Başlıktaki söz, Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in kaleme aldığı özyaşamöyküsünde geçiyor.
“Gerçeği söylemek gerekirse, bunların birçoğu yabancıların yardımı olmadan başarılamazdı; bu şizofrenik durumumuzun da nedeniydi. Ünlü bir Saraybosnalı aydın, bu durumu bilge bir biçimde “Allah yokluklarından esirgesin, bize yazık ki onlar burada” diye açıkladı. Genelde kabul edilen amaçları ile kabul edilemez yöntemleri arasında sıkışıp kalmıştık. Bosna’ya tahsis edilen yabancı yardımın büyük kısmı, yüksek maaşlarına ve Bosna’da kaldıkları sıradaki harcamalarına gitmişti. Daha da önemlisi, sanki Bosna’nın koruyucularıymış gibi davranıyorlardı. Giderek kendi otoritelerini kurdular. Bu bana daha çok komünistleri hatırlatıyordu.” (Tarihe Tanıklığım, s. 469-470)Aliya İzzetbegoviç Cumhurbaşkanı olarak, 1991-1995 yılları arasında Bosna’da yaşanan saldırganlığa karşı, kendine “uluslararası toplum” gibi pek cakalı bir etiket takmış olan Batı devletleriyle Batı kurumlarını yardıma çağırmıştı. Açık toplum, demokrasi, insan hakları, serbest piyasa ilkeleri, özgürlük gibi kavramlardan oluşan Avrupa – Atlantik dünyasının işe doğrudan karışmasını, içine düşülen beladan kurtulmanın güvencesi saymıştı. Savaş, bunların nezaretinde, ABD’nin Dayton kentinde 1995 yılında yapılan anlaşmayla sona erdirilmişti, Ama işte bu satırları kaleme aldığı 2003 yılında, “Bosna’da olup, otoriteleri hiçbir kontrol altında bulunmayan yabancı varlığı”ndan acı bir biçimde yakınıyordu.
*
Milovan Djilas, ikinci dünya savaşı bitiminde Tito yönetiminde görev almış en tepedeki dört kişiden biriydi. Kurduğu rejimle 1955’ten itibaren kavgaya tutuştu, “tövbekar” oldu. Tövbekarlığı, yöneticilik zamanında bizzat yaşadığı tarihsel önemdeki olayları açıklamasına yaradı.Djilas’ın en üst kademe yöneticilik konumunun ardında, Yugoslavya Krallığı’na ve İkinci Dünya Savaşı’nda Alman – İtalyan faşizminin işgaline karşı Partizan hareketi saflarındaki mücadelesi vardır. Sosyalizm, kardeşlik ve birlik, eşitlik, sınıfsız toplum gibi kavramlardan oluşan düşünce sistemi içindedir. İnançlı bir komünisttir; SSCB’yi dünya komünist hareketinin merkezi olarak görmektedir; elbette tüm diğerleri gibi o da bir enternasyonalisttir.
İzzetbegoviç’ten yarım yüzyıl önce Djilas, Yugoslavya’dan yükselen yakınmayı şöyle anlatır:
“Anlaşmazlığın, komünist olmayan alemin göremeyeceği kapalı parti konseylerinde ilk defa patlak vermesinin sebebi, Rusların Sovyet gizli istihbarat servisi için Yugoslavya’nın parti ve devlet mekanizmasını dahi nazara almadan ajan toplamaları idi…. Sovyet temsilcileri, Yugoslavya’nın diğer doğu Avrupa memleketleriyle bağımsız işbirliğine girişmesine ... karşı hassasiyet gösteriyorlardı…. Çok geçmeden anlaşmazlık ekonomik sahaya da sirayet etti…. [Beş yıllık kalkınma planları için] mümkün olan bütün ekonomik yardımları yapma vaadinin netice(si) şöyle oldu: … memleketime yardım şöyle dursun, bizim batı devletleriyle olan münasebetlerimizin gerginleşmesini istismar ederek kendilerine ekonomik avantajlar sağlamaya çalışıyorlardı.” (Stalinle Konuşmalar, s. 131)Sovyetlerle beraber yürünen yolun tükendiği ilk kez 1948’de ortalığa dökülmüş, Yugoslavya ideolojik birlik içinde olduğu sovyet sisteminden uzaklaşmıştır.
*
İzzetbegoviç, Genç Müslümanlar hareketinde olduğu gerekçesiyle ilk kez 1946’da, ikinci kez de İslam Deklerasyonu adlı bir kitap yayınladığı gerekçesiyle 1984’de hapis cezası yemiş olan anti-komünist bir Boşnak, Djilas ise yöneticisi olduğu rejimi yazılarıyla eleştirip küçük düşürdüğü gerekçesiyle 1955 ve 1961 yıllarında iki ayrı kez hapse tıkılmış, Karadağlı bir Partizan -komünisttir.İzzetbegoviç Avrupa-Atlantik değerlerine dayalı Batıyla çıktığı yolculuğu derin bir kırıklıkla tamamlamış görünür. Djilas –ve Tito-, bundan yarım yüzyılı aşkın bir zaman önce, komünist dünya görüşünün merkezini temsil eden sovyetler dünyasıyla yoldaşlıklarını, büyük bir kırılmayla sonlandırmışlardır.
İzzetbegoviç ile Djilas, olasıdır ki bir araya gelemez; yaşadıkları siyasal geçmişin ağır yükleri dertleşmelerine, deneyim ve duygularını birbirleriyle paylaşmalarına olanak vermezdi. Ama belli ki, başkaları ve öbür kuşaklar değerlendirsin diye, her ikisi de deneyimleriyle görüşlerini çarpıcı bir açık sözlülükle kaleme almışlar.
*
Bu iki ayrı ve hatta düşman kamptan Yugoslavın anlattıkları, hem Avrupa-Atlantik özgürlükçülüğünün hem de enternasyonalistliğin ne olup ne olmadıklarını iyice anlamak için, sıradan ezberlerden daha fazlasını bilmemiz gerektiğini gösteriyor. Eğer amaç insanların mutluluğu ve ülkelerin gönenci ise, inanç - ezber kolaycılığında kaybolmamak, akılları hep uyanık tutmak gerekiyor. Ve belki de, insanların kendi kendini yönetme yeteneğini güçlendirmeye hizmet edecek bu tür sorunları, bir çırpıda, “milliyetçilik” ya da “yabancı düşmanlığı” diye yaftalamaya pek meraklı olan liberal-sosyalist cenahın nereye ve neye hizmet ettiğine ayna tutmak için çok konuşmakta büyük yarar bulunuyor.
[Yeni Adana Gazetesi, 25 Mayıs 2015]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder