Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili
Sayın Umut Özkırımlı, “Bilimsel” Ulusalcılık başlıklı yazısıyla görüşlerime ilişkin bazı sorular yöneltmiş.
http://t24.com.tr/yazi/memleketimden-milliyetcilik-manzaralari--1/6567
Yazısı tırnak işaretleri ve ünlemlerin efektleriyle ard-satırlı olsa da, konuşmaya açık bir yazı kaleme almış. Akademik unvanlı köşe yazarlarının adeta kırık kalemli yazıları ortada iken, yazara teşekkür etmek gerekir. Yazısındaki daveti kabul ettim, bu yazıyı yazdım. [Yazının en sonuna da kişisel akademik bir not ekledim.]
*
Sayın Özkırımlı yazısını,
“birkaç hafta önce Habertürk’te Belkıs Kılıçkaya’nın sorularını yanıtlayan Güler’e göre….” demesinden anlaşıldığı üzere yarım saatlik bir TV programındaki sözlerime dayandırmış. Bunun yerine
www.baguler.blogspot.com üzerinde yayımlanmış yazılarıma bakılsa daha iyi olabilirdi. Ama yazar bu kaynağı yeğlediğine göre, diyecek birşey yoktur.
Bilimsel değil…
“……Güler tezlerini akademik kimliğinin ardına sığınarak, bilimsellik iddiasiyla savunuyor.”
Doğrusu, “sığınarak savunma” haklı bir değerlendirme değil. Çünkü tartışılan soruna ilişkin iki bilimsel yaklaşım vardır. Biri kimlik yaklaşımı, öbürü ulusal sorun yaklaşımı. İkisinin de elbette siyasal tutum yaratan sonuçları vardır. Burada sözkonusu olan unvan sığınmacılığı değil, kavramsal çerçeve seçimidir
Neden Kürt sorunu var? Komplocu…
Yazar sözlerimden alıntı yaparak, “bu bağlamda biz de Güler’e bazı sorular soralım:” diyor ve beş soru soruyor.
“1. Türk ulusal devleti hangi kimlik üzerine kuruludur? Size göre bir üst kimlik, bir çadır olan Türklük üzerine, değil mi? Dahası bu çadır “iyi bir çadırdır, iyi bir mayadır”, halkın yüzde 80-85’inin kabul ettiği bir çadırdır. O halde neden Kürt sorunu diye bir sorunumuz var? “Kürt kökenli siyasetlerin” ve emperyalizmin kışkırtması yüzünden mi? Bu komplocu analizin ne kadar bilimsel olduğunu geçelim,..."
Birinci sorunun ilk bölümü, bir soru – bir yanıt – bir yargılama olmak üzere üçü bir arada yazar tarafından söylenip kapatılmış durumda. Soruyu esas alırsam “neden Kürt sorunumuz var?”, şöyle yanıt verirdim: Meşrutiyet ve Cumhuriyet rejimlerinde feodal üretim ilişkileri tasfiye edileceğine, bunlarla ittifak yapıldığı ve uluslaşma süreci bu iktisadi teslimiyetle kırıldığı için Kürt sorunu var.”
Bu ulusun çadırında Kürtler de gayrımüslümler de sorunlu.…
Yazarın ilk sorusu şöyle devam ediyor:
“13 milyon insan nasıl bu kadar kolay inanıyor bu yalanlara, hele çadırla bir sorunları yoksa? Hep aynı şeyleri hatırlatmaktan bıktık ama bu çadırda Kürtler yerlerinden edilmedi mi, yaşadıkları yerler bombalanmadı mı, köylerin, şehirlerin isimleri değiştirilmedi mi? Hayır, 1980 sonrasını kastetmiyorum; 1934 İskan Kanunu’ndan söz ediyorum mesela, Dersim’den, Ad Değiştirme İhtisas Komisyonu’ndan. Haydi sizi zor durumda bırakmamak için o çadırda yaşayan gayrimüslimlere ne olduğunu sormayalım!
Yazarın belirtiiği olaylar belli insan gruplarının “kimliğine düşmanlık”tan olsaydı soru haklı olabilirdi. Ama sıralanabilecek diğerleriyle birlikte, 1921’den bu yana yaşanan ayaklanmalar “kimlik talebi”yle değil derebeyliklerin vergi, askerlik, mülk ayrıcalıklarının ve bunların tamamlayıcısı olan şeriat, hilafet, saltanat düzeneklerinin yeniden talep edilmesiyle ilgiliydi. Yaşanan toplumsal mücadele “kimlikten ibaret” değildi; iktisadi ve sosyal ayrıcalıklarla ilgiliydi.
Gayrımüslümlerle ilgili boyut ise, Osmanlı kapitülasyonlarından bu yana uzun bir iktisadi ağlar zorlamasının baskısı altında yaşanmadı mı? Çok sayıda gayrımüslüm Türk vatandaşı vardır; Türkiye’ye dilde, sinemada, ticarette, sanatta büyük katkıları ile ulus tarafından bağıra basılmışlardır. Ve elbette çok sayıda başka bir bölümü de Batı ticaret sermayesiyle ortaklık içinde kavgaya taraf olmuşlardır.
