30 Aralık 2014 Salı

Ropörtaj: Yeni Adana Gazetesi


S.Köle: Hakkınızda alınan ya da alınmak istenen kararları resmen değil de ilk olarak basılı ve görsel medyadan öğrenmek nasıl bir duygu?

Birgül Ayman GÜLER: Doksan yıllık bir partinin yönetim koltuklarını işgal edenler adına üzücü. Partideki merkez bu kararı vermiş, ama açıklamamıştı. Ben de herkesle birlikte hiç olmayacak bir yerde duydum. Yönetimin kararı Grup Başkanvekili tarafından, ülkenin bütçe görüşmeleri yapılırken, parti-içi işlerin en son konuşulacağı yerden, TBMM Genel Kurul kürsüsünden ilan edildi. “Parti işlerini kamuoyu önünde tartışmayın” diyenlerin üzerinde düşünmesi gereken bir durum.

S.Köle: CHP’de son dönemde alınan kararlar –ihraç vb. konularda- doğru birimlerden ve özgürce çıkıyor, dilebilir misiniz? Mesela Süheyl Batum’la ilgili sürecin tartışmaya gerek bırakmayacak şekilde doğru yürütüldüğünü düşünür müsünüz?

Birgül Ayman GÜLER: Milletvekillerinin disiplin kuruluna gönderilmesi, Parti Meclisi’ne (PM) verilmiş bir yetki. Tüzük çok açık. Ama Prof. Dr. Batum için disiplin işlemini Merkez Yönetim Kurulu (MYK) başlattı. Yalnızca Tüzüğe değil “tedbirli ihraç” istenerek Anayasa’ya da aykırı bir iş yapıldı. Hem yetkisiz işler yapılıyor, hem de tasfiyeci bir zihniyetin öfkesi var.

S.Köle: Seçimlerde cemaatle işbirliği yaptık, sözünüz kelimenin tam anlamıyla gündeme bomba gibi düştü. Bu sizin açınızdan bir itiraf mıydı; yoksa CHP’nin gizli işlerini açığa vurmak mı? Bu açıklamaya neden gerek duydunuz?

Birgül Ayman GÜLER: Bunu ilk kez söylemiyorum. O yüzden ilk kez duyarmış gibi gösterilen şiddet anlamsız. Daha önce Parti Meclisi toplantılarında da söylemiştim. Geçen yıl, röntgenci – şantajcı – kasetçi siyasetle bizim işimiz olamayacağını, kamuoyu nezdinde dile getirmiştim. Kimin ve hangi amaçla yaptığı bilinmeyen gizli saklı dinleme ve izleme kasetlerinin CHP’nin grup toplantılarında, resmi mitinglerinde malzeme olarak kullanılmasını kabul edilemez bulduğumu ilan etmiştim. Yerel seçimlerde Cemaat televizyonlarında adaylarımızın yer alışını, Halk TV’de cemaat propagandası yapılmasını kamuoyu nezdinde eleştirmiştim. Yine, Cemaatin bir tür “deniz kabuklusu” olduğunu ve bize yapışarak kendini kurtarmaya çalışmasına izin verilemeyeceğini söylemiştim. Gazetelerde CHP – Cemaat işbirliği üzerine yazılan yazılara açıkça ve doyurucu resmi yanıtlar verilmemesi nedeniyle yazdığım yazılar, hala blog sayfamda duruyor. Son dönemde de bu gruba kalkan olma gayretleri hepimizi rahatsız etti. Daha önce söylediğim sözleri söyledim.

S.Köle: Hüseyin Aygün’le –ki siyah ve beyaz kadar birbirinizden farklı olduğunuz iddia edilebilir- aynı anda, benzer durumun içinde yer almanızı nasıl değerlendirirsiniz?

Birgül Ayman GÜLER: Benzer durumda olduğumuzu sanmıyorum. Durumu, strateji-sever bir yönetim uygulaması diye görüyorum. Öyle olduğu zamanla ortaya çıkacaktır.

S.Köle: Geçtiğimiz günlerde bir grup aydınla birlikte “Cumhuriyet Rejimi”ne dönük kaygılarınızı dile getirdiğiniz bir açıklamanız oldu. Ne oldu da bu açıklamayı yapmak durumunda kaldınız?

Birgül Ayman GÜLER: AKP yöneticilerinin ulusal ve laik Cumhuriyeti yıkma projesi ortada. Muhalefetin bu projeyi durdurmak bir yana, önünü açacak biçimde etkisiz kaldığı da ortada. Bir araya gelmeleri pek güç sayılabilecek 108 siyaset, kültür ve bilim insanı bir araya gelerek, hem iktidara hem muhalefete direnme kararlılığını açıkladılar.

S.Köle: Yaptığınız basın toplantısı akıllara iki soru düşürdü; bir, acaba yeni bir siyasi parti mi kuruluyor; iki, açıklamaya imza atanlar içinde İşçi Partililer de olunca, Birgül Ayman Güler ve arkadaşları İşçi Partisi’ne mi geçiyor? Belki de hiçbiri, kim bilir?

Birgül Ayman GÜLER: Toplantıda da söyledik. Birincisi, “bu bir irade beyanıdır” dedik. 1923 Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyeti için direnmeye kararlıyız. İkincisi, “bu bir uyarıdır” dedik. Halka kendilerini bu değer çerçevesinde tanıtan siyasal partiler, üstlerine düşeni yapmak zorundalar. Eğer partiler ve demokratik kuruluşlar görevlerini yerine getirmekten uzak dururlarsa, irademizin gereğini yerine getirmek elbette bizim görevimiz haline gelir.

S.Köle: Türk ulusu ile Kürt milliyeti üzerine söylediğiniz sözler tekrar tekrar gündeme getiriliyor; hatta bunun için sizin adınıza özür dileyenler bile çıktı. Sizin açınızdan özür dilenecek bir durum var mı; birilerinin bunu üzerine vazife edinmesini nasıl değerlendirirsiniz?

Birgül Ayman GÜLER: Elbette özür dilenecek bir şey yok. Üzerine konuştuğumuz şey anayasal düzen. “Türklük ırkçılıktır” diyenler, sözümü, hangileri olduğu da gayet iyi bilinen birkaç gazete eliyle “Türk-Kürt eşit değildir” diye işlediler. Oysa ilgililer, sözün “ulus – milliyet eşitliği” üzerine anayasal bir konuya ilişkin olduğunu biliyorlardı. Zaten son bir buçuk yıldır, TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda Türk vatandaşlığını kaldırmaya çalışıyorlardı. Türk kalksın, TC vatandaşlığı ya da Türkiye vatandaşlığı yazalım deniyordu. Yazık ki CHP yönetimi de bu görüşü benimsemişti. Böyle yapılırsa ulusal devlet biter; çok-etnikçi ve uluslararası denetim altındaki Kosova benzeri bir yapı doğar.

