The Mektup,
Kılıçdaroğlu adına Avro-Atlantik gazetelerinde yayınlanan açık mektup.
Küresel
demokrasi projecilerini göreve çağıran kara bir belge.
1
The Mektup,
yürüyenlerin Türkiye vatandaşları
olduğunu ilan eden bir belge. Anayasal hiçbir değeri, fiilen de kendisi var
olmayan bu sıfat, ülkemizde liberal, gerici ve bölücü hareketlerin anayasaya
yerleştirmek istedikleri siyasal sıfat. The Mektup, bu tercihiyle, yürüyen
harekatın başında, Türk vatandaşlığı
sıfatını ortadan kaldırmak, böylece Türk Milletinin yapı taşını yerinden
oynatmak isteyenlerin bulunduğunu gösteriyor.
2
The
Mektup, “dünya aşırılıkçıların, dar
görüşlü popülistlerin ve diktatörlerin yükselişine sahne oluyor”
saptamasını yapıyor. Tuhaf bir dil. Daha doğrusu, fazla Amerikanca.
*
“Aşırılıkçılar”…Amerikan
menşeli medeniyetler çatışmasının doğrudan ürünü olan ılımlı – aşırı/radikal İslamcılar ayırımı. Buna
ek olarak, ılımlı laikçilik de denen sekülerlik
ile katı laikçilik denen laiklik cepheleşmesi.
Yani The Mektup, Atlantikçilerin ılımlı İslamcılık ve sekülercilik tercihinin
yanındayım diyor.
“Dar görüşlü popülistler” ve “yükselen diktatörler”…
Bunun adı üstünde. The Mektup, küresel tekellerin açgözlü çıkarlarına karşı kendi
ulusunun yararını ilk sıraya koyan halkçı siyasetlere karşı savaşmak hevesinde
olduğunu söylüyor. Verdiği örneklerden belli ki, Arap Baharının ve Renkli
Devrimlerin hedeflerini paylaşıyor. Libya’da,
Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, bu çizgide yer alan Venezuela gibi kimi Latin Amerika ülkelerinde yaşanan zor ve acı
olayların sorumluluğunu, bu ülkelerin “popülist” ve “diktatör” dediği
önderlerine yıkıyor.
İnanılır
gibi değil!
Bunları
istila ve işgal eden, nükleer ve kimyasal
silah yapıyorlar/yapacaklar/yapabilirler yalanlarıyla perişan eden
emperyalizme değil; bu ülkelerin halklarına ve önderlerine saldırıyor.
3
Daha da
ileri gidiyor ve Türkiye’yi de bu sınıfa koyuyor.
The Mektup
“uluslararası çapta yeni demokratik
araçlar geliştirmeli ve bunları paylaşmalıyız” diyor.
Atlantik
dünyası ne zaman “demokratik”
dediyse, ardından yeni tipte bir sömürgecilik düzeni ve acı işgaller, hatta El Garib işkencehanesi gibi insanlık ayıpları geldi.
HDP/PKK’nın
ağzındaki nakarat gibi! Bunlar da ne zaman “demokratik” dedilerse, sonra hep
birlikte bunların hendekçilik, özsavunma/özerklik/özyönetim ilanı falan gibi
şeyler olduğunu, milletin ve ülkenin
bölünmesi anlamına geldiğini gördük.
Şimdi biz,
The Mektup’un bu işlerin mimarı liberal demokrat cenahı göreve çağırdığını
satır aralarında değil, açık satırlarında okuyup dururken , “uluslararası çapta demokratik araçlar”
sözünden daha başka ne anlayabiliriz ki!
4
The Mektup
“dünya”ya çağrısını yaparken kendi etiketini de alnına yapıştırmış bulunuyor.
Aşırılık, popülizm ve diktatörlerin yükselişine karşı “liberal demokratlar nasıl yanıt vermeli?” diye soruyor.
*
Söylemeye
gerek var mı?
Liberal
demokratlık, mutlak serbest piyasa ekonomisi militanlığı demektir. Devletçiliğin, kamu hizmetlerinin,
planlamacılığın reddi…
Liberal
demokratlık, halkçılığa “popülizm”
der. Halkçılık ve onun daha gevşek hali olan sosyal devlet felsefesini sevmez;
çünkü bu, gelir dağılımı adaleti derdine düşmek demektir. Yük – nimet
bölüşümünde adalet, liberal adaletin görüş alanında yoktur.
Liberal
demokratlık devrimciliği sevmez. O,
kirli “demokrasi projesi” için renkli-güllü-baharlı karşıdevrimleri sever.
Liberal
demokratlık laiklikten hoşlanmaz; o
ılımlı laiklik dediği sekülerlik modelini sever. Oradan da “ılımlı siyasal
dinciliğe” yelken açar.
Cumhuriyetçilik mi
dediniz? Liberalizmin şampiyonu İngiltere’de cumhuriyet yok; monarşi var!
Milliyetçilik?!
Küresel serbest piyasa ekonomisi, en tepesinde dünya elitlerinin keyif çattığı
türden bir kozmopolitizmdir; ne milliyetçiliği!
Özetle, Altı
Ok’a elveda!
5
The
Mektup…
Tarihimizin
kara belgelerinden biri, ülkemizin kurucu partisi için ise kepenklerini indirme
belgesidir.