18 Ekim 2013 Cuma

ULUSAL DUYGUYA “IRKÇI” YAFTASI VURMAK BİR OPERASYONDUR!

Birgül Ayman Güler 

CHP İzmir Milletvekili 


AKP Hükümeti demokratikleşme paketi açtı, o paketten okullarda “andımız” okunmayacak kararı çıktı.

Bu and metninde “Türküm” deniyor; “varlığım Türk varlığına armağan olsun” deniyor; “Mustafa Kemal Atatürk’ün yolunda yürüyeceğim” deniyor. Bu sözler siyasal iktidarı elinde tutan dinci millet/ümmet siyasetiyle, iktidarın müzakere ortağı etnikçi halk/milliyet siyaseti tarafından ”ırkçı” diye yaftalandı.

Bu yaftalama basit bir işlem değildir. Birincisi, ırkçılık insanlık suçudur; “andımız” üzerinden Cumhuriyet rejimi ve Atatürk milliyetçiliği “ırkçılık”la karalanmak istenmiştir. İkincisi, karalanan bilinç, bizi anti-emperyalist kalkınma mücadelesinde mevzi ve araç yoksunu kılıp zayıflatmaktadır.

Bir insan topluluğunun ulus olarak örgütlenmesini sağlayan dört özellik vardır; dolayısıyla onu ortadan kaldırmak için de kullanılabilecek dört saldırı noktası vardır: Bir ulusal varlığı yok etmek için ulusun (1) dil birliğine, (2) toprak birliğine, (3) iktisadi yaşam birliğine, (4) duygu ve bilincine saldırılır.  “Andımız” ulusal duygu ve bilincin somut belgesidir. "Andımız”ın kaldırılması, ulusu çözme operasyonunda dördüncü özelliğe yönelik bir saldırıdır. Bizim gibi, varlığını bağımsızlık savaşıyla kazanmış halklar bakımından “ulus bilinci” bugün ve gelecek için kritik öneme sahiptir. Bu saldırı, küresel gericiliğin yerli işbirlikçileriyle yürüttüğü Büyük Operasyon'un bir parçasıdır.

Delikanlılığını 1930’lu yıllarda geçirmiş bir “kişisel tarih”in 1969 yılında sarf ettiği aşağıdaki sözler, bu saldırının anlamını derinlemesine kavramamıza çok yardımcıdır:
“Milli gurur iyi şeydir. Milli gurur insanı sosyalizme götürür. En sağlam sosyalistler o yoldan gelmiştir sosyalizme. Bir adamda gerçek milli gurur varsa korkma! Ergeç temel ilkelerde birleşirsin onunla. Ergeç bu dünyada Türk olarak başı dik yaşamanın, kapitalizmin son aşaması olan emperyalizmin dünya yüzünden silinmesiyle mümkün olabileceğini anlayacaktır. Bunu ben kendimden bilirim. Bizim delikanlılığımızda biz, “bir Türk dünyaya bedel”, “ne mutlu Türküm diyene” sloganlarını ciddiye alan bir kuşaktık. Uşak zihniyeti, komprador zihniyeti, “Amerikasız yaşayamayız” “ya Amerikan uydusu ya Rus uydusu olmamız mukadderdir” zihniyeti ezilmişti Atatürk Türkiyesinde. Ve işte Atatürkçü olarak, en derin milli gurur içindesin ve o havanla Batıya okumaya gidiyorsun. Batıda Anglo-Sakson dünya hakimiyetiyle karşılaşıyorsun. İngiltere’nin imparatorluğu, dünyanın dörtte birini kapsıyor.Amerika, kapitalist dünyanın en zengin ülkesidir. Ve sen seziyorsun ki, bu dünyada yeteneğin ne olursa olsun, Türk olarak senin kaderin, ikinci sınıf dünya vatandaşı olmaktır. Ve onun, Anglo-Saksonun ve öteki emperyalist Batı ülkeleri vatandaşının kaderinde (sömüren metropolün insanı olduğu için), daha doğduğu günden başlayarak birinci sınıf dünya vatandaşı olmak yazılıdır. Sen milli gururunla bunu kabul edecek misin, etmeyecek misin! Etmediğin anda da bu Anglo-Sakson hakimiyetini yıkman gerek! Emperyalistlerin dünya hakimiyetinin nasıl yıkılabileceğini düşüneceksin, düşünüyorsun. Ve sen, ezilen sömürülen bir Doğu ülkesinin vatandaşı olarak sen, anlıyorsun ki, yalnız senin çabanla başarılamaz bu iş. Çok güçlüdür düşman. Müttefik arıyorsun….. Ve sonunda kavrıyorsun ki, milli gururunu zedelememenin tek yolu, sömürüyü yalnız ulusal anlamda değil, sınıfsal anlamda da kaldırmaktadır. Hayır, kemalistle sosyalist arasında aşılmaz bir duvar yoktur! Ben bunu kendimden bilirim. Ve yalnız bizim kuşakta değil, bizden önceki kuşakta da görmüşümdür bunu kendi gözlerimle…..”
Bu sözler bize gösteriyor ki, ulusal duygu ve bilinci, insanlık suçlarından biri olan “ırkçılık”la yaftalamanın tek sonucu vardır: Kendi ulusal varlığını ezerek kendi gücüne güvenmeye son vermek ve böylece emperyalizmin önündeki ulusal bendi kırmak üzere içeriden gedik açmak.

“Andımız”ın kaldırılması, Tam Bağımsız Türkiye için sürdürdüğümüz direnişe indirilmiş darbeden başka bir şey değildir.
Bu sözler kimin mi? MİHRİ BELLİ’nin…
Mihri BELLİ, “Türkiye’de Karşı Devrim”, 3 Aralık 1968, 1965-1970 Yazılar, Sol Yayınları, Haziran 1970, s. 95-97. 

[BAG, 18 Ekim 2013]

DEMOKRATİK de DEMOKRATİK!


Birgül Ayman Güler
CHP İzmir Milletvekili

Türkiye’de ulus düşmanlığı kendini ifade etmekte zorlanıyor. Zorlanma, her şeyin başına “demokratik” sıfatı getirme zorunluluğu duymalarından belli. Bu kesimler için “barış”, “çözüm”, “özerklik”, “özgürlük”, “hak – hukuk”… gibi sözcükler tek başına bir şey ifade edemiyor.

Abdullah Öcalan ‘teori’sini yaparken de ‘pratikleştirirken’ de her sözün başına “demokratik” yazıp benzersizliğini sergiliyor:
  • Demokratik barış; Demokratik çözüm; Demokratik özerklik ….. şimdilerde zirvesine vardı. Öcalan partisine bir konferans toplamalarını emretti, o da ‘demokratik’: Demokratik İslam Konferansı 
Recep Tayyip Erdoğan benzersiz başbakanlığını da ‘dünya’ liderliğini de ‘demokratik’ sıfatı olmadan yürütemez görünüyor.
  • Demokratik hak, Demokratik özgürlük, Demokratik dönüşüm, Demokratik vatandaşlık… derken, bu da şimdilerde Demokratik paket ile derlenip toplandı. On yılda 'sessiz devrim' = demokratik değişim yaptık diyor.
George Bush Afganistan’a, Irak’a demokratik işgaller planlayıp gerçekleştirmiş, Arap Baharı aracılığıyla Akdeniz’in güneyi demokratik açılımlara gark edilmişti.

