26 Ocak 2015 Pazartesi

KAMUOYUNA AÇIKLAMA: İSTİFA HAKKINDA


26 Ocak 2015 günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdiğim dilekçeyle Cumhuriyet Halk Partisi üyeliğinden istifa etmiş bulunuyorum.

Bugünkü yapı, ideolojisi bakımından milletvekili olduğum CHP değildir.

Gerçek-dışı soykırım suçlamaları, yeni-chp yöneticileri tarafından Türkiye’nin kendini ifade etme olanakları bastırılarak adeta desteklenmiştir. 2015 gibi bir saldırı yılında ‘soykırımla yüzleş’ pankartını taşıyan genel merkez yöneticileri bu desteğin somut ilanı olmuştur. Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmalarında AKP – BDP ortaklığının “Anayasa’dan Türk vatandaşlığını kaldırma” hedefine yönetim tarafından verilen destek, “çözüm kanunu” gibi yabancı üçüncü göze kapı açan yasal düzenlemelere ortak olunarak pekiştirilmiştir. Laiklik ilkesini sekülerlik haline dönüştürme gayreti, eğitimi geriletip parçalayan saldırılara sözde pedagojik gerekçeli etkisiz muhalefette ve inkarla örtülen ittifaklarda kanıtını bulmuştur.

İstifa ettiğim parti CHP değil, politik bakımdan tutarsız bir yapıdır.

Yeni-chp, ulusal ekonomi anlayışını terk etmiş, ulusal üretken sektörler için değil küresel mali piyasaların faiz çıkarlarını gözeten bir yapı olmuştur. Gelir dağılımında adalet ilkesini terk edip, neo-liberalizmin yoksullukla mücadele politikalarına sıkışmıştır. Devletçilik ilkesi zamanı geçmiş sayılırken, özelleştirme adeta doğal politika olarak kabul edilmiştir. Halkçılık içi boş retorik olarak nitelendirilip bir yana atılmış, planlama ve sosyal devletle kalkınma yerine piyasa dinamikleriyle küresel ekonomiye bağlılık teslimiyeti getirilmiştir.

Yeni-chp, CHP’yi ve örgütünü tasfiye etmek işlevi gören bir yapıdır.

CHP Programı’na ve kurucu ilkelerine aykırı olan yeni yapı, yetkili kurullar dışlanarak ortaya çıkmıştır. Genel başkanlık, yetkili kurulların dışında alınan kararların tek kişilik yürütme makamına dönüşmüştür. Yetkililerin sorumluluğu ve hesap verme zorunluluğu yok edilmiştir. Son Kurultay, kırılma noktasıdır. Kurultay delegesinin onayını alamayan kimselerin Kurultay’a karşı hile yoluyla yönetici koltuklarına oturtulması da başka söze gerek bırakmaz. Hiçbir gerçek neden yokken ilçe – il kongreleriyle Kurultay’ın ertelenmesi, Tüzüğe aykırı yönetmelik değişiklikleri yapma cüreti sergilenmesi, değişiklik adı altında Parti’nin Altıok Programı’nı ortadan kaldırma hazırlıkları, disiplin sürecinin tasfiye amacıyla kullanılması, Parti’nin cumhuriyetçi ve halkçı olmayanların istila harekatını tamamlama adımlarıdır.

Halka güven vermeyen, seçmeni ve parti üyelerini umutsuzluğa sürükleyen CHP yabancısı bu yapı, 2015 seçimlerinde ve sonrasında halkımız ve seçmenimiz için değil, mevcut iktidar için güvencedir.

Bu nedenlerle;

Büyük Türk Milleti önünde ettiğim yemine bağlılığımla, İzmir’in Bağımsız Milletvekili olarak görevimi yerine getirmeyi sürdüreceğimi, 2015 seçimlerinde Cumhuriyet için büyük birliğin sağlanması, bağımsız Türkiye hedefiyle Mustafa Kemal Atatürk ve Altıok Programı çerçevesinde güçlü bir siyasal seçenek üretilmesi için üzerime düşeni yapacağımı kamuoyuna saygılarımla duyururum. 26 Ocak 2015

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER

İzmir Milletvekili

26 Ocak 2015 -İkinci Disipline "Savunma"

Partinin disiplini sürerken, partinin meclis yönetimi de disipline başvurdu. Hakkımda duble disiplin yürüdü. Parti de iddianame göndermemişti, yazıyla istediğimde gelmişti. Grup yönetimi de aynı şeyi yaptı; iddianameyi göndermelerini istedim; disiplin kurulu ek süre verdi; ama iddianame gelmedi. İddianame yoksa savunma olmaz. Ama durumu kayda geçirmek gerekir, bu nedenle Grup Disiplin Kurulu'na aşağıdaki değerlendirmeyi gönderdim. 

26 Ocak 2015

TBMM
CUMHURİYET HALK PARTİSİ
Grup Disiplin Kurulu Başkanlığı’na

Grup Yönetim Kurulu’nun 7 Ocak 2015 tarihli kararı üzerine 14 Ocak 2015 günlü iddianame gönderilmesi istemime karşılık olarak verdiğiniz süre uzatımına karşın, ilgili kurum iddianame göndermemiştir. İlk ve tek karar bildirimleri çerçevesinde, cezalandırma talebine ilişkin değerlendirmem ekte ilginize sunulmuştur.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili

***

TBMM
CUMHURİYET HALK PARTİSİ
Grup Disiplin Kurulu Başkanlığı

İlgi:

(1) 08.01.2015 gün ve 1111 sayılı Grup Yönetim Kurulu yazısı
(2) 14.01.2015 gün ve 2015/8 sayılı Grup Disiplin Kurulu Başkanlığı yazısı
(3) 14.01.2015 günlü Grup Disiplin Kurulu/Grup Yönetim Kurulu yazım
(4) 21.01.2015 günlü, sayı yok, Grup Disiplin Kurulu Başkanı imzalı iki yazı

İlgi (1) nolu yazıyla Grup İçyönetmeliğinin 3. Maddesini ihlal ettiğim; bir TV programında yaptığım açıklamaların da CHP Tüzüğünün 70/B-b maddesindeki suç fiiline uyduğu gerekçesiyle, “1 yıl süre ile Grup’tan geçici çıkarma cezası” ile ve “önlemli olarak” cezalandırılmak önerisiyle, Tüzüğün 68/D-F maddesi ve TBMM CHP Grup İçyönetmeliğinin 76, 79. Maddeleri uyarınca Grup Disiplin Kurulu’na sevk edilmeme karar verildiği bildirilmiştir.

İlgi (2) nolu yazıyla bir hafta içinde yazılı savunma vermem istenmiş, ekinde 4 Ocak 2015 günlü HaberTürk televizyonundaki Doğru Açı programının bir CD kopyası ile tüm programın yazılı dökümü gönderilmiştir.

Her iki kuruma, (3) nolu yazımla atılan suçun hangi açıklamalara ilişkin olduğunun bildirilmediği, iddia olmadan savunma yapmanın mümkün olmadığı belirtilerek tarafımdan iddianame istenmiştir.

