24 Mayıs 2015 Pazar

"BİZE YAZIK Kİ ONLAR BURADA!"


Başlıktaki söz, Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in kaleme aldığı özyaşamöyküsünde geçiyor.
“Gerçeği söylemek gerekirse, bunların birçoğu yabancıların yardımı olmadan başarılamazdı; bu şizofrenik durumumuzun da nedeniydi. Ünlü bir Saraybosnalı aydın, bu durumu bilge bir biçimde “Allah yokluklarından esirgesin, bize yazık ki onlar burada” diye açıkladı. Genelde kabul edilen amaçları ile kabul edilemez yöntemleri arasında sıkışıp kalmıştık. Bosna’ya tahsis edilen yabancı yardımın büyük kısmı, yüksek maaşlarına ve Bosna’da kaldıkları sıradaki harcamalarına gitmişti. Daha da önemlisi, sanki Bosna’nın koruyucularıymış gibi davranıyorlardı. Giderek kendi otoritelerini kurdular. Bu bana daha çok komünistleri hatırlatıyordu.” (Tarihe Tanıklığım, s. 469-470)
Aliya İzzetbegoviç Cumhurbaşkanı olarak, 1991-1995 yılları arasında Bosna’da yaşanan saldırganlığa karşı, kendine “uluslararası toplum” gibi pek cakalı bir etiket takmış olan Batı devletleriyle Batı kurumlarını yardıma çağırmıştı. Açık toplum, demokrasi, insan hakları, serbest piyasa ilkeleri, özgürlük gibi kavramlardan oluşan Avrupa – Atlantik dünyasının işe doğrudan karışmasını, içine düşülen beladan kurtulmanın güvencesi saymıştı. Savaş, bunların nezaretinde, ABD’nin Dayton kentinde 1995 yılında yapılan anlaşmayla sona erdirilmişti, Ama işte bu satırları kaleme aldığı 2003 yılında, “Bosna’da olup, otoriteleri hiçbir kontrol altında bulunmayan yabancı varlığı”ndan acı bir biçimde yakınıyordu.

*
Milovan Djilas, ikinci dünya savaşı bitiminde Tito yönetiminde görev almış en tepedeki dört kişiden biriydi. Kurduğu rejimle 1955’ten itibaren kavgaya tutuştu, “tövbekar” oldu. Tövbekarlığı, yöneticilik zamanında bizzat yaşadığı tarihsel önemdeki olayları açıklamasına yaradı.

Djilas’ın en üst kademe yöneticilik konumunun ardında, Yugoslavya Krallığı’na ve İkinci Dünya Savaşı’nda Alman – İtalyan faşizminin işgaline karşı Partizan hareketi saflarındaki mücadelesi vardır. Sosyalizm, kardeşlik ve birlik, eşitlik, sınıfsız toplum gibi kavramlardan oluşan düşünce sistemi içindedir. İnançlı bir komünisttir; SSCB’yi dünya komünist hareketinin merkezi olarak görmektedir; elbette tüm diğerleri gibi o da bir enternasyonalisttir.

İzzetbegoviç’ten yarım yüzyıl önce Djilas, Yugoslavya’dan yükselen yakınmayı şöyle anlatır:
“Anlaşmazlığın, komünist olmayan alemin göremeyeceği kapalı parti konseylerinde ilk defa patlak vermesinin sebebi, Rusların Sovyet gizli istihbarat servisi için Yugoslavya’nın parti ve devlet mekanizmasını dahi nazara almadan ajan toplamaları idi…. Sovyet temsilcileri, Yugoslavya’nın diğer doğu Avrupa memleketleriyle bağımsız işbirliğine girişmesine ... karşı hassasiyet gösteriyorlardı…. Çok geçmeden anlaşmazlık ekonomik sahaya da sirayet etti…. [Beş yıllık kalkınma planları için] mümkün olan bütün ekonomik yardımları yapma vaadinin netice(si) şöyle oldu: … memleketime yardım şöyle dursun, bizim batı devletleriyle olan münasebetlerimizin gerginleşmesini istismar ederek kendilerine ekonomik avantajlar sağlamaya çalışıyorlardı.” (Stalinle Konuşmalar, s. 131)
Sovyetlerle beraber yürünen yolun tükendiği ilk kez 1948’de ortalığa dökülmüş, Yugoslavya ideolojik birlik içinde olduğu sovyet sisteminden uzaklaşmıştır.

