tamamlamaya aday olmuş!
*
Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı 2003’te ortaya atılmıştı. Aslında yerli değildi. 2001’de Kemal Derviş’in “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” dediği sömürgeleşme programının devleti düzenleme ayağıydı. “Reform”, IMF Niyet Mektupları’nda ve Avrupa Birliği’nin çeşit çeşit belgeleriyle gözetim raporlarında dizilmişti.
Türkiye’den istedikleri bağımsız Merkez Bankası, bankacılık ve enerji gibi en temel sektörleri devletten ayırıp küresel piyasalara bağlayacak BDDK, EPDK gibi bağımsız üstkurullar kurulması, merkeziyetçilik ilkesinin terk edilmesi, bölgesel idareler devri açılması, merkezi görevlerin merkezden taşraya ve her ikisinden yerellere bırakılması, belediyelere idari ve mali özerklik verilmesi, bu çerçevede Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı’nın tümüyle kabul edilmesi, devlet alım sisteminin IMF, AB ve OECD standartlarına bağlanması… gibi şeylerdi.
*
Bu istek sahipleri –ki CHP’li Aykan Erdemir ile daha sonra CHP’li Selin Sayek Böke açıkça dile getirmişlerdi-, AKP’nin 2007’ye kadar iyi gittiğini ama o tarihten beri izlemesi gereken programı terk ettiğini söylüyor ve şikayet ediyorlardı. Demek şimdi bizzat programın sahibi kesilmişler!
Yani, daha düne kadar “en iyisi CHP’yi vakfa dönüştürmek” diyenler, şimdi sağlamca yerleştikleri anlaşılan tepelerden “Elveda CHP” diyorlar.
*
Siz de bakın lütfen.
Aşağıdaki karşılaştırma tablosunu, o yıllarda henüz fakülte öğrencisi iken izlediği “kamu yönetimi reformu” sempozyumlarının heyecanı yüzünden şimdi kamu yönetimi hocası olmuş olan bir meslektaşım gönderdi. Bu eski fena tanıdıkla, CHP logosu altında yeniden karşılaşmanın hayreti ve hayal kırıklığının yüzünde ve sesindeki yansımasını çizebilmeyi isterdim, ama olanaksız!
*
Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı (2003)
CHP 2018 Seçim Bildirgesi
1.      Kamuda katılımcılık, şeffaflık, hesap verebilirlik, etkinlik, ….
1.      Şeffaf, hesap verebilir, adil, rekabetçi ve öngörülebilir…
2.      Kamuda Etik Kuralların Gözden Geçirilmesi
2.      Başbakanlık Kamu Etik Kurulu’na işlerlik…
3.      Halk denetçisi (ombudsman) mekanizması dahil olmak üzere kamuoyu denetimi güçlendirilmektedir.
3.      Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) Kurumu’nun bütünüyle özerk olmasını…
4.      Yeni kamu yönetimi anlayışı ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı gereği, kamu hizmetlerinin mahalline en yakın yerde ve en uygun yönetim aktörleri tarafından çözümlenmesi gerekmektedir.
4.      Türkiye’nin idari yapısını yerel yönetimleri daha güçlü ve özerk hale getirecek şekilde yeniden yapılandıracağız. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekinceleri kaldıracağız. Yerel düzeyde hizmetlerin sunumunu mümkün olan en küçük birimler aracılığıyla vatandaşa en yakın noktada gerçekleştireceğiz.
5.      Merkezi idare ile mahalli idareler arasında yetki ve görev paylaşımı netleştirilerek, merkezi idarenin stratejik düzeyde etkinliği artırılırken, mahalli idarelerin operasyonel düzeyde esneklikleri ve kaynakları genişletilmek
5.      Merkezi ve yerel yönetimler arasındaki yetki ve sorumluluk paylaşımını yerelleşme esasına göre yeniden düzenleyeceğiz.
6.      Bakanlıkların taşra teşkilatının il özel idarelerine devri. Devletin asli hizmetleri dışında bakanlıkların taşra teşkilatı ortadan kaldırılarak yerel ve yerinden yönetim birimleri güçlendirilmektedir.
6.      Bazı bakanlıkların taşra kuruluşlarını görev alanlarına göre belediyelere veya il özel idarelerine devredeceğiz. Bakanlıkların taşra teşkilatlarının yetkilerini artıracak, uygulamaya dönük kararların yerel düzeyde alınmasına
7.      Bakanlıklarda, bu işlevleri yerine getirmek üzere personel birimi yerine İnsan Kaynakları Daire Başkanlığının kurulması öngörülmüştür.
7.      Yaşam boyu teknik beceri ve öğrenim süreçlerini yönetecek “İnsan Kaynakları Bakanlığı”nı kuracağız.
8.      Bürokrasinin Azaltılması ve Basitleştirilmesi
8.      Bürokrasiyi katı hiyerarşiden ve aşırı merkeziyetçilikten kurtaracağız

Bunların aynıları hem bu Tasarı’da vardı, hem diğerleri gibi IMF Niyet Mektupları ile AB’nin sopalı metinlerinde…

Not: Yer sorunu yüzünden buraya tümünü de alamadım.
9.      Bilgi Edinme Kanunu’nu…
10.  Kamu İhale Yasası’nı AB standartları temelinde..
11.  Siyasi Ahlak Kanunu ve Kurulu…
12.  Yönetişim ilkesi doğrultusunda…
13.  Kamu alımlarını ve başta özelleştirmeler olmak üzere.. şeffaflaştıracak…