Parti yönetiminin başlattığı disiplin sürecini kabul ettim, talep edilen savunmayı yazılı olarak verdim. Ancak, kurul, ek bir soruşturma gereği olmamasına karşın karar ertelemesine gitti. Bu durumu açıklamaya muhtaç buluyor, savunma metnini aşağıda kamuoyunun bilgisine sunuyorum. 15 Ocak 2015.
14 Ocak 2015
CUMHURİYET HALK PARTİSİ
(Yüksek Disiplin Kurulu Başkanlığı)
İlgi:
(1) 24.12.2014 gün ve 5535 sayılı Genel Merkez yazısı
(2) 29.12.2014 günlü YDK Çağrı Kağıdı
(3) 09.01.2015 gün ve 56 sayılı Genel Merkez yazısı
İlgi yazılarla, 14 Aralık 2014 günü Kastamonu ilinde bir konferans konuşmamın basında yer alan cümlelerinin CHP Tüzüğü’nün 70/C –a, b, c hükümleri çerçevesinde “kınama” cezasını gerektiren bir nitelikte olduğu ve 14 Ocak 2015 günü için savunma vermem bildirilmiştir.
DAYANAKLAR:
CHP Tüzüğü’nün 70/C – b/c hükümleri atılan suçla ilgili değildir. Hukuksal dayanak olarak yalnızca 70/C –a hükmü kabul edilebilir.
CHP Tüzüğü’nün 70/C – c hükmü,
“partili üyeler ve yöneticiler hakkında bilerek ve isteyerek aslı olmayan söylentiler çıkarmak, bunları yaymak” biçimindedir. Atılan suçta üye ve yönetici olarak herhangi
bir isme gönderme yapılmamıştır. Öte yandan, “söylenti” adı verilen iletişim biçiminin başlıca özelliği,
söylentiyi çıkaran failin kendini gizlemesi ve açıkça bilinmemesidir. Önceden ilan edilmiş, halka ve basına açık düzenlenmiş bir konferansta dile getirilen sözlerin “söylentiler çıkarmak” olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı açıktır.
CHP Tüzüğü’nün 70/C –b hükmü,
“parti görevlilerini küçültücü sözler söylemek, parti çalışmalarını zorlaştırıcı eylem ve davranışlarda bulunmak” biçimindedir. Atılan suçta, herhangi bir “parti görevlisi ya da görevlileri”nin söze konu edilmediği, Genel Merkez’ce hazırlanmış olan gerekçeli karardan da saptanabilir. Yine gerekçeli karar, atılan suç için herhangi bir “eylem ve davranış”tan söz etmemektedir. Kınama cezası istemi, konferansta dile getirilmiş
“sözler” ile ilgilidir.
CHP Tüzüğü’nün 70/C – a hükmü,
“Parti yararlarını zedeleyici yayın ve propaganda yapmak” biçimindedir. Konferans konuşması propaganda, konuşmanın çeşitli bölümlerinin basın mensupları tarafından yayımlanmış olması yayın yapmak olarak değerlendirilebilir. Bunların “Parti yararlarını zedeleyici” nitelikte olduğu değerlendirmesi suç atan tarafa aittir; haklı olmamakla birlikte böyle bir değerlendirme yapılabilir.
ATILAN SUÇ:
Gerekçeli kararda
laik devletin tasfiyesine izin vermek, Yerel Yönetimler Özerklik Şartı çerçevesinde özerkliğe yakın durmak sözlerini söylediğim belirtilmiş, ancak bunlarla ilgili olarak herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır.
“HDP ile dirsek teması” konusunda ise bunun gerçeği yansıtmadığı halde Parti’yi bu açıdan eleştirdiğim belirtilmekle yetinilmiştir. Atılan suç asıl olarak,
CHP – Cemaat ittifakı ile ilgili sözlerime ilişkindir.
Bu konuda
“Parti hiçbir zaman Cemaatle işbirliği içinde olmadığı gibi”, “bu iddia bizzat Genel Başkanın açıklamaları ile açıkça reddedilmiş iken”, “partinin bizzat Genel Başkanı tarafından reddedilen iddialar” ifadeleriyle, CHP – Cemaat arasındaki ittifaka ilişkin sözlerimin “gerçek olmadığı” belirtilmiştir. Bu iddialar “AKP çevreleri ve havuz medyası tarafından CHP aleyhine bilinçli bir politika ve anti propaganda malzemesi olarak gündeme getirilmektedir” denmiştir.
Gerekçeli kararda bu iddianın tarafımdan dile getirilmesi “partililikle bağdaşmaz”, “aksi propagandanın parçası olmak”, “partiyi kamuoyu önünde açıkça eleştirmek”, “partiye güven duygusunu yok etmek”, “parti üyeliği ile uyuşmayan tutum ve davranış” olarak nitelendirilmiştir.
