27 Aralık 2013 Cuma

SONER YALÇIN NE DİYOR? Gül+Gülen+CHP!

Birgül AYMAN GÜLER
CHP Parti Meclisi Üyesi
İzmir Milletvekili

Soner YALÇIN, 27 Aralık 2013 Cuma günü Sözcü Gazetesi’nde Gül+Gülen ve CHP!.. başlığıyla şu soruları sormuş: 
“CHP, “Gestapo” ile örtülü bir işbirliği yapabilir mi? Tarih affeder mi? “Derin Devlet”i ne sanıyorlar? İktidar olmak için her yol mübah anlayışının CHP’yi nerelere götüreceğinin farkında değiller mi? Böyle kurnaz siyasetin faturası çok ağır olmaz mı?Hangi “araçlar” ile olursa olsun amaç sadece iktidara gelmek midir? Parti ideolojisi böylesine kirli bir siyasete indirgenebilir mi?”
Bu sorular önemlidir. 

Çünkü “Cemaat” diye adlandırılan yapı, yaşamlarını ancak balinalara yapışıp sürdürebilen kabuklu canlılara benziyor. Bu bir siyasal parti değil; ama siyasete ve özellikle de iktidarda siyasete çok düşkün. Düşkünlüğünü, bir siyasal partiye yapışarak gideriyor. Bir zamanlar DSP’ye yapışmıştı. Sonra AKP’ye yapıştı. Her ikisini de eriten asit gibi iş gördü. Şimdi yeni bir balina arıyor; bir süredir de CHP’ye yanaşıyor. 

Peki CHP bu yanaşmaya "evet" der mi; derse ne olur? Soner YALÇIN, kendi sorularına ilişkin kendi görüşünü şöyle açıklıyor:
“… Böyle bir koalisyon hükümeti CHP’yi tarih sahnesinden çıkarır. Türkiye’nin CHP’ye çok ihtiyacı var. Çünkü, Türkiye’nin temizliği ihtiyacı var. Bu apaçık ortada iken; dün Kontrgerilla’yla, Susurluk Çetesi’yle mücadele eden CHP, bugün “paralel devlete” göz yumabilir mi? Bunun adı siyaset olamaz. CHP tabanı ne istenirse yapacak “güruh” değildir; Gladio’yu kabul ettiremezsiniz.”
Bu değerlendirme yerli yerindedir.

CHP, ülkenin kurtarıcı ve kurucu partisidir. Yalnızca kendi seçmenlerince değil, başka partilerin arkasından giden seçmenler bile, ülkenin ve ulusun varlığıyla ilgili en temel ilkeler söz konusu olunca CHP’nin tavrına bir göz atar. Yüreğine düşen bir tedirginlik varsa, o tedirginliği CHP’nin tavrına bakarak ateşler ya da bastırır. CHP, işte bu güveni yitirdiği anda “tarih sahnesinden çıkar”. Düşer ve bir daha da kalkamaz. "C" ile herhangi bir işbirliği CHP'yi öyle düşürür ki, bunun sonucu yalnızca CHP'nin yok olması değil Türkiye'nin geleceğinin kararması sonucu yaratır. 

"C"CHP olmayacaktır.
CHP'nin ulusal kurtuluştaki kökleri ile Anadolu'daki gövdesi buna onay vermez.   

Türkiye’de siyasetin kirliliği, siyasetin ve ülkenin bağımlılığından kaynaklanır. Kirli siyasetin aktörlerinin “yerli” olması, bu kaynağı yani temel nedeni ortadan kaldırmaz. Artık açıkça biliniyor ki, “Cemaat” denen yapı ne bir “inanç çevresi” ne de “yerli” bir siyasal aktördür. “C”, emperyalizmin elindeki yeni vurucu güçten başka bir şey değildir. 
1. Başbakan Erdoğan, CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL’a bir “kaset komplosu” düzenlendiğini ve bunun “C” tarafından yapıldığını ima etmiştir. CHP kendisine yönelik bu darbeyi unutmamıştır. Başbakanın ihbarını değerlendirmek ve komplonun hesabını sormak CHP'nin görevidir.
2. Başbakan Başdanışmanı, şimdi “yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” yapanların ulusal muhalefeti ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni tasfiye etme amaçlı sözde davaları düzenleyenlerin aynı “C” yapısı olduğunu açıklamıştır. CHP, kendi milletvekilleriyle üyelerini hedef almış Silivri ve Hasdal düşmanlığının hesabını sormakla görevlidir.
3.a. “C” yapısı “dinsel inancını yaşayan bir cemaat” değildir. “Türkiye’nin yüzyüze olduğu en tehlikeli tehdit odağı”dır. "Emniyet hizmetleri, polis okulları, adliye içinde yuvalanmış bu yapı, "CIA denetimindeki Moon, Falun-Gong gibi tarikatlarla benzeşir". Bu gerçekleri, daha 2002 yılında yayımlanan “Köstebek” adlı kitaptan öğrendik. Yazarı Necip Hablemitoğlu'ydu. Aynı yıl suikaste uğradı; aramızdan ayrıldı. 
3.b. "C" yapısı "komplo kurmak, suç uydurmak, iftira atmak, tuzağa düşürmek" işlerinin ehlidir. Devlette, emniyet ve adliyede yuvalanmıştır. “Gördüğüm manzara korkunç; kadrolu devlet adamları devleti yönetmiyor… o zaman kim yönetiyor?” diye sorup bu gerçekleri halka anlatan Hanefi Avci “bunların hayatımın bundan sonrasını zehir zindan edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum. Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım” diyordu. Haliçteki Simonlar'ın yazarı, şimdi ne ile suçlandığı belirsiz olarak, hapishanededir.
4. “C” yapısı emperyalizmin maşasıdır. Bu işlevi aldatıldığı için değil görev sayarak, bilerek, bilinçle üstlenmiştir. Kaynağı, Saidi Nursi’nin “gaipten aldığı haber”dir. “Ahir zamanda beklenen bir zat gelecek, Hristiyanların ruhani liderleri ile de işbirliği yaparak üç görev yapacak: Birincisi insanların imanını kurtaracak, ikincisi şeriatı tatbik edecek, üçüncüsü hilafeti yeniden kuracak”. Şeriat – hilafet kurmak yanı bir yana, "C" yapısının son yıllarda tanık olduğumuz dinler arası diyalog; tolerans; hoşgörü atakları ve Fethullah Gülen - Papa buluşmaları... rastlantısal sonuç değil, varoluş nedenidir. CHP, İslam inancını küresel siyasetin emrine vermiş olanlarla nasıl ortaklık yapar? 
5.  "C" yapısına göre Meşruiyet ve Cumhuriyet kurucuları “Süfyan Komitesi”dir; yani Hz. Muhammed’e karşı savaşan Ebu Süfyan tarafına benzetilir; din düşmanı sayılır. Mustafa Kemal Atatürk'e yönelik her türlü ağır saldırı, "C" ve dayandığı Saidi Norsi kaynaklıdır. Bunlar, bağımsız ulusal ve laik Türkiye'nin düşmanlarıdır. Bu gerçek Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından çok önceden ilan edilmiştir; dayandıkları temeli "kendi belgeleriyle" öğrenmek için Prof. Dr. Zekeriya Beyaz'ın 2012'de yayımlanmış olan Nurculuk başlıklı kitabına bakmak yeter. CHP, kendi varlığının anlamı olan ilkelere düşmanlık için var olanlarla nasıl işbirliği yapar? 
6. "C" yapısı, Türkiye'nin çözülmesini sağlayacak programatik çerçeveyi 2010 yılı Aralık ayında "Çözüm Mümkün" adlı bildiriyle ilan etmiştir. Bugüne ve geleceğe dönük hedeflerinin, "ulusal ve laik devlet yapısını ortadan kaldırmak" olduğunu ilan etmişlerdir. CHP, evrensel insan haklarını ulusal ve üniter devlet yapılanmasıyla laik devlet ve özgür toplum idealini ortadan kaldırmak için araç olarak kullanacaklarını ilan etmiş böyle bir kesimle nasıl ortaklık yapar? 
Sözün Sonucu:

Şimdi bize gereken yalnızca "temiz siyaset" değil, temiz siyaseti mümkün olmaktan çıkaran kökü dışarıda siyasete son veren bağımlılığa karşı "bağımsız siyaset"tir. 

