MİLLİ
ANAYASA HAREKETİ
Milli Anayasa Hareketi, Ankara'da 31 Ocak 2016 günü TBMM eski başkanvekili Hasan Korkmazcan başkanlığında toplanmış ve 10 Şubat 2016 günlü basın toplantısıyla 21 kişilik Yönetim Kurulu tarafından etkinliklerine başladığı duyurulmuş olan bir yurttaşlık girişimidir.
Hareketin "yeni anayasa" adı verilen siyasal sürece ilişkin görüşleri, aşağıdaki metindedir.
YENİ
ANAYASA SALDIRISINA KARŞI TEMEL SAVLARIMIZ
1. Ülkemizin
karşı karşıya olduğu sorunlar, anayasa ile ilgili değildir. Halkımızın
gündeminde anayasanın topyekun değiştirilmesi diye bir madde yoktur. Yeni
Anayasa gündemi, çeşitli siyaset çevrelerince ortaya atılmış, zorlama ve yapay
bir gündemdir.
2. Ülkemizi
böyle bir zorlama ile karşı karşıya bırakan çeşitli siyaset çevrelerinin, “neden yeni bir anayasa gerekir” sorusuna
tatmin edici yanıtları yoktur.
a) Mevcut
anayasanın “darbe anayasası olduğu için
artık değiştirilmesi gerektiği” şeklindeki gerekçe, dayanaksızdır. Mevcut
anayasada 7 Kasım 1982 tarihinden bu yana 17 ayrı yasayla yapılmış olan
değişiklikler sonucunda “darbe anayasası” özelliğinin ortadan kalkmış olduğu, herkes
tarafından kabul edilen bir gerçektir.
b) Anayasadaki
değişiklikler sivil iktidarlarca yapılmış, mevcut anayasanın “askerlerce yapılmış anayasa” olma
özelliği de ortadan kalkmıştır.
c) “Bir sivil anayasa yapılmalıdır” şeklinde
dile getirilen sözde gerekçe, anlamsızdır. “Siyasal anayasa” gibi bir anayasa türünden
söz etmek nasıl saçma olursa, “sivil anayasa” diye bir türden söz etmek de öyle
saçmadır. Bu söz bir kod gibi kullanılmakta, bu tavır Yeni Anayasa hedefi
peşinde koşanların gerçekte başka amaçlar güttükleri konusunda haklı kuşkulara neden
olmaktadır.
d) Bütün
toplumun ve ülkenin kaderini belirleyecek anayasa gibi temel bir düzenlemenin,
açıklık ve şeffaflıktan yoksun bir uslupla ve halkı kandırma usulüyle değiştirilmeye
çalışılması kabul edilemez.
3) Anayasalar,
ancak, toplumun tümünü temsil edecek güçte olan “kurucu meclis”ler eliyle yapılabilir.
a) Çağdaş
toplumlarda olağan parlamentoların görevi anayasa yapmak değil, yasa yapmaktır.
Bu nedenle, dönem sayısı 26 olan mevcut Meclis, anayasa yapma yetkisine sahip
değildir.
b) Üstelik
bu Meclis’in “temsilde adalet”
ilkesine göre kurulmadığı, 1982 Anayasası’nın getirdiği yüzde 10 barajıyla “yönetimde istikrar” kaygısına göre
kurulduğu bir gerçektir. Toplumun tümünü temsil etme özelliğinden dahi yoksun olan
olağan bir meclise anayasa yaptırılmaya kalkışılması, kabul edilemez.
4) Anayasa
değişikliği, anayasanın bazı hükümlerinde, esasına sadık kalarak, bazı değişiklikler
yapmak demektir. Yeni anayasa ise, yürürlükte olanı kaldırıp atmak, anayasanın
tümünü sil baştan yazmak anlamına gelir. Mevcut Anayasa’nın “ilk dört maddesine dokundurtmayız”
diyen birinin “yeni anayasa gerekir”
demesi ya anlamsızdır ya da böyle söyleyen kimseler samimiyetsizdir. CHP ve MHP,
bu bakımdan durumlarını gözden geçirmelidir.