*
İzzetbegoviç, Genç Müslümanlar hareketinde olduğu gerekçesiyle ilk kez 1946’da, ikinci kez de İslam Deklerasyonu adlı bir kitap yayınladığı gerekçesiyle 1984’de hapis cezası yemiş olan anti-komünist bir Boşnak, Djilas ise yöneticisi olduğu rejimi yazılarıyla eleştirip küçük düşürdüğü gerekçesiyle 1955 ve 1961 yıllarında iki ayrı kez hapse tıkılmış, Karadağlı bir Partizan -komünisttir.

İzzetbegoviç Avrupa-Atlantik değerlerine dayalı Batıyla çıktığı yolculuğu derin bir kırıklıkla tamamlamış görünür. Djilas –ve Tito-, bundan yarım yüzyılı aşkın bir zaman önce, komünist dünya görüşünün merkezini temsil eden sovyetler dünyasıyla yoldaşlıklarını, büyük bir kırılmayla sonlandırmışlardır.

İzzetbegoviç ile Djilas, olasıdır ki bir araya gelemez; yaşadıkları siyasal geçmişin ağır yükleri dertleşmelerine, deneyim ve duygularını birbirleriyle paylaşmalarına olanak vermezdi. Ama belli ki, başkaları ve öbür kuşaklar değerlendirsin diye, her ikisi de deneyimleriyle görüşlerini çarpıcı bir açık sözlülükle kaleme almışlar.

*
Bu iki ayrı ve hatta düşman kamptan Yugoslavın anlattıkları, hem Avrupa-Atlantik özgürlükçülüğünün hem de enternasyonalistliğin ne olup ne olmadıklarını iyice anlamak için, sıradan ezberlerden daha fazlasını bilmemiz gerektiğini gösteriyor. Eğer amaç insanların mutluluğu ve ülkelerin gönenci ise, inanç - ezber kolaycılığında kaybolmamak, akılları hep uyanık tutmak  gerekiyor.

Ve belki de, insanların kendi kendini yönetme yeteneğini güçlendirmeye hizmet edecek bu tür sorunları, bir çırpıda, “milliyetçilik” ya da “yabancı düşmanlığı” diye yaftalamaya pek meraklı olan liberal-sosyalist cenahın nereye ve neye hizmet ettiğine ayna tutmak için çok konuşmakta büyük yarar bulunuyor.

[Yeni Adana Gazetesi, 25 Mayıs 2015]


22 Mayıs 2015 Cuma

ZİHNEN İPTAL!


Seçim, siyasal vaadler üzerine yürür. 

Siyasal partiler, şimdi adet olduğu üzere 200 sayfa ortalamada seçim bildirgeleri yayınlar. Kimsenin okumayacağını bildikleri için olsa gerek, bir de kısa bildiriler çıkarırlar. Şimdilerde bunların da okunacağı kuşkulu olduğu için belki, "flaş! flaş!" projeler açıklama adeti belirdi.

Altı oklu değil, çınar ağaçlı Cumhuriyet Halk Partisi de bir "flaş!" yaptı. Belli ki gündemi işgal etmek, tartışılmak istiyor.

Aman sakın yanılmamalı! Tartışılmak istemiyor, gündemde "dönen haber" olmak istiyor. Çünkü "flaş! flaş!"a kapılıp "iyi ama şu da böyle..." diyecek olursanız, bir kesim laik - cumhuriyetçi - hatta Atatürkçü ve ilerici - solcu - sosyalist olduğunu ilan edenler affetmiyorlar. -Şimdi zamanı mı! Seçime gidiyoruz!

Gerçekten söyler misiniz; seçim vaatleri üzerine konuşmanın zamanı ne zamandır? Hem de böyle gürültülü "flaş!"ları bile duymazdan gelip, seçimler olup bittikten sonra mı?

Durum ilginç ötesi...

Bir kısım laiklik yanlısı, "AKP ile laiklik tehlikede değil" sözünü duymazdan gelmeyi yeğledi. Bir kısım cumhuriyetçi - Atatürkçü, "Anayasa'da vatandaşlığı Türk değil TC diye tanımlayacağız" sözünü duymadı. Bir kısım ilerici - solcu - sosyaldemokrat - pek sosyalist şimdi son "flaş!"ı savuşturmanın derdinde.

-Konuşma, sus, seçim var! 
-İyi ama, bütün bunlar "oyumuzu verelim" dediğiniz partinin seçim vaatleri! Siz, gerçekten, bu vaatleri, hedefleri, amaçları doğru ve yerli yerinde mi görüyorsunuz? 
-Hayır, hayır ama, olsun, dur şimdi, seçim var!

Bu duruma ne denebilir ki!