Benim adıma değil, adım için son özrü Bursa Milletvekili Sena Kaleli dilemiş. Ama biliyor musunuz, meğer bu konuyu açan kişi daha önce kendisini ziyaret eden Kılıçdaroğlu’na da beni bu yüzden şikayet edip disipline verin demiş. Şimdi Cemaatçilik konusuyla ilgili olarak disipline verdiği için de tatmin olmamış. Gazete haberinde öyle dediği yazıyor. Ancak mesele şu. Bu ziyaret edilen kişi, Türkiye’ye Kosova Ahtesaari Planı’nı öneren biri. Önerilerinden biri de, Kuzay Irak’ın içinde ayrı bir devlet olarak yer alacağı Mezopotamya Beşlisi kurulması türünden siyasal önerilerde bulunmuş bir çevre. Yani sonuç şöyle: CHP, ulusal devlet için Kosova Ahtessari Planı’ndan özür dilemiş bulunuyor. Bunun siyasal körlük ya da siyasal acemilik olarak değerlendirilebileceği noktayı çoktan aşmış durumdayız.

S.Köle: Birgül Ayman Güler kimliği üzerine genel bir değerlendirme gibi olacaksa da, siyasete girmiş olmakla doğru yaptığınızı düşünüyor musunuz? Siyasetin pratiği ne öğretti size?

Birgül Ayman GÜLER: Çok doğru ve zamanlı yapmış olduğumu düşünüyorum. “Büyük Türk Milleti önünde” namus ve şeref sözü verdim ve sözümü tuttum. Öğrendiğim şey ise, Türk ulusunun gerçek temsilcilerinin siyasette yerlerini almak zorunda oldukları. Bu, ülkemizde ve en temel kurumlarımızda yaşanan açık ve gizli işgalciliğe son vermek için zorunlu. Ve doğrusu aynı zamanda pek de zevkli bir görev.

S.Köle: 2015 Seçimleri’nde herhangi bir siyasi partiden adaylığınız söz konusu olacak mı; yoksa siyasette buraya kadar mı sizin için?

Birgül Ayman GÜLER: Elbette devam.

S.Köle: Teşekkür ederim.

Birgül Ayman Güler: Ben teşekkür ederim, Yeni Adana okuyucularına nice güzel yıllar dilerim.

[Yeni Adana Gazetesi, 30 Aralık 2014]
http://www.yeniadana.net/web/HaberDetay.aspx?id=64421 




29 Aralık 2014 Pazartesi

PARTİ SORUNU


Maurice Duverger, 1951 yılında yayımladığı “Siyasal Partiler” adlı kitabında, siyasal partileri kitle-kadro partileri diye ikiye ayırmıştı. Üzerinden 60 yıl geçti. Başka sınıflandırmalar yapıldı. Günümüz siyasal partilerinin 15 türü olduğunu ileri süren araştırmacılar var.

“HERKES-İÇİN” PARTİ

Batı toplumlarına odaklanmış bulunan genel gözlem, günümüzde partilerin büyük ölçüde “profesyonelliğe dayalı ve seçmen odaklı partiler” haline geldikleri yönünde. Bunlarda profesyonel bir parti merkezi önemli. Zayıf bir örgütsel hiyerarşi var. İdeoloji-dışı yapı göze çarpıyor. Propaganda çeşitli nüfus kesimlerinin ‘menfaatler’i üzerine yoğunlaşıyor. Bu tipin öne çıkmasıyla birlikte, “kitle partisi” türünün tasfiye olduğunu ileri sürülüyor. Karar ve seçimde üyeliğe, mali bakımdan aidata, dikey örgütlenmeye, yan örgütlenmelerle güçlenmeye yaslanmış parti türünün, yani “kitle partisi” türünün dönemini kapattığı ileri sürülüyor.

Aslında bu görüş, daha 1960’lı yıllarda ortaya atılmış olan “partiler catch-all/herkeslik partiye dönüşüyor” saptamasını destekliyor. “Catch-all / herkeslik” parti, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nde çalıştıktan sonra ABD’de istihbarat örgütlerinde görev yapmış Otto Kircheimer adlı bir siyaset bilimciye ait.

Bu türün örgütsel özellikleri şunlar: (1) Üyeler artık seçmen ile lider arasında aracı değil. (2) Üye liderin seçiminde etkisiz. (3) Partinin iletişimi kitle iletişim araçlarına devrolmuş. (4) Parti geliri üyelerin ödentileri değil; devlet desteği ve çıkar gruplarının bağışları. (5) Kampanyalar örgütün işi değil; piyasa işi, sermaye yoğun.

Bu türün ideolojik özellikleri ise şöyle: (1) Özgün ideolojik program yok. (2) Partiler yüzen oylara talip; daha fazla seçmeni çekmek için çekirdek seçmen feda edilir. (3) En çok oyu getirecek strateji neyse, seçim stratejisi odur. (4) Adayların partiye hizmet süresi ve ideolojik olgunluğu önemli değildir; cazip kişisel özellikleriyle harekete geçireceği seçmen kaynağı önemli görülür. (5) Farklı çıkar gruplarının uzlaşmasına dayanmak önemli.

PEKİ BU İYİ BİR ŞEY Mİ?

Otto Kircheimer, gözlemlediği eğilimi yazmış, ama bu eğilimi övgüye değer bulmamış. Ortaya çıkan bu parti türü, dünya görüşünü yitirmeye çok uygun, tabanın her lider değişimine göre pozisyon aldığı kaygan ve kırılgan bir yapı. Ona göre partiler giderek birbirlerine benzeyecekler, ortaya büyük bir gerçek siyasal muhalefet boşluğu çıkacaktır.

Siyasal partilerde bu tür bir dönüşüm, içinde yaşadığımız çağdaş toplumu bir toplum; ortak hedefe topyekün birlikte hareket edecek büyük kütle olarak değil, bir tür ‘topluluklar bohçası’ olduğunu kabul etmek anlamına geliyor. Herkeslik parti türünü kabul etmek, toplumu yurttaşlardan oluşan siyasal bütün olmaktan çıkarıp, etnisiteler/milliyetler; dinsel cemaatler; cinsiyetler toplamı olarak kabul etmenin yansıması oluyor.