5) “Anayasa’nın ilk dört maddesine
dokundurtmam” siyaseti, Türk ulusçuluğunu “parçalayıcı
ruh” ilan edip buna savaş açtığını açıkça dile getiren “Yeni Anayasa” siyaseti
karşısında, yetersiz ve aldatıcıdır.
a) İlk
dört madde, devlet ve toplum örgütlenmemizin en genel temel ilkelerini içerir. İçleri,
Anayasa’nın kalan bölümündeki ilgili maddelerce doldurulmuştur. Bunlar
değiştirildiğinde, ilk dört madde birer askıya döner.
b) İlk
dört maddeye dokundurtmam diyen kişi, din ve vicdan hürriyetine ilişkin
hükümlerde mezhepleri ve inançları devlet yönetiminde statü sahibi haline
getirecek tüzelkişiliklere büründürmeye izin verecek olursa, Madde 2’de
yalnızca adı geçen ama mekanizmaları başka maddelerde kurulan (laik devlet) ilkesi boşa düşer.
c) İhvancı
ve etnikçi çevrelerin ön aldığı bir Yeni Anayasacılık saldırısı karşısında “ilk dört maddecilik”, basitçe ve açıkça
laf ebeliğidir. Yeni Anayasa siyasetini meşrulaştırmak ve bu siyasete ortak
olmaktan başka bir işe yaramaz.
6) AKP,
CHP, HDP tarafından, kendi partilerinin siyaset belgelerinde ilan ettikleri “anayasal vatandaşlık/eşit vatandaşlık anlayışına
dayalı yeni anayasa yapmak” hedefi, halkın önünde somut biçimde açıklanmamakta,
dolambaçlı ifadelerle dile getirilmektedir.
a) Anayasal/eşit
vatandaşlık zihniyeti, AKP çevresi tarafından “kavmiyetçiliğe ve her türlü milliyetçiliğe karşı olmak” diye
anlatılırken, HDP çevresi tarafından “demokratik
millet” etiketiyle propaganda edilmekte, CHP yöneticileri ise bunu Kürt
Sorunu adını verdikleri sorunun çözüm yolu olarak gördüklerini yazıya
dökmektedir.
b) Anayasal/eşit
vatandaşlık adı verilen anlayış, bireysel eşitlik anlayışı değildir. Bu, etnik topluluklara anayasal statü vermek
anlayışıdır. Sözü edilen eşitlik, etnik topluluklar arasında eşitlik
anlamına gelmektedir. Buna göre “Türk”lük bir etnisitenin adıdır;
ulusal-siyasal kimlik haline getirilmiş olması, diğer etnisiteler açısından eşitsizliğe
yol açmıştır. Bunun için mevcut Anayasa’nın 66. Maddesinde bireylere verilmiş
olan Türk Vatandaşlığı statüsünün ortadan kaldırılması; 6. Maddesinde Türk
Milletine ait olduğunu ilan edilen egemenlik hakkının Türk Milletinden alınması;
etnik-yerel anadillere resmi-dil statüsü verilmesi amaçlanmaktadır. Nitekim adı
belirtilen üç parti, anayasadan Türk
vatandaşlığı statüsünün silinmesinde ve yerine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı yazılmasında anlaşmışlardır. Bu
değişikliği, etnik kimliklere statü vermek ve anadilleri resmi-dil statüsüne
yükseltmek için zorunlu görmektedirler.
c) Anayasal/eşit
vatandaşlık adı verilen, gerçek adı “etnik
vatandaşlık” olan bu anlayış, toplumu etnik kompartımanlara bölmeyi talep
eder. Bireysel hak ve özgürlükleri bu kompartımanlara hapsederken, toplumsal
bütünleşmeyi olanaksız hale getirir. Bu soruna karşı, HDP ve benzerleri hiçbir
çözüm öngörmeyerek amaçlarının etnik ayrılıkçılık olduğunu gösterirken, AKP’nin
çözümü “ümmet siyaseti”nden ibarettir. Etnik vatandaşlık, her iki durumda da,
yurttaşların eşitliğine ve özgürlüğüne yönelik büyük bir tehdittir.
d) Yeni
Anayasacı cephe, “Türk”lüğün bir etnisite olduğu iddiasında büyük bir yanılgı
içindedir. Ülkemizde “Türk”lük bir etnik grubu değil, genetik kökenden ayrı
olarak bireyler hangi etnik kökenden gelirse gelsin, kurulmuş olan büyük
siyasal birliğin kendisini, ulusu/milleti ifade eder. Bu sıfatımız etnik
kökenlerimizi de inançlarımızdaki farklılıkları da yok saymaz, kucaklar.