Seçime gidiyoruz, tüm algıların en açık olması gereken zaman diliminde algılar kapalı, amigo ruhu baskın, kısacası ortam zihnen iptal!

*

Açıklanan "flaş!" proje, ekonomik yükseliş projesi.

Kalkınma değil, yükseliş.. Anlamı şu: biz artık çabamıza kalkınma değil yükseliş diyoruz, çünkü biz "emerging economy"lerden biriyiz. Yükselen ekonomiler'den biri olarak da, kalkınma plancılığını terk edeceğiz. Size, küresel ekonomi ile daha sıkı bağlanmayı amaçlayan proje esaslı neo-liberal iktisat zihniyetini benimseyeceğimizi duyuruyoruz.

Ekonomik yükseliş zihniyeti, montajcılık düzeyine sıkışmış mevcut sanayiyi ambalajcılık sanayisi düzeyine çekecek. Ticaret de, komisyonculuk mertebesine indirilecek.

Sanayinin özü, depolama - gerekirse montajlama - mutlaka ambalajlama - etiketleme - bunları gideceği yere gönderme (postalama) işleri olacak. Toptan - perakende ticaret düzeneğinin yerini ise, başka ülkede üretilmiş malı, tüketileceği başka ülkeye iletme işi için alınacak komisyonculuk sistemi alacak. Kısa adıyla "lojistik", yani "geri hizmetler", yani "istihkam işleri"...

Ekonominin yükselişi için umulur ki, bazı üretim şirketleri bizim lojistik kentte yerleşir; biz de onlardan teknoloji öğrenebiliriz.

Ürettiği malı alıp, tüketecek ülkelere gönderme hesabı içinde 58 ülke var. Büyük pazar! Ne var ki, bu ülkelerin böyle bir proje için ne diyecekleri şimdilik meçhul! Cazip bulacakları umulur!

1940'lı yıllarda ABD'li Thornburg gelmiş, bir rapor hazırlayıp Türkiye'ye "sanayi değil tarım" yolunu göstermişti. Şimdi dışarıdan birilerinin gelmesine gerek yok. Tüm iddialarımızı ve hedeflerimizi, ülkemizi kuran partinin yöneticileri dahil, dünya-bölge liderli parti bürokrasileri elbirlik etmişler, geri çekiyorlar.

*

"Flaş! flaş!" Tanıtım filmi, bu "proje"nin dünyada dördüncü olacağını ilan ediyor. İlki Güney Amerika'da, diğer ikisi Uzak Asya'daymış.

Gelin görün ki, örnek gösterilen projelerin bu projeyle uzak yakın benzerliği bulunmuyor.

Güney Amerika'daki proje 2000 yılında başlayan, IISRA kısa adıyla bilinen The Inıtiative for Regional Infrastructer Integration in South America. Bu, Güney Amerika'nın 12 ülkesinde devletlerin bir anlaşmaya bağladıkları, kimilerinin kendi kalkınma bankalarını devreye soktukları, "kıtayı bütünleştirme projesi". Proje çerçevesinde demiryolları, karayolları, enerji, telekomünikasyon hatları yapımı gibi işler var.

Uzak Asya'daki diğer iki proje ise Şangay İşbirliği Örgütü ve Çin odaklı işler.

Biri, Çin'in Kunming kentinden başlatılıp Singapur'a uzanırken 8 ülkeyi içine alan Kunming Demiryolu Projesi. Ülkeler arası anlaşmalar yapılmış; ama daha önemlisi arkasında Çin'in CNR ve CSR adlı dünya devi, 180 bin işçili, dünyada 350 yatırım üstlenmiş durumda olan iki demiryolu yapım-işletim şirketinin birleştirilmesi gibi bir hazırlık var.

Öbürü İpekyolu Ekonomik Kuşağı, Şangay İşbirliği Örgütü ve içinde Rusya, Kazakistan, Özbekistan, .... gibi ülkelerin yer aldığı, anlaşmalara dayanan bir ulaşım - enerji - iletişim altyapı projesi. Ülkeler yatırım şirketlerini harekete geçirmişler, anlaşmalar yapılmış.

Örnekler, bir ülkede bir mega kent kurup başkalarının ürettiklerini başkalarının tüketimi için postalama işine hiç benzemiyor. Bunları, "flaş! flaş'" tanıtımına benzermiş diye sunmak hiç yakışık almıyor.

*

Depocu-ambalajcı yeni sanayi, özel bir kentten yürütülecek. Hakkını yemeyelim, kent "mega kent" olacak. Besbelli ki, şu anda ovalık - dağlık - boş bir alan bu işe hasredilecek.

