Başlangıcını bulmak zor, o kadar eski ki, “köy çeşmesine bile Ankara mı karar versin!”;
“halka güvenmek lazım, neden
güvenmiyorsunuz”, “buna yetki
kıskançlığı derler” gibi lafları çok uzun zamanlar duyduk. Derdimiz aşırı merkeziyetçilik”, “Türkiye
Ankara’dan yönetilemeyecek kadar büyük!” Böyle lafları da…
Bunlar hep aynı şeyi isteyen laflardı: Merkeziyetçilikle olmaz.
Peki, ne yapalım? Cevap merkeziyetçilikten vazgeçelim idi.
*
Öneri sahipleri, fikirlerini böyle basit
ve açık dile getirdiler. Çözümleri de basitti. Çoğumuzun aklında, günlük
işlerde hız kazanmayı ve daha isabetli kararlar vermeyi sağlayacak uygulama
dünyasını canlandırdılar. Mesele buysa hak vermemek ne mümkündü!
Peki ama, mesele uygulamayla sınırlı
idiyse, konuyu neden başlıca yasalarda da değil, Anayasa’da değişiklik
isteyecek kadar yükseklere taşıdılar?
“Aşırı
merkeziyetçilik” lafına yaslanıp meseleyi uygulamadaki
sorunları çözmekten ibaret olduğu izlenimi yarattılar. Çünkü kamuoyu desteğine
muhtaçtılar. Bu yolla o desteği topladılar. Gerçekte istedikleri şeyi daha
sonra ilan ettiler.
Devleti
değiştirmeli! Merkeziyetçilik ilkesinden vazgeçmeli!
*
Oysa merkeziyetçilik ilkesinden vazgeçmek demek,
Türkiye’de devleti çözmek demektir.
Bu da basit:
Bizde, bakanlıkların tek tek tüzelkişiliği, yani özerklikleri yoktur.
Bizde, mülki idarenin de, yani taşra idaresinin, başka deyişle illerin ve
ilçelerin, yine başka deyişle valiliklerin ve kaymakamlıkların ayrı ayrı
tüzelkişilikleri yoktur; özerklikleri yoktur; bunlar da bakanlıklarla birlikte devlet
tüzelkişiliğinin parçasıdır.
Devlet, bakanlıklar ve mülki idare toplamı
olarak tek tüzelkişiliktir; tek hazineli, tek personelli, tek iradelidir. Kaynağı
ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.
Yıllardır çözülmek istenen yapı buydu.
Adımlar da atıldı. Merkez Bankası bağımsız, ekonomi-maliye alanında en
temel işler BDDK, EPDK, vb. üstkurullaşmayla özerk kılındı. Daha fazlası istendi; şimdiye kadar ne isabet ki olmadı.
İstenen şey, ABD’nin yönetim sistemi gibi,
her bir bakanlık ayrı ve her bir valilik yine ayrı olsun, her birinin kendi
tüzelkişiliği olsun, her biri özerk olsun; böylece sözde aşırı merkeziyetçilik
gerçekte ise merkeziyetçilik ilkesi sona ersin…
Anlamı ise, merkezi idarenin çözülmesinden
ve üniter devlet düzeninin sona
ermesinden ibaret…
*
Artık ortada köyün çeşmesine bırak da köy karar versin’ciler pek yok. Aşırı
merkeziyetçilik ağıtları yakanların da sesi soluğu duyulmuyor gibi.
Ama 1980’lerde başlayan devleti
küçültmelerden, özelleştirmelerden, özerkleştirmelerden yana çok adımlar
atıldı.
Bugün ise çok çarpıcı iki durum daha var.
Birincisi, bunların yukarıda yazdığım “çözüm”leri,
yani devlette özerkleştirme formülü,
tepkiler üzerine daha sonra metinden temizlense de, yeni kurulan İYİPARTİ’nin taslak
programında bir kez daha görücüye çıktı.
İkincisi, daha önemlisi, 16 Nisan 2016
anayasa referandumundan sonra devlet idaresi, değişim-dönüşüm masasına yatırılacak noktaya gelindi. Siyasetin ve
bürokrasinin masalarıyla rafları, küreselci ultra-liberallerden kalma özerkçi raporlarla, odalarıysa hiçbirimizin tam olarak tanımadığı
sorumluluk sahibi olmayan yetkisiz
danışmanlarla dolu.
Devletin reformu, kapanın elinde kalacak
işlerden değil.
Özenli ve çok dikkatli olmalı.
En başta iktidarın kendisi.
Ve hepimiz.
[BAG, Aydınlık, 29 Kasım 2017]