ATILAN SUÇUN DEĞERLENDİRMESİ:
CHP Tüzüğü’nün 70/C –a hükmünde yer alan “Parti yararlarını zedeleyici yayın ve propaganda yapmak” suçu, suç atan makamın görüşüdür. Bu disiplin sürecine yol açan konuşmam, çok sayıda başka konuşma ve açıklamalarım gibi, Parti’nin yüksek yararlarını gözeten ve Parti’yi başarısızlığa sürüklediği açıkça görülen yanlış tavır-politikaların ortadan kaldırılmasına katkı vermeyi amaçlayan sözlerden ibarettir.
Aşağıdaki nedenlerle, atılan suçun kabul edilebilir bir yönü yoktur.
Politikaları kararlaştırma süreçlerini işletmek, kararları açık ve yeterli görüşmeler sonunda yetkili organlarda almak, Parti yönetiminin görevi ve sorumluluğudur. CHP Parti Meclisi, Merkez Yönetim Kurulu çalışmalarında, görüş ve eleştirilerden kritik olanların sistemli bir sessizlikle geçiştirilmesi, kimi zaman ise
“bir strateji yürütüyoruz” sırlı cümlesiyle tartışmadan kapatılması, deneyimlerimiz dahilindedir. CHP Grubu bakımından ise, Parti ve Grup yönetimlerinin İçyönetmelik’teki açık hükme ve üyelerin imzalı taleplerine karşın, Grup Genel Kurulu’nu toplamadığı bir gerçektir. Bu toplantıların TBMM 24. Dönemi’nde kaç kez yapıldığı, kayıtlardan kolayca saptanabilir.
Parti-içi karar süreçlerini işletme sorumluluğunu yerine getirmekten kaçınan yönetimler, üyelerin düşünce ve eleştirilerini dile getirmek haklarını gasp etmiş olurlar. Bu durumda üyelerini “parti dışında her koşul ve durumda partiyi savunma” görev ve sorumluluğuna çağıramazlar. Çünkü böyle bir çağrı, üyelerini Parti’yi savunmaya değil, kendi kural-dışı yönetimlerini ve resmi olmayan süreçlerde geliştirilmiş politikalarını onaylamaya zorladıkları anlamına gelir. Böyle durumlarda Parti’nin yüksek yararı, yönetimden ve politikalarından kaynaklanan yanlışların üyelerince açıkça dile getirilmesiyle gerçekleşir. Bu nedenle, “parti üyeliğiyle uyuşmayan tutum ve davranış içine girmek” biçimindeki atılı suçu kabul etmek mümkün değildir, gerçek bunun tam tersinedir.
Parti MYK’sının isteği üzerine PM üyelerinin, “CHP-Cemaat İttifakı” değerlendirmesiyle ilgili sözlerimi “gerçek dışı” sayarak disiplin süreci başlatmış olmaları memnuniyet vericidir. Böylece CHP tüzelkişiliği, CHP – cemaat arasında bir ittifak kurulmasına ve bu yönde uygulamalar yapılmasına ilişkin bir karar alınmadığını, üstelik bu tür uygulamaları suç saydığını, bu kararla dolaylı da olsa, ilk kez resmi olarak ortaya koymuştur. Bilindiği gibi, siyasal kurumların ittifak ve işbirlikleri, yetkili organlarda görüşme yoluyla kararlaştırılır.
CHP yetkili organlarında bu yönde bir karar oluşturulmadığı anlaşıldığına göre, ortada karar zemini olmayan de facto belirmiş bir ittifak sorunu vardır. Bu durumda, söz konusu ittifakla ilgili olarak yaygın bir kamuoyu kanısı doğmasına yol açan
uygulamaların sorgulanması ve bu uygulamalardan sorumlu olanların hesap vermeye çağrılması gerekir. Aksi halde sorun şimdiye kadar olduğu gibi açıklığa kavuşturulmamış, Parti’ye güvenin sarsılmasına neden olan fiili durum ortadan kalkmamış olacaktır.
Bu çerçevede, aşağıda belirtilen bir düzine konunun incelemeye alınmasında yarar vardır.
(1) 26 – 27 Nisan 2012 Bosna Ziyareti’nin Sema Eğitim Kurumları, Fidan Tour, Novo Vremya Gazetesi mihmandarlığı temelinde yapılması nasıl gerçekleşmiştir?
(2) Mart 2013 ve Aralık 2013’te gerçekleştirilen iki ayrı ABD Ziyareti’nde Turkic American Alliance; Rumi Forum; Orta Atlantik Türk Amerikan Federasyonu (MAFTAA), Avrasya Amerikalılar Turkuaz Konseyi (TCAE), Türk Amerikan İş Grubu (TABN), TUSKON adlı kuruluşlarla etkinlikler nasıl örgütlenmiştir?
(3) Yerel seçim sürecinde İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Danışmanı Aydın Ayaydın, aday belirleme yetkisine sahip Parti Meclisi toplantısından on gün önce, Fethullah Gülen’e Samanyolu TV aracılığıyla “Mustafa Sarıgül’ün adaylığı kesin” mesajını neden ve nasıl gönderebilmiştir?
(4) Yerel seçimlerden az önce 7 Mart 2014’te CHP İzmir İl Başkanı unvanına sahip bir kişinin, Cemaat’in gazetesi olarak bilinen bir yayın organına verdiği “TUSKON ve Hizmet Hareketi’ni kutluyorum” şeklindeki ropörtajın ittifak kanısı yaratma etkisi değerlendirmeye alınmış mıdır?