İlgili Grup Yönetim Kurulu’ndan herhangi bir yanıt gelmemiş, ilgi (4)’te belirtilen iki yazıyla Disiplin Kurulu Başkanı kendilerinin iddianame oluşturamayacaklarını; bunu Grup Yönetim Kurulu’nun yapması gerektiğini; bu durumda kendilerinin savunma süresini 26.01.2015 gününe kadar uzattıklarını bildirmiştir.

Grup Başkanvekili Levent GÖK, 23 Ocak 2015 günü kendisine sormam üzerine, Grup Yönetim Kurulu iddianamesinin gönderdikleri (1) numaralı yazıdan ibaret olduğunu sözlü olarak ifade etmiş ve bu durumu yazıyla bildirme gereği görmemiştir. Nitekim bugüne dek iddianame gönderilmemiştir.

Aşağıdaki değerlendirme, ilgi (1) nolu Grup Yönetim Kurulu kararı yazısına göre yapılmıştır.

ATILAN SUÇUN DAYANAKLARI:

TBMM CHP Grup İçyönetmeliğinin 3. Maddesi, bir bütün olarak Grup’un “ilkeler”ini düzenleyen genel maddedir.

Madde, Grup Yönetim Kurulu’nun yönetsel yetkilerini düzenlemez. Dolayısıyla bu madde, yönetim kurulunun kendisi tarafından “genel yazı” diye adlandırılmış bulunan iletişim kağıtlarına suç-ceza tayin eden yaptırım gücü vermez. Dayanak ile yönetimin tasarrufu, keyfi biçimde ilişkilendirilmiştir.

CHP Tüzüğü’nün 70/B – b hükmü “Parti içinde ayrılık gözetmek ve ayrımcılık yapmak” suçudur.

Atılı suça konu eylem, “bir TV programındaki açıklamalar”dır. Cezalandırma isteyen kurumun, toplam 56 dakika süreli, doğal olarak eylemlerin değil sözlerin yer aldığı programda hangi sözlerin bu suça uygun fiil olarak değerlendirildiği belirtilmemiş, dayanak ile atılı suç ilişkilendirilmemiştir.

ATILAN SUÇ -1: PROGRAMA KATILMAK

Atılı iki suçtan biri, grup başkanlığına bilgi vermeden bir televizyon programına katılmak ile ilgilidir.

İlgi (1) nolu yazıda suçlama “grup başkanlığının milletvekillerinin medyaya açıklama yapmaları konusuna ilişkin 20.11.2014 tarihli genel yazısına aykırı olarak, anılan televizyon programına katılmak suretiyle Grup İçyönetmeliği’nin 3 maddesini ihlal” olarak belirtilmiştir.

Sözü edilen TV programına çıkmadan önce, sözü edilen “genel yazı”da istendiği üzere, nöbetçi grup başkanvekiline bilgi vermediğim bilgisi doğrudur.

Bunun, talep edilen “önlemli olarak 1 yıl gruptan geçici çıkarma” gibi bir ağır cezaya ne kadar uygun bir suç olduğu; suç olup olmadığı; suç değil “kabahat” kapsamında değerlendirilebileceği; disiplin işlemi gerektirip gerektirmediği konuları tartışmaya açıktır.

Söz konusu “genel yazı”, milletvekillerinden demeç vermeden ve bir programa katılmadan önce nöbetçi grup başkanvekiline “bilgi vermenizi rica ederiz” demekte, bir ‘izin’ ya da ‘onay alma’ işleminden söz etmemekte, ayrıca bilgi verilmediği takdirde bunun İçyönetmelik/3’e aykırılık oluşturacağı türünden herhangi bir uyarı da içermemektedir. “Genel yazı”nın, grubun ilkeleri gibi bir varoluş maddesine dayandırılmış olması, bir iletişim kağıdının suç – ceza yaptırım çevresi içine alınması, yazının niteliğinin yazıldığı sırada değil cezalandırma niyeti belirdiğinde tayin edildiğini göstermektedir. Bu uygulama, yönetimin açıklık ve şeffaflık ilkelerine uygun karar alma zorunluluğuna aykırı olduğu gibi, söz konusu “genel yazı”ya aykırı davranışın Tüzük’te yer verilmiş en ağır ikinci cezayı -üstelik “önlemli” olarak- gerektiren nitelikte bir suça temel oluşturamayacağı da açıktır. Bunun “önlemli”lik kararı için de

ATILAN SUÇ -2: PROGRAMDA YAPILAN AÇIKLAMALAR

İlgi (1) nolu yazıda “4 Ocak 2015 tarihinde Haber Türk televizyonunda yayınlanan Doğru Açı Programında yaptığı açıklamalar ile bu açıklamaların yazılı ve görsel medyaya yansımaları görüşülmüş; …. anılan programda yaptığı açıklamaların da Tüzüğün 70/B-b maddesinde yer alan “Parti içinde ayrılık gözetme ve ayrımcılık yapmak fiiline uyduğu değerlendirilerek, …. cezalandırılması” denmektedir.

Cezalandırma için Grup Disiplin Kuruluna sevke karar veren kurum, değerlendirmesine esas olan bu açıklamaların ve yansımaların neler olduğunu tarafıma bildirmemiştir.

“Yazılı ve görsel medyaya yansımalar” ile ilgili olarak yazıda hiçbir açıklama yapılmamış, ilgi (1) ve (2) nolu yazıların ekinde de bunlara ilişkin hiçbir belgeye yer verilmemiştir. Yönetimin attığı suça temel saydığı anlaşılan “yansımalar”ın ne olduğuna ilişkin açıklama ya da bilgi verilmediği ve bunlarla ilgili herhangi bir belge gönderilmediğinden herhangi bir değerlendirme yapmak olanağı yoktur.

“Programda yaptığı açıklamalar” ile ilgili olarak, (2) nolu yazı ekinde söz konusu programın CD’si ile tüm programın yazılı dökümü gönderilmiştir. Ancak bu malzemede, hangi açıklamanın “Parti içinde ayrılık gözetme ve ayrımcılık yapmak” fiiline suç oluşturduğu, metin üzerinde işaretleme ya da ayrıca belirtme yoluyla gösterilmemiştir. Toplam 56 dakika süreli konuşmada atılı suça uygun sözlerin tarafımdan bulunup çıkarılması gerekmektedir.

Bilindiği gibi, savunma hakkı ancak bir iddianame varsa kullanılabilir; atılı suçların açıkça belirtilmemesi, iddianame yokluğu dolayısıyla savunma hakkının ihlali demektir.

Atılan suç, Parti içinde ayrılık gözetme ve ayrımcılık yapma, yalnızca ulusal değil uluslararası hukukta da tanımlanmış bir suç kategorisidir. Ayrılık gözetme ve ayırımcılık, herhangi bir kurum ya da toplulukta üyelerin haklarını kullanılmalarında ya da yapılan işlemlerde ırk, renk, cinsiyet, din, siyasal inanç, milliyet, sosyal köken bakımından eşitliği yok edici ya da bozucu etkisi olan ayrılık gözetme, ayrı tutma veya üstün tutma eylemlerini anlatır. Sözü edilen TV programında, bu kategoride değerlendirilebilecek hiçbir konu ele alınmamıştır. Kaldı ki bu tür bir eylem, ancak “parti içindeki iş ve işlemler” bakımından ortaya çıkabilir; bir televizyon programında sarf edilen sözlerle nasıl oluşabileceği ayrı bir merak konusudur.