Sorunları tek yönlü değil, tüm çeşitliliği içinde çok yönlü değerlendirmek zorundayız.
Memurluk–Türklük ve Hizmetler-Ecnebilik
“2. Bu çadırın “çok başarılı bir süreç yaşadığını, bunun da evlilikler ve mesleki rotasyonlarla büyük ölçüde sağlandığını biliyorum” diyorsunuz. İlginç, sizin bildiklerinizle bizim bildiklerimiz pek örtüşmüyor. Biz, 18 Mart 1926 tarihli 788 sayılı “Memurin Kanunu” ile “Türk olmanın” devlet memurluğunun ön koşulu olarak belirlendiğini, bu kanunun 1965’e kadar yürürlükte kaldığını sanıyorduk mesela. Ya da 4 Haziran 1932 tarihli 2007 sayılı “Türkiye’de Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkında Kanun”la bazı mesleklerin “ecnebilere” ve “diğer milletlerin adamlarına” yasaklandığını.”
Her iki örnekte de herhangi bir terslik yoktur. Memurlar Kanunu’nda Türk olmak, Türk vatandaşı olmak demektir. Buradaki kural, vatandaşların kültürel kökeni bakımından bir gösteren değildir. İstisnası, Lozan’da kabul edilen gayrımüslümler olabilir; Lozan azınlıklarının statusü böyledir. Bu statü, kimi vatandaşlık hizmetlerini yüklenme bakımından “ayrı” ve “ayrıcalıklı” olmayı daha en baştan belirlemiştir.
“Ecnebilere yasak” ise, yani başka bir ülkenin vatandaşlarına yasak meslekler uygulaması, 20. Yüzyılın en yaygın gerçeklerindendir. Avrupa ülkeleri, AB – Maastricht Sözleşmesi’ne kadar bunu kesin olarak yaşamışlardır; yasaları bu bakımdan hala çeşitli sınırlamalar içerir. Dünya ülkeleri Dünya Ticaret Örgütü’nde GATS çerçevesinde “mesleklerin serbest dolaşımı” için yıllardır uğraşıyorlar. Bu uygulama, Türkiye gibi azgelişmiş ve emperyalizmin karşısında bağımsızlık çabasında olan bir ülke için biricik olmadığı gibi yersiz de değildir.
Bireysel kültürel haklar mı? Topluluk hakları mı?
“3. Size göre bu “başarılı” çadır, farklılıkları öne çıkarmaz, ortak benzerliklere dayalı bir siyasal sistem kurar. Hangi benzerlikler? Türkler ve Kürtler bu kadar benziyorsa neden onları asimile etmeye çalıştık yıllarca? Neden o farklılıkları üst kimlik altında yaşatmadık? Yine 80 darbesi diyeceksiniz, biliyorum. İyi de 1980’den önce bu ülkede Kürtçe eğitim yapılıyor muydu? Ya da mahkemelerde Kürtçe savunma?”
Elbette 1980’den once “Kürtçe eğitim” yoktu. Ancak TV’de tartışılan “Kürçe konuşmaya yasak” konusu idi; ve bu bireysel doğal hak 12 Eylül 1980 darbesince yasaklanmıştı. Çeşitli kesimlerin “Cumhuriyet Kürtçe konuşmayı yasakladı” sözünün gerçek dışı olduğunu atlamak doğru olmaz.
Bunun dışında, farklı anadillerde eğitim, savunma, yani kamu hizmetlerinin farklı anadillerde verilmemesi –yönetilmemesi- asimilasyon değildir. Bu siyasal tercihtir; uluslaşma sürecinin entegrasyon amacına uygundur. Burada yanlışlık varsa, o da etnik köklere ait özelliklerin “bireysel kültürel zenginlik” olarak geliştirilmesi olanaklarının ortadan kaldırılmasıdır.
Anadillerde eğitim, savunma, hizmet…. toplumu ve devleti “kollektif kimlik hakları üzerine” inşa etmektir. Bu, ortaçağa dönüp Osmanlı devletindeki gibi bir örgütlenme ve yaşam kurmak demektir. Cumhuriyet, buna karşı durmuştur; bireysel kültürel kimliklerin ulusal birlik içinde özgürlükleri temelinde bir düşüncenin uygulayıcısı olmuştur. Bence şimdi de izlememiz gereken kurgu bu olmalıdır. Bireysel kültürel haklarda özgürleşmeyi güvence altına alarak…
Tek maddede üç soru….
“4. Yeri gelmişken Türklüğü ulus, Kürtlüğü milliyet yapan nedir? (Şu milliyet terimini de SSCB deneyiminden aldığınızı söyleseniz fena olmaz mı?) Neden Türkçe ortak dil, Kürtçe ya da başka diller değil? Türkler kendi ulus-devletlerine sahip oldukları için olmasın? Yani devleti olan ulus, olmayan milliyet mi?”