Bu nedenle yapmamız gereken şey, bağımlı kirli siyasetin ana faili olan "C" yapısına karşı kapıları kapatmaktır.
 
"C", bir balinaya yapışmadan var olamayan kabukludur; CHP'nin buna izin vermemesi, Türkiye'yi kurtarmak ve bağımsız, ulusal, laik Cumhuriyet'i temelden yeniden inşa etmek demektir.  

Soner YALÇIN'ın "Gül+Gülen+CHP koalisyonu mu" sorusuna yanıtımız şudur: "Hayır, onayımız yoktur"! 

[BAG, 27 Aralık 2013] 


14 Aralık 2013 Cumartesi

LAİK DEVLET ÖZGÜR TOPLUM AYDINLAR BİLDİRİSİ

13 Aralık 2013, Cuma 11.00'de İstanbul Taksim'de Açıklanmıştır. 
Duyurunun 199 imzacısı metnin hemen altındadır. 
Bildiri http://imza.la/laiklik-bildirgesi adresinde imzaya açılmıştır. 


Laik devlet, özgür toplumun temeli, demokrasinin güvencesi, Büyük Atatürk’ün Türk Ulusuna bıraktığı en büyük emanetidir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinin vazgeçilmez yapı taşı olan laiklik, Atatürk ilke ve devrimlerinin ve çağdaş hukuk devletinin temelini oluşturmuş ve “kul”dan “birey”, ümmet” ten “ulus” yaratarak insanımıza en büyük onuru yaşatmıştır.

Cumhuriyetin “Aydınlanma Felsefesi”ni içlerine sindiremeyenler, dini siyasi rant aracı olarak kullanarak halkımızı din ile aldatmayı yıllar boyu sürdürmüşler, din ve vicdan özgürlüğünün gerçek anlamda güvencesi olan laikliği ortadan kaldırmayı kendilerine hedef seçmişlerdir. Mevcut iktidar, önceki gerici partilerden kendisine miras kalan laik devleti yıkma girişimlerini hızla sürdürmektedir.

Özel yaşamlara ve aile yaşamına müdahale etmeyi kendine hak gören, tek tip birey ve tek tip bir gençlik yaratmayı amaçlayan, fetvayı, yasaların üstünde gören, toplumsal sorunlara bilimsel değil, dinsel referanslarla çözüm arayan, tüm kamu kurumlarında hızla kadrolaşan ve bir "din devleti" yaratma hayalini adım adım uygulayan AKP’nin baskıcı ve anti-demokratik müdahaleleri Anayasayı, yasaları ve başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere tüm yüksek yargı kurumları kararlarını açıkça ihlal etme boyutuna ulaşmıştır.

Kadın kıyafetini siyaset yapmanın aracı kılarak, kadın sömürüsünün en çarpıcı örneklerini sergileyen iktidar partisi, okullarda başlattığı türban baskısını, kamu görevlilerini kapsayacak şekilde genişleterek Anayasal suç işlemiş, daha sonra bu suça TBMM’ni de ortak ederek sorumluluğuna siyasi paydaşlar aramıştır.

İktidar sahiplerinin kadın haklarına bakışı, “örtüsüz kadın perdesiz eve benzer; ya satılıktır ya da kiralık” biçimindeki akıl almaz hakaret cümlesiyle özetlenmiş durumdadır. Öğretim sisteminde 4+4+4 darbesiyle başlatılan gericileşme, devlet kuruluşu olan okullarda hem kız çocuklarına hem de öğretmenlere türban baskısıyla pekiştirilmektedir. Görünüşte dini, gerçekte ise siyasi bir simge olarak kullanılan bu araçla, kamu hizmetinde eşitlik ve tarafsızlık ilkelerinin zemini ortadan kaldırılmıştır.

1994 yılında “tutturmuşlar laiklik elden gidiyor, bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek” diyerek yola çıkan siyasi iktidarın temsil ettiği gerici zihniyet rengini giderek koyulaştırmakta ve halkın günlük yaşamının baskı altına alınmasına uzanmaktadır. Bu iktidar öğrenci yurtlarında ve evlerinde “kız – erkek yan yana olmaz” biçiminde utanç verici aşağılamalarla; öğretimin “kızlı – erkekli yapılmasının yanlış olduğu”, “kent içi otobüslerin kadın- erkek ayırımına göre düzenlenmesi” gibi çağ dışı ve gerici uygulamaları dayatmaktadır. Anayasa Mahkemesi tarafından “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olarak tescillenmiş iktidar, bu saptamanın ne kadar yerinde olduğunu göstermeye devam etmektedir.

Siyasi iktidar, dünyevi kurallara dayandırılması gereken devlet işlerini, dini gerekçelere dayandırmaya başlamıştır. Gerçekten de yapılmakta olan şey, devlet işlerinin kaynağının siyasetçe yorumlanmış dini buyruklara dayandırılmasıdır. Kimse bu gerçeğin üstünü örtemez; kimse de bunun gözden kaçırılmasına hizmet etmemelidir.

Çağdaş, ilerici ve demokratik devletlerde hukuksal düzenlemelerin kaynağı yoruma bağlanmış dini kural ve buyruklar değil, toplumun sosyal ve iktisadi gereksinimleri çerçevesindeki dünyevi kurallardır. Bu, her tür din ve inanç özgürlüğünü güvence altına alan laik devlet ilkesi demektir. Karşı karşıya bulunduğumuz durum ise, Türkiye’yi ihvanlaştırma gayretinden ve anayasal laik devlet ilkesini açıkça ihlal etmekten başka bir anlam taşımamaktadır.

Halkımızın büyük bir bölümü laik devlet ilkesini benimsemiş ve içselleştirmiştir. Böyleyken, halkın siyasal temsilcileriyle kanaat önderlerinin şu ya da bu nedenle yılgınlığa düşmeye, davadan geri durmaya, doğruları savunmaktan vazgeçmeye hakları yoktur.

Laik, ilerici, demokratik, özgürlükçü bir Cumhuriyeti savunan siyasal parti ve toplum kesimlerinin “yeni sahte mağduriyetler yaratmama ve bu yöndeki AKP çabalarını boşa çıkarma” gerekçesiyle takındıkları tutum da sonuç vermemiş, laikliği yok etmeyi hedefleyen iktidar, anında daha ileri adımlar atmaya yönelmiştir.

Gelinen bu noktada laiklik ilkesinden taviz vermek gericiliğe teslim olmak demektir, böylesi bir teslimiyetin bedeli ise ödenemeyecek kadar büyüktür.