Herkes-için parti, 'herkes'in bal tutup parmağını yalayacağı bir parti vaadi. Ama balın hangi kaba konacağına pek az kişiden oluşan bir grup karar veriyor. Böyle bir parti yapısının toplumsal dönüşüm yaratması olanak dışı.

Neo-liberal küreselcilik ortamı, her yerde ve her kurumda olduğu gibi siyasal parti örgütlenmesi üzerinde de oligarşik yapıları besliyor. Eğer halkın kendi kaderine hükmetmesi ilkesini benimsiyorsak, üyeye dayanan ve düşünsel – ahlaki tercih çerçevesinde iş gören parti türü üzerinde ısrarcı olmanın zamanıdır.

Bu, kitle partisini geri çağırmak demek midir? Üyelik ve ideoloji temeldir yönündeki ilkeleri bakımından, evet. Şimdi bunu "nasıl yapalım" üzerine hummalı bir çalışma yürütmek gerek.

NİCE YILLARA

2014 yılının sonunda, küreselleşme kılığıyla kendini örtmüş emperyalizm, tüm çıplaklığıyla ortada. Atlantik cenahı, ülkemizin güneyi ile kuzeyini hem soğuk hem sıcak savaş gözlüklerinin ardından tehdit ediyor. 2015 yılıyla birlikte, dünyanın yeniden dengelenmesini sağlayacak yeni bir tarih sayfası açılacak.

Su mecrasında akıyor. Gelecek kuşaklar için doğru olanı yapacağız. Tüm sevdiklerinizle birlikte nice uzun, güzel, mutlu yıllar dilerim.

[Aydınlık, 28 Aralık 2014]

23 Aralık 2014 Salı

ÖRTÜLÜ İTTİFAKIN SONU


AKP yetkilileri, Fethullah Gülen için yakalama kararı çıkarmış. Kırmızı Bülten hazırlığı yapıldığını duyduk. Demek ki, yakın tarihimizin en kirli “örtülü ittifakı” açık ve seçik olarak sona erdi. Ülkemiz adına sevindirici bir durum.

“TERÖR” ve “YATAKLIK”

Ama ortada pek çok soru işareti de var. Örtülü ittifakın öbür ortağı, memleketin 12 yıldan beri iktidar koltuğunda oturan siyasal parti. Başından beri ne yaptılarsa birlikte yaptılar. Gizli ortak kendi yapısını dağıtmamıştı.

2011 seçim çalışmalarında “AKP’li kadınlar ev ev geziyorlar” sözünün ardında, AKP etiketli envai çeşit cemaat – tarikat yapılanmalarının temsilcileri vardı. Evlerde yapılan “mukabele” ve “sohbet”lerde, ilişkileri kendisi için geliştirip, çıkışta “AK Parti’ye inşallah” diye söz alan din istismarcıları AKP için çalışıyorlardı.

Sanayi siteleriyle organize sanayi bölgelerinde iş-ticaret ağlarında yer alabilmenin, ayakkabı – giyim çarşılarında ihracat kapısına varabilmenin, çocuğa yurt bulup burs ayarlayabilmenin, ve daha pek çok çıkarın elde edilebilmesi için cemaat suyuna girmek gerekiyordu. Nitekim devlet kapıları da en hızlı ve en kolay böyle açılıyordu.

Cemaat televizyonları AKP iktidarı yararına harıl harıl çalışıyor, dünya Türkçe olimpiyatlarında baş konuşmalar AKP’nin başındakilere ayrılıyordu. Fethullah Gülen “ulusalcı dalga aşılacak” diyor, siyasal iktidar kendi bürokrasisini bu hedefin emrine veriyordu. Silivri Mahkemeleri’nde ülkenin en iyi yetişmiş insanları kırılıyor, siyasal iktidarın başındaki kişi davaların savcısı olduğunu ilan ediyordu.

Sonra, bir anda, örtülü ittifak bozuldu. Gizli ortaklığın durumu şimdi şöyledir: Ortaklardan biri diğerini “terör örgütü” olarak ilan etti. Biz de kendisini “teröre yataklık eden aktör”!

PAZARA KADAR

İttifak konusu ilginç konulardan biridir. Bu ortaklık türü kitaplarda, amacına ulaşmak için kendi kaynaklarıyla yeteneklerinin yetersiz kaldığı durumlarda ortaya çıkan bir iş tutma tarzı diye açıklanır. Günlük dilden söylersek “mezara kadar değil pazara kadar ortaklık” diyebiliriz.

İttifakların bu doğuş nedeni, iki zaafının da nedenidir. İttifaklar temel olarak (1) taraflardan birinin verdiğinden fazlasını alması, ve (2) taraflardan birinin diğer ortaklara karşı fazla güçlenmesi nedenleriyle dağılır. Şimdi sormak ve açıklığa kavuşması için çalışmak bizim görevimizdir: AKP – Cemaat örtülü ittifakında “C” tarafı fazladan ne istedi? AKP, “C” tarafının kendisinin tahammülünü aşacak biçimde güçlendiğini ne zaman düşünmeye başladı?

Siyasette türlerinden biri siyasal partiler arasında yapılan “açık”, bir siyasal parti içinde yapılan “örtülü” olmak üzere iki türü olduğu kabul edilir. Örtülü ittifakların özelliği, bir ortağın “siyasal parti” olarak kapsayıcı çatı olmasıdır; diğerleri ise etnik, dinsel, sermaye tabanlı gruplar/cemaatlerdir. Örtülü ittifakın açık olanla benzer yönü, tarafların kendi varlıklarını korumalarıdır. Ayrı yapılar, bir parti çatısı altına girildiğinde kendisini dağıtmaz; kendi irade ve yapı bütünlüğünü korur. Ancak bunun olabilmesi için, bir “ilk anlaşma/ilk kabul”ün olması gerekir.

AKP – “C” ittifakının “örtülü” türlerden biri olduğu tartışmasız. AKP şimdi “bizi aldattılar” diyor, “aldandık” çığlıkları atıyor. Bu yetmez. “C” tipi eğer kendisinin dediği gibi terör örgütüyse, siyasal yükten kurtulabilmesi için “ilk kabul”ün ne zaman ve nasıl gerçekleştiğini açıklaması gerekiyor. Aksi halde kendisini “teröre yataklık” suçundan kurtaramayacaktır.