En önemlisi, bu meganın yönetimi, ulusal ve kamusal yönetimin bir parçası değil, küresel ve özel sektör sisteminin elinde olacak. Özel yasa ve özel vali ile yönetilecek. Maliyetler sıfırlanacak.

Yani Anadolu'nun göbeğinde işçi ücretlerinin, sendikal hakların berhava edileceği; vergi kasamızdan özenle beslenecek; uyuşmazlıkları ulusal yargı sisteminin dışında çözülecek; ulus-ötesi sigorta, para-kredi, hukuk kurumlarının iş göreceği bir küresel neo-liberal sermaye cenneti yaratılacak.

Yargı birliği mi demiştiniz! İdari birlik mi diyorsunuz! Hele adil ücret diyenler! Vatandaşların yasa önünde eşitliği mi!

Bu modelde asıl olan bunlar değil, rekabet ve yarışmadır. Dinazorluğun ve statükoculuğun, ulusalcılığın ve kamu hizmeti yandaşlığının alemi yok!

*

Ekonomik Yükseliş Projesi, bu seçim vaadi, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuş bir parti adına umut değil en fazla derin bir mahcubiyet duygusu yaratabilir.

Bu zihniyet, artık çöken küreselci neo-liberal zihniyettir. Dünya Bankası, IMF ve hatta NATO'nun devirlerini tamamladıklarını görmeden, halka bu denenmiş ve batmış projeleri "seçim vaadi" diye sunmak yakışıksız bir iş olmuştur.

Bu karşıdevrimci dalganın ortasında, yurttaşlarımızın umut aradıkları bir ortamda, Türk Devrimi'nin öncü gücü büyük bir partiyi bu duruma düşürmenin sorumluluğu büyüktür.

*
Ama belki bu sözler bile fazla olabilir.

Ortadaki "flaş!" projesi, adeta bir okul bitirme projesi gibi bir şey. İlk kez okuyup, yeni öğrendiği şeylerin çok parlak olduğunu sanan acar bir öğrencinin okul bitirme ödevi... Acaba bu parlak okul ödevini ciddiye alıp Türk ve dünya kamuoyuna sunulmasını uygun gören yöneticilere ışık tutmakla mı yetinsek?

* BİR GÜN SONRA BİR EK

Bu yazı yayımlandıktan sonra, AKP'nin tepesinin değerlendirmesi geldi. Dediler ki, "biz zaten bunu yapıyoruz; tüpgeçitler, üçüncü köprüler, havaalanları ve diğerlerinin ne olduğunu sanıyorsunuz; hem yazdık hem de çoktaaan yapmaya başladık; bizden aşırma bu proje!"

Böylece bu yazının doğruluğu kanıtlanmış oldu. 

Yani: Sandıktaki yarış, küreselci neoliberal zihniyetin iki kanadı arasında. Kamu-özel işbirliği, küresele bağlılık, sıfırlanmış maliyetçilik, sanayisizleştirme, yargının ve idarenin birliğine son verip her şey sermayenin emrine... 

Hepimiz küreselciyiz, hepimiz neoliberaliz, hepimiz! 












10 Mayıs 2015 Pazar

SEÇİM DEĞİL, SANKİ ŞANS OYUNU!


7 Mayıs 2015 günü İngiltere seçimlere gitti. Aslında Birleşik Krallık demek gerek. İngiltere, Galler, İskoçya, Kuzey Irlanda’dan oluşan dört parçalı toplam.

İngilizlerin seçim sistemi dar bölge esasına dayanıyor. Bizde topu topu 85 seçim bölgesi var. Onlarda, üstelik memleketlerinin yüzölçümü Türkiye’nin üçte bir kadar iken, tam 650 seçim bölgesi bulunuyor.

Seçim yapılan meclis, Avam Kamarası, 650 milletvekili sandalyeli bir meclis. Yani her seçim bölgesinden bir vekil seçiyorlar. Zaman zaman bizim de bu dar bölgeyi uygulamamız gerektiğini söyleyen kimi aklıevveller var. O nedenle İngiliz seçimlerinin sonuçlarından söz etmekte büyük yarar var.

*

Seçim bitti, oylar sayıldı. İktidar partisi Muhafazakar Parti, kısa adıyla CON, oyların %37’sini aldı. Ama dar bölge sayesinde meclisteki milletvekili sandalyelerinin %51’ine yerleşti. LAB diye kısaltılan İşçi Partisi %30 oy alırken, sandalyelerin %36’sına yerleşti. İki büyük parti, ilk sıradaki en büyüğü olmak üzere, İngiliz demokrasisinin en büyük iki gaspçısı olarak bir kez daha “demokrasi” tarihine geçti.