Aslında demokratik Bush, İkinci Dünya Savaşı’ndaki Roosevelt demokrasisinin uzantısıydı. Demokratik Roosevelt, ülkemizde Demokrat Parti’nin doğumuna ebelik yapmıştı. Ne var ki, sonraki tarihlerde Türkiye’de sağ cenah yalnızca bir kez bir ‘Demokrat(ik) Parti’ kurdu; bu sıfatı Adalet, Selamet, Anavatan, Doğru Yol.. diye değiştirip unutmayı yeğledi. Çünkü 1960 – 1970’li yıllarda her yeri ‘Milli Demokratik Devrim’, ‘Demokratik Sosyalizm’, ‘Sosyalist Demokrasi’, ‘Ulusal Demokratik Cephe’…. kaplamıştı. Ve işte o dönem boyunca komünizmle mücadele dernekleri ‘demokra(si) ile (tik)’ esintilerinden nefrete düşmüşlerdi.

Ne var ki 1980’lerde dünyaya demokratik küresellik geldi ve işler değişti.

Bir zamanların komünizmle mücadele derneklerinin demokratik aktörleri, şimdilerde ABD’deki meskenlerinden bir kez daha demokratik demokratik sesleniyorlar. Ve yine şimdi demokratik PKK, demokratik AKP ile birlikte müzakere içinde.

Bir kesim de, bu kirli pazarlığa ortak etmeye çalışıp başaramadıkları CHP’yi, kah Yeni Anayasa kah yerel seçim ittifaklarıyla kendi cinslerinden demokratik CHP yapmanın derdinde.

CHP’nin fikri mi? Çoktan söylendi:
İstemem kalsın, teşekkür ederim!

[BAG, 18 Ekim 2013]


14 Ekim 2013 Pazartesi

TANAL DAVASI HEPİMİZİN DAVASIDIR


KAMUOYUNA DUYURUMUZDUR
14 Ekim 2013


Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir Bozdağ, arkadaşımız İstanbul Milletvekili Mahmut TANAL’a yönelik olarak “Eğer CHP’li vekil davadan vazgeçmez, CHP de vekil hakkında bir disiplin işlemi yapıp davaya yanlış demezse; dava, CHP’nin açtığı davadır” diyerek hem haddini bilmezlik hem de hukuk tanımazlık sergilemiştir.

AKP, 2008 yılında “türban devlet dairelerinde de olmalıdır” diyen üyesini disipline sevk etmişken; başka bir Başbakan Yardımcısı 2005 yılında “kamuda olmaz” demişken; 2013 yılında dini simgelerin devlet hizmeti verenlerce kullanılmasını serbest bırakan bir yönetmelik çıkarmıştır. Bu durum, ülkemizdeki iktidarın yönetimde ve izlenen politikalarda açıklık ve dürüstlükle değil, sinsilik içinde davrandığının en açık sonuncu örneği olmuştur.

Aynı iktidar yetkilileri, şimdi de, bu aldatmaya ve hukuksuzluğa karşı çıkan kişileri hedefe koymaktadır. Bununla da yetinmeyip, CHP gibi dev bir ana muhalefet partisini kendi milletvekilini ezmeye teşvik etme hadsizliği sergilemektedir.

Dini simgeleri devlet hizmetine sokan bu ve benzeri düzenlemeler, kamu hizmetlerinde tarafsızlık ve eşitlikçiliği ortadan kaldırır. Devletin tarafsız ve eşitlikçi muamele kanalları tıkanan rejimlerde, hiçbir yurttaşın hak ve özgürlükleri güvence altında olamaz. Bu gerçek, daha şimdiden, yasal hakkını kullanarak yargı yoluna başvuran bir milletvekiline yönelik tehditlerde kendini ortaya koymuş durumdadır.

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekilimiz Mahmut TANAL’ın, dini simgelerin devlet dairelerinde kullanılmasını sağlayan düzenlemeye karşı açtığı iptal davası haklı ve doğrudur. CHP ilkeleriyle Parti Programımızın gereğidir.

Bu dava, gerici karşıdevrime karşı açılmıştır. Doksan yıldır savurulan ve çok iyi tanıdığımız tehditler, böyle olduğuna kuşku bırakmamıştır. Tanal Davası’nda hepimiz, laiklik yani evrensel ve ulusal özgürlükler adına davacı olduğumuzu kamuoyuna saygıyla ilan ederiz.

Gürkut ACAR, CHP Antalya Milletvekili

Dilek AKAGÜN YILMAZ, CHP Uşak Milletvekili

Birgül AYMAN GÜLER, CHP İzmir Milletvekili

Süheyl BATUM, CHP Eskişehir Milletvekili

Oktay EKŞİ, CHP İstanbul Milletvekili

Mehmet Siyam KESİMOĞLU, CHP Kırklareli Milletvekili

Şevki KULKULOĞLU, CHP Kayseri Milletvekili


12 Ekim 2013 Cumartesi

‘MİLLETÇİLİK ZİHNİYETİ’NİN TEHDİDİNE KARŞI AÇIKLAMA


‘MİLLETÇİLİK ZİHNİYETİ’NİN TEHDİDİNE KARŞI
BASIN AÇIKLAMASI, 12 Ekim 2013

Dilek Akagün Yılmaz                  Birgül Ayman Güler 

Uşak Milletvekili                       İzmir Milletvekili

Sayın Başbakan, 30 Eylül 2013 tarihli pakete ve bununla ilgili yönetmelik değişikliklerine ilişkin görüşlerini paylaşan milletvekillerinin açıklamasına ilişkin olarak “Baktım yine dün birileri çıkmış bir şeyler söyleyip duruyor. Ya siz kimsiniz? Millet bu işin kararını vermiş bu iş bitmiş. Artık bu ülkede ulusalcı, mulusalcı diye bir şey yok. Millet gerçeği var…” diyerek tepki göstermiştir.

Başbakanlar, ülkelerinde yaşayan herhangi bir siyasi görüşü ve bunu benimseyen kişileri hedef almazlar. Ülkede “ulusalcı” diye adlandırılan bir tek kişi bile olsa, başbakanlık gibi bir makamı işgal eden birisi, “artık bu ülkede ulusalcı mulusalcı diye bir şey yok” diyemez. Eğer diyorsa, bu söz açıktan açığa bir tehdittir. Başbakanların gücü başında oldukları devletten geldiğine göre, böyle bir tehdit ulusalcı görüşe ve bu görüşü benimseyenlere söz ve yaşam hakkı tanınmayacağı anlamına gelir.

Sayın Başbakanı, sarf ettiği bu talihsiz sözleri düzeltmeye çağırıyoruz. Aksi halde, ulusalcı görüşü benimseyenlerin söz ve siyaset hakkına dönük her türlü engellemenin sorumlusu doğrudan doğruya kendisi olacaktır.

Ulusalcılık vardır; üstelik bu düşünce küresel sömürgecilik çağında Mustafa Kemal Atatürk felsefesine dayanan 21. yüzyıl siyasetidir. Bu siyasetin günümüzdeki başlıca görevlerinden biri, Türk Ulusu’nu reddetmeye yönelmiş ‘milletçilik zihniyeti’ni ifşa etmektir. “Milletçilik zihniyeti”nin ülkemizde Türk Ulusu’nu anayasadan ve tarihten silmeye yönelik çabalarına karşı direnişimizi sürdüreceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz. [12 Ekim 2013]


ULUSALCILIK: 

(1) Dini siyasete alet edip kendi saltanatlarını kuran "milletçi zihniyet"e karşı direnişin adıdır. 
(2) Soy-sop bağına dayalı etnikçiliğe karşı, yurttaşların eşitliği temelinde siyasal bağları yükseltmenin adıdır. 
(3) Bağımsız bir ülke için anti-emperyalist duruşun adıdır.


7 Ekim 2013 Pazartesi

Simgesel İşler Gerçek Niyetler!

Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili

Başbakan Erdoğan’ın son paketinde alfabemiz 3 harf çoğaldı. Q, W, X kullanımı serbest bırakılarak, Türk harfleri kanunu operasyon hedefi oldu.