GERÇEK MUHALEFET

Ortakların araları bozulduğunda, “C” deniz kabuklusu sırtına yapışıp yaşayabileceği başka balinalar aramaya çıktı. Siyasette, parlamentodaki CHP ile MHP onun için ideal evlerdi. Kendini kah “inanç çevresi”, kah “basın”, kah “olimpiyat” diye sunarak buna gayret etti. Yerel seçimlerde suç ortağına karşı “kim nerede güçlüyse, orada onunla ittifak” şiarıyla hareket etti. TV’lerini, gazetelerini, dış bağlantılarını, tüm olanaklarını açtı. Servis ettiği, kaynağı belirsiz dinlemeler – kasetler, meşru siyasal aktörlerin adeta eline tutuşturuldu. Bu eski suç ortağı kendini AKP’ye muhalif gibi sundu; ilkesel değil taktik muhalefete onay verenler de bu sunumu kolaylaştırdı.

Türkiye’yi hedef almış Ergenekon, Balyoz davalarındaki sahteciliğiyle dinleme – izleme şantajcılığı, bu tür alışkanlıklar, siyaset yelpazesinin neresinde olursak olalım, hiçbirimize yarar getirmez. Siyaset ve özellikle muhalefet bu “örtülü” yapıları açığa çıkarmak ve Türk siyasetinden sonsuza kadar def etmek göreviyle karşı karşıyadır.

(Aydınlık, 20 Aralık 2014)

22 Aralık 2014 Pazartesi

CEMAATE GÖZALTI


Türkiye’de yaşamak, her gün bir şey öğrenmek demek. Birkaç gündür, ortada polis operasyonu olmadan “operasyona karşı direniş” örneği gördük. Önce “direniş” oldu, sonra operasyon.

Şimdi “operasyon”, 2001 yılında başladığı ileri sürülen ve o günden sonra asker-sivil, yazar-hoca, gazeteci-memur, genç-yaşlı yüzlerce aydını hedef aldı. ETÖ diye derin, kanlı, eli bıçaklı bir örgüt vardı, camileri bombalayacak Balyoz Darbesi hazırlıkları vardı, toprağa gömülmüş bombalar, bilgisayara yüklenmiş fişler – planlar, daha ne olabilirdi ki, İstanbul’da ve İzmir’de askeri personelin fuhuş ve casusluk hikayeleri…

Her bakan kişiye “hadi canım!” dedirten tuhaf işlerdi. Tuhaflıklar vahşete döndü. Haysiyet cellatlığında kalmadı işler, canlara mal oldu. ETÖ’deki görevi “kasa”lık diye ilan edilen Kuddusi Okkır, insanlık dışı bir hastalığın pençesine tedaviden yoksun bırakılarak atıldı; geride kalan eşi ölüm acısıyla geçim sıkıntısına sıkıştı. Okkır’ın ölüm döşeğindeki fotoğrafını hatırlıyorsunuz değil mi? Ali Tatar, atılan iftiralara karşı yüreğini soğutamadı, canına kıydı. Albay Murat Özenalp, hapishanenin avlusunda ailesinin gözü önünde kalbine yenik düştü. Hastalananlara “numara yapıyor” diyen polis şefleri, yargıçlar, savcılar, doktorlar vardı; TV ekranlarında “ödeyecekler kardeşim!” diyen yorumcular, yazarlar, gazeteciler onların sesi – soluğu olmuşlardı.

Bunların hepsi, kurulan bir komplonun sonuçları idi. Ne var ki, Fethullah Gülen durumdan emindi. 2005’te Aksiyon adlı dergide fetvasını vermişti: “Ulusalcı dalgayı aşacağız”! Yapılanlar ulusalcı dalgayı aşmak içindi; bu da ilan ettikleri bir din uğruna idi; Hükümet ‘tamam’ diyordu; dini bütün olduğunu ileri sürenler de öyle. Cinayet, dini inançla harelenmiş olarak yıllar ve yıllarca sürdü. Hala sürüyor.

İşte bütün bu işlerin doğrudan ve operasyonel yetkili – sorumluları, şimdi yine bu işin doğrudan siyasal sorumlusu tarafından “operasyon”a uğradı. “Devletin savcısı, devletin polisi, vatansever adamlarız” diye bağırıyorlar. “Biz basınız” diye “basın özgürlüğü” adına kendilerine sahip çıkılmasını bekliyorlar. Ama bu basın 2011 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin karakollarında masaların üzerinde bol miktarda bulundurulan bir gazete basını! Karakollarda, esnaf camekanlarında, havada – karada her yerde bulunan bir gazete basını! İzmir milletvekili olarak “Karakollarda Neden Zaman Gazetesi var?” diye soru önergesi sormak zorunluğu hissettiğim ilginç bir gazete “basın”ı!

Şimdi operasyona konu olan kesim, Türkiye’ye dönük ve yıllarca süren, hala sonuçları ortadan kaldırılmamış, verdiği zararlar tazmin edilmemiş, en önemlisi hesabı sorulmamış bir yapılanmanın kendisidir.

Bu yapılanma gayrı-millidir; Türkiye’ye yabancı bir ruh hali içindedir. Varlığını küresel ticari ilişkilerin üzerine kurmuş, ülke içinde çeşitli toplumsal kesimleri iktisadi zor araçları kullanarak adeta esir alarak var olmuştur.

Bu yapılanma, çocukları yurt – burs – abla/abi evleri, sınav hileleri aracılığıyla esir almış, çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceklerini esir alarak iş görmeye alışmış, bireysel özgürleşmeyi biat ile yasaklamış bir zihniyetin eseridir.

Cemaate gözaltı, Hükümet üyelerine değil, Türkiye’ye verdiği tüm zararların hesabı sorulduğunda doğru, yerinde, haklı olacaktır. Aksi halde Hükümet, eski suçlarından kurtulamayacağı gibi, şimdiki gözaltı da kendisini kurtarmaya odaklanmış yeni bir suç başlığı haline gelir.

Bizim, Cemaate Gözaltı’nın hukuk kurallarına ve adalet duygusuna uygun biçimde yapılmasını istemekten başka bir isteğimiz ya da düşüncemiz olamaz.

[Yeni Adana, 22 Aralık 2014]

21 Aralık 2014 Pazar

CUMHURİYET İÇİN BİRLİK ÇAĞRISI, 21.12.2014


Siyasetin kısır çekişmelerinde rol kapma yarışı içinde olanları uyarıyoruz.

Vicdanlara ve akıllara sesleniyoruz.

Davetimiz, şimdi hangi partinin çatısı altında olursa olsun, hangi etnik kökenden, hangi mezhep ve inançtan olursa olsun, çocuklarımıza karşı sorumluluğu yüreğini titreten tüm Türk vatandaşlarınadır.

