Çok kullanılan sözler, çoğu zaman, anlamları en bulanık olan sözler oluyor. Uzun zamandır duyup kullandığımız şu söz, “terörü sona erdirmek” sözü bunlardan biri.
Gerçekten, “terörü sona erdirmek” ne demek?
“Terör”ü sona erdirmek kanlı eylemlerinin sona erdirilmesi ise, bunun yolu basit. Ne istiyorsa verirsiniz, eylemler biter, analar da ağlamaz!
Yok, “terör”ü sona erdirmek amaçlarına erişmesinin sona erdirilmesi ise, bunun yolunun istediklerini sunmak olmadığı net.
Çözüm Politikası, özellikle kamuoyu üzerinde yaratılan etki bakımından, “bu eylemler bitsin” hedefine kilitlendi. İşte bu taviz ve teslimiyet niteliğiyle, Çözüm Politikası “terör”ün çaresi değil, ortağı ve organik parçası haline geldi.
*
Bir ara “terör” eylemlerinin artması, sonra bir ara kesilmesi ve “Çözüm Politikası”nın hızlanması, sonra yine eylemler, teldolabı – buzdolabı – derin dondurucu derken “çözüm”ün her defasında bir üst kademe taviz-teslimiyet halinde sofraya indirilmesi…. Artık açıkça görülüyor ki, bu hareket tarzı, Türkiye’yi hesaplanmış, tasarlanmış kötü bir kadere sürükleme oyunundan başka bir şey değildir.
*
Birincisi, “terör” ve “çözüm”, ikisi elele Türkiye’yi, Osmanlı geçmişinde bıraktığı “Üçüncü Göz”lere, “Hakem Devletler’ yönetimine doğru sürüklemektedir. “Terör”ün, müzakere sürecine “üçüncü göz”, yani yabancı bir devletin hakemliğini talep edişi sır değildir. Ve yazık ki TC-AKP, bu talebi yasa-dışı biçimde daha 2011 yılında yaptığı Oslo Müzakeresi’nde kabul etmişti. Bu masaya İngiltere temsilcisi olduğu söylenen bir yabancı oturmuş, imzalanan mutabakatın aslı bu devletin merkezine teslim edilmişti. Şimdi “terör”ün talebi bunun yasal olarak yapılmasıdır; “çözüm” buna teşnedir.
Bu durum karşısında kimi “çözüm”cü devlet yetkilileri ile kimi siyasetçiler “zaten fiili bir durum, yasal hale getiriverelim gitsin, hem daha iyi olur” laflarını gevelemenin yanısıra “n’olacak canım, onlar bizim müttefiklerimiz değil mi?” gibi geniş mideli tavırlar sergilemeye başlamışlardır. “Çözüm”, egemenliği yabancı ülkelerin vesayetine açmak ve egemenlik hakkından vazgeçmek konusunda, “terör” ile amaç birliği içinde ilerleyen bir politika olmuştur.
*
İkincisi, “terör”ün talebi, yeni anayasa yapılmasıdır. Çözüm Politikası ikliminde tüm partiler seçmenlerine “yeni bir anayasa” vadettiklerine ve yeni anayasa dediklerinde seçmenlerinden alkış aldıklarına göre yol açılmıştır.
Üçüncüsü, “terör” yeni anayasada ortak vatan ve eşit vatandaşlık istediğini ilan etmiştir. AKP ile CHP yönetimleri resmi belgelerinde “eşit vatandaşlık” sözü verdiklerine göre, “terör”ün suyuna çoktan girmişlerdir. Ve yine iki parti de, yerel özerklik konusunu yücelttiklerine, ademi merkeziyetçiliği yücelttiklerine göre, “ortak vatan” hedefi için de kapılar açılmıştır.
Çözüm Politikası, “terör”ü ona teslim olarak bitirme, dolayısıyla Türkiye’yi çözme politikasıdır. Ve bu reçete, müzakerelerde yasa-dışı yer verilmiş “Hakem Devlet”ler menşelidir. Bu proje, Türkiye’ye “meğer ‘terör’ diye yakındıklarımız ufak şeylermiş” diyeceği kadar büyük çıkmaza sürükleyecek türden bir tehdittir.
Karşımıza dikilen bu tehdit, Yeni Anayasa – Anayasa Değişikliği kılığındadır. Bizim görevimiz, ulusal mücadeleyi Anayasa çerçevesinde güçlendirmek, yükseltmek, bu tehdidi ortadan kaldırmak için mücadele etmekten ibarettir.
BU KÖŞEDE DAHA ÖNCE YAZMIŞTIK,
AMA BU YAZIDA DA KISA BİR AÇIKLAMA OLSUN:
Eşit vatandaşlık toplumu kotalama, ortak vatan ise ülkeyi kantonlama yoluyla bölmek demektir.
Eşit vatandaşlık talebi Türk vatandaşlığından vazgeçilmesi ve halkın etnik topluluklara bölünmesi isteğidir. Eşit vatandaşlık, bireyler arasında eşitlik, yurttaşların eşitliği demek değildir. Bu taleple istenen, etnik toplulukların anayasada kimlik olarak tanınması, etnik anadillerin ulusal ve bölgesel resmi dil haline gelmesi, tüm devlet ve toplum hizmetlerinde çok-resmi dil olması, seçimlerde parlamentonun ve belediye meclislerinin etnik topluluk kotaları temelinde oluşturulmasıdır. Bu, günümüzde Bosna-Hersek’te Dayton Anlaşması’yla kurulmuş olan “milliyetler sistemi”ne geçilsin demektir. Elbette olmazsa olmaz şartı, Anayasadan Türk vatandaşlığının silinmesidir.
