24 Ağustos 2015 Pazartesi

"ÇÖZÜM" TAVİZ ve TESLİMİYET Mİ?



Çok kullanılan sözler, çoğu zaman, anlamları en bulanık olan sözler oluyor. Uzun zamandır duyup kullandığımız şu söz, “terörü sona erdirmek” sözü bunlardan biri.

Gerçekten, “terörü sona erdirmek” ne demek?

“Terör”ü sona erdirmek kanlı eylemlerinin sona erdirilmesi ise, bunun yolu basit. Ne istiyorsa verirsiniz, eylemler biter, analar da ağlamaz!

Yok, “terör”ü sona erdirmek amaçlarına erişmesinin sona erdirilmesi ise, bunun yolunun istediklerini sunmak olmadığı net.

Çözüm Politikası, özellikle kamuoyu üzerinde yaratılan etki bakımından, “bu eylemler bitsin” hedefine kilitlendi. İşte bu taviz ve teslimiyet niteliğiyle, Çözüm Politikası “terör”ün çaresi değil, ortağı ve organik parçası haline geldi.

*

Bir ara “terör” eylemlerinin artması, sonra bir ara kesilmesi ve “Çözüm Politikası”nın hızlanması, sonra yine eylemler, teldolabı – buzdolabı – derin dondurucu derken “çözüm”ün her defasında bir üst kademe taviz-teslimiyet halinde sofraya indirilmesi…. Artık açıkça görülüyor ki, bu hareket tarzı, Türkiye’yi hesaplanmış, tasarlanmış kötü bir kadere sürükleme oyunundan başka bir şey değildir.

*

Birincisi, “terör” ve “çözüm”, ikisi elele Türkiye’yi, Osmanlı geçmişinde bıraktığı “Üçüncü Göz”lere, “Hakem Devletler’ yönetimine doğru sürüklemektedir. “Terör”ün, müzakere sürecine “üçüncü göz”, yani yabancı bir devletin hakemliğini talep edişi sır değildir. Ve yazık ki TC-AKP, bu talebi yasa-dışı biçimde daha 2011 yılında yaptığı Oslo Müzakeresi’nde kabul etmişti. Bu masaya İngiltere temsilcisi olduğu söylenen bir yabancı oturmuş, imzalanan mutabakatın aslı bu devletin merkezine teslim edilmişti. Şimdi “terör”ün talebi bunun yasal olarak yapılmasıdır; “çözüm” buna teşnedir.

Bu durum karşısında kimi “çözüm”cü devlet yetkilileri ile kimi siyasetçiler “zaten fiili bir durum, yasal hale getiriverelim gitsin, hem daha iyi olur” laflarını gevelemenin yanısıra “n’olacak canım, onlar bizim müttefiklerimiz değil mi?” gibi geniş mideli tavırlar sergilemeye başlamışlardır. “Çözüm”, egemenliği yabancı ülkelerin vesayetine açmak ve egemenlik hakkından vazgeçmek konusunda, “terör” ile amaç birliği içinde ilerleyen bir politika olmuştur.

*

İkincisi, “terör”ün talebi, yeni anayasa yapılmasıdır. Çözüm Politikası ikliminde tüm partiler seçmenlerine “yeni bir anayasa” vadettiklerine ve yeni anayasa dediklerinde seçmenlerinden alkış aldıklarına göre yol açılmıştır.

*

Üçüncüsü, “terör” yeni anayasada ortak vatan ve eşit vatandaşlık istediğini ilan etmiştir. AKP ile CHP yönetimleri resmi belgelerinde “eşit vatandaşlık” sözü verdiklerine göre, “terör”ün suyuna çoktan girmişlerdir. Ve yine iki parti de, yerel özerklik konusunu yücelttiklerine, ademi merkeziyetçiliği yücelttiklerine göre, “ortak vatan” hedefi için de kapılar açılmıştır.

*

Çözüm Politikası, “terör”ü ona teslim olarak bitirme, dolayısıyla Türkiye’yi çözme politikasıdır. Ve bu reçete, müzakerelerde yasa-dışı yer verilmiş “Hakem Devlet”ler menşelidir. Bu proje, Türkiye’ye “meğer ‘terör’ diye yakındıklarımız ufak şeylermiş” diyeceği kadar büyük çıkmaza sürükleyecek türden bir tehdittir.