e) Bizce
Türk vatandaşlığı, devlet ile birey ilişkilerinin etnik köken, din, mezhep, her
türlü inanç, düşünce farklılıklarından özgür kılınmasını ve hem bireylerin
devletle hem de birbirleriyle olan ilişkilerinde bireysel eşitliğin güvence
altına alınmasını sağlayan en temel mekanizmadır.
f) Türk
vatandaşlığı statümüz, ülkemizde egemenlik ve dünyada bağımsızlık hakkının Türk
Milleti’ne ait olmasının doğrudan ve zorunlu sonucudur. Bu statü aynı zamanda,
birey olarak devletle ilişkilerimizin nasıl düzenleneceğini gösteren bir yapı
taşıdır. Anayasa’nın 66. Maddesinde yer alan Türk vatandaşlığının kaldırılması,
Anayasa’nın 6. Maddesini yani Türk Milletinin egemenlik hakkını da ortadan
kaldırır. Bu ise, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri arasında yer alan 3.
Maddesinin, “Türkiye Devleti … milleti
ile bölünmez bir bütündür” hükmünün içini boşaltmak demektir.
g) Bu
nedenlerle, “anayasal/eşit vatandaşlık” adı verilen zihniyete dayanacak bir
Yeni Anayasa yapmaya çalışmak, “Bölücü Anayasa” yapmaya kalkışmak demektir. Bizim
anlayışımız yurttaşların eşitliğidir; bu, hem bireysel eşitlik ve özgürlüğün
hem de toplumsal bütünleşmemizin biricik yoldur.
7) Yeni
Anayasacı cephe, değişik tonlamalarla “özerklik”
adını verdikleri yeni bir devlet örgütlenmesinden söz etmektedirler. Bu
bakımdan aralarında bir dil birliği bulamamış görünmekle birlikte, AKP, CHP,
HDP “Yerel Yönetimler Özerklik Şartındaki
çekincelerin tümüyle kaldırılması”ndan söz etmektedirler.
a) Avrupa
Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, Yeni Anayasacı cephenin elinde bir tür siyasal
oyun aracı, siyasal şifredir. Bu şifre HDP’nin elinde bölgesel
özerklik/egemenlik rejimini anlatırken, CHP’nin elinde hem Avrupa’ya hem de
etnik bölücülüğe gösterilen bir uzlaşma niyeti göstergesidir. AKP’nin elinde
ise, hem etnik bölücülüğün isteklerini yerine getirebilecek, hem de federal
örgütlenme gerektiren “başkanlık rejimi” isteklerine hizmet edebilecek bir araç
olma potansiyeline sahiptir.
b) Türkiye’nin,
Yerel Yönetimler Özerklik Şartında görünürde 10, gerçekte 2 çekincesi vardır.
AKP 2004-2005 yıllarında çıkardığı yerel yönetim yasalarında getirdiği
hükümlerle çekincelerin 8’ini karşılayacak yasa değişiklikleri yapmış, siyaseten
yaptığı hesaplar nedeniyle, bunları Bakanlar Kurulu kararı alıp Avrupa
Konseyi’ne bildirme işlemini gerçekleştirmemiştir. Gerçek anlamda çekince
koyulmuş paragraf sayısı 2 ile sınırlıdır. Bunlardan biri idari [Şart md. 8/3],
diğeri mali [Şart md. 9/4] federalizm olarak adlandırılabilecek hükümlerdir. Avrupa
Konseyi heyetleri, Türkiye’nin, Şart’ın bu paragraflarını uygulama
yükümlülüğünü üstlenebilmesi için, Anayasa’nın üç maddesinde subsidiarite adını verdikleri yerellik
ilkesi yönünde temel bir tercih değişikliğine gitmesini istemişlerdir: (1) Anayasa’nın
mahalli idareleri düzenleyen 127. Maddesindeki “idari vesayet” kurumunun yeniden
tanımlanması. (2) Buna bağlı olarak “idarenin bütünlüğü” ilkesini getiren 123.