İçinde bulunduğumuz durumun özeti şudur:

Yeni dünya düzeni kurulamadan battı. Dünyada uluslararası dengeler yeniden belirleniyor. Atlantik’te ABD-AB arasında ikili yatırım ve ticaret ortaklıkları için müzakereler yürütülürken, Latin Amerika’da, Pasifik’te, Avrasya’da ayrı ayrı güç-iktidar blokları kurulmaya çalışılıyor. 

Bu sancılı süreci çok iyi kavramak ve geleceğe hazırlanmak zorundayız.

Mevcut siyaset, “Yeni Türkiye” adı verilen bir yıkım projesi çizgisinde ilerlemektedir. Bu proje, Türkiye’nin bölünmesi ve yurttaşların ekonomik, sosyal, siyasal hak ve özgürlüklerinin ortadan kaldırılması projesidir.

Türkiye’de bir yanımızda bölücülük, bir yanımızda Cumhuriyet’le hesaplaşma histerisi boy verdi. Halkımız bir yandan etnik köken, bir yandan mezhep ve inanç farklılıkları üzerine yapılan siyasetle, her geçen gün birbirine yabancı kılınmaya çalışılıyor. Etnik bölücülükle her boydan gericilik, müzakere masalarında kaderimizi karartma anlaşmaları yapıyor. Müzakereciler, emperyalizmin soykırım yalanlarına karşı durmak bir yana, ülkemizi bunlara boyun eğmeye sürüklüyorlar.

Yurttaşlık haklarımız, en başta laik hukuk devleti ve sosyal devlet ortadan kaldırılarak gasp ediliyor. Yargı siyasallaştırıldı. Hak arama düzeni siyasal iktidarın keyfine bağlandı. Paralı ve kutsal din değerlerine de zarar veren gayrı milli eğitim, elele vermiş hız kesmeden yaygınlaştırılıyor. Doğal kaynaklarımızın yağması, madenlerde ve inşaatlarda işçi kıyımlarıyla birleşti. Gelir dağılımı adaletsizliği ve eşitsizlikler, yolsuzlukla bütünleşmiş yoksulluk, toplumda güven uçurumları yarattı.

Bu, kötü bir gidiştir. Durdurulması ve sona erdirilmesi bizim ellerimizdedir.

Çıkış yolu bellidir

Mustafa Kemal Atatürk’ün temellerini bilim ve aklın ışığında attığı Cumhuriyet, temel dayanağımızdır. Bu temelden aldığımız güçle kaderimize el koymak zorundayız.

Ülkemizin ellerimizin arasından kayıp gitmesine izin veremeyiz. “Yeni Türkiye” projesine karşı “Yeniden Cumhuriyet” yürüyüşümüzü başlatmalıyız.

Üçüncü bir dünya savaşına muhatap da ortak da olmak istemiyoruz. “Yurtta barış dünyada barış” ilkesine sımsıkı sarılmalıyız. Bir insanlık suçuna dönüşmüş sömürgeciliğin hiçbir türüne daha fazla katlanamayız. Tüm mazlum dünya halklarıyla birlikte uluslararası adil bir ilişkiler düzeni içinde yaşamalıyız.

Toplumumuzu çürüten borç, faiz, rant düzeneğini kırıp, üretim ve adil paylaşım düzenini kurmayı başarmalıyız. Durmadan kaşınan etnik köken ve inanç farklılıklarımızın istismar edilmesine son vermeliyiz. Yurttaşlık hakları temelinde ulusal ve laik birliğimizi onarıp güçlendirmeliyiz.

Türkiye’yi çözülmeye sürükleyen her türlü girişimi, tarih önünde mahkum etmeliyiz. Öyle ki, bir daha hiç kimse, açıktan ya da sinsice böyle bir şeye cesaret edemesin.

Türkiye’yi çözülmeye sürükleyen ve bu gidişi önlemek için üstüne düşeni yapmakta acizlik gösteren siyaset dünyasını uyarıyoruz. Buna hiçbir koşulda onay da izin de vermeyeceğiz.

Ülkemizin halkçı, milliyetçi ve devrimci birikiminden gelen siyasi partilerin, sendikaların, kitle örgütleriyle meslek kuruluşlarının mensuplarını, aynı duyarlılıkları paylaştığımız tüm yurttaşlarımızı, bizlerle birlikte mücadeleye etmeye, Cumhuriyet’i yeniden kurmaya davet ediyoruz.

“Cumhuriyet” için bir araya geldik. Büyük birlik ve dayanışmayı gerçekleştirmek için mücadele edeceğiz.

21 Aralık 2014, İstanbul
bilgi@yenidencumhuriyet.org

İmzacılar

1Abdülhaluk ÇayProf. Dr. / Devlet (E) Bakanı
2Adnan Öztürkİş adamı
3Ahmet ErtürkDSP Edirne E. Milletvekili
4Ahmet YavuzEmekli General
5Alaattin SevimEmekli Amiral
6Ataol BehramoğluProf. Dr./Sanatçılar Girişimi Sözcüsü
7Ayfer KaynarProf. Dr.
8Ayhan YalçınkayaGazeteci
9Ayşe Erkli
10Azmi KaramahmutoğluÜlkü Ocakları E. Bşk
11Barlas DoğuMilli Savunma (E) Bakanı
12Barış TınayCHP Beyoğlu İlçe Başkan Yrd.
13Bedri BaykamSanatçı
14Bilge ArasMilli Merkez Genel Sekreter Yrd.
15Birgül Ayman GülerProf. Dr. / CHP Milletvekili
16Can AtaklıGazeteci
17Canan ArıtmanDr. / CKD Genel Başkanı, E. Milletvekili
18Candeğer Gezerİşletmeci
19Cem GürdenizEmekli Amiral
20Cengiz ÖzakıncıYazar
21Demet GünoğluGazeteci
22Deniz ÇetinkayaMakina Mühendisliği Öğrencisi, CHP Beşiktaş
23Dilek GözütokProf. Dr. / Ankara Ünv. Öğrt. Ü.
24Doğu PerinçekDr./ İşçi Partisi Genel Başkanı
25Engin ÜnsalDr. / E. Milletvekili, Öğretim Üyesi
26Enis ÖksüzProf. Dr. / Ulaştırma (E) Bakanı
27Ercan KüçükGazeteci, Kadro Hareketi
28Erdoğan KarakuşEmekli General / TESUD Genel Başkanı
29Erkan Önselİstanbul Eczacılar Od. E. Bşk.
30Ertaç ErtenCHP Sarıyer Üyesi
31Fevzi DurgunMak. Müh. / USİAD (E) Başkanı
32Fikret GüneşEmekli General
33Fuat SelviEmekli Albay
34Gülsen TuncerSanatçı
35Günizi DizdarAvukat
36Hakkı GÜGENDijital Medya Uzmanı, Kadro Hareketi, CHP Kadıköy
37Halil Semih EryıldızProf. Dr.
38Halil İbrahim TüysüzEmekli General
39Haluk DuralKimya Yük. Müh. / Milli Merkez Genel Sekreteri
40Hasan Atilla UğurEmekli Albay / İşçi Partisi Genel Başkan Yrd.
41Hasan Hüseyin AkbulutE. Milletvekili
42Hasan KorkmazcanAvukat / TBMM (E) Başkanı Vekili
43Hasan İleriDr.
44Hüsamettin CindorukAvukat / TBMM (E) Başkanı
45Kaan ARSLANMatematikçi, Kadro Hareketi, CHP Sarıyer
46Kadir SağdıçEmekli Amiral
47Kasım ParlarE. Milletvekili
48Kemal Anadolİzmir Eski Milletvekili, Yazar
49Kerem DoksatProf. Dr. / Psikolog
50Levent Temizİstanbul Ülkü Ocakları E. Bşk.
51Mahmut SertMak. Müh.
52Mehmet AtaySanatçı
53Mehmet BoztaşCHP Aydın E.Milletvekili
54Mehmet Erdülİzmir ESHOT E. Genel Müdürü
55Mehmet FaraçGazeteci / Aydınlık Gazetesi Yazarı
56Merih ŞanCHP İzmir eski Y.K.Ü
57Metin ÖneyAvukat / ANAP (E) Milletvekili
58Mine KırıkkanatCumhuriyet Gazetesi Yazarı
59Muharrem KocamanSakarya MHP E. İl Bşk.
60Mustafa KöseoğluCHP Kurucu İlçe Başkanı
61Mustafa Pamukoğluİktisatçı / Yazar
62Mustafa YurtkuranProf. Dr.
63Müyesser YıldızGazeteci / Yazar
64Namık Kemal BoyaAvukat
65Namık Kemal ZeybekE. Bakan
66Nasuh MahrukiKar Leoparı  ve Everest’e tırmanan ilk Türk
67Nazım GüvençGazeteci-Yazar
68Necati CebeCHP Balıkesir E. Milletvekili
69Necla AratProf. Dr. / CHP (E) Milletvekili
70Nihan ArasMilli Merkez Genel Sekreter Yrd.
71Nihat GençAraştırmacı Yazar
72Numan GültekinDSP Balıkesir E. Milletvekili
73Nur SerterProf. Dr. / CHP Milletvekili
74Nusret GünerE. Oramiral / E. Donanma Komutanı
75Osman BaşıbüyükEmekli Albay
76Osman ÖzbekEmekli General
77Ozan KURUİktisat Öğrencisi, Kadro Hareketi, CHP Avcılar
78Oğul AktunaSiyasetçi
79Sait YılmazDoç. Dr. / Yazar
80Semih ÇetinEmekli Amiral
81Seniha Gökçen BoyaCUMOK
82Serhan BollukDr. / İşçi Partisi Genel Sekreteri
83Sinan MeydanAraştırmacı Yazar
84Soner PolatEmekli General
85Suat ÇağlayanEski Kültür Bakanı
86Suna BüyüköztürkProf. Dr.
87Sönmez Targan68’liler Birliği Vakfı Genel Başkanı
88Süheyl BatumProf. Dr. / Millet Vekili
89Tanju CılızoğluGazeteci
90Tayfun İçliE.Bakan
91Turan KarakaşCHP İzmir E. İl Bşk.
92Turgut OkyayE. Yargıtay Onursal Üyesi
93Turhan ÖzlüGazeteci / Ulusal Kanal Genel Müdürü
94Ufuk SöylemezDevlet (E) Bakanı - MM Ankara Temsilcisi
95Ufuk Çiçekİşletmeci, Kadro Hareketi, CHP Bahçelievler
96Uluç GürkanE. Milletvekili
97Uğur CivelekEkonomist
98Volkan TuranLojistik Uzmanı, Kadro Hareketi, CHP Fatih
99Yavuz Selim DemirağGazeteci / Yazar
100Yaşar OkuyanE. Bakan
101Zekeriya BeyazProf. Dr. /Marmara Ü. İlahiyat Fak. (E) Dekanı
102Çetin Remzi YüreğirGaz. İmtiyaz sahibi
103Önay AlpagoAvukat / CHP (E) Milletvekili, Devlet (E) Bakanı
104Ümit ZileliGazeteci
105Ümit ÜlgenMak. Müh. /ADD (E) Marmara Bölge Sorumlusu
106İsmail Hakkı PekinEmekli General
107İsmet SezginTBMM (E) Meclis Başkanı
108Şeref Gülİş adamı
109Şule PerinçekGazeteci / Yazar / İşçi Partisi Gen. Bşk. Yrd.
110Şükrü Sina GürelE.Bakan

16 Aralık 2014 Salı

KAMUOYUNA DUYURU, Kastamonu Konuşması


14 Aralık 2014 günü Kastamonu’da Cumhuriyetçi Güç Birliği’nin düzenlediği ve üç saat süren konferansta yaptığım konuşma, konferansı izleyen basın mensupları tarafından, kendilerinin seçtikleri bir tema üzerinden haberleştirilmiştir. Söz konusu haber, konferansımın sunuş konuşmasından değil, soru-yanıt bölümünden sözlerle ilgilidir. Konuşmanın kapsamı farklı olmakla birlikte, haberde çarpıtma yoktur.

Sözlerim “yeni” olmadığı gibi, AKP kaynaklarının ileri sürdüğü üzere bir “itiraf” da değildir. Türk siyasi yaşamında Cemaat Sorunu, yaklaşık on yıldan bu yana önemli bir başlıktır. Hem bu gerçeği hem de CHP’nin bu yapıyla hiçbir işbirliği ve ittifaka giremeyeceği görüşümü, daha önce Parti Meclisi’nde ve çeşitli yazı ile konuşmalarımda dile getirmiştim.

30 Mart 2014 yerel seçim sürecinde bazı il başkanlarının basına yaptıkları Cemaat’i övücü açıklamalar, bu kesimden gösterilen yerel yönetim adayları, Cemaat mensubu savcıları “yıllarca devlete hizmet etmiş değerli memurlar” olarak aklayan açıklamalar kamuoyunun bilgisi dahilindedir. Günümüzde Cemaat’e dönük operasyonları “hukuk ve basın özgürlüğü ihlali” olarak görmek de, seçim sürecinde bu kesime yönelik “sıcak bakış”ın halen geçerli olduğunu göstermektedir.