Bizler, din bezirganı iktidar ve siyasetçilerin,
• hoşgörü kandırmacası ardında toplumun bireylerini "başörtülü bacım – başörtüsüz kadın" veya "dindar nesil - ayyaş nesil" biçiminde ayırıma tabi tutmasını kabul etmeyeceğimizi;
• dini değerlerimizi siyasi çıkarlarına alet etmelerine göz yummayacağımızı;
• laik devleti ortadan kaldırmalarına asla rıza göstermeyeceğimizi;
• laik ve demokratik Cumhuriyetten, Atatürk ilke ve devrimlerinden asla ödün vermeyeceğimizi
• din devleti kurmaya kalkışanların, halka hesap vermesi için çalışacağımızı
kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz.

DUYURU İMZALARI: 
  1. Gürkut ACAR, Antalya Milletvekili
  2. Ahmet ADA, Şair - Yazar
  3. Dilek AKAGÜN YILMAZ, Uşak Milletvekili
  4. Ertuğrul AKAGÜNDÜZ Mühendis ,işadamı
  5. Doç. Dr. Cüneyt AKALIN, Akademisyen
  6. Tarık AKAN, Sanatçı
  7. Edip AKBAYRAM, Sanatçı
  8. Alper AKÇAM, Yazar
  9. Gürhan AKDOĞAN Makine mühendisi iş adamı  
  10. Üstün AKMEN Tiyatro Eleştirmenleri Derneği Başkanı
  11. Suzan AKSOY, Sanatçı
  12. Serap AKSOY, Sanatçı
  13. Yüksel AKSU 23. DÖNEM İzmir milletvekili
  14. Prof Dr.Sina AKŞİN
  15. Zeki ALASYA, Sanatçı
  16. Prof. Dr. Mustafa ALTINTAS, Akademisyen
  17. Kemal ANADOL, 23. Dönem Milletvekili
  18. Av.Alpay ANTMEN Mersin Baro Başkanı
  19. Müjde AR, Sanatçı
  20. Nurdan ARCA, Sanatçı
  21. Cüneyt ARCAYÜREK, Yazar
  22. Hayati ASILYAZICI Yazar Eleştirmen
  23. Can ATAKLI, Gazeteci
  24. Erendiz ATASÜ, Yazar
  25. Engin AYÇA, Sinema Yönetmen
  26. Orhan AYDIN Tiyatro sanatçısı
  27. Prof Dr. Memnune APAK
  28. Prof Dr.Yüksel APAK
  29. Rutkay AZİZ Sanatçı
  30. Dr. Ceyhun BALCI, Hekim
  31. Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER, İzmir Milletvekili
  32. Mustafa BALBAY İzmir Milletvekili ,gazeteci
  33. İrfan BARIŞ İş adamı
  34. Prof. Dr. Süheyl BATUM, Eskişehir Milletvekili
  35. Bedri BAYKAM  Ressam
  36. Prof Dr. Zerrin BAYRAKTAR
  37. Cengiz BEKTAŞ Ozan-Y.Mimar
  38. Nihat BEHRAM, Şair - yazar
  39. Prof. Dr. Ataol BEHRAMOĞLU, Şair,yazar
  40. Egemen BERKOZ, Sair
  41. Veysel BOĞATEPE Şair-Yazar
  42. Prof Dr. Çetin BOLCAL
  43. Prof Dr. Ali Nihat BOZCUK
  44. Salih BOZOK, Akademisyen, İktisatçı
  45. Nevra BUCAK Yazar
  46. Prof Dr. Can CEYLAN
  47. Tuncer CÜCENOĞLU, Oyun yazarı
  48. Prof. Dr. Cevat ÇAPAN, Şair – Çevirmen
  49. Ahmet CEMAL, Yazar – Çevirmen
  50. Hulki CEVİZOĞLU, Gazeteci – Yazar
  51. İsa Çelik, Fotoğraf Sanatçısı – Yazar
  52. Prof Dr. Aysel ÇELİKEL
  53. İzzet ÇETİN, Ankara milletvekili
  54. Tansel ÇÖLAŞAN, Hukukçu E. Danıştay Başsavcısı
  55. Emin ÇÖLAŞAN, Gazeteci – Yazar
  56. Prof Dr. Bülent ÇUKUROVA
  57. Nurettin DEMİR Muğla milletvekili
  58. Murtaza DEMİR, Yazar – Pir Sultan Abdal  2 Temmuz Vakfı Kurucu Genel Başkanı
  59. Hasan Hüseyin DEMİREL Ozan-MESAM Yön.Krl.Üyesi
  60. Metin DEMİRTAŞ, Şair
  61. Turgut DİBEK  Kırklareli milletvekili
  62. Prof. Dr. Ahmet Alpay DİKMEN, Akademisyen
  63. Erhan DOĞAN Müzisyen- yazar
  64. Necati DOĞRU, Gazeteci – Yazar
  65. Haydar Şahin DOKUYUCU Sendikacı
  66. Zuhal DÖNMEZ, Hukukçu
  67. Kemal EKİNCİ Bursa milletvekili
  68. Oktay EKŞİ, Gazeteci – İstanbul Milletvekili
  69. Şükrü ELEKDAĞ Emekli büyükelçi 23.dönem milletvekili
  70. Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU, Hukukçu, Yargı sen genel başkanı
  71. Prof. Dr. Ali ERCAN, Akademisyen
  72. Vahap ERDOĞDU TİHAK Eş Başkanı
  73. Muzaffer İlhan ERDOST, Yazar – TİHAK Genel Başkanı
  74. Aydın EREL, Yönetmen, Oyuncu
  75. Genco ERKAL, Tiyatro sanatçısı
  76. İlhan Cem ERSEVEN, Araştırmacı – Yazar
  77. Yücel ERTEN, Tiyatro Sanatçısı
  78. Prof Dr.Semih ERYILDIZ
  79. Prof Dr.Demet ERYILDIZ
  80. Refik ERYILMAZ Hatay Milletvekili
  81. Metin DEMİRTAŞ, Şair
  82. Mehmet FARAÇ, Gazeteci – Yazar
  83. Prof Dr. Şahin FİLİZ
  84. Şahin GENCAL Mali müşavir
  85. Müjdat GEZEN, Sanatçı
  86. İsa GÖK, Mersin Milletvekili
  87. Prof. Dr. Dilek GÖZÜTOK
  88. Eftar GÜLBUDAK Tiyatro sanatçısı
  89. A.İlhan GÜLEK, Yazar
  90. Yener GÜNEŞ Ulusal Kanal genel yayın yönetmeni
  91. Ethem GÜRBOY Tüccar
  92. Şükrü Sina GÜREL, E. Dışişleri Bakanı
  93. Recep GÜRKAN Edirne Milletvekili
  94. Mustafa GÜRKAN, Muğla Baro Başkanı
  95. Prof. Dr. Bozkurt GÜVENÇ,
  96. Namık HAVUTÇA Balirkesir milletvekili  
  97. Av.Turhan İÇLİ
  98. Ülker İNCE, Çevirmen
  99. Dündar İNCESU, Sanatçı
  100. Zehra İPŞİROĞLU, Akademisyen
  101. İlhan İREM Sanatçı
  102. Zeynep IRGAT, Tiyatro Sanatçısı
  103. Ekrem KAHRAMAN, Ressam
  104. Ercan KARAKAŞ  E.Bakan
  105. Gülcemal KARAKOÇ Veteriner Albay
  106. Prof. Dr. Yakup KEPENEK, Akademisyen
  107. Mehmet S. KESIMOĞLU, Kırklareli Milletvekili
  108. Tuğrul KESKİN, Şair
  109. Arif KESKİNER, Yapımcı-Yönetmen-Yazar
  110. Levent KIRCA Sanatçı
  111. Mine KIRIKKANAT, Gazeteci – Yazar
  112. Tevfik KIZGINKAYA, TV Programcısı – Gazeteci
  113. Kemal KOCATÜRK Tiyatro sanatçısı  
  114. Prof. Dr. Aziz KONUKMAN, GÜ Öğretim Üyesi
  115. Ali İhsan KÖKTÜRK Zonguldak milletvekili
  116. Emre KÖPRÜLÜ Tekirdağ Milletvekili
  117. Seyyal KÖRPE, Akademisyen
  118. Mustafa KÖZ Şair
  119. Mehmet Şevki KULKULOĞLU, Kayseri Milletvekili
  120. Orhan KURTULDU Tiyatro sanatçısı
  121. Namık KUYUMCU, Şair – Yazar
  122. Ahmet KÜÇÜK 23.dönem Çanakkale milletvekili 
  123. Tamer LEVENT Sanatçı
  124. Ahmet LEVENDOĞLU, Sanatçı
  125. Nasuh MAHRUKİ
  126. Şahin MENGÜ, Hukukçu – 23. Dönem Manisa Milletvekili
  127. Mustafa MUTLU, Gazeteci – Yazar
  128. Ali Rıza MUSLU  İş Adamı
  129. Abdullah NEFES, Şair – Yazar
  130. Olcay POYRAZ, Sanatçı
  131. Güldal OKUTUCU 22. Dönem milletvekili
  132. Yılmaz ONAY, Yazar – Yönetmen
  133. Ekin ONAT Ressam
  134. Tülin ONAT  Ressam
  135. Prof. Dr. Mehmet Tuba ONGUN, Akademisyen
  136. Zeynep ORAL Gazeteci
  137. Filiz OTYAM Fotoğraf sanatçısı
  138. Fikret OTYAM Ressam, Yazar 
  139. Erhan ÖĞÜT Emekli Büyükelçi
  140. Kadir Gökmen ÖĞÜT, İstanbul Milletvekili
  141. Tokar Öner, E. YÖK Denetleme Kurulu Üyesi
  142. Prof. Dr. İzzettin ÖNDER, Akademisyen
  143. Onur ÖYMEN, E. Büyükelçi 23. Dönem milletvekili
  144. Güray ÖZ Gazeteci
  145. Celal ÖZCAN, Yazar
  146. Tanju ÖZCAN Bolu Milletvekili
  147. İsmet ÖZÇELİK Gazeteci
  148. Yekta Güngör ÖZDEN, Hukukçu
  149. Malik Ejder ÖZDEMİR Sivas Milletvekili
  150. Müfit ÖZDEŞ E. Büyükelçi
  151. Sevgi ÖZEL, Yazar
  152. Abdullah ÖZER, 23. Dönem Bursa  Milletvekili
  153. Işıl ÖZGENTÜRK  Yazar
  154. RAMAZAN Kerim ÖZKAN Burdur milletvekili
  155. Tuncay ÖZKAN, Gazeteci – Yazar
  156. Ali Rıza ÖZTÜRK, Mersin Milletvekili
  157. Hasan ÖZTÜRKMEN Avukat
  158. Ümit PAMİR E. Büyükelçi
  159. Dr.Yüksel PAZARKAYA Çevirmen,yazar
  160. Prof. Dr. Ahmet SALTIK, Akademisyen
  161. Prof Dr Rauf SARPER
  162. Timur SELÇUK, Müzisyen
  163. Mustafa SELMANPAKOĞLU, CHP Ankara E. İl Başkanı
  164. Seçkin SELVİ, Çevirmen
  165. Bülent SERİM Hukukçu
  166. Senar – Selçuk ÜLGER, Çevirmen
  167. Atila SERTEL Gazeteci
  168. Prof. Dr. Nur SERTER, İstanbul Milletvekili
  169. Canan SEZENLER  CHP Kültür ve sanat Yürütme kurulu
  170. Ali SİRMEN, Gazeteci – Yazar
  171. Gülriz SURURİ, Sanatçı
  172. Orhan SÜR 22. Dönem Balıkesir milletvekili
  173. Yılmaz ŞANLI,  Mimar, işadamı
  174. Hakan ŞENOCAK Yazar
  175. Ferhan ŞENSOY, Sanatçı
  176. Yahya ŞİMŞEK, 22. Dönem Bursa milletvekili
  177. Pulat TACAR Emekli büyükelçi
  178. Mahmut TANAL İstanbul Milletvekili
  179. Sönmez TARGAN, 68’liler Birliği Vakfı Başkanı
  180. Barış TERKOĞLU, Gazeteci
  181. Gülsen TUNCER, Sinema ve Tiyatro Sanatçısı
  182. Salih TURAN (Sali), Ressam
  183. İsmail TUTOĞLU Sendikacı
  184. Engin TÜRKER  Emekli Büyükelçi
  185. Prof Dr.Mehmet TOMANBAY 22.Dönem Milletvekili
  186. Yavuz TOP, Müzisyen
  187. İmam Bakır ÜKÜŞ, Gazeteci Yazar
  188. Sedef ÜNAL, Avukat
  189. Merdan YANARDAĞ, Gazeteci – Yazar
  190. Prof. Dr. Ruhsar YANMAZ, Akademisyen
  191. Prof. Dr. Tolga YARMAN, Akademisyen
  192. Prof Dr. Yıldırım YAVUZ
  193. Işık YENERSU, Sanatçı
  194. Nuri YILDIRIM, E. Büyükelçi
  195. Prof. Dr. Şiir YILMAZ, Akademisyen
  196. İlker YÜCEL Aydınlık Gazetesi genel yayın yönetmeni
  197. Şefik ZENGİN 22. Dönem Mersin Milletvekili
  198. Ümit ZİLELİ, Gazeteci – Yazar
  199. Murat ZUBİ, Tiyatro sanatçısı