DEĞERLENDİRME

Grup Yönetim Kurulu partili milletvekilliği haklarımı ortadan kaldıran ağır bir cezalandırma isteminde bulunmuştur. Talebini “önlemli” kılarak, karar bildirim tarihi olan 8 Ocak 2015 gününden itibaren partili milletvekilliği haklarımı kullanmamı yasaklamıştır.

İlgili kararda, ceza talebinin dayanakları ile atılı suç fiili arasında anlamlı ve açıklanabilir bağlar kurulmamıştır. Ceza talep eden kurum, savunma hakkının kullanılmasında olmazsa olmaz koşulu yerine getirmemiş, iddianame hazırlığını ve bunun tarafıma iletilmesini ihmal etmiştir. Yazılı iddianame istemime yanıt verme gereği dahi duyulmamış olması, temel hukuk ilkelerine ve parti-içi hukuka uygunluk kaygısı taşınmadığına kanıttır.

Bu nedenlerle, parti-grup yönetimi yetkilileri, hukuka dayalı disiplin mekanizmasını, yönetim tarzlarına ve yürüttükleri politikalara yönelik eleştirileri baskıyla ortadan kaldırmak üzere keyfi tasfiye aracına dönüştürmüşlerdir. Parti-içi demokrasi ilkeleri ve parti hukuku bakımından suç oluşturan bütün karar ve işlemleri reddettiğimi saygılarımla bilginize sunarım.

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili


25 Ocak 2015 Pazar

EMPERYALİST YALANA PANKART OLMAK -Bu chp CHP Değil!


Hrant Dink sekiz yıl önce katledildi. Kendilerine “Hrant’ın Arkadaşları” adını verenler, ilk gün katili işaret ettiler; “ulusalcılar” dediler, bunu durmadan yazıp söylediler, adeta kampanya gibi!

Daha ilk günden, bu cinayetin kumpas kurmaya alışık emperyalist çetelerle işbirlikçilerinin işi olduğunu söyledik. Bizce Dink namuslu bir aydındı, katledenler sahte gözyaşlarıyla cenazesinde en önde yürüyenlerin arasındaydı. Gerçekler ortaya çıktı, “Hrant’ın Arkadaşları” da sekizinci yılda, 2015 yılında, bu katli soykırım yalanına alet ederek arkadaşlıklarının anlamını gözler önüne serdiler. ‘Arkadaşlar’ın can ve kan üzerinden siyasetleri, anma törenini İstanbul’un göbeğinde soykırım yalanı saldırısına dönüştürdü.

Emperyalist soykırım yalanı, döküldüğü pankartları taşıyan CHP genel başkan yardımcılarının, parti meclisinde oturanların, yüksek disiplin kurulu üyelerinin, milletvekillerinin avuçlarında ihanet yangınına dönüştü. Pankartta “yüzleşin soykırımla” yazıyordu; ardında CHP’deki yüksek makam yöneticileri boy vermişti. Pankartta “100 yıllık soykırıma susuyorsunuz” yazıyordu; ardında CHP’de ileri-geri ihraç kararları veren yüksek disiplin kurulu üyeleri yer alıyordu.

CHP Programı, bu sözleri yalan sayıp iftirayla mücadele etme politikasını, üyelerin görevi olarak satırlara dökmüşken, partinin sözcüsü bunun da ‘ifade özgürlüğü’ kapsamında görülmesi gerektiğini ilan etti. Sanki, yüksek koltuk yöneticileri orada değilmiş gibi, ortada onların böyle sözlere pankart olmaları gibi bir sorun yokmuş gibi… Ve partinin yetkili organları da genel başkanı da sustu!

Üyeler partideki merkeze şikayet dilekçeleri gönderdiler. Bu dilekçelerde “CHP Programı’nın sayfa 131-132 hükümleri açıkken, soykırım yalanına pankart olmak “programa aykırı” davranmak demektir. CHP Tüzüğü 70/A-a maddesi, programa aykırı davranışın partiden kesin çıkarma cezası verilmesini öngörür; sorumlular için gerekli işlemin yapılmasını istiyoruz” dendi. Yüksek makamlar, yüksek koltuklardaki arkadaşlarının suçuna karşı ölüm sessizliğine gömüldüler, üzerinden dört gün geçti, susuyorlar.

Daha önce de susmuşlardı. Bir yüksek koltuk sahibi CIA yan kuruluşu tarafından TR-705 olarak kodlanmış dendiğinde susmuşlardı. Bunu bir milletvekili dile getirdiğinde konuştular; Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’a disiplin cezası vererek… Suskunlukları, yandaşlıklarındanmış, anlaşılmıştı.

Daha önce de susmuşlardı. Anayasa’dan Türk vatandaşlığı çıkarılamaz, CHP bu suça ortak olamaz dendiğinde ikna ve zorlama turlarını sürdürmüşlerdi; bu mücadelenin kazanan kişisi Eskişehir Milletvekili Süheyl Batum’u söylemediği sözleri bahane edip parti-içi hukuku ezip ihraç ettiler. Suskunlukları, Türk vatandaşlığından vazgeçme kararlılığındanmış, anlaşıldı.

Şimdi sergiledikleri suskunluk da aslında CHP’nin kurucu ilkelerine, Program’ına, tarihsel gerçeklerine ve ulusal onurumuza inanç ve güven duymamalarından mı? Suskunluk, aslında emperyalist soykırım yalanının yanında olmalarından mı, elbette bu da anlaşılacak.

Yeni-CHP zihniyeti, CHP’nin dünya görüşüne karşı bir zihniyet. Pek çok atadan dededen CHP’linin artık çok sık söylediği gibi, “Bu chp CHP değil”!

Bu, Atatürkçü-Kemalist değil liberal sosyaldemokrat merkez parti diye kodlanan; amblemi Altı Ok değil bir yerlerine gül yerleştirilmiş ağaç olan bir yapı. Yürürlükteki Program’ı “bir takım dokümanlar” sayan kimselerin milletvekili unvanı taşıdıkları bir şey. Sosyal medyada CHP adına açılmış hesaplardan gerçek partililere saldıran cemaatçi kilitlerin, haspartiden katılma hiziplerin, sızma ayrılıkçı etnikçi grupçukların, soykırım müfterisi lobilerin at koşturduğu bir yapı. Ortadaki chp, gerçek CHP’lileri tasfiye ederek CHP’yi ortadan kaldırmaya hizmet edenlerin koalisyonu.

Eksik gördüklerimizi, hatalı saydıklarımızı, kusur-kabahat diye değerlendirdiklerimizi, yanlış işleri hep söyledik, düzelmesi için çalıştık, görevimizi yaptık. Ama şimdi karşımızda bütün bunlardan daha fazla bir şey, bir dert var. Bu chp, benim milletvekili olduğum CHP değil.
Derdin dermanını bulmak gerek. Cumhuriyet ve Türk Ulusu adına dermanının bulunması şart!

[Yeni Adana, 26 Ocak 2015]

“MÜCADELE” NEYE KURBAN VERİLDİ?


