Bugünlerde
akıl kâselerini doldurmaya girişmiş yeni bir ideolojik harekât var. Adı değerler harekatı.
Türkiye’nin
toprak bütünlüğünü ve Türk ulusunun egemenlik haklarını tehdit etse de; PKK/YPG
gibilerini ağır silahlarla açıkça donatsa da; ‘Batıcıyız, Batılıyız, Batıylayız’ diyenler, batıcılıklarının “batılı değerler” olduğunu söylüyorlar.
Batı
medeniyetçileri ‘değerler’ bayrağı sallaya dursun, bir yandan evrenselci-liberal
sermayedarlar, bir yandan ümmetçi-liberal kadrolar, toplumsal alanı ‘değerler’e bezediler. piyasa
‘değer’cileri kampanyalarını çoktan projelendirdiler; küreselci ümmetçiler ise
okulların ders kitapları piyasasını
çoktan tuttular.
*
Değerler harekatı,
kısa zaman önce akıl kaselerini hızla dolduran ideolojik söz ve kavram
harekatlarına benziyor. 1980’li yıllardaki ‘çevre’,
1990’lı yıllardaki ‘öteki’, 2000’li
yıllardaki ‘insan hakları’ ve elbette
‘küreselleşme’ laflarının büyülü
yükselişlerine…
Çok
geçmez, bunun da kaynağıyla hedeflerini, türleriyle aktörlerini hep birlikte
tüm ayrıntılarıyla öğrenmeye başlarız.
Ama
belki elimizi çabuk tutmakta yarar var. Daha şimdiden, ömrü boyunca ilkeler’den söz eden biz bile artık
ilkeler yerine “değerler”den söz
etmeye başlamış olabiliriz. Hepimizin kendi düşüncesiyle dilini bir genel
kontrolden geçirmesi hiç fena olmaz.
*
Küreselcilik
saldırısında olduğu gibi, şimdi de iki emredici düzen el ele yürüyor.
Bunlardan
biri liberallerin neredeyse ilahi, insanlığın varoluşuyla birlikte ortaya
çıktığı iddiasında oldukları ‘piyasa
değerleri’. Öbürü ise, farklı dinlerin insanlığın özünde gömülü olduğu ve
bu gömüyü yalnızca ve yalnızca kendilerinin bulup çıkardığı iddiasında oldukları,
sıfatını koymaya gerek görmedikleri ‘değer’
silsileleri.
Bir
önceki dönemde gözlemlediğimiz hareket tarzıyla aynı tarz.
Daha
dündü. Küreselcilik, bilimsel akla açılan savaşla el ele yürümüştü. Aklın tüm
çalışma yöntemlerine “dar pozitivizm”
deyip, araştırma-incelemeyi “yorumsamacılık”tan
ibaret ilan etmişti. Herkesin gerçekliği
kendine demiş, insanlığı bilinmezlikler içinde yönsüz-pusulasız bırakmıştı.
Bunu
niye yaptığı kısa bir süre içinde ortaya çıkmıştı. Bütün cafcaflı
felsefi-metodolojik sözlerden sonra, bayrağı dinsel kurumlar aldı. Küreselleşmeciler
bilimsiz-bilgisiz, sezgilerine teslim olmaya çağırılan insanlığa, medeniyetler
(dinler) arası kavga korkutmacası yapıp dinler-arası diyalogculuğu sundular. Dünya
iktidarını özlemiş diyalogcular hevesle sahneye çıktılar. Misyonları ‘evrensel değerleri kurumlaştırmak’ idi;
küresel piyasanın ruh-düşünce inşası için yardımına koştular.
Malum
işler kötü gitti. Küreselcilik söndü.
Öyle
görünüyor ki, büyük atakları boşa çıkanlar, şimdi varlıklarını değerler harekâtı ile sürdürme
gayretindeler. Gayretleri hukuksal, siyasal, toplumsal, tarihsel gerçeklerin ilkelerini/yasalarını mülga
ilan edip, bunların yerine, aralarında pazarlıkla bağlayacakları bir “insanlığın değerleri!” listesi
koymaktan ibaret. Elbette bu liste, kutsallıkla korumaya alınacak bir liste
olacak.
*
Değerler
harekâtına dikkat etmeliyiz.
Gayret
edilen şey, piyasa ve dinsel kurumlar işbirliğiyle örülen bir tür ‘üstün düzen’ arayışı görüntüsü veriyor.
Bir kişinin ya da bir toplumun, listedeki değerlerden bir ya da birkaçına göre farklı
tercihte bulunmasını, o tercih daha onun yüreğinde ve aklında gömülü iken söndürülmesini
sağlayacak büyük-emir düzeni. İnsana en küçük kaçış noktası bırakmayan sözde dinsel,
sözde ahlaki, sözde insani yasacılık düzeneği.
*
Son
kırk yılımızı ‘aa, sen insan haklarına
karşı mısın?’; ‘aa, sen çevre yok olsun mu diyorsun?’, ‘ayol küreselleşmeye
karşı çıkılır mı, bu bir zorunluluk!’… diyenlere laf anlatmakla
geçirdiğimizi düşününce, bir kırk yılımızı da ‘aaaa, değerlerin yok mu senin!, değeri olmayan insanın ottan ne farkı
var?!’ diyebileceklere laf anlatma derdine düşmemek için, konuyu şimdiden dikkate
almakta büyük yarar var.
[BAG, Aydınlık, 15 Kasım 2017]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder