22 Aralık 2014 Pazartesi

CEMAATE GÖZALTI


Türkiye’de yaşamak, her gün bir şey öğrenmek demek. Birkaç gündür, ortada polis operasyonu olmadan “operasyona karşı direniş” örneği gördük. Önce “direniş” oldu, sonra operasyon.

Şimdi “operasyon”, 2001 yılında başladığı ileri sürülen ve o günden sonra asker-sivil, yazar-hoca, gazeteci-memur, genç-yaşlı yüzlerce aydını hedef aldı. ETÖ diye derin, kanlı, eli bıçaklı bir örgüt vardı, camileri bombalayacak Balyoz Darbesi hazırlıkları vardı, toprağa gömülmüş bombalar, bilgisayara yüklenmiş fişler – planlar, daha ne olabilirdi ki, İstanbul’da ve İzmir’de askeri personelin fuhuş ve casusluk hikayeleri…

Her bakan kişiye “hadi canım!” dedirten tuhaf işlerdi. Tuhaflıklar vahşete döndü. Haysiyet cellatlığında kalmadı işler, canlara mal oldu. ETÖ’deki görevi “kasa”lık diye ilan edilen Kuddusi Okkır, insanlık dışı bir hastalığın pençesine tedaviden yoksun bırakılarak atıldı; geride kalan eşi ölüm acısıyla geçim sıkıntısına sıkıştı. Okkır’ın ölüm döşeğindeki fotoğrafını hatırlıyorsunuz değil mi? Ali Tatar, atılan iftiralara karşı yüreğini soğutamadı, canına kıydı. Albay Murat Özenalp, hapishanenin avlusunda ailesinin gözü önünde kalbine yenik düştü. Hastalananlara “numara yapıyor” diyen polis şefleri, yargıçlar, savcılar, doktorlar vardı; TV ekranlarında “ödeyecekler kardeşim!” diyen yorumcular, yazarlar, gazeteciler onların sesi – soluğu olmuşlardı.

Bunların hepsi, kurulan bir komplonun sonuçları idi. Ne var ki, Fethullah Gülen durumdan emindi. 2005’te Aksiyon adlı dergide fetvasını vermişti: “Ulusalcı dalgayı aşacağız”! Yapılanlar ulusalcı dalgayı aşmak içindi; bu da ilan ettikleri bir din uğruna idi; Hükümet ‘tamam’ diyordu; dini bütün olduğunu ileri sürenler de öyle. Cinayet, dini inançla harelenmiş olarak yıllar ve yıllarca sürdü. Hala sürüyor.

İşte bütün bu işlerin doğrudan ve operasyonel yetkili – sorumluları, şimdi yine bu işin doğrudan siyasal sorumlusu tarafından “operasyon”a uğradı. “Devletin savcısı, devletin polisi, vatansever adamlarız” diye bağırıyorlar. “Biz basınız” diye “basın özgürlüğü” adına kendilerine sahip çıkılmasını bekliyorlar. Ama bu basın 2011 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin karakollarında masaların üzerinde bol miktarda bulundurulan bir gazete basını! Karakollarda, esnaf camekanlarında, havada – karada her yerde bulunan bir gazete basını! İzmir milletvekili olarak “Karakollarda Neden Zaman Gazetesi var?” diye soru önergesi sormak zorunluğu hissettiğim ilginç bir gazete “basın”ı!

Şimdi operasyona konu olan kesim, Türkiye’ye dönük ve yıllarca süren, hala sonuçları ortadan kaldırılmamış, verdiği zararlar tazmin edilmemiş, en önemlisi hesabı sorulmamış bir yapılanmanın kendisidir.

Bu yapılanma gayrı-millidir; Türkiye’ye yabancı bir ruh hali içindedir. Varlığını küresel ticari ilişkilerin üzerine kurmuş, ülke içinde çeşitli toplumsal kesimleri iktisadi zor araçları kullanarak adeta esir alarak var olmuştur.

Bu yapılanma, çocukları yurt – burs – abla/abi evleri, sınav hileleri aracılığıyla esir almış, çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceklerini esir alarak iş görmeye alışmış, bireysel özgürleşmeyi biat ile yasaklamış bir zihniyetin eseridir.

Cemaate gözaltı, Hükümet üyelerine değil, Türkiye’ye verdiği tüm zararların hesabı sorulduğunda doğru, yerinde, haklı olacaktır. Aksi halde Hükümet, eski suçlarından kurtulamayacağı gibi, şimdiki gözaltı da kendisini kurtarmaya odaklanmış yeni bir suç başlığı haline gelir.

Bizim, Cemaate Gözaltı’nın hukuk kurallarına ve adalet duygusuna uygun biçimde yapılmasını istemekten başka bir isteğimiz ya da düşüncemiz olamaz.

[Yeni Adana, 22 Aralık 2014]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder