Dünyayı
yoksulluk ve savaş çemberine kıstırdıktan sonra devrini tamamlayıp ortadan
kaybolan neoliberalizm, küreselleşme uğruna yıllarca “devleti küçültmek” ve “etkin
devlet yaratmak” adını verdiği yıkıcı bir siyaset yürütmüştü. Bunun devlet
üzerindeki somut etkilerinden biri bakanlık sistemini dağıtmak idi.
1980’li
yıllarda operasyonların başında bütçe
yerine fon sistemi kurmak geliyordu. 1988’de sayısı 141’i bulan fonlar, adeta
bütçenin yeri almıştı. Bütçenin karar aracı “kanun”dur; fon sistemi bundan
sıkılıyordu; kendi aracı olarak kanun
hükmünde kararnameleri öne çıkardı. Para ve karar ayrılınca, bürokrasi de
ikiye ayrılmıştı. Bir yanda alternatif
yeni bürokrasi, öte yanda hantallık, yavaşlık, başarısızlıkla suçladığı
bakanlıklar dünyası kalmıştı. Issızlaştırılan bakanlıklar daha sonra sosyal
alanda devletteki vakıflaşmayla, iktisadi
ve mali alanda ise üstkurullaşmayla ‘eski
dünya’nın kurumlarına dönüştürüldüler.
Devleti
küçültmek işinin teknik adı, bakanlıktan kaçış idi. Süreç neredeyse bitmişti.
Sıra yeni-anayasalarla durumu değişmez hale getirmekteydi.
Gelin
görün ki 2008’de hem IMF, hem Dünya Ticaret Örgütü siyasetlerinin iflasını adeta
ilan ettiler. Dünya Bankası, zamanı dolup devri kapanan “küçük devlet” projelerini yalpalayıp sürüklenerek kapatma derdine düştü.
Bakanlık sistemini ortadan kaldıramadan kendileri çöktüler.
*
Böyle
bir noktada, bugünlerde TBMM’den çıkarılmaya çalışan anayasa değişikliğinin devlet
örgütlenmesinde bakanlık sistemine son verecek hükümler getirmesi şaşkınlık
vericidir.
Anayasa
değişikliği tasarımı, bakanlıkların bütüncüllüklerini ortadan kaldırıyor; çünkü
anayasada nerede bakanlar kurulu
sözü geçiyorsa, o sözü siliyor. Buna göre bakanlar, artık “hükümetin üyeleri”
olmayacaklar. Bunların eşgüdümlü çalışmasının cumhurbaşkanı tarafından
sağlanacağı varsayılıyor.
Bakanlıkların
TBMM ile ilişkileri de kesilip atılıyor. Bakanlar milletvekili olamayacaklar.
Değişikliğin
10. Maddesinde Anayasa’nın 106. Maddesine
eklenen sonuncu paragraf sayesinde, şimdi sayıları 21 olan bakanlıkların kuruluş
ve yok ediliş esasları bile TBMM tarafından belirlenemeyecek.
Devletin
en üst yöneticileriyle ilgili esaslar da TBMM’den alınmış bulunuyor. Her bir
bakanlığın Ankara’da ve 81 il ile 912 ilçede örgütlenişleri, esasları ve
işlemesiyle birlikte cumhurbaşkanı kararnamesine bağlanıyor. Bu da Anayasa’nın
104. Maddesine cümle arası cümlecikle sıkıştırılmış bulunuyor.
*
Elbette
bütün bu işleri tek bir kişi yapamaz. Peki, nasıl yapılacak?
Yapılamayacak.
Bakanlıklar
sistemi ortadan kaldırılmışsa, yani bakanlık denen kurumların TBMM, hükümet,
cumhurbaşkanı üçlüsü tarafından inşası bir kalemde silinmişse, bunların yerine de
hiçbir ortak eşgüdüm ve denetim mekanizması öngörülmemişse, ki öngörülmemiştir,
yapılamayacak.
Yapılamayacağı
için, ikinci adımda, kurumların
özerkleştirilmesi diye bir dayatmayla burun buruna geleceğiz. Bakanlıklar, şimdi
içinde erimiş bulunduğu devlet tüzelkişiliğinin dışına çıkarılacak. Her biri
kendi başına birer kamu tüzelkişisi yapılacak; yani “özerk” hale getirilecekler.
Hizmetleri
bakımından özerk kurumlarda parçalanmış devlet, toprak üzerinde “üniter” varlığını sürdürebilir mi?
Evet diyen beri gelsin!
*
Karşı
karşıya olduğumuz şey, küreselcilerin en kabadayı zamanlarında bile rüyalarında
göremeyecekleri türden bir “açılım”dır. Bu, ülkemize 2003-2005’te dayatılan ‘kamu yönetimi kanun tasarısı’nın
anayasa kılığına bürünmüş halidir.
Hem
de küreselcilik batmışken, dünyada ulusal siyasetler yükselirken, asıl şimdi
yeni bir dünya düzeninin kurulma sancıları yaşanırken, devlet tüzelkişiliğini
berkitmek zorunluluğu her zamankinden daha da açık iken…
Bu
tasarım Türkiye’nin hayrına değil. O yüzden hayır!