Ortak vatan talebi, ülkemiz topraklarının Türkiye ve Kürdistan şeklinde bölünmesi isteği, federasyon yapılanmasıdır. “Terör”, bu noktada zaman içinde mesafe almaya esnek yaklaşmaktadır. Örneğin, oyuz ilin yönetimini büyükşehir belediyelerine vermiş olan model, bu yönde bir alıştırma olarak onlara göre uygun, ama çok yetersizdir. Nihai amaca giden yolda “bölgesel özerklikler”, “yerel özerklikler”, “kantonlar” masaya sürdükleri diğer araçlardır. Ama aynı zamanda, “çözüm” çerçevesinde mesafe alıp orada burada ilan ettikleri “özerklik” denemeleriyle “federe” ya da “bağımsız” Kürdistan’ı da zorlamaktan geri durmamaktadırlar.
Bunların yanında sıralanan öbür isteklerin, Öcalan’ın ve diğerlerinin serbest bırakılması, kadın – ekoloji haklarında düzenlemeler yapılması, vb. konuların, belirtilen üç temel istek karşısında anlamları da önem dereceleri de düşüktür.
*
Üçüncüsü, “terör” yeni anayasada ortak vatan ve eşit vatandaşlık istediğini ilan etmiştir. AKP ile CHP yönetimleri resmi belgelerinde “eşit vatandaşlık” sözü verdiklerine göre, “terör”ün suyuna çoktan girmişlerdir. Ve yine iki parti de, yerel özerklik konusunu yücelttiklerine, ademi merkeziyetçiliği yücelttiklerine göre, “ortak vatan” hedefi için de kapılar açılmıştır.
*
Çözüm Politikası, “terör”ü ona teslim olarak bitirme, dolayısıyla Türkiye’yi çözme politikasıdır. Ve bu reçete, müzakerelerde yasa-dışı yer verilmiş “Hakem Devlet”ler menşelidir. Bu proje, Türkiye’ye “meğer ‘terör’ diye yakındıklarımız ufak şeylermiş” diyeceği kadar büyük çıkmaza sürükleyecek türden bir tehdittir.
Karşımıza dikilen bu tehdit, Yeni Anayasa – Anayasa Değişikliği kılığındadır. Bizim görevimiz, ulusal mücadeleyi Anayasa çerçevesinde güçlendirmek, yükseltmek, bu tehdidi ortadan kaldırmak için mücadele etmekten ibarettir.
***
BU KÖŞEDE DAHA ÖNCE YAZMIŞTIK,
AMA BU YAZIDA DA KISA BİR AÇIKLAMA OLSUN:
Eşit vatandaşlık toplumu kotalama, ortak vatan ise ülkeyi kantonlama yoluyla bölmek demektir.
Eşit vatandaşlık talebi Türk vatandaşlığından vazgeçilmesi ve halkın etnik topluluklara bölünmesi isteğidir. Eşit vatandaşlık, bireyler arasında eşitlik, yurttaşların eşitliği demek değildir. Bu taleple istenen, etnik toplulukların anayasada kimlik olarak tanınması, etnik anadillerin ulusal ve bölgesel resmi dil haline gelmesi, tüm devlet ve toplum hizmetlerinde çok-resmi dil olması, seçimlerde parlamentonun ve belediye meclislerinin etnik topluluk kotaları temelinde oluşturulmasıdır. Bu, günümüzde Bosna-Hersek’te Dayton Anlaşması’yla kurulmuş olan “milliyetler sistemi”ne geçilsin demektir. Elbette olmazsa olmaz şartı, Anayasadan Türk vatandaşlığının silinmesidir.
Ortak vatan talebi, ülkemiz topraklarının Türkiye ve Kürdistan şeklinde bölünmesi isteği, federasyon yapılanmasıdır. “Terör”, bu noktada zaman içinde mesafe almaya esnek yaklaşmaktadır. Örneğin, oyuz ilin yönetimini büyükşehir belediyelerine vermiş olan model, bu yönde bir alıştırma olarak onlara göre uygun, ama çok yetersizdir. Nihai amaca giden yolda “bölgesel özerklikler”, “yerel özerklikler”, “kantonlar” masaya sürdükleri diğer araçlardır. Ama aynı zamanda, “çözüm” çerçevesinde mesafe alıp orada burada ilan ettikleri “özerklik” denemeleriyle “federe” ya da “bağımsız” Kürdistan’ı da zorlamaktan geri durmamaktadırlar.
Bunların yanında sıralanan öbür isteklerin, Öcalan’ın ve diğerlerinin serbest bırakılması, kadın – ekoloji haklarında düzenlemeler yapılması, vb. konuların, belirtilen üç temel istek karşısında anlamları da önem dereceleri de düşüktür.
[BAG, Yeni Adana Gazetesi, 24 Ağustos 2015]