Maddesinde bu ilkeyi yerel özerklik lehine değiştirmesi. (3) Kamu maliyesinde
gelir sisteminin esaslarını belirleyen “vergi ödevi” başlıklı 73. Maddesinde
yerellik lehine bir denge kurması.
c) Avrupa
Yerel Yönetim Özerklik Şartı, devletler arası bir sözleşme olarak, 1993 yılında
sakatlanmış bir metindir. 1985 yılında imzaya açılmış, Türkiye tarafından 1992
yılında onaylanmıştır. Ancak Avrupa Konseyi tarafından 1993 yılında yoruma tabi
tutulmuş ve Şart’ın bir bütün olarak “subsidiarite”
adı verilen “yerellik ilkesi” esprisi
temelinde anlaşılması gerektiği karara bağlanmıştır. Bu, devlet
örgütlenmelerini idari ve mali federalizm zihniyeti doğrultusunda reforma
uğratmayı gerektiren bir yorumdur. Bu yorum değişikliği, Türkiye’ye, Şart’ın
ülkemizin ihtiyaçlarına uygun olup olmadığı yönünde yeniden değerlendirilmesi
hakkını veren bir gerekçedir.
d) Dünyanın,
kıyısında yer aldığımız Orta Doğu Bölgesi’nin, ülkemizin içinde bulunduğu
bugünkü koşullarda yapmamız gereken şey, Şartın çekincelerini kaldırmak değil,
aksine Şart’ı bir bütün olarak yeniden değerlendirmek üzere, verdiğimiz tüm
taahhütleri geri çekmektir.
8) Yeni
Anayasacı cephede PKK ile çevresindeki yasal siyasal parti ve hareketler,
silahların ve hendeklerin eşliğinde, çeşitli kasaba ve kentlerimizde “özerklik
– özyönetim ilanları” yapmıştır. Bu ilanların öncesinde ve sonrasında, Oslo
Müzakerelerinde ve 2011 Anayasa Uzlaşma Komisyonuna HDP tarafından verilen
resmi önerilerde, Türkiye’nin bölgelere
ayrılması pazarlık konusu yapılmıştır.
a) PKK
ve çevresinin bölgesel özerklik talebi, yalnızca güneydoğu bölgemizde değil,
ülkemizin tümünde “bölgesel özerklik”
esasına geçilmesini istemektedir. Bu istek, Anayasa’nın 126. Maddesinde
öngörülen “illere göre” merkezi/mülki yönetimin ortadan kaldırılması anlamına
gelir.
b) Türkiye
Cumhuriyeti devlet yapılanmasının bu yönde değiştirilmesi, federal örgütlenmeye
geçilmesi anlamına gelir. Bu durumda, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri
arasında yer alan ve “üniter devlet ilkesi”ni öngören 3. Maddesindeki “Türkiye Devleti ülkesi ile….. bölünmez bir
bütündür” hükmünün içi boşaltılmış olur.
c) Bu
nedenlerle, çeşitli tonlardaki “özerklik” zihniyetine dayanacak bir Yeni
Anayasa yapmaya çalışmak, “Bölücü Anayasa” yapmaya kalkışmak demektir.
9) AKP’nin
ve Cumhurbaşkanının Yeni Anayasa gerekçesi olarak ilan ettiği “Başkanlık
Rejimi” talebi de, diğer konular gibi, özellikleri ve niteliği açıkça dile
getirilmeyen kapalı ve karanlık başlıklardan biridir.
a) Türksüz
anayasa yapmaya kalkışmış bulunan AKP yetkililerinin “Türk tipi başkanlık rejimi”nden söz etmeleri, samimiyet
yoksunluğunun çarpıcı örneklerinden biridir.
b) Başkanlık
Rejimi talebi, 12 Eylül Ruhu’nun muradına erdirilmesi isteğidir. 12 Eylül
darbesinin getirdiği temel “yenilik”lerden birinin, güçlü cumhurbaşkanı – güçlü
yürütme rejimi olduğu tarihsel bir gerçektir. Bu rejim, AKP iktidarının 2007
yılında düzenlediği referandum sonucunda cumhurbaşkanının halk tarafından
seçilmesini anayasaya geçirmesiyle birlikte bir adım daha güçlenmişti. Şimdiki
Başkanlık Rejimi niyeti, 12 Eylülcü mantığı sonucuna ulaştırmaktadır. Bu durum,
“darbe anayasasını ortadan kaldırmak”tan söz edenlerin, aslında o anayasanın
genişletilmesinden yana olduklarını gösterir.