(5) Ankara İl Başkanlığı’nın seçim görevlilerine ellerindeki sonuçları Cihan Haber Ajansı’na iletmeleri ve bu ajansla işbirliği içinde çalışmaları konusundaki SMS gibi veriler değerlendirmeye alınmış mıdır?
(6) Yerel seçim çalışmalarında çeşitli il ve ilçe yönetimlerinin bu kesimle görüşme, kahvaltılı toplantı, ziyaret, vb. uygulamalarına ilişkin olarak değerlendirme yapılmış mıdır?
(7) Çeşitli CHP’li belediyelerin bu kesimin kurum ve kuruluşlarıyla gerçekleştirdikleri ortak etkinlikler, Parti merkezince izlemeye alınmış mıdır? Bu tür ortak etkinlikler üzerine siyasal bir değerlendirme yapılmış mıdır?
(8) Torba yasalarla getirilen ve Risale-i Nur basımını devlet tekeline almayı öngören hüküm, CHP tarafından diğer 22 maddeyle birlikte iptali için Anayasa Mahkemesi’ne götürüldüğünde, Cemaat yayın organlarında bu girişim
“CHP’den Risale-i Nur’u özgürleştirecek adım” olarak haberleştirilmiştir. Bu tasarrufun siyasal değerlendirmesi hangi organ/lar tarafından yapılmıştır?
(9) Bu kesime ait bir finansal kuruluşla ilgili gelişmeler, 2014 yılı boyunca, CHP Genel Başkanı’nın Başbakan Davutoğlu’na mektubu, dört ayrı milletvekilinin dört ayrı yazılı soru önergesi, Bütçe Görüşmeleri’nde sözlü soru konusu edilmesiyle sürekli olarak destekleyici yönde takibe alınmıştır. Bu tasarruf için merkezi bir siyasal değerlendirme yapılmış mıdır? Bu çabaların “cemaatle ittifak” kanısı için gösterge olarak yorumlanabileceği sorunu değerlendirmeye alınmış mıdır?
(10) Dershanelerin kapatılması konusuyla ilgili olarak, bunların kapatılmasına karşı çıkışın cemaatle ittifak iddialarına yol açacağı üzerine siyasal bir değerlendirme yapılmış mıdır?
(11) Yargı örgütlenmesi ve HSYK ile ilgili yasa değişikliklerinde, bağımsız yargı için muhalefet ile yargıda bu kesimin sahip olduğu ağırlığın korunmasına yol açabilecek muhalefet konusu siyasal bir değerlendirmeye alınmış mıdır? Bu muhalefetin kamuoyuna “yolsuzluk soruşturmasını doğru bir biçimde yürütecek olan savcıların görevden alınmasını engellemek” şeklinde duyurulmasının, sözkonusu kesimle ilişkili kamu görevlilerini kollamak sonucu yaratarak “ittifak” şeklinde yansıyabileceği sorunu üzerinde durulmuş mudur?
(12) Basın – yayın organlarında, CHP-Cemaat ittifakı üzerine çok sayıda haber ve köşe yazısı yer alınmıştır. Bunların bir bölümü AKP’ye ait ya da AKP baskısı altındaki medya kuruluşlarında olmakla birlikte, yayın organları ve yazar çeşitliliği bir gerçektir. Ortaya çıkan bombardımana karşı, Parti tüzelkişiliğince tekziple düzeltme ve olaylara ilişkin hiçbir açıklama yapılmamış olması dikkat çekicidir. Bu yayınlara ilişkin olarak sistemli bir karşı-çalışma yapılmaması nasıl açıklanabilir?
Söz konusu yapı,
“ahir zamanda bir zat gelecek, Hristiyanların ruhani liderleri ile de işbirliği yaparak üç görev yapacak; insanların imanını kurtaracak, şeriatı tatbik edecek, hilafeti yeniden kuracak” diye yazan Saidi Nursi zihniyetinin uzantısıdır. İzleyicisi Gülen, bu emri, dinler arası diyalog politikası eliyle İslam inancını küresel siyasetin emrine vermiş bir harekettir. Aynı zamanda bu yapı,
Meşrutiyet’in ve Cumhuriyet’in kurucularını Hz. Muhammed’e karşı savaşan Ebu Süfyan’a benzeterek din düşmanı sayan bir zihniyete sahiptir. Bir yandan İslam’a, bir yandan da Cumhuriyet’e karşı konumu ortada olan böyle bir yapılanmayla aynı safta olmak bir yana, birlikte görüntü vermek bile kabul edilemez.
Son iki yıldan bu yana, yetkili organlarca kabul edilmiş bir politik karar olmadığı halde Parti yönetiminin cemaat kesimine ilişkin konulardaki tüm uygulamalarının, yürütme yetkilerini kullanan makamların sorumluluğu bakımından soruşturulması gereğini ve buna bağlı olarak tarafıma verilmesi istenen “kınama” cezasının haksız bir istem olduğunu değerlendirmenize sunarım.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili