30 Aralık 2018 Pazar

NERE NERDEN YÖNETİLİR?



Küreselleşme çökünce, küreselcilerin zihin haritaları da çöktü. 1980’li yıllardan başlayarak kibirle ilan ettikleri ‘küresel düşün yerel davran’ ideali, çeyrek yüzyılın sonunda dağıldı, tuzla buz oldu.
*
Kent hakları, başka bir deyişle yerel haklar üzerine döşendikleri manifestolarda ‘yarışan kentler’ rüyası kuruyorlardı. ‘Kent ve kasabalar devletini aşıp küresele bağlansın’ diyorlardı. ‘Dünya kentleri (Londra, New York, İstanbul, Rio gibi) devletlerini aştılar, devletler artık bu kentleri yönetemezler, bunlar kendi networklerini kursunlar’ diye buyuruyorlardı. Ulusların anayasaları artık yetmezdi, kent ve kasabalar kendi anayasalarını yazmaya koyulsunlar ve küresel’e bağlansınlardı.
1992’de Avrupa Konseyi bu yolda Kentsel Şart ilan etmişti. Bu şartı üye devletlerin değil, devletlerdeki kent ve kasabaların imzasına açmıştı. On yıl sonra, Şart’ın tutmadığı görülmüş olsa gerek ki, üzerinde tartışmaya başlayanlar kendileri oldu. Onbeş yılın sonunda da ‘işler çok değişti’ gerekçesiyle ikinci bir manifesto yazıldı. 2008 tarihli Kentsel Şart-2, Yeni Bir Kentlilik İçin Manifesto ortaya çıktı.
*
1992 tarihli ilk şart ‘Avrupa’nın değerleri’ diyordu; 2008 tarihli ikincisinde ise ‘değerler tamam da bir de gerçekler var’ diyen bir ruh öne çıkmıştı. Avrupalılığın kendi yıkımını seyreden bir ruh desek de olur.
Küreselleştirme kurumlarının kartondan evler gibi yıkılmaya başladığı 2008 yılında ‘küreselleşmeye inancımız tamdır’ diyen bu metin, Katolik Kilisesinden devşirilmiş “subsidiarite” denen yerelcilik ilkesine halâ bağlı olduğunu söylüyordu. Yerleşmelerde bizim için ‘iyi kentsel yönetim ilkeleri’ (yerli-yabancı ayırımı olmadan özel sektör üzerinde yükselen diye okuyunuz) yine geçerlidir, diyordu. Yönetişimci zihniyetleri esastı. vb…
Esaslardan vazgeçmedik diyordu demesine de, küreselci ideolojiyle her yerden kovdukları devlet, Kentsel Şart-2’nin 40. Paragraf’ında kendini kabul ettirmişti. Buraya bazı konular sadece yerel yönetim kapsamına girmez, bunlardaki yerel politika konularının bölgesel, ulusal ve Avrupa düzeyinde ortaklaşa düzenlenmesi gerekir diye yazdılar. 42. Paragraf daha da ilginçtir. Burada “kentlerin ve kasabaların artan bağımsızlığı, yerel bölgeler arasında acımasız ve denetimden tümü ile uzak bir rekabete yol açmamalıdır” uyarısı var. Yani daha dün devletsiz ol, küresel düşün, yerel davran emri verdiklerinde ‘aman ne diyorsunuz, bu emir bir tür yeni-feodalizme yol açacak’ diyen ‘dinazorlar’ın haklı olduğunu kabul ettiler. Aynı paragrafta “…. devlet denetiminin zayıflaması ve bunun sonucunda kent ve kasabaların daha da güçlenmesi, yerel alanlar arasında çok ihtiyaç duyulan dayanışmanın aleyhine işlememesi gerekir”  diye dahi yazdılar.
*
Kısacası, 1992’den 2008’e, Avrupalı küreselci yerelcilik (subsidiaritecilik), devletin geri çağırılmasıyla etkisizleşmiş. Dahası, ‘kentler yayılmamalı, yoğun kentler yaklaşımı benimsenmeli’ diyen Kentsel Şart-2, çevre duyarlığı kasmayı da ihmal etmeden, kentsel inşaatta “tower’cılık - avm’cilik” bayraktarlığını eline almış. İnşaat sektörü ile belediyenin değil, ancak devletin elele vermesiyle becerilecek işlerden biri… Kentsel ‘ekonomi’, kentsel – yerel ‘toplum’un önüne geçmiş, Avrupalı kentlerimiz ve kasabalarımız şiiri yerini kulelerden evler ve işyerleri fütürolojisine çoktan bırakmış.
*
Bu gelişmeler ortada durup dururken, şimdi, 2019 yılının arefesinde, İstanbul’da CHP il başkanlığını işgal eden küreselcilerin ‘sivil toplum örgütleriyle beraber’ İstanbul Anayasası yazdıklarını görünce… Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerinin, büyükşehir belediye başkanı adaylarının sözlerinden “Ankara Yönetemez” kısmını görmeyen göz de görsün babından kara manşete çektiklerini görünce…
Birileri bunlara kent anayasaları devrinin kapandığını, fikrin sahiplerinin iflaslarını ilan ettiklerini, bir mesaj iletmek istedikleri yerler varsa o dükkânların kapandığını söylese de, düştükleri komik hali sürdürmeseler.
***Ve sizlere nice nice yıllar dilerim.

11 Aralık 2018 Salı

TÜSİAD’ın Saati Durmuş



TÜSİAD Ankara’da toplantı yaptı. Derneğin başkanı Erol Bilecik, yumuşak ses tonuna ve yüzünden düşmeyen gülümsemesine tümüyle zıtlık içinde, kaskatı bir konuşma yaptı.
Dünya analizi angaje olduğu AB-D dünyasından ibaret olan, ekonomi analizi sözde serbest/küresel piyasanın emirleriyle bağlanmış, içinde toplumun yer almadığı siyaset anlayışı “demokratik açılım”a gömülmüş, dedikleri yapılmazsa ‘kıyamet beklensin’ tehditlerinin her yandan sızdığı bir konuşma… İdeolojik bakımdan katı olduğu gibi, zamanın gerisinde kalmış olması bakımından da kaskatı, donmuş bir konuşma.
*
Başkana göre ekonomimizin çıpaya ihtiyacı var; belli ki “demokrasi” için de çıpa gerekiyor. İstediği şey, çok sık söylediklerini hatırlattığı iki kelimelik bir şey: Yapısal Reformlar… ‘Ekonomi konuşsun, siyaset onun emrine girsin’ diyen yapısal reformların, toplumun diğer tüm unsurlarını dışlayan tarzıyla “tüm iktidar sermayeye” düsturu olduğunu, daha Kemal Derviş zamanında, 20 yıl önce öğrenmiştik. Yirmi yıldır yaşadığımız bunaltının sebebi olan bitip tükenmiş lime lime dökülmüş “yapısal reformlar” ezberinin, TÜSİAD başkanı tarafından adeta imanla hedef diye tekrarlanabilmesi insanı hayrete düşürüyor.
*
İstediği ikinci şey, yapısal reformlara mutlaka Demokratik Açılımlar’ın eşlik etmesi. Artık şifreli olmaktan çıkmış olan bu kapalı kutunun en süslüsü, çözüm süreci ve onun eşliğindeki Türksüz Anayasa idi. Yani Türkiye’ye hendek faciasını yaşatan çözüm süreci. Yani Türkiye’yi ulusal birlikten etnik-toplum çıkmazına gömecek yeni-anayasa. Soros’un renkli devrim denemelerinde, Arap baharlarında, Libya ve Irak facialarında, Suriye iç savaşında ne menem bir iş olduğu büyük acılarla yaşanıp görülmüş kötülüklerin hiçbiri yaşanmamış gibi…
*
Bilecik konuşmasında içeride bunları isterken, ekonominin dış ilişkilerle çok sıkı bağları olduğu bilgeliğini dile getirerek, uluslararası pozisyon tercihini de dünyada değişen hiçbirşey yokmuş gibi bir kez daha dile getirdi. ABD’nin Türkiye’yi İran yaptırımlarından muaf tutmasını iyiye işaret sayıp ABD ile ilişkilerin sıkılaştırılmasını istedi. Amerikan tarzı yaşamın, özentilerimizin zirvesinde olduğu eski zamanlardaymışız gibi. ABD PKK/PYD kartıyla Türkiye’yi BOP unsuru haline getirme denemeleri yapmıyormuş, FETÖ organizasyonunda hiçbir rolü yokmuş, Türkiye’yi ileri karakol olarak kullanma stratejisiyle kendi güvenlik hesabında ateş hattında tutmuyormuş gibi. Dernek başkanı, yalnızca ABD ile sıkı ilişkiler kurulmasını değil, AB ile entegrasyon sürecinin hızlandırılmasını istediklerini de söyledi. AB’de Brexit sarsıntısı yokmuş gibi. AB İspanya, İtalya, Yunanistan’da büyük iflasın zemini değilmiş gibi. AB, Avrupa’nın batısı ile doğusunda çifte standartların ve büyük hayal kırıklıklarının mekânı değilmiş gibi.
*
TÜSİAD ve daha başka kesimler, dünyada gerçekte küreselleşme olgusu değil küreselleştirme siyaseti uçuşurken, o niyeti/politikayı “kaçınılmaz olgu” sayıp/saydırıp, olup bitmiş gibi “yeni dünya düzeni” kutlamaları yapmışlardı. Yaşadık, gördük, öyle bir “olgu” yoktu. Küreselleştirme siyaseti de çöktü gitti. Tarihin sonu gelmedi; ulusal devletler bitmedi; piyasalarda iyilik hormonu yoktu; dünya neredeyse yeni bir dünya savaşının eşiğine bırakıldı.  
Şimdi, 2008’den bu yana, dünya genelinde yeni bir olgusal durum var. Uluslararası düzen, Batı’nın batışında yeniden inşa oluyor. Gelin görün ki geçmişte olmayan küresellik olgusunu varmış sayanlar, şimdi olan yeni uluslararası düzen inşasını yok sayıyorlar.
Bu cenahta saatler durmuş. Sesleri boşluğa düşüyor.
[BAG, Aydınlık, 9 Aralık 2018]


2 Aralık 2018 Pazar

KARA PROJELERİN YÜRÜYÜŞÜ


İki karanlık proje sürer görünüyor.
Malum, bunlardan biri PKK’nın demokratik anayasa, demokratik cumhuriyet, demokratik millet nidalarıyla piyasaya sürdüğü “Türksüz Anayasa” projesi. Türkiye’de egemenlik yetkisinin Türk Milletinden alınıp bazılarının “Türkiye Milleti” adını verdikleri, bazılarının ise isimsiz bıraktıkları bir etnikler devleti yaratma hayali. Hayal çok yol aldı, yayıldı. Andımız ırkçı ilan edildi; “dinimiz kavmiyetçilik sevmez” diyen yetkililerle “evrensel barış millet istemez” diyen solcular uzun süre beraber yol aldılar. Bu hayal “eşit vatandaşlık” kılığında AKP’den CHP’ ve yeni kurulan İYİP’e kadar resmi belgelerde burnunu çıkardı. Projenin vuslata ermesi için tek yol var; o da Yeni Anayasa yapımını becerebilmeleri.
İkinci proje yine PKK tescilli olsa da, başka kanatlardan tescil iddiasında olanların pek çok ve çeşitli olduğu federasyon hayali. Bu hayalin bir ucunda “yerel yönetim demokrasinin beşiğidir” diyen sağlı sollu liberaller var. “Çağımızda en güçlüler federal ülkeler” diyen sözde karşılaştırmacı ve desteksiz atan bilgiçlerce destekleniyorlar. Hayalin diğer ucunda ise kudretli siyasetler var. Irak-Suriye’de gördüğümüz gibi, millet ve ülke parçalama mühendisi Batı dünyasından yerel demokrasici Avrupa Konseyi’ne uzanan güçler ve bunların himayesinde değişik renklerden yerli kudretliler iş başındalar. 12 Eylül rejiminin sekiz bölgeli Türkiye hayalcileri, Avrupa’nın bölgesel kalkınma ajansı yanlıları, Yerel Yönetim Özerklik Şartı fanları, tüm illeri beledileştirme yolunda halihazırda yüzde 37’lik [81 ilin 30’u büyükşehir belediyesi yaptılar] zafer elde etmiş bütünşehirciler…
*
Projelerin bugünkü manzarasına gelince…
“Dışlayıcı Türk Milleti yerine kapsayıcı Türkiye Milleti” inşacısı olduğunu, bunun bir hukuk reformu gerektirdiğini söyleyen Mehmet Uçum, Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili olarak misyonuna uygun bir makama yerleşti. Bu arada çözüm sürecinin eski “akil”lerinden birkaçının yine Oslo’da toplandıklarını duyduk. Arslan Bulut, Yeniçağ Gazetesi’nde Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu tarafından 1 milyon avronun üstünde 18 ay süreli bir açılım-diyalog projesinin yürüdüğünü yazdı. ABD bu uca, PKK’nın başlarına takip ilan edip bunun Suriye kolu YPG’ye devletleşme yolunu açarak destek atmaya kalkıştı. AKP milletvekillerinin Almanya’da federasyon konusunda bilgiler edindikleri toplantılar yaptıkları kendilerince açıklandı. Son zamanlarda sözde sivil toplum kurumu vakıflardan “ABD devlet personel sistemi nasıl bir şey” konulu “bilimsel” raporlarla aydınlanıyor, federalizmin nimetlerini öğreniyoruz.
Ve bu arada… Aydınlık Gazetesi’nde Zihni Erdem, TBMM Başkanı Binali Yıldırım İstanbul Belediyesi’ne başkan adayı olacaksa “durum”da bazı değişiklikler yapılması gerektiği üzerinde tartışmalar yapıldığı haberini veriyor. Dendiğine göre “memlekete başbakanlık ve TBMM Başkanlığı yapmış birinin belediye başkanı olarak valinin arkasında yer alması, onun idari vesayetinde iş görmesi olmazmış.” Bu haberin söylediği şey önemli. Karşımıza ya İstanbul için “özel düzenleme” gündeme getirilebilir ya da fırsattan istifade, büyükşehir olan her yerde başkan-vali ilişkilerini belediye başkanı lehine değiştirecek bir kararname çıkarılabilir. Yani Türkiye’nin mülki – mahalli sistemi üzerinde, devlet örgütlenmesinin üniter kuruluşunu yaratan mülki sistemi geriye itme amaçlı müdahaleler…
*
Görünen o ki, 1980’lerden bugüne küreselciliğin en güçlü zamanlarında sonuca varamayan bu iki proje şimdi, Suriye odaklı yürütülen parçalama siyasetinin bir parçası olarak pragmatizmin dolambaçlı yollarından yürütülmeye çalışıyor.  

[BAG, Aydınlık, 2 Aralık 2018]