17 Kasım 2013 Pazar

HANIMEFENDİ, HANGİ DEVLETİN MANDASINI İSTERDİNİZ?

Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili

İlerici, özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı ve demokrasici, vb. vb... BDP’nin Eşbaşkanı Gülten Kışanak önemli bilgiler veriyor ve davetiyeler çıkarıyor. Yer Almanya, Berlin. Zaman ise Tatlısesli Erdoğan – Şivanlı Barzani buluşması günü. 15 Kasım 2013

Bilgiler şunlar:

1. Çözüm sürecinin birinci aşamasında “izleme grubu” üzerinde mutabakat sağlanmış; “akil insanlar heyeti” bu anlayışla kurulmuş. Ne var ki Hükümet bu heyeti, “mutabakata aykırı olarak" kamuoyu çalışması gibi yansıtmış ve süreçte eksiklik yaratmış.

2. “Çözüm sürecinde bir yıldır gözlemci konusu” konuşuluyormuş. İmralı görüşmelerinde bu konu gündeme getirilmiş. Son bir aydır süreç tıkanmış.

Davetiye ise mandacılığa:

Gülten Kışanak “süreçte demek ki bir problem var. Bir hakem lazım. Buna bir üçüncü göz lazım. Bunun kaçınılmaz olduğu kanıtlanmıştır” diyor.

Oslo müzakerelerinde, bir İngiliz’in masada hakem olduğunu duymuştuk. 15 Kasım 2013 günlü Tatlısesli Erdoğan – Şivanlı Barzani buluşmasının ardında da bir ‘üçüncü göz’ olduğu sırıtıp durdu. Gülten Kışanak bu gerçekleri açığa çıkaralım diyor.

Sözlerinin devamı, kendisini de hareketini de tarihe geçirecek cinsten:
"Bu aşamada doğrudan bir devlet adı söyleyemeyiz. Biz bunu istiyoruz. Bunu yapacak bir ülkenin çıkmasını bekliyoruz. Ayrıca bu tür mekanizmalar masanın her iki tarafının oluru ile devreye giriyor. Her iki tarafın kabul edeceği 3. bir taraf lazım"... “Kışanak, batılı ülkelerden birinin sürece dahil edilerek sürecin sağlıklı işleyebilmesi için mekanizmaların eksiksiz kurulabileceğine inandığını kaydetti.” http://www.radikal.com.tr/turkiye/kisanak_surec_tikandi_ucuncu_goz_lazim-1161151 
İlerici, özgürlükçü, barışçı..... BDP'nin kadın başkanı açıktan açığa, emperyalist Batı merkezlerinin kendilerini koruma, kollama, kullanma şiddetini artırmalarını istediğini ilan ediyor. ‘Gizlice yapmayın, gizlenmenize gerek yok, bizim işbirlikçiliğimiz açık, haydi gelin, mandacılığınızı açıktan kurun artık’ diyor.

Kendi ülkesinde yabancı yönetimini istemekte, güttüğü amaçlar için emperyalizmin kollarına atılmakta, ‘manda istiyorum’ demekte hiç sorun görmeyen bu kadın başkan, emperyalizme açık davetiyle tarihte hangi başlığa ait olduğunu kendisi belirlemiş durumda.

Manda davetiyesine CHP imzası eklemek?

Hadi diyelim ki, bu kişi bu sözlerle kendisinin ve siyasetinin değerini ortaya koydu, kendileri için ayıp! Ne var ki konuşan barış ve demokrasi başkanı burada durmuyor. Bu emperyalizmin mandacılığına davetiye çıkaran kişi, bir de içinde yuvarlandığı onursuzluğa CHP’yi katmaya gayret ediyor. 

Özellikle CHP'nin Kürt sorunu konusunda daha evrensel siyaset izleyen bir parti haline gelmesi gerektiği”ni buyuruyor. Yani, Kürt sorunu konusunda evrensel siyaset dediği “emperyalist siyaset”e yolladığı davetiyeye CHP olarak bizim de adımızı eklemeye çalışıyor.

Bu öyle hayret verici bir özgüven ki, böylesine ancak kendini bilmezlik denebilir!

Ama bir dakika!... Kışanak bu sözleri için belki CHP yönetiminde olup kişisel işlere girişen kimi kişilerin gayretlerinden cesaret alıyor olabilir. Gerçekten de, örneğin, CHP'yi bu işe ortak etmek isteyen bir Sezgin Tanrıkulu araştırma önergesi verilmiş ve AKP ile BDP buna sahip çıkmışlardır. Ancak herkes bilir ki, CHP bu önergeyi TBMM Genel Kurulu'nda tüm halkın gözleri önünde geri çekerek Tanrıkulu'nun ortaklık gayretini boşa çıkarmıştır. Eğer Kışanak'ın cesareti bu tip gayretlerden kaynaklanıyorsa, aynı gayretlerin CHP bünyesi tarafından nasıl boşa çıkarıldığına da dikkat etmesi gerekir.

İki gözü de kapalı; üçüncü gözü ise hiç olmamış!

Kışanak, üçüncü göz olsun diye mandacılığı çağırıyor. Ama kendisinin iki gözü kapanmış. Besbelli ki “üçüncü gözü” de hiç olmamış.

Olsaydı, “kadim efendilerimiz, biz Irak'taki kuzey yönetiminden hiç de aşağı kalmayız; siz daha istemeden biz her hizmete varız” yalvarmalarının ‘mazlum milletler’ tarihindeki anlamını görebilirdi. Ve görebilse, işbirlikçiliğini böyle bir arsızlıkla gözler önüne sermezdi. 

Emperyalizmin hizmetinde olanlar, tarihte hep gericiliğin; teslimiyet ve esaretin; haksız savaş dalgalarının içinde boğuldular. Madem böyle bir davetiyeye sahiptir, o halde barış ile demokrasi, BDP'nin yalnızca adındadır; yakışıksız bir yama gibi... [17 Kasım 2013]

13 Kasım 2013 Çarşamba

BU ÖZELLEŞTİRME HİKAYESİ NEYİN NESİ?


Birgül AYMAN GÜLER 

CHP İzmir Milletvekili 
 
Özelleştirme uygulamaları 1984 yılında başladı; 1986 yılından itibaren yükseldi; AKP iktidarlarında tavan yaptı ve hala devam ediyor.

Özelleştirme yanlısı hükümetler bir düzine gerekçe saymışlardı; ama hiçbiri, “özelleştirmeleri borçları ödemek amacıyla yapacağız” dememişti. Oysa şimdi, 30 yıl sonra, özelleştirme gelirlerinin borçların ödenmesine hasredildiği görülüyor.

Ama bu da kayda değer bir iş olmamış. Çünkü elde avuçta ne varsa satılmış; elde edilen gelirin neredeyse üçte biri bu malları satılabilir hale getirme işine harcanmış. Borç ödemelerine geri kalan üçte ikilik kısım gitmiş.
  1. Özelleştirmelerden 1986 – 2013 arası otuz yılda toplam 57 milyar dolar gelir elde edilmiş; ama bunun yalnızca 36,4 milyar doları Hazine’ye gelir olarak aktarılmış. Giderin % 68’i. 
  2. Kurumlar satılabilsin diye toplam 16 milyar dolar harcanmış. Giderin % 31’i. 
  3. Özelleştirme işlemleri sırasında da 600 milyon dolar para dökülmüş. Giderin % 1’inden fazla. 
Özelleştirebilmek için harcanan para hiç yabana atılır değil. Eldeki malı satabilmek için gelirin üçte biri kadar harcama yapmak gerekmişse, "özelleştirmenin faydaları” iyiden iyiye tartışmaya değer bir konuya dönüşmüş demektir: Sahi, durum böyle ise biz bu özelleştirme işini neden yaptık?

Hükümetler, özelleştirme gelirleriyle altyapı yatırımlarının finanse edileceğini ilan etmişlerdi. Böylece özel sektör üretimi şahlanmak için en uygun zemini bulmak olacaktı. Ama süreç sonuna geldiğinde, bu da gerçekleşmedi. Çünkü bunu yapacak Kamu Ortaklığı Fonu 2001 yılından itibaren ortadan kaldırıldı. Böylece “özelleştirme gelirleriyle baraj, otoyol, içmesuyu gibi altyapı yatırımlarını finanse edeceğiz” sözü, “resmi olarak tutulmayan sözler” listesinin başına yerleşti.

Sonuçta, masraflardan sonra elde kalan para Hazine’ye devredilmiştir. Hazine’nin bu parayı borç ödemelerinde kullanmasına ilişkin bir yasal koşul da getirilmiştir. Nitekim Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın para devri, kayıtlarda “Hazinenin iç ve dış borç ödemelerinde kullanılmak üzere Hazine hesaplarına intikal ettirilen tutar” olarak yer aldı. Özelleştirmeden elde kalan para yeni yatırımlara değil, borçların kapatılmasına gitmiştir.

Ne var ki, bu açıdan yaraya gerçekten merhem olduğunu söylemek de pek güçtür. İç ve dış borçlar 2002 yılında 257 milyar dolardı; 2012 yılında 563 milyar dolara yükseldi. Bu tutarlar karşısında 36 milyar dolarlık borç ödemesinin hükmü pek güdük kalmıştır. Kısacası özelleştirmecilik, Türkiye’nin borçlarını kapatmaya da yaramış görünmüyor.

Durum buysa, koskoca bir ülkenin 30 yılını meşgul eden bu özelleştirme hikayesi neyin nesi?



  1986 - 2013 (Ekim) : Özelleştirme Fonu’nun Rakamları
ÖZELLEŞTİRME GELİRLERİ
50.941.344.898
HAZİNEYE AKTARIMLAR
36.422.074.954
68,38
TEMETTÜ GELİRLERİ
4.695.555.661
İLGİLİ KURULUŞLARA AKTARIM
3.180.378.984
5,97
FAİZ GELİRLERİ
843.441.398
İSTİHDAM ÖDEMELERİ
519.057.482
0,97
TEMİNATIN NAKTE ÇEVRİLMESİ
449.019.103
SERMAYE ÖDEMELERİ
6.794.936.789
12,76
ŞARTNAME GELİRLERİ
25.964.725
BORÇ ÖDEMELERİ
5.736.201.489
10,77
DİĞER GELİRLER
147.118.038
İLAN-REKLAM-DANIŞMALIK GİDER
203.522.604
0,38
TOPLAM GELİRLER
57.102.443.823
DİĞER GİDERLER
250.978.333
0,47
İDARİ BÜTÇEYE AKTARIMLAR
154.200.755
0,29
TOPLAM GİDERLER
53.261.351.390
100,00