“Tabuları yıkalım, herşeyi tartışalım!” Çağrı çekici, çünkü meydan okuyor, çünkü demokratik görünüyor. Ama çağrının iki hilesi var.

Meydan okuyan aktör, tabu dediği sorunları kendisi saptayıp sıralıyor, dakka bir gol bir! Genel doğrulardan biri şu: iktidar, gündemi belirleyene aittir. Tabu, ağıza alınması yasaklanmış konu demek. Saptayıp sıraladığı şeyler tabu mu değil mi; sorup sorgulamadıysanız ve tartışmayı buradan başlatmadıysanız, pranga ayağınıza takılmış demektir.

Ve tartışma daveti yaparak orta yere bir konuşma – görüşme – münazara sahnesi kuruyor; dakka yine birde, gol iki! Tartışmak, konuşmak ve sorun üstüne görüşmeler yapmak, hatta ‘münazara’lar düzenleyip bu işi kamusallaştırarak yürütmek, usul ve üslubunuzu tayin ediyor. Bu konuyu artık münakaşa –anlaşmazlık, uyuşmazlık, çatışma sahnesinden almış durumdasınız. Dolayısıyla mücadele –savaşım listenizden de attınız. Mücadele, müzakereye kurban verildi.

*
“Mücadele” konusunu “müzakere” sahnesine teslim ettiğinizde, muzaffer taraf ilk çağrısını yapma hakkı kazanmış demektir. O da hiç gecikmeden yapar: Yüzleş bakalım!

Yüzleşmek iki anlama gelir. Bir anlamı gerçekte var olan, ama kişinin yok saydığı, inkar ettiği bir gerçeğin farkına varması; bunun hesabını ödemesi. Diğer anlamı ise ileri sürenle inkar edenin yüzyüze gelmesi. İkinci anlam, konu daha konuşulması gereken tabu olarak kabul edildiği anda teslim edilmiştir. Birinci anlam ise, ayaktaki prangayı taşınamayacak hale getirir. Bu tartışmada ya da münazarada artık iki tez sahibi değil, bir “iddia sahibi” ile bir “inkarcı” taraf vardır!

İddia sahibi ‘mazlum’, ‘mağdur’ adına konuşmakta; filmler – anlatılar – acılar sunmaktadır. İddialarını tarihsel belgeler-arşivler ve tarihsel siyasal analizlere karşı bol para dökülmüş “bellek çalışmaları” sayesinde imal ettiği “sosyal-hafıza”yla besleyip durmaktadır. Büyük destekçileri vardır. 1915’teki abiler, anlı-şanlı üniversitelerde yeni toplumsal hareketler ve geleceğin inşası üzerine laboratuvar çalışmalarıyla, bunlar için şimdi yol haritaları ve alet çantaları hazırlamakta ve devletleri de bunları fonlayıp cepheye sürmektedir.

Yüzleşçiler, bir ‘konuşma’ değil, hatta bir ‘savaşım’ da değil, açıktan açığa savaş yürütüyorlar. Bu savaşın mantık kurgusu ve silahları, “bilgi toplumu/istihbarat devleti” tarafından yönetiliyor. İşler devlet – üniversite – film sanayisi – sivil toplum ağı dörtlüsünün işbirliğiyle yürütülüyor.

Ya biz? Tartışmak istiyoruz deyip aleni savaş kuranlar karşısında, Cumhuriyet’in kurucu partisinde genel başkan yardımcısı ve parti meclisi koltuklarına yerleşmiş olanların, Hrant Dink’e saygı deyip “soykırımla yüzleşin” pankartı olmaları karşısında perişanız. Bu istila karşısında, ahlaksız bir savaşın ortasında olduğumuzu idrak edememe hali ‘ne olacak canım, ifade özgürlüğüdür’ mırıltılarıyla ortalığa saçılmış durumda.

*
1915 olayına ilişkin emperyalist soykırım yalanı, o zamanki aynı odaklarca güncel iftira olarak sürüyor. Bu bir tartışma – görüşme – münazara konusu değildir. Bu, artık tarihte kalmış olaylara ait bir konu da değildir. Soykırım yalanı, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk ulusuna karşı ilan edilmiş bir savaşın sloganıdır.

Bu savaşta Türkiye’nin üniversiteleri yoktur. Devlet kurumları yoktur. Demokratik kitle örgütleri yoktur. Sorumlu kurumlar tık-nefestir; bazıları pek gönülsüzdür; bazıları ise CHP’deki yöneticiler gibi yüzleşçilere pankart olmuş durumdadır.

Türkiye’de bu savaş gönüllülerine kalmıştır. Gönüllüler, bu kirli savaşta saldırganların yol haritasıyla alet kutularını, bu cephenin sözcük – mantık kurgusunu ifşa edip sağlam bir hat çekme görevini militanca yürütüyorlar. Ama artık yeterli değil. Durumun mantığı bilgi-analiz ile yeniden kurulmalı, gerçekler yeniden sistemleştirilmeli, mücadele kurumlaşmalı, tepkisel itirazların yerini eşgüdümlü bir direniş almalıdır.

Bir hak cephesi! Aynı, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin varoluş hakkımızı savunma cephesi gibi. Halkımızın varolma hakkı, ülkemizin sağlam geleceği için mücadele edecek bir hak cephesi.

[Aydınlık, 25 Ocak 2015]


19 Ocak 2015 Pazartesi

YENİ CEPHENİN ADI: TRANSATLANTİK


Dünyanın siyasal coğrafyasını yeniden tanımlama gereği var. Son elli yılda alıştığımız terimlerden biri Kuzey Atlantik idi; dünya sosyalist sistemine karşı dünya kapitalizmi kendini böyle adlandırmıştı. Soğuk savaşın Kuzey Atlantik cephesine karşı, Varşova cephesi akıllarımıza yer etmişti.

Şimdi Kuzey Atlantik teriminin yerini “Trans-Atlantik” terimi alıyor. 19. yüzyılda Atlantik okyanusu Amerika – Avrupa kıtaları arasında aşılınca ortaya çıkmış bir terim. Önceleri Atlantik okyanusunun iki yakasını bir araya getiren büyük yolcu gemilerine verilen bu isim, şimdi dünya ticareti ve yatırımında zorlanan yeni bir bloklaşmayı anlatmaya başladı.

Transatlantic Trade and Investment Partnership (TTIP) dünya tarihine 2013 yılında kesin giriş yapmış bulunuyor. ABD ile AB arasında dışsatımın ve yatırımın hızlandırılıp kolaylaştırılması, bürokrasinin ortadan kaldırılması hedefleniyor. Taraflar arasındaki görüşmeler sürüyor; buna AB çiftçileri ve küçük üreticiler başta olmak üzere pekçok kesim kuşkuyla yaklaşıyor. Avrupa’da “TTIP’e Hayır” gösterileri kesintiye uğramadan sürüyor. Anlaşmanın ABD lehine olacağı, ama bundan AB’nin pek de kazançlı çıkmayacağı, ABD’den gösteri ve karşı çıkış haberleri gelmemesinden belli.