Karşımıza dikilen bu tehdit, Yeni Anayasa – Anayasa Değişikliği kılığındadır. Bizim görevimiz, ulusal mücadeleyi Anayasa çerçevesinde güçlendirmek, yükseltmek, bu tehdidi ortadan kaldırmak için mücadele etmekten ibarettir.

***

BU KÖŞEDE DAHA ÖNCE YAZMIŞTIK,
AMA BU YAZIDA DA KISA BİR AÇIKLAMA OLSUN:


Eşit vatandaşlık toplumu kotalama, ortak vatan ise ülkeyi kantonlama yoluyla bölmek demektir.

Eşit vatandaşlık talebi Türk vatandaşlığından vazgeçilmesi ve halkın etnik topluluklara bölünmesi isteğidir. Eşit vatandaşlık, bireyler arasında eşitlik, yurttaşların eşitliği demek değildir. Bu taleple istenen, etnik toplulukların anayasada kimlik olarak tanınması, etnik anadillerin ulusal ve bölgesel resmi dil haline gelmesi, tüm devlet ve toplum hizmetlerinde çok-resmi dil olması, seçimlerde parlamentonun ve belediye meclislerinin etnik topluluk kotaları temelinde oluşturulmasıdır. Bu, günümüzde Bosna-Hersek’te Dayton Anlaşması’yla kurulmuş olan “milliyetler sistemi”ne geçilsin demektir. Elbette olmazsa olmaz şartı, Anayasadan Türk vatandaşlığının silinmesidir.

Ortak vatan talebi, ülkemiz topraklarının Türkiye ve Kürdistan şeklinde bölünmesi isteği, federasyon yapılanmasıdır. “Terör”, bu noktada zaman içinde mesafe almaya esnek yaklaşmaktadır. Örneğin, oyuz ilin yönetimini büyükşehir belediyelerine vermiş olan model, bu yönde bir alıştırma olarak onlara göre uygun, ama çok yetersizdir. Nihai amaca giden yolda “bölgesel özerklikler”, “yerel özerklikler”, “kantonlar” masaya sürdükleri diğer araçlardır. Ama aynı zamanda, “çözüm” çerçevesinde mesafe alıp orada burada ilan ettikleri “özerklik” denemeleriyle “federe” ya da “bağımsız” Kürdistan’ı da zorlamaktan geri durmamaktadırlar.

Bunların yanında sıralanan öbür isteklerin, Öcalan’ın ve diğerlerinin serbest bırakılması, kadın – ekoloji haklarında düzenlemeler yapılması, vb. konuların, belirtilen üç temel istek karşısında anlamları da önem dereceleri de düşüktür.

[BAG, Yeni Adana Gazetesi, 24 Ağustos 2015]


10 Ağustos 2015 Pazartesi

ŞU BARIŞ DEDİKLERİ ŞEY



1980´lerde küreselleşme başlamıştı.

Küreselleştikçe demokrasi yaygınlaşacak, dünya bir barış gezegeni olacaktı.

Dünya sosyalist sistemi de dağılıp Varşova Paktı bitince, Almanya´nın Berlin duvarı yıkılınca... NATO gibi soğuk savaş tapınakları da casusluk maceraları da bitecek, dünyaya refah ve barış gelecekti. Gezegenimiz tarih boyunca olmadığı kadar açık, engelsiz, aydınlık ve şeffaf olacaktı....

Küreselleşme, yani demokrasi, özgürlük, barış çağının açılışı....

Üzerinden çeyrek yüzyıl geçti.

Denizlerde kaçak göçmenler... Atölyelerde evlerde köle işçiler... Organ ticareti için kurban çocuklar... Tarlada kısır tohumlar... Fikir üstünde mülkiyet esareti... Özgür teknolojide küresel tekeller egemenliği... Ortaya çıkan manzaranın bir bölümü bu.

NATO ortadan kalkmak bir yana, dünyaya jandarma... Birleşmiş Milletler küreselleşmeci çürümenin garantörü... ABD ile AB, "küresel dünya"nın boğazına iyice çökmek için ikili serbest ticaret anlaşması masasında...