Cemaat yapısı, AKP iktidarının muhalifi değil, suç ortağıdır. Şimdi kavga eden eski ortakların iki tarafı da, işlenen suçlardan aynı derecede ve birlikte sorumludur. Bunlardan birinin ya da diğerinin tarafımızdan aklanması ve korunup kollanması düşünülemez.

Son on yıldan bu yana, her türlü hukuk ve basın ilkeleri ihlallerinin teknik – operasyonel sorumlusu olan bu çevre, gizli dinleme – izleme – kaset/tape servis etme – sahte delil yaratma – sahte bilirkişilik kurma – savunma hakkını ortadan kaldırma, vb. işleri nedeniyle hukuk önünde hesap vermelidir. Bunu sağlamak, siyasal iktidarın sorumluluğu ve görevidir.

CHP olarak bize düşen ise, on yıllık hak ve can kayıplarına neden olanların, suçlarının hesabını kesintiye uğramadan ve hukuka uygun biçimde vermelerini sağlamak, aynı zamanda bu suçların siyasal sorumlusu olan AKP iktidarından siyasal ve hukuksal olarak hesap sormaktır.

Sözlerimin, iktidara giden yolun taktik değil ilkesel politikadan geçtiğini ve CHP’nin Cemaat yapılanmasına kalkan olmaktan uzak durması gerektiğini bir kez daha ilandan ibaret olduğunu kamuoyuna saygılarımla duyururum.

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER

CHP İzmir Milletvekili

16 Aralık 2014

8 Aralık 2014 Pazartesi

RUSYA İLE BİRLİKTE DAVRANMAK


Bu ayın -2014 Aralık- ilk günlerinde ABD Başkanı Obama “Rusya’ya yaptırımlarımız sürecek” derken, Rusya ekonomisi üzerinde çökertme amaçlı işler yaptıklarını bütün dünyaya ilan etti. Sözleri tam olarak şöyleydi:

“Vladimir Putin’in tutumu (Ukrayna’ya ilişkin) değişecek” konusunda iyimser olup olmadığımı sorarsanız, Rus politikacılar tarafından ekonomideki durum anlaşılmadan böyle bir gelişmenin yaşanacağını zannetmiyorum. Bu nedenle baskımıza (yaptırımlar olarak) devam edeceğiz.”

“Rusya’ya Yaptırım Koalisyonu”

Aynı günlerde ABD Temsilciler Kongresi, Rusya’ya saldırılarının artırılmasını isteyen bir karar aldı.

[Türkçesi şu adreste: http://turkish.ruvr.ru/news/2014_12_06/Yeni-Soguk-Savas-karari/
Orjinali ise: http://b.3cdn.net/kucinich/a8bb3ba91389f98e95_pym6iikbh.pdf ]

Adam Kinzinger adlı milletvekilinin önerdiği 758 numaralı bu karar, ibretlik bir belge. ABD’nin Rusya’ya karşı savaş ilanı niyetlerinin resmi belgesi sayılabilir. Batı dünyasını, tek tek saydığı haliyle “NATO üyelerini, ABD ortaklarını, Avrupa’yı ve diğer ülkeleri” Rusya’ya karşı yaptırım koalisyonu oluşturmaya çağıran 22 maddeli bir “yeni yaptırım paketi”. Kararın son cümlelerinde, amacın demokrasi, insan hakları ve tüm ülkeler için barış olduğunun yer alması ise, Irak ya da Libya ya da Suriye örneklerini yaşamış olan bizler için hiç şaşırtıcı değil.

Karara ilişkin olarak Dennis Kucinich adlı başka bir milletvekili “ne yaptığınızın farkında mısınız” diye ses vermiş. “Rusya’yı tecrit etme çağrıları Rusya tarafından savaş hazırlığı gibi algılanabilir; savaş çığırtkanlığı doğru iş değil. Uluslararası bir düzen sağlamanın yolu askeri harcamaları artırmaktan değil, diplomasi yollarını kullanmaktan geçer” uyarılarında bulunmuş.

Bu uyarılara karşın Amerikan meclisinde yalnızca 10 üye “hayır”, 411 üye “evet” oyu verince, Obama’nın politikası yalnızca desteklenmedi, daha hızlı ve sert bir çizgide davranmaya davet edilmiş oldu.

“İyilik” Bu Kez Kuzey Yönümüzde!


Kendini insan hakları, demokrasi, barış yurdu ilan eden ABD, bir kez daha otoriter, totaliter, diktatör, saldırgan, vb. vb. kötülükler diyarı ilan ettiği Doğu ile karşı karşıya geliyor. Bu sözde “iyilikler yurdu”, çeyrek yüzyıldır ülkemizin güneyinde, Ortadoğu’da idi. Şimdi ülkemizin kuzeyinde beliriyor. 

Elbette yine kendi ilanı olan “iyilikler” için harekete geçiyor; Ukrayna, Gürcistan, Moldova ve Avrupa ülkelerinin demokrasisi için kendini düşünmeden öne atılan fedai görüntüsüyle sahne alıyor. Kendisi için bir şey istiyorsa ne olsun! Her yaptığı demokrasi, insan hakları, barış için!

Aynı “diktatör” Saddam Hüseyin’in nükleer – kimyasal her türden yıkıcı silahlanmasına karşı Ortadoğu ile tüm dünyayı kurtarmak için yaptığı gibi! Irak’ta böyle silahlar olmadığı, iddianın bir yalandan ve hatta kumpastan ibaret olduğu ortaya çıktı çıkmasına, ama bu ayrıntı üzerinde durmak olmaz; ya doğru olsaydı? … Ebu Garib ve Guantanamo işkencehanelerindeki vahşet de bir ayrıntı. İnsan haklarını öğrenmek kolay iş mi! Bizim gibi az gelişmiş dünyanın az gelişmiş insanları, insan haklarını böyle böyle öğreneceğiz.

Doğru Tavır İçin Hazırlanmak

1990’dan bu yana yaşadıklarımızdan yeterince ders çıkarmış olmalıyız. “Diktatör” etiketlerini kimler kimlere yapıştırıyor? “Demokrasi, insan hakları, barış” sözleri kimin ağzında? Ve bu sözler kime karşı kıyıcı kanlı bir silah olarak kullanılıyor?