Aslında “transatlantik” sözü, 1989 yılında dünya sosyalist sistemi çöktüğünde iyice belirmiş görünüyor. Bu ruhun hazırlıkları ise, German Marshall Fund of United States adlı ABD-Kanada savunma bakanlıklarının ortaklıklarının da öne çıktığı kurumlaşmalarla birlikte olmuş görünüyor. Bilindiği gibi Marshall adı, 1947’de ABD’nin Almanya merkezli olarak Avrupa’ya “kalıcı barış ve demokrasi” getirmek için uyguladığı Marshall Planı ile birlikte doğmuştu. Fon, 1972 yılında bu Plan’ın ruhunu yaşatmak üzere kurulmuş. 1989 yılından itibaren ise Berlin, Paris, Brüksel, Belgrad, Ankara, Bükreş, Varşova ofisleri açılarak hızla genişlemiş. Örneğin Halifax Güvenlik Forumu gibi savunma bakanlıkları destekli “sivil toplum kuruluşları” kurup saçaklanmış.

Öyle görünüyor ki, dünyaya barış ve demokrasi getirip, Irak ve Libya’da olduğu gibi bir güzel yerleştirme hedefli bu tip güvenlik – savunma, yani aslında savaş kuruluşları, şimdi “serbest” ticaret ve yatırım anlaşmaları için buldozer işlevi görüyorlar. Yol temizliği yapıyorlar.

Bu bağlamda, görüş alanımıza yeni giren Transatlantik yüzü, Türkiye’de de belirmiş görünüyor. 18 – 20 Ocak 2015 İstanbul Forumu dikkat çekiyor. Düzenlenen bu yılki toplantıda söz konusu kurumlardan temsilcilerin yanı sıra Radikal, Taraf, Zaman gazeteleri temsilcileri yer alıyor. Kuzey Irak Bölgesi, KDP, Kudüs, Vaşington, Londra, Brüksel’den konuşmacılar da var. İlk konuşmayı Mansur Yavaş, açılış konuşmasını CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu yapıyor ve son oturumda yardımcılarından Böke söz alıyor. Daha önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, sonraki başbakan Davutoğlu’nun, 2011 yılında da daha sonra çatı aday olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da açılış konuşmaları yaptığı forumları özenle değerlendirmek gerekiyor.

Küreselleşme çöktü. Kurulacak denen “yeni dünya düzeni” ortaya çıkmadı. Yoksa kastedilen “yeni dünya düzeni”, şimdi Transatlantik denen şey miydi?

Yeni dünya düzeni için çalışmalar harıl harıl sürdürülüyor. Transatlantik düzeni bizim de hızla ve derinlemesine anlamayı başarmamız gerekiyor. 

[Yeni Adana, 19 Ocak 2015]



GÜZEL AHLAK ve CUMHURİYET


Bütün bu olup bitenleri biliyoruz, sen kasetini ve belgesini göster! Ne ürpertici bir özgüven! Ne var ki artık her yer bununla kaplı.

Türk siyaseti kasetçi oldu. Sözün - analizin, terimin – tanımın, politika geliştirmenin önemi yok. Siyasetin ortasında ya da kıyısında olanların artık başka hiçbir şey ilgisini çekmiyor. Belge görelim, belge! Dizüstünün karşısına geçelim, ‘vay vay vaay!’ diye diye izleyelim hele!

Sosyal medya kriptocu oldu. Adıyla sanıyla açık hesapların bir değeri yok. Kripto hesap önemli. Şimdi siyaset kripto hesapları bilmek, orada yazılanı o anda görmek, herkesten önce paylaşıp gizli işleri bilmek demek.

Önemli olan amaca erişmek. Bir kez daha Makyavelizm çağındayız. Gerçeğin, usul-uslubun, güzel ahlakın ne önemi var? Zamanın istediği, gölgeler ve görüntüler arasına karışmak. Karışın gölgelerle görüntülerin arasına, rüyalarınız bir bir gerçekleşsin!

Bugünlerde hırsız vaar! diye bağıran, gizli izleme-dinleme kasetçilik şirketi. Bugün “hırsız” dediklerini düne kadar kasetleriyle beslemiş, şimdi yine kasetleriyle başkalarını besliyor. “Benim telefonum da dinleniyor mudur dersin!” endişelerinden bugüne siyasetin tepelerinde esen çirkin ahlak, tüm toplumu kasıp kavuruyor. Röntgencilikle şantajcılık, hırsızlıktan daha makbulmüş gibi, diller adeta tutulmuş.

Karşıdevrim çürütür. Kasetçi, kriptocu, Makyavelist halimiz, dini siyasete alet etmenin getirdiği yozlaşmadan yani karşıdevrim bataklığının kendisinden başka bir şey değil. Ve bu bataklık, dünya gericiliğinin bir parçası.

KARİKATÜR mü TTIP mi?

“Irak’ta kimyasal – nükleer silah var, dünya barışı için yok edilmeli” sözü ile “Bülent Arınç’a suikast hazırlandı” sözlerinin yalan olduğu açığa çıktı. Ama bu yalanlarla Irak işgal edilip, Türkiye’nin kozmik odalarına girildi. Ya, ABD’de 11 Eylül 2001 saldırısının, ev sahibi ülkenin sallanan dünya hegemonyasına hayat öpücüğü olduğunu nasıl unutalım?

Şimdi Fransa’da mizah dergisine yapılan acımasız saldırının, ilan edilen kimselerce yapıldığına neden inanalım? ABD’nin AB ülkelerini zorladığı TTIP anlaşmasını istemeyen Fransız çiftçilerinin Brüksel’de traktörleriyle yaptıkları gösterileri, Avrupa yurttaşlarının “TTIP’i durdur” taleplerini, Fransa’nın Rusya’ya dönük ABD yaptırımlarına karşı gönülsüzlüğünü, avronun dolar karşısında ezilişini, dergi saldırısının tam bunların ortasında ortaya çıktığını nasıl görmezden gelelim?

Dünya gericiliği, dünyayı kasıp kavurmak için gerekçeler yaratıyor. Islam dünyasıyla oynuyor. İfade özgürlüğünü mazerete dönüştürüyor. Bunun üzerinden azgelişmiş dünya ülkelerinin önemli bir bölümünü hedef tahtası haline getiriyor. Bunlara ülkeleri işgal yetmedi, şimdi sıradan insanları kavgaya çekmeye çalışıyorlar. Bizim Cumhuriyet mücadelemiz, dünya gericiliğini görüp göstermeyi; hem emperyalizme hem de dini kendi dar siyasetlerine ve emperyalizmin emellerine alet eden dincilere karşı İslamiyeti savunmayı gerektiriyor.

ÜÇ SESSİZ

Hrant Dink katledildiğinde, adları halen internette olan “Hrant’ın arkadaşları” ulusalcıları suçlamışlar ve dışarıdan gelmişlerin yanısıra kasetçi-şantajcı aktörlerle kolkola yürümeyi sürdürmüşlerdi. Şimdi sorumlunun kol-arkadaşları olduğu açığa çıktı; anlaşılması güç bir biçimde sessizler.

Geçtiğimiz yıl CHP Grup Başkanlığı’na soykırım yalanıyla ilgili çalışmalar yapmak üzere bir komisyon kurulması önerisinde bulunmuştum, genel başkanlık tarafından reddedilmişti. Cumhuriyet’in kurucu partisi içinde soykırım yalanına karşı halen hiçbir çalışma yapılmıyor olması da anlaşılması güç başka bir sessizlik.

28 Ocak 2015’te Strazburg’ta soykırım yalanına karşı büyük bir savunma var. Savunmanın sahibi Türkiye’de tutulmaya çalışıyor. İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, ulusu ve cumhuriyeti savunmak için TC Hükümeti’nin izin vermesi için uğraşıyor ve bekliyor. Bu durumun kendisi başlı başına anlaşılması güç sonuncu sessizlik.

Ulusal onur sessizlikle korunmaz. Burada kaset, şantaj, kripto hesap ise hiç işe yaramaz. Ulusal onur, kararlılıkla ve cesaretle savunulursa geleceğimiz olur. O halde, geleceğimiz için yaşasın Güzel Ahlak ve Cumhuriyet!

[Aydınlık, 18 Ocak 2015]

15 Ocak 2015 Perşembe

14 Ocak 2015 -Disipline Savunma


Parti yönetiminin başlattığı disiplin sürecini kabul ettim, talep edilen savunmayı yazılı olarak verdim. Ancak, kurul, ek bir soruşturma gereği olmamasına karşın karar ertelemesine gitti. Bu durumu açıklamaya muhtaç buluyor, savunma metnini aşağıda kamuoyunun bilgisine sunuyorum. 15 Ocak 2015. 


14 Ocak 2015

CUMHURİYET HALK PARTİSİ

(Yüksek Disiplin Kurulu Başkanlığı)
İlgi:

(1) 24.12.2014 gün ve 5535 sayılı Genel Merkez yazısı

(2) 29.12.2014 günlü YDK Çağrı Kağıdı

(3) 09.01.2015 gün ve 56 sayılı Genel Merkez yazısı

İlgi yazılarla, 14 Aralık 2014 günü Kastamonu ilinde bir konferans konuşmamın basında yer alan cümlelerinin CHP Tüzüğü’nün 70/C –a, b, c hükümleri çerçevesinde “kınama” cezasını gerektiren bir nitelikte olduğu ve 14 Ocak 2015 günü için savunma vermem bildirilmiştir.

DAYANAKLAR:

CHP Tüzüğü’nün 70/C – b/c hükümleri atılan suçla ilgili değildir. Hukuksal dayanak olarak yalnızca 70/C –a hükmü kabul edilebilir.

CHP Tüzüğü’nün 70/C – c hükmü, “partili üyeler ve yöneticiler hakkında bilerek ve isteyerek aslı olmayan söylentiler çıkarmak, bunları yaymak” biçimindedir. Atılan suçta üye ve yönetici olarak herhangi bir isme gönderme yapılmamıştır. Öte yandan, “söylenti” adı verilen iletişim biçiminin başlıca özelliği, söylentiyi çıkaran failin kendini gizlemesi ve açıkça bilinmemesidir. Önceden ilan edilmiş, halka ve basına açık düzenlenmiş bir konferansta dile getirilen sözlerin “söylentiler çıkarmak” olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı açıktır.

CHP Tüzüğü’nün 70/C –b hükmü, “parti görevlilerini küçültücü sözler söylemek, parti çalışmalarını zorlaştırıcı eylem ve davranışlarda bulunmak” biçimindedir. Atılan suçta, herhangi bir “parti görevlisi ya da görevlileri”nin söze konu edilmediği, Genel Merkez’ce hazırlanmış olan gerekçeli karardan da saptanabilir. Yine gerekçeli karar, atılan suç için herhangi bir “eylem ve davranış”tan söz etmemektedir. Kınama cezası istemi, konferansta dile getirilmiş “sözler” ile ilgilidir.

CHP Tüzüğü’nün 70/C – a hükmü, “Parti yararlarını zedeleyici yayın ve propaganda yapmak” biçimindedir. Konferans konuşması propaganda, konuşmanın çeşitli bölümlerinin basın mensupları tarafından yayımlanmış olması yayın yapmak olarak değerlendirilebilir. Bunların “Parti yararlarını zedeleyici” nitelikte olduğu değerlendirmesi suç atan tarafa aittir; haklı olmamakla birlikte böyle bir değerlendirme yapılabilir.

ATILAN SUÇ:

Gerekçeli kararda laik devletin tasfiyesine izin vermek, Yerel Yönetimler Özerklik Şartı çerçevesinde özerkliğe yakın durmak sözlerini söylediğim belirtilmiş, ancak bunlarla ilgili olarak herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. “HDP ile dirsek teması” konusunda ise bunun gerçeği yansıtmadığı halde Parti’yi bu açıdan eleştirdiğim belirtilmekle yetinilmiştir. Atılan suç asıl olarak, CHP – Cemaat ittifakı ile ilgili sözlerime ilişkindir.

Bu konuda “Parti hiçbir zaman Cemaatle işbirliği içinde olmadığı gibi”, “bu iddia bizzat Genel Başkanın açıklamaları ile açıkça reddedilmiş iken”, “partinin bizzat Genel Başkanı tarafından reddedilen iddialar” ifadeleriyle, CHP – Cemaat arasındaki ittifaka ilişkin sözlerimin “gerçek olmadığı” belirtilmiştir. Bu iddialar “AKP çevreleri ve havuz medyası tarafından CHP aleyhine bilinçli bir politika ve anti propaganda malzemesi olarak gündeme getirilmektedir” denmiştir.

Gerekçeli kararda bu iddianın tarafımdan dile getirilmesi “partililikle bağdaşmaz”, “aksi propagandanın parçası olmak”, “partiyi kamuoyu önünde açıkça eleştirmek”, “partiye güven duygusunu yok etmek”, “parti üyeliği ile uyuşmayan tutum ve davranış” olarak nitelendirilmiştir.

ATILAN SUÇUN DEĞERLENDİRMESİ:

CHP Tüzüğü’nün 70/C –a hükmünde yer alan “Parti yararlarını zedeleyici yayın ve propaganda yapmak” suçu, suç atan makamın görüşüdür. Bu disiplin sürecine yol açan konuşmam, çok sayıda başka konuşma ve açıklamalarım gibi, Parti’nin yüksek yararlarını gözeten ve Parti’yi başarısızlığa sürüklediği açıkça görülen yanlış tavır-politikaların ortadan kaldırılmasına katkı vermeyi amaçlayan sözlerden ibarettir.

Aşağıdaki nedenlerle, atılan suçun kabul edilebilir bir yönü yoktur.