Çeyrek yüzyılda ortaya çıkan sonuç: 

Küreselleşme, emperyalizmin dünya üstündeki yeni-egemenlik yolunun adı...

Türkiye´de.....

Dincilik ile etnikçilik, eski solcu yeni liberallerle kolkola, yelkenlerini küreselleşme rüzgarlarıyla doldurdular.

Dincilik Vatikan´dan esinlendi... Dinler arası diyalogla birlikte, Türkiye´de "milletler sistemi"ni düşleyip, yeniden din esaslı imparatorluk hayaline yelken açtı.

Etnikçilik, yeni imparatorluklar çağında kimlik siyasetiyle kendine iktidar bulacağını umut etti; dincilikle kol kola girdi.

Yeni zamanın sağlı-sollu liberalleri, küreselciliğin romanlarını yazdılar.

Ve şimdi hep birlikte NATO kapısındalar. 

Dinciler Amerikan-NATO üslerini ardına kadar açıyor; etnikçiler "onu değil beni kolla NATO" diye yalvar yakar davetiyeler çıkarıyor.

Biri Türkiye topraklarını yabancı askere ardına kadar açmış, öbürü buna laf etmek bir yana "onu değil beni al" şarkısı söylüyor.

Bundan daha utanmazca olanı da var: NATO davetiyesinin altına "barış" imzası atmak...

NATO davetiyesine "barış" imzası atanların içinde CHP yönetiminin olması ise artık şaşırtıcı değil.

CHP "laiklik tehlikede değil" diyen genel başkanıyla birlikte önce dinciliğe teslim edilmişti; şimdi de "ulusal devlet devrini tamamladı" diyen yöneticileriyle birlikte etnikçiliğe teslim edildi. Böylece yalnızca ulusal ve laik Türkiye´nin değil, daha önemlisi bağımsız Türkiye´nin sigortası olmaktan tümüyle çıkarıldı. CHP, mevcut yönetimiyle artık karşı-devrimin ortaklarından biri...
10.08.2015

Günümüzde, söyleyenlerin dilindeki "barış", tarihin en acımasız savaşlarının adıdır.

"Çözüm", küresel emperyalizmin şimdi Orta Doğu´da işlettiği mezbahasını Türkiye´ye taşımaktır.

Üzücü olan, Bağımsız Türkiye mücadelesinin güçlü siyasal örgütlenmesindeki boşluktur.

Ve çıkış, bu boşluğa son vermekten başka bir yerde değil...

[Yeni Adana, 10 Ağustos 2015]


4 Ağustos 2015 Salı

KLİĞİN KIRIK ÇERÇEVESİ



CHP'nin tepesindeki kliğin Tanrıkulu-Özçelik kaynaklı politikasını, bir başka yönetici-makam, basına şöyle özetledi:
"Bu devasa sorunun Kürt sorununun çözüm adresi TBMM´dir" diyen Levent Gök, ... CHP .... bu sorunun mutlaka demokrasi insan hakları temel hak ve hürriyetler ve en ileri ülkelerde uygulanan en ileri fikirler ne ise o görüşler çerçevesinde çözülmesinden yanadır..... bu sorunu ancak CHP´nin çözeceğine ifade ediyoruz" ifadelerini kullandı."
Böylece kliğin politikasının dört unsurdan oluştuğunu öğrendik:
(1) sorunun adı "Kürt sorunu"dur;
(2) çözüm yeri TBMM'dir;
(3) çerçeve demokrasi, insan hakları, temel hak ve hürriyetlerdir,
(4) referans en ileri ülkelerdeki en ileri fikirlerdir.

*
Yeni Adana Gazetesi'ndeki son yazımda "Adres TBMM, İyi Ama Neden?" diye sorup şöyle demiştim: Çünkü bu klik için konu tümüyle bir "Anayasa Sorunu"dur. Kamuoyunu anayasadan Türk vatandaşlığının çıkarılmasına; yerine TCV (türkiye cumhuriyeti vatandaşlığı) getirilmesine; böylece ulusal devleti ortadan kaldırıp HDP'nin kendi adında taşıdığı "halklar", yani milliyetler devletine boyun eğmeye hazırlama görevini yerine getirmektedir.

Şimdi, bu politikanın (3.) parçası üstünde durmak gerek.