4 Aralık 2013 Çarşamba

YEREL SEÇİMLERE YENİ BİR GÖLGE: KIRMIZI PLAKA

BASIN AÇIKLAMASI, 4 Aralık 2013
YEREL SEÇİMLERE DAHA FAZLA GÖLGE DÜŞÜRÜLMEMELİDİR

Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili

Yüksek Seçim Kurulu (YSK), kamuda görev yapanlardan 30 Mart 2014 genel yerel seçimlerinde aday olmak isteyenlerin 1 Aralık 2013 günü saat 17.00’ye kadar görevlerinden istifa etmeleri gerektiğini açıkladı.

Gazetelerde, AKP bakanlarından belediye başkanlığına aday olacakların 1 Kasım 2013’e kadar istifa edecekleri yazıldı; bakanlardan böyle bir adım atan olmadı. Başbakan Yardımcısı Bozdağ, "Sayın bakanların görevlerinden istifa etmeleri yasal olarak zorunlu değil. Ancak seçim kampanyasının yürütülmesi bakımından, başka çalışmalar bakımından farklı değerlendirmeler olur mu? Bunu da zaman içinde göreceğiz" dedi. Kasım ayı sonunda AKP’nin Genel Başkan Yardımcılarından Şentop, belediye başkanlığına aday olacak bakanların istifası gerekir görüşünü ‘cehalet örneği’ olarak nitelendirdi. Bu keskin görüşü, YSK Başkanı’nın ‘bakanların istifasına gerek olmadığı yönünde ilke kararı aldık’ açıklaması üzerine dile getirdi. Nihayet Hükümet Sözcüsü Arınç, “başbakanımız aday olacak bakanların istifasını uygun görüyor” dedi.

Bugün itibariyle iktidar partisi, halihazırda bakan olarak görev yapan bazı kişilerin belediye başkanlıklarına aday gösterileceğini duyurmuş bulunuyor. Ancak adı geçen kişiler, görevlerinden istifa etmediler. YSK ise, YSK Başkanı’nın ‘oybirliğiyle ilke kararı aldık’ dediği kararı resmi olarak yayımlamadı.

Bağımsızlığı nedeniyle seçimlerin temel güvencesi olarak görülen YSK’nın, Hükümet yetkililerinin gelgitlerinden etkilendiği görülmekte, böyle önemli bir konu tek kişinin kararına bırakılmış bulunmaktadır.

YSK, 514 sayılı kararında, “.. demokratik toplum düzeni gereklerine uygun bir seçimin yapılabilmesi, adayların eşit bir biçimde yarışmalarına olanak sağlayan bir ortamın oluşturulması koşuluna bağlıdır…..” demektedir. Aday olmak isteyen köy korucularıyla geçici köy korucularının ve bağımsız tarımsal üretici birliklerindeki yönetim ve denetim kurulu üyelerinin dahi istifasını gerekli gören YSK’nın, devlet tüzelkişiliğinin icra organı olan bakanlar için böyle bir gereklilik görmemesi açıklanmaya muhtaç bir durumdur.

Bakan’ların, bakanlık görevi sürerken belediye başkanlığına aday olmaları, aşağıdaki nedenlerle kabul edilemez.
1. Bakan, devlet tüzelkişiliğinin temsilcisidir. Belediye başkanı ise yerel (belediye) tüzelkişiliğin temsilcisidir. Devlet tüzelkişiliği, yerel tüzelkişiler üzerinde vesayet denetimi yetkisine sahiptir. Vesayet denetimi yetkisi taşıyan bir makamın, bu denetime konu olan idarenin icra organının yerine geçmek için yarışa girmesi, hem hukuka hem bilime aykırıdır. Bu özellik, bakan makamında olanların milletvekili adaylığında görevlerinden istifa etmeleri gerekmezken, belediye başkanlığı adaylıkları söz konusu olunca neden istifa etmek zorunda olduklarını açıklar.
2. ‘Milletvekillerinin istifası gerekmediğine ve bakan da milletvekili olduğuna göre istifaları gerekmez’ savı talihsizdir. Birincisi, milletvekili meclis üyesidir; icra görevi yapmaz. Oysa bakan icracıdır; bu iki sıfat birbirine özdeş tutulamaz. Nitekim YSK kararlarında da meclis tipi organlarda görev yapanların değil, yürütme organlarında görev yapanların istifasının gerekli görüldüğü yönünde çok sayıda örnek vardır.
3. Bakan, Hükümet üyesi olarak siyasi görevlidir. Aynı zamanda bakanlığın Ankara merkeziyle tüm ülkeye iller ve ilçeler temelinde yayılmış olan taşra örgütünün başı olarak en üst idari amiridir. Yetkilerini, atanmış kamu görevlisinden fazla olarak, bakanlığa özgü ayrı bir tüzelkişilikle değil devlet tüzelkişiliği korumasıyla kullanır. Bu yetkiler, ülkenin 81 ilinde kullanılan merkezi bütçe, personel ve yaptırım gücü toplamıdır. Böyle bir gücü bir ilde belediye başkanlığı için kullanması durumunda, ‘eşit yarış ortamı’nın hiçbir biçimde sağlanamayacağı yeterince açıktır.
4. Genel seçimlerde Adalet, İçişleri, Ulaştırma bakanları, kişisel nedenlerle değil, yetkilerinin özellikleri nedeniyle görevden alınır. Yerlerine ‘tarafsız/partisiz geçici bakan’ görevlendirmesi yapılır. Şimdi ise, devlet gücü kullanan bakan’ların, bu üç bakanlık dahil ve doğrudan kişi olarak kendilerinin seçim yarışında yer almaları söz konusudur. Bu durumda, ya genel seçimlerdeki uygulama ya da şimdiki durum yanlıştır.
5. DSP’li bakan Sayın Zekeriya TEMİZEL, 18 Nisan 1999 seçimlerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olarak girmek için, yürütmekte olduğu bakanlık görevinden istifayla ayrılmıştır. Eğer bir devlet ciddiyetimiz varsa, bu ilk uygulamanın dikkate alınması gerekir.

Genel idare aktörlerinin, bu yetkiler ellerindeyken yerel idare seçim yarışında yer almaları, demokratik siyaset – yönetim gerçeğinin doğasına aykırıdır. Böyle bir uygulama ne siyaset - yönetim kuramları, ne hukuk öğretisi, ne de parlamenter - yerel demokratik sistem uygulamalarının gereklerine uygundur.

Demokratik siyasal sistemin kuralsızlık ve keyfiyetle çökertilmesini önlemek, yetkili kişi ve kurumların tarihsel önem taşıyan görev ve sorumluluğudur.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.


17 Kasım 2013 Pazar

HANIMEFENDİ, HANGİ DEVLETİN MANDASINI İSTERDİNİZ?

Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili

İlerici, özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı ve demokrasici, vb. vb... BDP’nin Eşbaşkanı Gülten Kışanak önemli bilgiler veriyor ve davetiyeler çıkarıyor. Yer Almanya, Berlin. Zaman ise Tatlısesli Erdoğan – Şivanlı Barzani buluşması günü. 15 Kasım 2013

Bilgiler şunlar:

1. Çözüm sürecinin birinci aşamasında “izleme grubu” üzerinde mutabakat sağlanmış; “akil insanlar heyeti” bu anlayışla kurulmuş. Ne var ki Hükümet bu heyeti, “mutabakata aykırı olarak" kamuoyu çalışması gibi yansıtmış ve süreçte eksiklik yaratmış.

2. “Çözüm sürecinde bir yıldır gözlemci konusu” konuşuluyormuş. İmralı görüşmelerinde bu konu gündeme getirilmiş. Son bir aydır süreç tıkanmış.

Davetiye ise mandacılığa:

Gülten Kışanak “süreçte demek ki bir problem var. Bir hakem lazım. Buna bir üçüncü göz lazım. Bunun kaçınılmaz olduğu kanıtlanmıştır” diyor.

Oslo müzakerelerinde, bir İngiliz’in masada hakem olduğunu duymuştuk. 15 Kasım 2013 günlü Tatlısesli Erdoğan – Şivanlı Barzani buluşmasının ardında da bir ‘üçüncü göz’ olduğu sırıtıp durdu. Gülten Kışanak bu gerçekleri açığa çıkaralım diyor.

Sözlerinin devamı, kendisini de hareketini de tarihe geçirecek cinsten:
"Bu aşamada doğrudan bir devlet adı söyleyemeyiz. Biz bunu istiyoruz. Bunu yapacak bir ülkenin çıkmasını bekliyoruz. Ayrıca bu tür mekanizmalar masanın her iki tarafının oluru ile devreye giriyor. Her iki tarafın kabul edeceği 3. bir taraf lazım"... “Kışanak, batılı ülkelerden birinin sürece dahil edilerek sürecin sağlıklı işleyebilmesi için mekanizmaların eksiksiz kurulabileceğine inandığını kaydetti.” http://www.radikal.com.tr/turkiye/kisanak_surec_tikandi_ucuncu_goz_lazim-1161151 
İlerici, özgürlükçü, barışçı..... BDP'nin kadın başkanı açıktan açığa, emperyalist Batı merkezlerinin kendilerini koruma, kollama, kullanma şiddetini artırmalarını istediğini ilan ediyor. ‘Gizlice yapmayın, gizlenmenize gerek yok, bizim işbirlikçiliğimiz açık, haydi gelin, mandacılığınızı açıktan kurun artık’ diyor.

Kendi ülkesinde yabancı yönetimini istemekte, güttüğü amaçlar için emperyalizmin kollarına atılmakta, ‘manda istiyorum’ demekte hiç sorun görmeyen bu kadın başkan, emperyalizme açık davetiyle tarihte hangi başlığa ait olduğunu kendisi belirlemiş durumda.

Manda davetiyesine CHP imzası eklemek?

Hadi diyelim ki, bu kişi bu sözlerle kendisinin ve siyasetinin değerini ortaya koydu, kendileri için ayıp! Ne var ki konuşan barış ve demokrasi başkanı burada durmuyor. Bu emperyalizmin mandacılığına davetiye çıkaran kişi, bir de içinde yuvarlandığı onursuzluğa CHP’yi katmaya gayret ediyor. 

Özellikle CHP'nin Kürt sorunu konusunda daha evrensel siyaset izleyen bir parti haline gelmesi gerektiği”ni buyuruyor. Yani, Kürt sorunu konusunda evrensel siyaset dediği “emperyalist siyaset”e yolladığı davetiyeye CHP olarak bizim de adımızı eklemeye çalışıyor.

Bu öyle hayret verici bir özgüven ki, böylesine ancak kendini bilmezlik denebilir!

Ama bir dakika!... Kışanak bu sözleri için belki CHP yönetiminde olup kişisel işlere girişen kimi kişilerin gayretlerinden cesaret alıyor olabilir. Gerçekten de, örneğin, CHP'yi bu işe ortak etmek isteyen bir Sezgin Tanrıkulu araştırma önergesi verilmiş ve AKP ile BDP buna sahip çıkmışlardır. Ancak herkes bilir ki, CHP bu önergeyi TBMM Genel Kurulu'nda tüm halkın gözleri önünde geri çekerek Tanrıkulu'nun ortaklık gayretini boşa çıkarmıştır. Eğer Kışanak'ın cesareti bu tip gayretlerden kaynaklanıyorsa, aynı gayretlerin CHP bünyesi tarafından nasıl boşa çıkarıldığına da dikkat etmesi gerekir.

İki gözü de kapalı; üçüncü gözü ise hiç olmamış!

Kışanak, üçüncü göz olsun diye mandacılığı çağırıyor. Ama kendisinin iki gözü kapanmış. Besbelli ki “üçüncü gözü” de hiç olmamış.

Olsaydı, “kadim efendilerimiz, biz Irak'taki kuzey yönetiminden hiç de aşağı kalmayız; siz daha istemeden biz her hizmete varız” yalvarmalarının ‘mazlum milletler’ tarihindeki anlamını görebilirdi. Ve görebilse, işbirlikçiliğini böyle bir arsızlıkla gözler önüne sermezdi. 

Emperyalizmin hizmetinde olanlar, tarihte hep gericiliğin; teslimiyet ve esaretin; haksız savaş dalgalarının içinde boğuldular. Madem böyle bir davetiyeye sahiptir, o halde barış ile demokrasi, BDP'nin yalnızca adındadır; yakışıksız bir yama gibi... [17 Kasım 2013]

13 Kasım 2013 Çarşamba

BU ÖZELLEŞTİRME HİKAYESİ NEYİN NESİ?


Birgül AYMAN GÜLER 

CHP İzmir Milletvekili 
 
Özelleştirme uygulamaları 1984 yılında başladı; 1986 yılından itibaren yükseldi; AKP iktidarlarında tavan yaptı ve hala devam ediyor.

Özelleştirme yanlısı hükümetler bir düzine gerekçe saymışlardı; ama hiçbiri, “özelleştirmeleri borçları ödemek amacıyla yapacağız” dememişti. Oysa şimdi, 30 yıl sonra, özelleştirme gelirlerinin borçların ödenmesine hasredildiği görülüyor.

Ama bu da kayda değer bir iş olmamış. Çünkü elde avuçta ne varsa satılmış; elde edilen gelirin neredeyse üçte biri bu malları satılabilir hale getirme işine harcanmış. Borç ödemelerine geri kalan üçte ikilik kısım gitmiş.
  1. Özelleştirmelerden 1986 – 2013 arası otuz yılda toplam 57 milyar dolar gelir elde edilmiş; ama bunun yalnızca 36,4 milyar doları Hazine’ye gelir olarak aktarılmış. Giderin % 68’i. 
  2. Kurumlar satılabilsin diye toplam 16 milyar dolar harcanmış. Giderin % 31’i. 
  3. Özelleştirme işlemleri sırasında da 600 milyon dolar para dökülmüş. Giderin % 1’inden fazla. 
Özelleştirebilmek için harcanan para hiç yabana atılır değil. Eldeki malı satabilmek için gelirin üçte biri kadar harcama yapmak gerekmişse, "özelleştirmenin faydaları” iyiden iyiye tartışmaya değer bir konuya dönüşmüş demektir: Sahi, durum böyle ise biz bu özelleştirme işini neden yaptık?

Hükümetler, özelleştirme gelirleriyle altyapı yatırımlarının finanse edileceğini ilan etmişlerdi. Böylece özel sektör üretimi şahlanmak için en uygun zemini bulmak olacaktı. Ama süreç sonuna geldiğinde, bu da gerçekleşmedi. Çünkü bunu yapacak Kamu Ortaklığı Fonu 2001 yılından itibaren ortadan kaldırıldı. Böylece “özelleştirme gelirleriyle baraj, otoyol, içmesuyu gibi altyapı yatırımlarını finanse edeceğiz” sözü, “resmi olarak tutulmayan sözler” listesinin başına yerleşti.

Sonuçta, masraflardan sonra elde kalan para Hazine’ye devredilmiştir. Hazine’nin bu parayı borç ödemelerinde kullanmasına ilişkin bir yasal koşul da getirilmiştir. Nitekim Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın para devri, kayıtlarda “Hazinenin iç ve dış borç ödemelerinde kullanılmak üzere Hazine hesaplarına intikal ettirilen tutar” olarak yer aldı. Özelleştirmeden elde kalan para yeni yatırımlara değil, borçların kapatılmasına gitmiştir.

Ne var ki, bu açıdan yaraya gerçekten merhem olduğunu söylemek de pek güçtür. İç ve dış borçlar 2002 yılında 257 milyar dolardı; 2012 yılında 563 milyar dolara yükseldi. Bu tutarlar karşısında 36 milyar dolarlık borç ödemesinin hükmü pek güdük kalmıştır. Kısacası özelleştirmecilik, Türkiye’nin borçlarını kapatmaya da yaramış görünmüyor.

Durum buysa, koskoca bir ülkenin 30 yılını meşgul eden bu özelleştirme hikayesi neyin nesi?



  1986 - 2013 (Ekim) : Özelleştirme Fonu’nun Rakamları
ÖZELLEŞTİRME GELİRLERİ
50.941.344.898
HAZİNEYE AKTARIMLAR
36.422.074.954
68,38
TEMETTÜ GELİRLERİ
4.695.555.661
İLGİLİ KURULUŞLARA AKTARIM
3.180.378.984
5,97
FAİZ GELİRLERİ
843.441.398
İSTİHDAM ÖDEMELERİ
519.057.482
0,97
TEMİNATIN NAKTE ÇEVRİLMESİ
449.019.103
SERMAYE ÖDEMELERİ
6.794.936.789
12,76
ŞARTNAME GELİRLERİ
25.964.725
BORÇ ÖDEMELERİ
5.736.201.489
10,77
DİĞER GELİRLER
147.118.038
İLAN-REKLAM-DANIŞMALIK GİDER
203.522.604
0,38
TOPLAM GELİRLER
57.102.443.823
DİĞER GİDERLER
250.978.333
0,47
İDARİ BÜTÇEYE AKTARIMLAR
154.200.755
0,29
TOPLAM GİDERLER
53.261.351.390
100,00


18 Ekim 2013 Cuma

ULUSAL DUYGUYA “IRKÇI” YAFTASI VURMAK BİR OPERASYONDUR!