Aklımız bu soruların yanıtlarını şimdiden vermeli. Şimdiden vermeli ki, olaylar ortalığa saçıldığında, gerçeklerle doğruların yanında saf tutmakta bir kez daha geç kalmayalım. Güney komşularımız için sergilediğimiz yalpalamalı halleri, kuzey komşularımız için bir kez daha sergilemeyelim. Müttefikimiz Atlantik’e karşı “dur bi yol hele” diyelim ve güzelim Karadeniz’i yeni bir hesapsız saldırganlığa teslim etmeyelim.

Rusya Başkanı Putin’in Türkiye ziyaretini bu çerçeve içinde görmekte yarar var. Atlantik ötesinden gelen emperyalist saldırganlığa geçit vermemek için Türkiye – Rusya birlikteliği şimdi çok gerekli.

[Yeni Adana Gazetesi, 8 Aralık 2014]

KÜRESELLEŞME ARTIK "TTIP"


Küreselleşme, 1970’li yıllarda yapılan neredeyse yedi yıl süren Tokyo Round adlı müzakerelerle başlamıştı. 1980’lerde isim bulundu. Dünyanın yeni düzeni doğuyordu, doğana isim bulunamadıysa da doğuş sürecine bulundu. Olmakta olana globalizasyon adı verildi, küreselleşme.

SERBEST TİCARETİN EBELERİ

Süreç laftan ibaret değildi. Uruguay Round adı verilen görüşmelerde yeni dünya düzeninin yeni örgütü doğmuştu. Dünya genelinde çok taraflı ticaret anlaşmalarını yönetecek Dünya Ticaret Örgütü. İngilizce adının baş harfleriyle WTO.

Elde, İkinci Dünya Savaşının ateşinden doğma, 1947 doğumlu GATT adlı bir anlaşma vardı. Az sayıda ülke arasında az sayıda malın ticaretiyle ilgiliydi. Ama giderek taraf ülke sayısı 100’ü, ilgili malların listesi de çok sayıyı aşmıştı. Yeni düzene maya oldu. Mal ticaretine eğitim, sağlık, iletişim, muhasebe, turizm, her şey dahil hizmet ticareti anlaşması GATS eklendi. Fikir ticareti de dışarıda bırakılmadı. TRIPS, yani fikri mülkiyet hakları anlaşmaları yazıldı. Elbette anlaşma varsa anlaşmazlık da olur, WTO bünyesi ticaret mahkemeleriyle tamamlandı.

Bunlar, küreselleşme denen yeni dünya düzeninin İsviçre’de Cenevre’ye yerleşmiş olan ebeleriydi. İşleri, ticareti çok-taraflı-anlaşmalarla dünya genelinde serbestleştirmekti.

Küreselcilik idolojisi, “dünyanın çoğunluğunu oluşturan az gelişmiş ülkeler dünya zenginliğinden daha çok pay alacak” vaadini işte bu mekanizmaya dayandırmıştı. Öne sürdüğü tek koşul, ulus-devletlerin tarifelerden ve gümrüklerden, yani kendi ülkelerinin egemeni olmak iddiasından vazgeçmeleri idi.

SERBEST DEĞİL ADİL TİCARET!

Küresel ticaretten ibaret küreselleşme, adeta doğarken nefessiz kaldı. 2001 yılında Katar’ın Doha kentinde başlayan görüşmelere, küresel ticarete az gelişmiş ülkeler yararına yön verme etiketi yapıştırıldı. Doha Kalkınma Gündemi bunun içindi ve bitmek bilmedi. Aradan 13 yıl geçti, görüşmeler tıkandı, işler askıya alındı.

Küreselcilik ideolojisi dünyayı aldatmayı başardı. Ama küreselleşmenin sonuçları ortaya çıkınca işler değişti. WTO kararlarının sonuçları basitçe şöyleydi: ABD-AB gibi küresel ticarete egemen olanlar korunup güçleniyorlar, dünyanın geri kalanı ise “serbest ticaret” adı altında pazarlarını bunlara açmak zorunda kalıp ulusal sanayilerinin tasfiye oluşunu seyretmek zorunda kalıyorlardı.

İlerici güçlerin önderliğindeki dünya buna hayır dedi ve olması gerekeni şu slogan özetledi: “Serbest Değil Adil Ticaret”!

MADEM ÖYLE…

Buna karşı küreselcilik ideolojisi madem öyle, gününüzü gösteririm size dedi. İç yüzünü saklamayı bir yana bıraktı. Başka bir ortaklık kuruyor. TTIP oluyor; TransAtlantik Trade and Investment Partnership adlı bir anlaşma imzalamaya çalışıyor. 2013 yılının Temmuz ayından bu yana, ABD – AB arasında serbest ticaret ve yatırım anlaşması için görüşmeler yürütülüyor. Atlantik Okyanusu’nun iki yakasına yerleşmiş olan bu iki “Batı”, dünyayı üçüncü bir savaşa doğru sürükleyen küreselleşme saldırılarında yeni bir evrenin kapılarını açmaya hazırlanıyor.

Hazırlıklar kapalı kapılar ardında yürüyor. Avrupa yurttaşları Avrupa Konseyi’nden bilgi istiyor, demokrasinin beşiği Avrupa’nın konseylerinden “size ne?” gibi yanıtlar alıyorlar. AİHM’ne başvurup “bilgi edinme hakkı”nın gasp edildiği şikayetiyle dava açıyorlar. Olup bitenleri öğrenmeye çabalıyorlar.

YA BİZ?

Küresel mali sermayenin kendini beğenmişliğine karşı küreselcilik ideolojisiyle tutuşulan kavga, ABD ve AB’de daha şimdiden TTIP despotluğuna karşı da yükselmiş durumda. https://stop-ttip.org/ adlı sitede, bu anlaşmaların yurttaşlar için değil büyük tekelci şirketler için olduğu söyleniyor. Stop TTIP! diyorlar.

Ya biz ne yapıyoruz? Bakan Zeybekçi ile küresel tekelcilik cenahı “TTIP’te yer almalıyız, yoksa perişan oluruz” telaşına düşmüş, Atlantik odağından “gel” densin derdindeler.

Oysa besbelli. Dünyada kartlar bir kez daha yeniden karılıyor. Günü ve geleceği, Tam Bağımsız Türkiye ideali doğrultusunda yeniden değerlendirmek gerekir. Atlantik korkusunu, oradaki ilerici güçlerle ve bizim şu eski muazzam mazlum dünyayla beraberce kırıp atmanın yolunu açmalıyız. Bir kez daha tam zamanı!

[Aydınlık Gazetesi, 7 Aralık 2014]