"Çözümün çerçevesi demokrasi, insan hakları, temel hak ve hürriyetlerdir" ne demek?

*
Çözümün çerçevesinde "ulusal devlet" neden yok?

Ulusal devlet, CHP kliğinin saydığı çerçeveden daha soyut değil. Aksine, en az o çerçevedekiler kadar somut, elle tutulur.

Ulusal devlet, devlet sistemini "millete göre" kurmak demek. Bunun için "millet"in bir adı olmalı. Bizde bu ad 'Türk milleti, Türk ulusu..

Ulusal devlet, bireyleri devlete "milletin üyeliği" üzerinden bağlamak, bütün siyasal hak ve ödevleri böyle belirlemek demek. Bizde vatandaşlık bu nedenle "Türk vatandaşlığı"...

Ulusal devlet, ulusal resmi dil olarak milletin dilinin, Türkçe'nin kabul edilmesi demek. Tüm devlet işlerinde, eğitimde yargıda, sağlıkta muhasebe sisteminde, toplumsal işlerde tek dil demek...

CHP kliği "Kürt sorunu" adını verdiği sorunun çözüm çerçevesine ulusal devlet ilkesini koymuyorsa, bundan ne anlamalıyız?

*
HDP ve PKK da aynı çerçeveyi çiziyor.

Ve CHP'den açık davranıp, dediğinin ne anlama geldiğini de açıklıyor. Demokrasinin "halklar" için gerekli olduğunu; insan haklarının artık "kollektif topluluk hakları" demek olduğunu"; temel hak ve hürriyetlerin de özgür bireyler için değil halklar ve kollektif topluluklara ait bireyler için anlamlı olduğunu söyleyip duruyor.

CHP kliği demokrasi, insan hakları, temel haklar reçetesini HDP-PKK gibi mi anlıyor?

Bu konuda açıklama yapmamışlar ki demeyin!

Yukarıdaki kısa açıklamanın (4.) parçası herşeyi anlatıyor. "En ileri ülkelerdeki en ileri fikirler" sözüne bakın! Herhalde sözü edilen ülkeler dünyanın kuzey, doğu, güney ülkeleri değil... Zaten bu "çerçeve" de dünyanın bu üç bucağının çerçevesi değil.

"En ileri ülkeler" ABD - İngiltere - Almanya - İsveç zincirinde "en ileri fikirler", dünyanın üç buçağına durup dinlenmeden azınlıklar; halklar; milliyetler... ve güzellemesi bir türlü bitmeyen yerellikler, özerklikler... şarkıları söylüyor.

Evet, CHP kliği "demokrasi, insan hakları, temel hak ve özgürlükler" çerçevesini HDP - PKK ağzından terennüm ediyor.

*
Bu çerçevede neden "üniter devlet" yok?
Ulusal devlet, kurucu iradenin insana yaslanmış ifadesidir.

Üniter devlet, kurucu idarenin toprağa yaslanmış iradesidir.

"Millet-ulus" temelinde kurulmuş bir ülkede federal esasa geçmek, "millet esası"nı ortadan kaldırmadan olmaz.

CHP'nin tepesine yerleşmiş klik, ulusal devleti çerçevesinden atmışsa, üniter devleti aramak boşuna çaba...

*
CHP ne diyor?

CHP seçmeni ve üyeleri "yok canım, hele dur bi bakalım" diyor.

CHP'nin tepesi HDP - PKK ile aynı şeyi söylüyor.

Türk ulusunun bağımsız ve egemen varlığının öncüsü olan CHP, tepesine yerleşmiş kliğin eliyle, ulusun etnik kökenlere ayrışmasını teşvik ediyor.

Daha önemlisi, bunu anayasaya taşımak için debeleniyor.

Sinsi parlamento oyunları işe yaramadı. Şimdi yalvar-yakar halde, koalisyon ortağı olup kliğin partide ve ülkedeki malum sonunu geciktirmenin yollarını arıyor.

Ama bu arada tepedeki klik görevini yerine getiriyor; ulusal-laik Türkiye'nin kurucu güvencesi olan CHP'yi bitiriyor.





3 Ağustos 2015 Pazartesi

"ADRES TBMM", İYİ AMA NEDEN?