Dinci siyaset bu operasyondan memnundur; çünkü Arap alfabesi yerine Latin alfabesine geçmiş olmamız, ikide bir dile getirdikleri “yüz yıllık dava”larının öfke kaynaklarından biri. Arap alfabesine geçilmedikçe, Türk harflerine ne olursa olsun, umurlarında olmayacaktır.

Etnikçi siyaset bu operasyondan ziyadesiyle memnundur; çünkü böylece şimdiki “ırkçı alfabe”ye ortak olmaktadırlar. Artık öğrendik; onlar ortak olunca ırkçı şeyler ırkçı olmaktan çıkıyor. Şimdi üç harf eklenince alfabemiz de “ırkçı” olmaktan çıkacaktır. Daha açık ve küfürlerden arındırılmış halinde doğru deyişle söylersek, alfabemiz Türk alfabesi olmaktan çıkmış, “ortak alfabe” haline gelmiştir. Etnikçilik memnundur.

Sağlı sollu neoliberal siyaset, bu iki kesimle birlikte memnundur; her zamanki can sıkıntısı içinden “ne olacak ki canım! Öff bırakın şu tutuculuğu! Zaten kullanılıyor bu harfler; önemli bişey sanki!” diye kımıldanıp homurdandı. Onların ruhları bu "serbestiyet"le bir kez daha hafiflemiştir.

Ve MHP ‘reform’u uygun görmüştür. MHP’den üst düzeyden bir yetkili, alfabedeki bu genişlemeyi aşıp gitti ve “alfabe 34 harf olmalı” dedi. Böylece MHP’nin de Türk alfabesini yetersiz bulduğunu ve onun da “ortak alfabe” istediğini öğrenmiş olduk. MHP, Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Semih Yalçın'ın Bugün Gazetesi’ndeki haberine göre “Türk dünyasıyla kültürel birliğin sağlanması için ortak alfabe” öneriyor. Genel Başkan Yardımcısı şöyle diyor:
“Alfabe meselesi, MHP için de önemli ancak bu hususta iktidarın yaptığı gibi sadece PKK’nın istediği birkaç harfin kullanılmasına dair yasağı kaldırmak yerine Türk dünyasını içine alan geniş kapsamlı bir alfabe reformu yapılmalı. Bugün Türk dünyasında kültürel birliğin sağlanması için ortak zemin Türkçe ve Türkçenin de ortak bir alfabe ile yazımıdır. Türk Cumhuriyetleri ile geleceğe ilişkin atılacak adımlar arasında ortak alfabe sistemine geçilmesi çok önemli… “ [Bugün Gazetesi, 7 Ekim 2013, Pazartesi]
Görüldüğü gibi, Turancılık da durumdan memnundur.

***
Yazı kısa ama bir cümlelik özeti de mümkün: “Türk Alfabesi diye bir şey olmasın; Ortak Alfabe olsun.” Ortak(lar) kimdir sorusuna gelince, bu soruya güdülen siyasetlere göre farklı yanıtlar var. 

Ama farklı siyasetlerin tek ortak yönleri olduğu da açık: Ulusal simge her neredeyse reddedile!

Türkçe'nin harfleri, dilbilimsel çalışmalarla Türkçe'nin geliştirilmesi için değerlendiriliyorsa yapılan işe 'reform' denir. Bunun dışındaki her müdahale, siyasal nitelikli başka niyetlere aittir; böyle müdahalelere hiçbir anlamda 'reform' denemez.

Bir kez daha söylemekte yarar var. Çağımızda;

(1) farklı etnik ve dini özellikler, ancak bir ulusal nitelik içinde özgürleştirilebilir;
(2) başka ulusal devletlerle ilişkiler, ancak ticaret ve kültürel ilişkilerle genişletilebilir.
(3) Turanileşerek, Arabileşerek, bunlar için de etnikçilikle tavizleşerek gelecek iyilik yoktur.

Gericilikle, onun söylediğinden daha fazlası söylenerek mücadele edilemez.  [BAG, 7 Ekim 2013]