Milliyet terimini SSCB kullanmış, dünyanın azgelişmiş ülkelerinden çok sayıda katkıyla kuramlaştırma günümüze dek sürmüştür. Ama terimin ortaya çıkışı ve kavramsallaştırılması 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarında
Alman Vierkandt, Otto Braun, Steinmetz, İngiliz Israel Zangwill… gibi Alman, Avusturyalı yazarlar ağırlıklı olmak üzere Fransız ve İngiliz yazarlara tapuludur.
Türkçe ortak dildir. Çünkü bu tarihsel bir sonuç, tek başına iradi bir seçme değil. Bin yıllık yerleşme, ticaret ve yönetim sistemlerinin yarattığı bir sonuç. Kürt beyliklerinin Selçuklu ya da Osmanlı’ya ait ‘Ekradı Sancak’ olması bir tercih değil, gerçek. Tersi olsaydı, Türk beylikleri olup Eyyubi devletine bağlı olsaydı tarih başka türlü sonuçlanabilirdi. Ne denebilir ki?
Evet, ulus olmanın koşulu devleti olmak. Bu da 20. yüzyılın gerçeği.
Nötr ve renksiz vatandaşlık yoktur; önerilen şey çok-etnikli haldir
“5. Son soru. “Reddettiğim sistemde şu var. Ulusal devleti ortadan kaldıralım. Nötr bir vatandaşlık tanımı getirelim”. Bunu söylediğinizde kendinizi ele verdiğinizin farkında değil misiniz? Demek ki şu andaki vatandaşlık tanımı nötr değil! Peki nasıl kabul ettireceksiniz bunu diğer etnik gruplara – pardon “milliyetlere”?
“Nötr vatandaşlık getirelim” sözü bana ait değil. Anayasal vatandaşlık önerenlerin sözü. Bence “nötr” renksiz” vatandaşlık da anayasa da olamaz. Doğada nasıl renksiz hiçbirşey yoksa toplumda da olmaz. Hele siyasal yaşamda hiç olmaz.
Karşımıza dikilen öneri, vatandaşlığı “milliyetler bütünlüğü değil toplamı” haline getirme önerisidir. Devleti etnik topluluklar koalisyonu olarak örgütlemek, yani etnikçi devlet kurmak önerisi. Bu yüzden ulusal vatandaşlığa “Türk” etnisitesine dayandığı için etnik temelli olma eleştirisi getirenler, aslında kendileri etnikçi anayasa önerisinde bulunuyorlar.
Sonuç
“Bu sorular elbette retorik.”
Bu kadar emek boşuna mıydı? Özkırımlı’nın da amacı konuşmak değilmiş meğer, amacı “serimlemek”miş!
İyi ama bu sorular neden “retorik” –anlamsız ya da gereksiz- olsun?
Çünkü yazar şuna inanıyor:
“Güler’in iddialarının bilimsel değil, düpedüz ideolojik olduğunu bilmemesi mümkün değil. Bu durumda ya göz göre göre kamuoyunu yanıltmaya, ulusalcılığına bilimsel bir meşruiyet kazandırmaya çalışıyor ya da söylediklerine gerçekten inanıyor.”
İktidarlar, iki yüz yıldır kendi meşruiyetlerini “bu bilimsel, yani iyi - bu ideolojik, yani kötü” ayırımı üzerinde yükselttiler. Sayın yazar, iktidar refleksi gösteriyor. Demek ki “kimlik yaklaşımı” bilimseldir; ulusal sorun yaklaşımı ideolojik! İki yüzyıldır bu tür iktidar zorlamaları karşısında akıllar susmuş, yaşam ve eylem konuşmuştur.
Nihayet yazı şöyle bitiyor:
“Eğer ikincisiyse kendisine 21 Mart’ta attığı bir tweet’i hatırlatalım: “Körleşmeyin… Körleşme zamanları değil bu zamanlar!”. Biz kör değiliz Sayın Güler, ya siz?”
Emek veriyorum.
AK(P)KK ittifakının hak ve özgürlük taleplerini dikkatle irdeliyorum. Çağımızın en gerici unsurlarının “barış – çözüm” diyerek Türkiye’yi Irak – Suriye – İran ile birlikte milliyetler ve mezhepler savaşına sürükleyişlerini çok net görüyorum.
Sayın Özkırımlı, yalnızca bakmıyorum. Bakarken net görüyorum.
Kişisel Akademik Not: Sayın Özkırımlı'nın Milliyetçilik Kuramları: Eleştirel Bir Bakış, DoğuBatı, Ocak 2008 künyeli ve doktora tezi olduğunu belirttiği kitabında, "ulus-milliyet" kuramları üzerine çalışanlara hiç gönderme yok. Kıta Avrupasının kurucu kaynakları olmadığı gibi, Türkiye'de üretilmiş kaynaklar da yok. Örneğin Mehmed İzzet'in 1924 tarihli Milliyet Nazariyeleri çalışmasının görülmemiş olması önemli bir eksiklik. Ama olmaması normal; kitabın kaynakları arasında Ziya Gökalp de yok. Ve elbette SSCB yazarları ve yayınları da... Bilimsellik - ideolojiklik tartışması gerçekten de ilginç bir tartışma! [BAG, 26 Nisan 2913]