c) Başkanlık
Rejimi, ABD örneğinde gibi hem yasama – yürütme – yargı gibi temel devlet
kuvvetlerinde ayrılığı, hem de devletin toprak üstünde federe örgütlenmesiyle
egemenliğin paylaşılmasını gerektirir. Bu durumda Başkanlık Rejimi’nin, PKK ve
çevresi tarafından istenen “bölgesel
özerklik” için bir kılıf oluşturduğu açıktır.
d) Başkanlık
Rejimi, siyasal ümmetçiliğin “Türk
Milleti kavmiyetçiliğin zeminidir; yok edilmelidir” inancı ile birlikte
gündeme gelmektedir. Bu, yalnızca devletin yapısında değil, toplumun yapısında
da çok-parçalılık yaratmak demektir. Böyle bir yapıda karşımıza çıkacak en
güçlü olasılık, tüm siyasal iktidarın hakim
oligarşik gruplara ve bunların arasını bulacak pazarlıkçı bir “tek adam”a devredilmesidir.
e) Başkanlık
Rejimi, siyasetin ve yönetimin aktörlerini çoğullaştıracakmış görüntüsü verir.
Ancak bu bir yanılgıdır. Hem kuvvetleri hem de toprak üstündeki egemenliği
çoğullaştıran görüntü, merkezi ve yerel
düzlemde en kuvvetli oligarşik hakim grupların denetimsiz iktidarını sağlar.
Hem iktisadi hem siyasi gücün bu kadar dengesiz dağıldığı Türkiye gibi bir
toplumda bu model, Cumhuriyet’le birlikte yeşertilip yetiştirilmiş her türlü
demokratik kazancı ortadan kaldırmaya yol açacaktır.
f) Türkiye’nin
toplumsal ve siyasal gerçekleri ile sahip olduğumuz deneyim, ihtiyacımızın parlamenter rejim olduğunu
açık bir biçimde göstermektedir. Başta 12 Eylül artığı yüzde 10’luk barajların
kaldırılması ve siyasal sistemin tıkanmış damarlarının açılması, sorunlarımızı
çözmek için doğru ve verimli başlangıçtır. Başkanlık Rejimi gibi yıkıcı maceralardan
vazgeçilmesi, zorunluluktur.
10) Yeni
Anayasacılık, hiçbir egemen ve bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği ölçüde,
AB ve ABD merkezlerinden yönlendirilmektedir. AB, küreselci dönemde
yaygınlaştırılan ‘uluslararası hukukun iç
hukuktan üstünlüğü’ gerekçesini kullanmakta, ABD ise diplomatik çizgileri de
aşarak doğrudan emredici müdahalelerle kendini göstermektedir.
a) Bu
çevrelerin Türkiye’nin kaderini belirlemekte ve iç işlerine müdahalede
sergiledikleri devletlerarası hukuka ve diplomasi kurallarına aykırı çabalarına
son vermek, Türkiye’nin hakkı ve yöneticilerinin görevidir.
b) Bu
çevreler, küreselcilik dönemiyle birlikte, başka ülkelere anayasa yazmayı
alışkanlık haline getirmişlerdir. Turuncu devrimlerinin de açık askeri
işgallerinin de ayrılmaz parçası, hedef aldıkları ülkeler için yeni anayasalar
yazmaktır. Türkiye, bunların heveslerini kursaklarında bırakacaktır.
11) Dünya
genelinde ulusal devletin yükseliş çağı yeniden başlamıştır. Yeni Anayasacılık,
artık çökerek kapanmış bir devrin geç kalmış dalgasıdır. Bu dalga kendi üstüne
kapanıp kırılmaya mahkumdur. Türkiye, yurttaşların eşitlik ve özgürlüğü, Türk
Milletinin egemenliği ve bağımsızlığı savaşına, 1923’te olduğu gibi, bir kez
daha öncülük edecektir.
12) Milli Anayasa Hareketi
bu anlayış ve savlarla, gayrımilli bölücü yeni anayasa saldırısına karşı,
kararlılıkla mücadele etmeye hazırdır.
10
Şubat 2016
Milli
Anayasa Hareketi Yönetim Kurulu