Politikaları kararlaştırma süreçlerini işletmek, kararları açık ve yeterli görüşmeler sonunda yetkili organlarda almak, Parti yönetiminin görevi ve sorumluluğudur. CHP Parti Meclisi, Merkez Yönetim Kurulu çalışmalarında, görüş ve eleştirilerden kritik olanların sistemli bir sessizlikle geçiştirilmesi, kimi zaman ise “bir strateji yürütüyoruz” sırlı cümlesiyle tartışmadan kapatılması, deneyimlerimiz dahilindedir. CHP Grubu bakımından ise, Parti ve Grup yönetimlerinin İçyönetmelik’teki açık hükme ve üyelerin imzalı taleplerine karşın, Grup Genel Kurulu’nu toplamadığı bir gerçektir. Bu toplantıların TBMM 24. Dönemi’nde kaç kez yapıldığı, kayıtlardan kolayca saptanabilir. Parti-içi karar süreçlerini işletme sorumluluğunu yerine getirmekten kaçınan yönetimler, üyelerin düşünce ve eleştirilerini dile getirmek haklarını gasp etmiş olurlar. Bu durumda üyelerini “parti dışında her koşul ve durumda partiyi savunma” görev ve sorumluluğuna çağıramazlar. Çünkü böyle bir çağrı, üyelerini Parti’yi savunmaya değil, kendi kural-dışı yönetimlerini ve resmi olmayan süreçlerde geliştirilmiş politikalarını onaylamaya zorladıkları anlamına gelir. Böyle durumlarda Parti’nin yüksek yararı, yönetimden ve politikalarından kaynaklanan yanlışların üyelerince açıkça dile getirilmesiyle gerçekleşir. Bu nedenle, “parti üyeliğiyle uyuşmayan tutum ve davranış içine girmek” biçimindeki atılı suçu kabul etmek mümkün değildir, gerçek bunun tam tersinedir.

Parti MYK’sının isteği üzerine PM üyelerinin, “CHP-Cemaat İttifakı” değerlendirmesiyle ilgili sözlerimi “gerçek dışı” sayarak disiplin süreci başlatmış olmaları memnuniyet vericidir. Böylece CHP tüzelkişiliği, CHP – cemaat arasında bir ittifak kurulmasına ve bu yönde uygulamalar yapılmasına ilişkin bir karar alınmadığını, üstelik bu tür uygulamaları suç saydığını, bu kararla dolaylı da olsa, ilk kez resmi olarak ortaya koymuştur. Bilindiği gibi, siyasal kurumların ittifak ve işbirlikleri, yetkili organlarda görüşme yoluyla kararlaştırılır. CHP yetkili organlarında bu yönde bir karar oluşturulmadığı anlaşıldığına göre, ortada karar zemini olmayan de facto belirmiş bir ittifak sorunu vardır. Bu durumda, söz konusu ittifakla ilgili olarak yaygın bir kamuoyu kanısı doğmasına yol açan uygulamaların sorgulanması ve bu uygulamalardan sorumlu olanların hesap vermeye çağrılması gerekir. Aksi halde sorun şimdiye kadar olduğu gibi açıklığa kavuşturulmamış, Parti’ye güvenin sarsılmasına neden olan fiili durum ortadan kalkmamış olacaktır.

Bu çerçevede, aşağıda belirtilen bir düzine konunun incelemeye alınmasında yarar vardır.

(1) 26 – 27 Nisan 2012 Bosna Ziyareti’nin Sema Eğitim Kurumları, Fidan Tour, Novo Vremya Gazetesi mihmandarlığı temelinde yapılması nasıl gerçekleşmiştir?

(2) Mart 2013 ve Aralık 2013’te gerçekleştirilen iki ayrı ABD Ziyareti’nde Turkic American Alliance; Rumi Forum; Orta Atlantik Türk Amerikan Federasyonu (MAFTAA), Avrasya Amerikalılar Turkuaz Konseyi (TCAE), Türk Amerikan İş Grubu (TABN), TUSKON adlı kuruluşlarla etkinlikler nasıl örgütlenmiştir?

(3) Yerel seçim sürecinde İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Danışmanı Aydın Ayaydın, aday belirleme yetkisine sahip Parti Meclisi toplantısından on gün önce, Fethullah Gülen’e Samanyolu TV aracılığıyla “Mustafa Sarıgül’ün adaylığı kesin” mesajını neden ve nasıl gönderebilmiştir?

(4) Yerel seçimlerden az önce 7 Mart 2014’te CHP İzmir İl Başkanı unvanına sahip bir kişinin, Cemaat’in gazetesi olarak bilinen bir yayın organına verdiği “TUSKON ve Hizmet Hareketi’ni kutluyorum” şeklindeki ropörtajın ittifak kanısı yaratma etkisi değerlendirmeye alınmış mıdır?

(5) Ankara İl Başkanlığı’nın seçim görevlilerine ellerindeki sonuçları Cihan Haber Ajansı’na iletmeleri ve bu ajansla işbirliği içinde çalışmaları konusundaki SMS gibi veriler değerlendirmeye alınmış mıdır?

(6) Yerel seçim çalışmalarında çeşitli il ve ilçe yönetimlerinin bu kesimle görüşme, kahvaltılı toplantı, ziyaret, vb. uygulamalarına ilişkin olarak değerlendirme yapılmış mıdır?

(7) Çeşitli CHP’li belediyelerin bu kesimin kurum ve kuruluşlarıyla gerçekleştirdikleri ortak etkinlikler, Parti merkezince izlemeye alınmış mıdır? Bu tür ortak etkinlikler üzerine siyasal bir değerlendirme yapılmış mıdır?

(8) Torba yasalarla getirilen ve Risale-i Nur basımını devlet tekeline almayı öngören hüküm, CHP tarafından diğer 22 maddeyle birlikte iptali için Anayasa Mahkemesi’ne götürüldüğünde, Cemaat yayın organlarında bu girişim “CHP’den Risale-i Nur’u özgürleştirecek adım” olarak haberleştirilmiştir. Bu tasarrufun siyasal değerlendirmesi hangi organ/lar tarafından yapılmıştır?

(9) Bu kesime ait bir finansal kuruluşla ilgili gelişmeler, 2014 yılı boyunca, CHP Genel Başkanı’nın Başbakan Davutoğlu’na mektubu, dört ayrı milletvekilinin dört ayrı yazılı soru önergesi, Bütçe Görüşmeleri’nde sözlü soru konusu edilmesiyle sürekli olarak destekleyici yönde takibe alınmıştır. Bu tasarruf için merkezi bir siyasal değerlendirme yapılmış mıdır? Bu çabaların “cemaatle ittifak” kanısı için gösterge olarak yorumlanabileceği sorunu değerlendirmeye alınmış mıdır?

(10) Dershanelerin kapatılması konusuyla ilgili olarak, bunların kapatılmasına karşı çıkışın cemaatle ittifak iddialarına yol açacağı üzerine siyasal bir değerlendirme yapılmış mıdır?

(11) Yargı örgütlenmesi ve HSYK ile ilgili yasa değişikliklerinde, bağımsız yargı için muhalefet ile yargıda bu kesimin sahip olduğu ağırlığın korunmasına yol açabilecek muhalefet konusu siyasal bir değerlendirmeye alınmış mıdır? Bu muhalefetin kamuoyuna “yolsuzluk soruşturmasını doğru bir biçimde yürütecek olan savcıların görevden alınmasını engellemek” şeklinde duyurulmasının, sözkonusu kesimle ilişkili kamu görevlilerini kollamak sonucu yaratarak “ittifak” şeklinde yansıyabileceği sorunu üzerinde durulmuş mudur?

(12) Basın – yayın organlarında, CHP-Cemaat ittifakı üzerine çok sayıda haber ve köşe yazısı yer alınmıştır. Bunların bir bölümü AKP’ye ait ya da AKP baskısı altındaki medya kuruluşlarında olmakla birlikte, yayın organları ve yazar çeşitliliği bir gerçektir. Ortaya çıkan bombardımana karşı, Parti tüzelkişiliğince tekziple düzeltme ve olaylara ilişkin hiçbir açıklama yapılmamış olması dikkat çekicidir. Bu yayınlara ilişkin olarak sistemli bir karşı-çalışma yapılmaması nasıl açıklanabilir?

Söz konusu yapı, “ahir zamanda bir zat gelecek, Hristiyanların ruhani liderleri ile de işbirliği yaparak üç görev yapacak; insanların imanını kurtaracak, şeriatı tatbik edecek, hilafeti yeniden kuracak” diye yazan Saidi Nursi zihniyetinin uzantısıdır. İzleyicisi Gülen, bu emri, dinler arası diyalog politikası eliyle İslam inancını küresel siyasetin emrine vermiş bir harekettir. Aynı zamanda bu yapı, Meşrutiyet’in ve Cumhuriyet’in kurucularını Hz. Muhammed’e karşı savaşan Ebu Süfyan’a benzeterek din düşmanı sayan bir zihniyete sahiptir. Bir yandan İslam’a, bir yandan da Cumhuriyet’e karşı konumu ortada olan böyle bir yapılanmayla aynı safta olmak bir yana, birlikte görüntü vermek bile kabul edilemez.

Son iki yıldan bu yana, yetkili organlarca kabul edilmiş bir politik karar olmadığı halde Parti yönetiminin cemaat kesimine ilişkin konulardaki tüm uygulamalarının, yürütme yetkilerini kullanan makamların sorumluluğu bakımından soruşturulması gereğini ve buna bağlı olarak tarafıma verilmesi istenen “kınama” cezasının haksız bir istem olduğunu değerlendirmenize sunarım.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER

CHP İzmir Milletvekili

11 Ocak 2015 Pazar

“HER MAĞDURUN YANINDAYIZ” NE DEMEK?


Söz yalnızca söz değil. Siyasette söz, aynı zamanda tavır demek.

Son günlerde Hükümet Fethullah Gülen Cemaati’ne dönük olarak harekete geçti. Göz altına alınan ya da tutuklanan savcılarla polisler, kimilerince desteklenip savunulmaya çalışıldı. CHP yönetimi de bu çabaya girdi. Sayın Kılıçdaroğlu “biz her mağdurun yanındayız. Mağdur olan polislerin de yanındayız” diye açıklama yaptı.

Söz, tavırdır. Ama bu örnekte, Türkiye’nin kurucu partisinden, partinin genel başkanından geldiği için, söz-tavır, kocaman bir bünyenin hareket yönünü gösteren “politika”ya dönüştü. İşte bu yüzden üzerinde durmak, sözün anlamını iyice kavramak gerek.

MAĞDUR NE DEMEK?

Mağdur, sözlüklere göre “gadre uğramış kimse” demek. “Gadr” Arapça bir sözcük. Haksızlık, zulüm, acımasızlık anlamına geliyor. Mağdur sözcüğüne Büyük Türkçe sözcük kıygın da dendiğini yazıyor. Demek ki mağdur ya da daha çağrışımı açık ve daha güzel bir deyişle kıygın, haksız yere zarar görmüş kişi anlamına geliyor.

Demek ki “mağdur”, yalnızca zor ve yardıma muhtaç duruma düşmüş kimse demek değil. İçinde bulunduğu durum zor, ama bu zor durumun kökünde bir de bunu “hak etmemiş olmak” var. Mağdurun içine düştüğü zorluk, hiç hak etmediği halde ortaya çıkmış bir durum. Mağdur yerine kurban da diyebiliriz.

Hiç hak etmediği halde mağdur, kurban edilmiş kimselerin yanında durmak elbette insanlık görevi.

MAĞDUR KİMDİR?

Gözaltına alınan ya da tutuklanan insanlar, kuşkusuz zor duruma düşmüş durumdadırlar. Zor duruma, darlığa düşüren her insan için kurtuluş dilemek gerekir.

Ama her zor duruma düşmüş kimse mağdur değil. İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Hitler epeyce zor duruma düşmüştü; kim mağdur olduğunu söyleyebilir? Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecini adeta hızlandırıp çöküşüne başkanlık ettikten sonra Gorbaçov yapayalnızdı; kim mağdur olduğunu söyleyebilir? Fethullah Gülen için kırmızı bülten çıkarılması onun için zor bir durum olsa gerek; bu zorluk nedeniyle mağdur edildiği ileri sürülebilir mi?

Konu açık. Dara düşmüş olanları “mağdur” olarak nitelendirdiğimizde, bunların haklı, haksızlığa uğramış ve elbette suçsuz olduklarını ilan etmiş oluruz. Cemaatin polislerine “mağdur” dediğimizde, bizim yerimiz onların yanıdır demiş oluruz. Yalnızca söylemiş olmayız; tavır almış oluruz.

SÖZ ve TAVIR = POLİTİKA

Söz, tavırdır. Tavır, kendini bir davranış biçimi olarak gösterir. Sizi ‘mağdur’ diyerek haklı gösterdiğiniz kimselerin yanında durmaya sürükler. Siyasette tavır, bir politikayı benimsemek demektir.

Örneğin, ‘mağdur’ saydığınız kimselerle birlikte adliye salonlarında, gazete binalarında onların yanında ya da arkasında görünürsünüz. Açıkladıkları bildirilere imzanızı atarsınız.

Örneğin TBMM’nde, yasama organında bu kesimin haklarını savunmak üzere önergeler verirsiniz. Bu kesimin dershaneleri, finansal kuruluşları, bankaları için basın açıklamaları yaparsınız. ‘Mağdur’ diye ilan ettiklerinizin çıkarlarına uygun olmayan yasaları, iptal edilsin diye Anayasa Mahkemesi’ne götürürsünüz. Yolları böyle açtığınızda, kocaman bünyenizin diğer uzuvları da benzer yönde tavır alır. Böylece “bir söz”, “bir tavır” olur; söz ile tavır politikanız olarak her yanı sarar.

ŞİMDİ NE YAPMIŞ OLDUNUZ?

Sanırım hep birlikte görebiliyoruz ki, tavır açık ve politika yürürlükte; ne var ki söz örtülü ve buğuludur. Atalardan gelen “inkar yiğidin kalesidir” özdeyişine uygun olarak, elbette koşulların billurlaşmasıyla birlikte toptan redde de kahramanca kabule de uygun olacak biçimde dile getirilmiştir.

Sizce bir siyasal bünye, bu çizginin sonunda ne yapmış olur?

Kamu Politikası Analizi (KPA) adı verilen bir yönetim-siyaset bilimi dalı vardır. Bu dersi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde beş-altı yıl verdim. Bu soru, KPA araştırmacıları ve öğrencileri için örnek-olay malzemesi olarak, günümüzün siyaset pratiğinden akademiye paha biçilmez bir armağan olarak sunulmuş bulunuyor. Şimdilik meslekdaşlarıma haber vermekle yetineyim.

[Yeni Adana, 12 Ocak 2015]