CHP'nin yönetiminden bir grup, önce Sezgin Tanrıkulu sonra AKP'nin bürokrasisinden geçirme Murat Özçelik, ısrarlı biçimde bir şey söylediler. Şimdi, onların söylediklerini başka biri yineledi. Basında yer alan haberin ilgili kısmı şöyle:
"Bu devasa sorunun Kürt sorununun çözüm adresi TBMM´dir" diyen Levent Gök, ... CHP .... bu sorunun mutlaka demokrasi insan hakları temel hak ve hürriyetler ve en ileri ülkelerde uygulanan en ileri fikirler ne ise o görüşler çerçevesinde çözülmesinden yanadır..... bu sorunu ancak CHP´nin çözeceğine ifade ediyoruz" ifadelerini kullandı."
Bu kısa paragrafta CHP adına dile getirilmiş dört kritik politika cümlesi yer alıyor.

(1) Sorunun adı "Kürt sorunu"dur.
(2) Çözüm adresi TBMM'dir.
(3) Çözümün çerçevesi (1) demokrasi, (2) insan hakları, (3) temel hak ve hürriyetlerdir.
(4) Referans, en ileri ülkelerde uygulanan en ileri fikirlerdir.

En çok gözden kaçan cümleden başlayalım. İkincisinden...

Çözümün adresi neden TBMM'dir?

Yani Hükümet değil! Yürütme organı değil.

Askeri -sivil bürokrasi, yatırım - hizmet bakanlıklarıyla yönetim aygıtı da değil.

TBMM... Yasama organı...

Yani görevi (1) yasa yapmak, (2) anayasa değişikliği yapmak olan meclis.

Demek ki, CHP'nin tepesindeki grup, "çözüm"den yasa - anayasa değişikliği yapmayı anlıyor.

Peki nasıl şeyler yapılacak?

Sorunun adını "Kürt sorunu" koymuş ve çözümü "demokrasi - insan hakları - temel haklar" çerçevesi diye de belirlemiş.

Demek ki, sorun etnik kimlik sorunu.

Ve CHP de etnik özellikleri tatmin edici düzenlemeler yapacak.

İyi ama, bunlar bireysel hak ve hürriyetler zemininde zaten yapıldı. Yasalar çıkarıldı.

Yargılamada etnik dil serbestliği, siyasal propagandada etnik dillerin kullanılmasına serbestlik, etnik dillerde öğrenim verecek okullara serbestlik, medyada etnik dillerde yayına serbestlik....

Hatta Kılıçdaroğlu "Yerel Yönetimler Özerklik Şartının tüm çekincelerini kaldıracağız" derken, AKP toplam 10 çekinceden 8'ini, yerel yönetim yasalarındaki değişikliklerle yasal -fiili olarak ortadan kaldırmış bulunuyordu.

Geriye kalan iki çekince idari ve mali federalizm anlamına geliyor; Anayasa'da üniter devlet ilkesi durdukça bunları yasayla yapmak mümkün değil. İlla Anayasa değişikliği yapmak gerek.

Kılıçdaroğlu adına genel başkan yardımcılarının elinde dolaştırılan "17 maddelik çözüm" garabeti AKP tarafından tüketildi.

O halde CHP'nin, Kılıçdaroğlu adına Tanrıkulu - Özçelik menşeli çözümcü grubu, "çözüm yeri TBMM'dir" diyerek ne yapmak istiyor?

Bu yönetim kliği, asıl yapılmak istenen iş için yol temizliyor.

Anayasa değişikliği için...

Etnik kimlikleri, bireysel hakların ötesinde, "kollektif topluluk hakları"na dayandıracak bir milliyetler devleti kuracak anayasa değişikliği için....

Buna CHP seçmenini hazır etmek için....

Vakit dolunca, "ama çözüm TBMM'de olur diyen bizdik! TBMM müzakereleri de buna karar verdi!" diyebilmek için....

Ve elbette böylece.... En ileri ülkelerdeki en ileri fikirlerin izinde, Türk vatandaşlığını TCV -Türkiye Cumhuriyet, Vatandaşlığı yaparak, ulusal devleti tarihe gömerek "halklar/milliyetler devleti"nin kapısını açmak için...

En ileri ülkelerdeki en ileri fikirler çerçevesinde.... oyun sürüyor...