En büyük iki parti dışında kalanlardan bir bölümü adeta travma yaşadı.

*

Kısa adı UKIP olan Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi, ülke genelinde %13 oy aldı. Ama mecliste yalnızca “1”, evet yazıyla da belirtmekte yarar var, “bir sandalye”ye sahip oldu. Çünkü tüm seçmenden aldığı bu yüksek oya karşın, en çok oyu toplayıp ilk sıraya yerleşmeyi başardığı seçim bölgesi sayısı yalnızca “1” oldu.

Örneğin Yeşil Parti ülke genelinde oyların %4’ünü aldı; UKIP’ten çok daha az oy almasına karşın, o da meclise 1 bölgeden 1 milletvekili gönderdi.

Liberal Demokratlar tüm seçmenin %8’inden kabul gördü. Ama UKIP’ten çok daha şanslıydı. Sekiz bölgede birinci sıraya yerleştiği için, mecliste 8 sandalye kazandı. Fena değil, yüzde 8’lik oyu karşılığında, meclisin %1 sandalyesini elde etti!

*

Hemen belirtmek gerekir, UKIP’ten, Yeşil Parti’den, LIBDEM’den daha az oy alan bir parti, meclise tam 56 milletvekili gönderdi.

Birleşik Krallık genelinde oyların yalnızca %5’ini alabilen SNP, İskoç Ulusal Partisi, meclise tam 56 milletvekili soktu. Yani seçmende %5’lik karşılığı var; ama meclis sandalyelerinin %9’una oturdu.

SNP, Birleşik Krallık’tan ayrılma yanlısı İskoçların partisi. Zaten kazandığı sandalyelerin ezici bir bölümünü de İskoçya’daki seçim bölgelerinden elde etti. Adanın haritasında üst kısım sarı, neredeyse tümü SNP!

Oranlara bakılırsa SNP, CON’dan oransal olarak daha büyük bir gaspçı. CON %37 oy - %51 sandalye sahibi. SNP ise %5 oy - % 9 sandalye sahibi. Mecliste elde ettiği büyüklük, sandıkta aldığı oyun iki katı.

Muhafazakarlar ile ayrılıkçılar, aynı sıfatı ilk sırada paylaştılar.

*

İngilizlerin 2015 seçimleri ilginç sonuçlar verdi. Bu seçimde Birleşik Krallık, Kuzey Irlanda – Iskoçya – Galler – İngiltere parçalarının altını iyice belirgin çizdi.

Avrupa Birliği konusunda uzak, serin, ikircikli duran büyük partiler, adaletsiz dar bölgeci seçim sisteminin sunduğu destek sayesinde, etnik-bölgeci partilerin AB’ciliği karşısında zor duruma düştüler. Etnik-bölgeci partiler AB’yi seviyorlar; AB’nin Brüksel çeşmesini tutmuş ABD’ci teknobürokratları da “bölgeler Avrupası” ile mesafe alabileceklerini hesaplıyorlar.

ABD, AB ülkelerini 2013 yılından beri Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’na zorluyor. Kısaca TTIP diye bilinen bu ortaklığın görüşmelerini AB teknobürokratları yürütüyor. Ulusların Avrupası bu anlaşmadan ve ABD baskısından bunalmış durumda. Çünkü TTIP, ulusal meclislerin ve mahkemelerin yetkilerini daraltıp, yasa – düzenleme yapma ve uyuşmazlık çözme işlerini özelleştirmeyi gündeme getiriyor. Ulus-devlet kurumları ve yurttaşlık haklarının farkında olanlar bu kayıplara katlanmaktan yana değiller.

O halde ABD için en güzeli, ulusların Avrupasına son vermek! Yaşasın bölgelerin Avrupası! Etnik milliyetçilik, küreselci ABD ile küresel tekellerin hizmetkarı AB teknokrasisinin sosyal tabanı, güvenilir işbirlikçisi.

İngiltere’nin anlı şanlı Taç’ı, ABD – AB işbirliğinden kendi payını güvenceye alarak bölgeler Avrupasının “öncü ülkesi” olmaya aday. Şimdi bu baskıya ve TTIP görüşmelerine direnen odak Almanya. Ve durmadan Fransa’yı çağırıyor yanına; ilginç, İngiltere’yi o ölçüde heveskar çağırdığı söylenemez!

Dünyanın artık bir Batı Sorunu var. Avrupa ‘Hasta Adam’!

[Yeni Adana, 11 Mayıs 2015]