Birgül Ayman Güler 

CHP İzmir Milletvekili 


AKP Hükümeti demokratikleşme paketi açtı, o paketten okullarda “andımız” okunmayacak kararı çıktı.

Bu and metninde “Türküm” deniyor; “varlığım Türk varlığına armağan olsun” deniyor; “Mustafa Kemal Atatürk’ün yolunda yürüyeceğim” deniyor. Bu sözler siyasal iktidarı elinde tutan dinci millet/ümmet siyasetiyle, iktidarın müzakere ortağı etnikçi halk/milliyet siyaseti tarafından ”ırkçı” diye yaftalandı.

Bu yaftalama basit bir işlem değildir. Birincisi, ırkçılık insanlık suçudur; “andımız” üzerinden Cumhuriyet rejimi ve Atatürk milliyetçiliği “ırkçılık”la karalanmak istenmiştir. İkincisi, karalanan bilinç, bizi anti-emperyalist kalkınma mücadelesinde mevzi ve araç yoksunu kılıp zayıflatmaktadır.

Bir insan topluluğunun ulus olarak örgütlenmesini sağlayan dört özellik vardır; dolayısıyla onu ortadan kaldırmak için de kullanılabilecek dört saldırı noktası vardır: Bir ulusal varlığı yok etmek için ulusun (1) dil birliğine, (2) toprak birliğine, (3) iktisadi yaşam birliğine, (4) duygu ve bilincine saldırılır.  “Andımız” ulusal duygu ve bilincin somut belgesidir. "Andımız”ın kaldırılması, ulusu çözme operasyonunda dördüncü özelliğe yönelik bir saldırıdır. Bizim gibi, varlığını bağımsızlık savaşıyla kazanmış halklar bakımından “ulus bilinci” bugün ve gelecek için kritik öneme sahiptir. Bu saldırı, küresel gericiliğin yerli işbirlikçileriyle yürüttüğü Büyük Operasyon'un bir parçasıdır.

Delikanlılığını 1930’lu yıllarda geçirmiş bir “kişisel tarih”in 1969 yılında sarf ettiği aşağıdaki sözler, bu saldırının anlamını derinlemesine kavramamıza çok yardımcıdır:
“Milli gurur iyi şeydir. Milli gurur insanı sosyalizme götürür. En sağlam sosyalistler o yoldan gelmiştir sosyalizme. Bir adamda gerçek milli gurur varsa korkma! Ergeç temel ilkelerde birleşirsin onunla. Ergeç bu dünyada Türk olarak başı dik yaşamanın, kapitalizmin son aşaması olan emperyalizmin dünya yüzünden silinmesiyle mümkün olabileceğini anlayacaktır. Bunu ben kendimden bilirim. Bizim delikanlılığımızda biz, “bir Türk dünyaya bedel”, “ne mutlu Türküm diyene” sloganlarını ciddiye alan bir kuşaktık. Uşak zihniyeti, komprador zihniyeti, “Amerikasız yaşayamayız” “ya Amerikan uydusu ya Rus uydusu olmamız mukadderdir” zihniyeti ezilmişti Atatürk Türkiyesinde. Ve işte Atatürkçü olarak, en derin milli gurur içindesin ve o havanla Batıya okumaya gidiyorsun. Batıda Anglo-Sakson dünya hakimiyetiyle karşılaşıyorsun. İngiltere’nin imparatorluğu, dünyanın dörtte birini kapsıyor.Amerika, kapitalist dünyanın en zengin ülkesidir. Ve sen seziyorsun ki, bu dünyada yeteneğin ne olursa olsun, Türk olarak senin kaderin, ikinci sınıf dünya vatandaşı olmaktır. Ve onun, Anglo-Saksonun ve öteki emperyalist Batı ülkeleri vatandaşının kaderinde (sömüren metropolün insanı olduğu için), daha doğduğu günden başlayarak birinci sınıf dünya vatandaşı olmak yazılıdır. Sen milli gururunla bunu kabul edecek misin, etmeyecek misin! Etmediğin anda da bu Anglo-Sakson hakimiyetini yıkman gerek! Emperyalistlerin dünya hakimiyetinin nasıl yıkılabileceğini düşüneceksin, düşünüyorsun. Ve sen, ezilen sömürülen bir Doğu ülkesinin vatandaşı olarak sen, anlıyorsun ki, yalnız senin çabanla başarılamaz bu iş. Çok güçlüdür düşman. Müttefik arıyorsun….. Ve sonunda kavrıyorsun ki, milli gururunu zedelememenin tek yolu, sömürüyü yalnız ulusal anlamda değil, sınıfsal anlamda da kaldırmaktadır. Hayır, kemalistle sosyalist arasında aşılmaz bir duvar yoktur! Ben bunu kendimden bilirim. Ve yalnız bizim kuşakta değil, bizden önceki kuşakta da görmüşümdür bunu kendi gözlerimle…..”
Bu sözler bize gösteriyor ki, ulusal duygu ve bilinci, insanlık suçlarından biri olan “ırkçılık”la yaftalamanın tek sonucu vardır: Kendi ulusal varlığını ezerek kendi gücüne güvenmeye son vermek ve böylece emperyalizmin önündeki ulusal bendi kırmak üzere içeriden gedik açmak.

“Andımız”ın kaldırılması, Tam Bağımsız Türkiye için sürdürdüğümüz direnişe indirilmiş darbeden başka bir şey değildir.
Bu sözler kimin mi? MİHRİ BELLİ’nin…
Mihri BELLİ, “Türkiye’de Karşı Devrim”, 3 Aralık 1968, 1965-1970 Yazılar, Sol Yayınları, Haziran 1970, s. 95-97. 

[BAG, 18 Ekim 2013]

DEMOKRATİK de DEMOKRATİK!


Birgül Ayman Güler
CHP İzmir Milletvekili

Türkiye’de ulus düşmanlığı kendini ifade etmekte zorlanıyor. Zorlanma, her şeyin başına “demokratik” sıfatı getirme zorunluluğu duymalarından belli. Bu kesimler için “barış”, “çözüm”, “özerklik”, “özgürlük”, “hak – hukuk”… gibi sözcükler tek başına bir şey ifade edemiyor.

Abdullah Öcalan ‘teori’sini yaparken de ‘pratikleştirirken’ de her sözün başına “demokratik” yazıp benzersizliğini sergiliyor:
  • Demokratik barış; Demokratik çözüm; Demokratik özerklik ….. şimdilerde zirvesine vardı. Öcalan partisine bir konferans toplamalarını emretti, o da ‘demokratik’: Demokratik İslam Konferansı 
Recep Tayyip Erdoğan benzersiz başbakanlığını da ‘dünya’ liderliğini de ‘demokratik’ sıfatı olmadan yürütemez görünüyor.
  • Demokratik hak, Demokratik özgürlük, Demokratik dönüşüm, Demokratik vatandaşlık… derken, bu da şimdilerde Demokratik paket ile derlenip toplandı. On yılda 'sessiz devrim' = demokratik değişim yaptık diyor.
George Bush Afganistan’a, Irak’a demokratik işgaller planlayıp gerçekleştirmiş, Arap Baharı aracılığıyla Akdeniz’in güneyi demokratik açılımlara gark edilmişti.

Aslında demokratik Bush, İkinci Dünya Savaşı’ndaki Roosevelt demokrasisinin uzantısıydı. Demokratik Roosevelt, ülkemizde Demokrat Parti’nin doğumuna ebelik yapmıştı. Ne var ki, sonraki tarihlerde Türkiye’de sağ cenah yalnızca bir kez bir ‘Demokrat(ik) Parti’ kurdu; bu sıfatı Adalet, Selamet, Anavatan, Doğru Yol.. diye değiştirip unutmayı yeğledi. Çünkü 1960 – 1970’li yıllarda her yeri ‘Milli Demokratik Devrim’, ‘Demokratik Sosyalizm’, ‘Sosyalist Demokrasi’, ‘Ulusal Demokratik Cephe’…. kaplamıştı. Ve işte o dönem boyunca komünizmle mücadele dernekleri ‘demokra(si) ile (tik)’ esintilerinden nefrete düşmüşlerdi.

Ne var ki 1980’lerde dünyaya demokratik küresellik geldi ve işler değişti.

Bir zamanların komünizmle mücadele derneklerinin demokratik aktörleri, şimdilerde ABD’deki meskenlerinden bir kez daha demokratik demokratik sesleniyorlar. Ve yine şimdi demokratik PKK, demokratik AKP ile birlikte müzakere içinde.

Bir kesim de, bu kirli pazarlığa ortak etmeye çalışıp başaramadıkları CHP’yi, kah Yeni Anayasa kah yerel seçim ittifaklarıyla kendi cinslerinden demokratik CHP yapmanın derdinde.

CHP’nin fikri mi? Çoktan söylendi:
İstemem kalsın, teşekkür ederim!

[BAG, 18 Ekim 2013]


14 Ekim 2013 Pazartesi

TANAL DAVASI HEPİMİZİN DAVASIDIR


KAMUOYUNA DUYURUMUZDUR
14 Ekim 2013


Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir Bozdağ, arkadaşımız İstanbul Milletvekili Mahmut TANAL’a yönelik olarak “Eğer CHP’li vekil davadan vazgeçmez, CHP de vekil hakkında bir disiplin işlemi yapıp davaya yanlış demezse; dava, CHP’nin açtığı davadır” diyerek hem haddini bilmezlik hem de hukuk tanımazlık sergilemiştir.

AKP, 2008 yılında “türban devlet dairelerinde de olmalıdır” diyen üyesini disipline sevk etmişken; başka bir Başbakan Yardımcısı 2005 yılında “kamuda olmaz” demişken; 2013 yılında dini simgelerin devlet hizmeti verenlerce kullanılmasını serbest bırakan bir yönetmelik çıkarmıştır. Bu durum, ülkemizdeki iktidarın yönetimde ve izlenen politikalarda açıklık ve dürüstlükle değil, sinsilik içinde davrandığının en açık sonuncu örneği olmuştur.

Aynı iktidar yetkilileri, şimdi de, bu aldatmaya ve hukuksuzluğa karşı çıkan kişileri hedefe koymaktadır. Bununla da yetinmeyip, CHP gibi dev bir ana muhalefet partisini kendi milletvekilini ezmeye teşvik etme hadsizliği sergilemektedir.

Dini simgeleri devlet hizmetine sokan bu ve benzeri düzenlemeler, kamu hizmetlerinde tarafsızlık ve eşitlikçiliği ortadan kaldırır. Devletin tarafsız ve eşitlikçi muamele kanalları tıkanan rejimlerde, hiçbir yurttaşın hak ve özgürlükleri güvence altında olamaz. Bu gerçek, daha şimdiden, yasal hakkını kullanarak yargı yoluna başvuran bir milletvekiline yönelik tehditlerde kendini ortaya koymuş durumdadır.

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekilimiz Mahmut TANAL’ın, dini simgelerin devlet dairelerinde kullanılmasını sağlayan düzenlemeye karşı açtığı iptal davası haklı ve doğrudur. CHP ilkeleriyle Parti Programımızın gereğidir.

Bu dava, gerici karşıdevrime karşı açılmıştır. Doksan yıldır savurulan ve çok iyi tanıdığımız tehditler, böyle olduğuna kuşku bırakmamıştır. Tanal Davası’nda hepimiz, laiklik yani evrensel ve ulusal özgürlükler adına davacı olduğumuzu kamuoyuna saygıyla ilan ederiz.

Gürkut ACAR, CHP Antalya Milletvekili

Dilek AKAGÜN YILMAZ, CHP Uşak Milletvekili

Birgül AYMAN GÜLER, CHP İzmir Milletvekili

Süheyl BATUM, CHP Eskişehir Milletvekili

Oktay EKŞİ, CHP İstanbul Milletvekili

Mehmet Siyam KESİMOĞLU, CHP Kırklareli Milletvekili

Şevki KULKULOĞLU, CHP Kayseri Milletvekili


12 Ekim 2013 Cumartesi

‘MİLLETÇİLİK ZİHNİYETİ’NİN TEHDİDİNE KARŞI AÇIKLAMA


‘MİLLETÇİLİK ZİHNİYETİ’NİN TEHDİDİNE KARŞI
BASIN AÇIKLAMASI, 12 Ekim 2013

Dilek Akagün Yılmaz                  Birgül Ayman Güler 

Uşak Milletvekili                       İzmir Milletvekili

Sayın Başbakan, 30 Eylül 2013 tarihli pakete ve bununla ilgili yönetmelik değişikliklerine ilişkin görüşlerini paylaşan milletvekillerinin açıklamasına ilişkin olarak “Baktım yine dün birileri çıkmış bir şeyler söyleyip duruyor. Ya siz kimsiniz? Millet bu işin kararını vermiş bu iş bitmiş. Artık bu ülkede ulusalcı, mulusalcı diye bir şey yok. Millet gerçeği var…” diyerek tepki göstermiştir.

Başbakanlar, ülkelerinde yaşayan herhangi bir siyasi görüşü ve bunu benimseyen kişileri hedef almazlar. Ülkede “ulusalcı” diye adlandırılan bir tek kişi bile olsa, başbakanlık gibi bir makamı işgal eden birisi, “artık bu ülkede ulusalcı mulusalcı diye bir şey yok” diyemez. Eğer diyorsa, bu söz açıktan açığa bir tehdittir. Başbakanların gücü başında oldukları devletten geldiğine göre, böyle bir tehdit ulusalcı görüşe ve bu görüşü benimseyenlere söz ve yaşam hakkı tanınmayacağı anlamına gelir.

Sayın Başbakanı, sarf ettiği bu talihsiz sözleri düzeltmeye çağırıyoruz. Aksi halde, ulusalcı görüşü benimseyenlerin söz ve siyaset hakkına dönük her türlü engellemenin sorumlusu doğrudan doğruya kendisi olacaktır.

Ulusalcılık vardır; üstelik bu düşünce küresel sömürgecilik çağında Mustafa Kemal Atatürk felsefesine dayanan 21. yüzyıl siyasetidir. Bu siyasetin günümüzdeki başlıca görevlerinden biri, Türk Ulusu’nu reddetmeye yönelmiş ‘milletçilik zihniyeti’ni ifşa etmektir. “Milletçilik zihniyeti”nin ülkemizde Türk Ulusu’nu anayasadan ve tarihten silmeye yönelik çabalarına karşı direnişimizi sürdüreceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz. [12 Ekim 2013]


ULUSALCILIK: 

(1) Dini siyasete alet edip kendi saltanatlarını kuran "milletçi zihniyet"e karşı direnişin adıdır. 
(2) Soy-sop bağına dayalı etnikçiliğe karşı, yurttaşların eşitliği temelinde siyasal bağları yükseltmenin adıdır. 
(3) Bağımsız bir ülke için anti-emperyalist duruşun adıdır.