28 Mart 2015 Cumartesi

CUMHURİYET İÇİN TEK ADRESTE SANDIĞA!


AKP – HDP cumhuriyetçi değil, osmanlıcıdır.

CHP, cumhuriyetçilerin çatısı olmaktan çıkmıştır.

MHP, cumhuriyetin yıkımına seyirci etkisiz unsurdur.

TBMM, 7 Haziran 2015 seçiminde bu dört grubun dışında yeni bir grupla açılmalı, TBMM’de beşinci bir grup daha olmalıdır. Meclisin aritmetiği değiştirilmeli, böylece ruhu da Cumhuriyet yararına olacak şekilde yeniden belirlenmelidir. Bunun için, 1923 Cumhuriyet ilkelerine ve Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasına sahip çıkan siyasal güçlerin sandığa ittifak oluşturarak tek adreste girmeleri gerekli ve yeterlidir.

Vatan Partisi, kendi parti çatısı altında, partisinin unsuru olmayı kabul eden çeşitli kesimleri toplamıştır. Demokratik Sol Parti, Ecevit’le bütünleşmiş varlığıyla seçim hazırlıklarını sürdürmektedir. Anadolu Partisi ile Yurt Partisi, sandıkta varlık gösterebilmek üzere çalışma içindedir. Bunlara ek olarak partileşmemiş ve bunlardan birinin üyesi olmamış çeşitli grup ve platformlar vardır; bunlar da uzunca bir süredir gerçek ve etkili bir çıkış yolu yaratma çabasındadır.

Cumhuriyetçi güçleri temsil eden partilerle grup ve platformların önünde iki yol olduğunu söylemek bile gerekmez: Seçim sürecinde ya ayrı ayrı kalıp birbirleriyle yarışacaklar, ya da tek adreste ittifak kurup yıkım cephesiyle savaşacaklar.

Seçim sistemi yüzde 10 barajlı. Ortam, cumhuriyet yıkıcısı güçlerin egemenliğinde. Bu zorluklara karşın, şu ya da bu partiden olduğunu söyleyen milyonlarca seçmen bir çıkış arayışı içinde. İşte o seçmene bir çıkış yolunu işaret etmek gerek. Bu da, cumhuriyetçi siyasal aktörlere düşüyor.

Seçim sistemi, “sandığa koalisyon olarak girmek” yolunu kapatmış durumda. Sandıkta illa ki “bir parti” olmak gerek. Ortada birden fazla parti, grup, platform olduğuna göre, bunların bir partiye katılmaları, üye olmaları, eski terimle “iltihak etmeleri” konusunda ısrar etmenin bir anlamı yok.

Mevcut siyasal partilerin ve partileşmemiş çeşitli gruplarla platformların önünde bir yol var: Bir partiyi adres olarak belirleyip seçim ve iktidar ittifakı yapmak. Seçim pusulasında “tek tercih” olarak yer almak.

Bu ittifak için zaman az, ama yeterli.

Zaman az, 7 Nisan günü siyasal partilerin milletvekili listelerini Yüksek Seçim Kurulu’na vermeleri gerekir.

Zaman yeterli, çünkü seçim ittifakında yer alabilecek tüm aktörler, seçim hazırlıklarını uzunca zamandır yapmaktalar. Seçim ittifakı için de yeterince çok, yeterince ayrıntılı, yeterince somut görüşmeler ve tartışmalar yapıldı.

Şimdi yapılacak iş, cumhuriyetçi ittifakın seçim pusulasına yerleştirilecek tek adresi konusunda ortaklaşa bir karar vermekten ibaret. 

Haydi, bu dönem için son bir kez daha gayret!

[Yeni Adana, 30 Mart 2015] 


23 Mart 2015 Pazartesi

“ÇÖZÜM”ÜN ŞARTI AÇIKLANDI

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler

21 Mart 2015 günü Diyarbakır’da Öcalan mektubuyla konuştu. AKP – PKK arasında yürütülen “çözüm süreci”nin özünü ifşa etti. Mektupta şöyle dedi:

“PKK'nın Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı yaklaşık 40 yıldır yürüttüğü silahlı olan mücadeleyi sonlandırmak …. için bir kongre yapmalarını gerekli ve tarihi görmekteyim. …. Bu kongremizle birlikte artık yeni dönem başlamaktadır. Bu yeni dönemde, Türkiye Cumhuriyeti dahilinde özgür ve eşit anayasal yurttaşlık temelinde demokratik kimlik sahibi demokratik toplum olarak, barış içinde ve kardeşçe yaşama sürecine giriyoruz.”
Anlaşmanın özü, PKK silah bırakacak ve karşılığında Yeni Anayasa’da devlet ve toplum sistemi “anayasal yurttaşlık” temelinde yeniden kurulacak. Çözüm’ün şartı anayasal yurttaşlık!

Anayasal yurttaşlık istemek, vatandaşlık meseleleri anayasaya yazılsın demek değil.

Anayasal yurttaşlık, bireylere değil etnik topluluklara göre vatandaşlık demek. Buradaki “özgür” ile “eşit” de, bireysel özgürlükler ve eşitlikleri değil, etnik toplulukların özgürleşip birbirleriyle siyasal olarak eşitleştirilmeleri anlamına geliyor.

NASIL YAPILACAK?

Anayasal vatandaşlığın pratik sonuçlarından biri, Anayasa’dan 3. Maddede yazan “Türkiye Devleti …. milleti ile bölünmez bir bütündür” cümlesinin çıkarılması; bunun yerine etnik topluluklara siyasal kimlik verilmesi ve “millet” yerine “milliyetler toplamı” yaratılması…

Pratik sonuçlardan bir diğeri, Anayasa’dan 66. Maddede yazan “Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” cümlesinin çıkarılması; yerine “TC vatandaşıdır” denmesi…

Böylece şimdi ulusa –Türk milletine- göre tanımlanmış olan ulusal vatandaşlık sisteminin ortadan kaldırılması; devlete göre tanımlanacak bir anayasal vatandaşlık sisteminin getirilmesi.

ANLAM ve ÖNEMİ

Kimi okuyucu, “ne var bunda” diyebilir. “Madem bazı vatandaşlar kendilerini “Türk” diye adlandırmak istemiyorlar, o zaman daha geniş adları kabul edelim; onlar da kendilerini bu ülkeye ait hissetsinler. Bu kavga da bitsin!” diye düşünebilir. Bu olasılığa karşı düşüncelerimizi açıklamamız gerekir.

Anayasalar yalnızca aidiyet duygusuna karşılık veren metinler olsa, bu olabilirdi. Ne var ki anayasalar, içerdikleri her cümle bakımından bir mekanizma öngören hukuk metinleridir. Türk vatandaşlığından vazgeçmek, bireysel haklara dayanan yurttaşlık sisteminden topluluk haklarına dayanan bir toplumsal – siyasal sisteme geçiş yapmak demektir.

Birkaç örnek vermek gerekirse, Başbakan’ın dile getirdiği 36 etnik grup temelinde okullaşma ve eğitim sistemleri; birden çok dilin resmi dil olarak kabulü; farklı inanç grupları için farklı mezarlıklar; siyasal seçimlerin topluluklara kota uygulamasıyla yapılması; vb… demektir. Devletin bireylere değil topluluklara göre örgütlenmesi, hak ve özgürlükleri hepimiz için genişletmeye hizmet etmez. Aksine, bugün ulaşmış bulunduğumuz ulusal bütünleşmeden yapay biçimde geri adım atmak, bireysel özgürleşmeyi etnik kimliklere sıkıştırarak adeta dinamitler. Böyle bir sistem "kavga" bitirme gücü taşımaz; aksine "kavgalar" yaratır.

Öcalan mektubunda anayasal vatandaşlık diyor; bir de bunu “özgür – eşit” diye sıfatlandırıyor.

Hemen belirtmek gerekir ki, anayasal vatandaşlığın anayasallığı nasıl “anayasaya yazma” anlamına gelmiyorsa, bunun eşitliği de yurttaşlar arasında eşitlik anlamına gelmiyor. Buradaki eşitlik bireyler arasında değil, etnik grupların/toplulukların birbirine eşitliğidir. 

Başka bir söyleyişle “eşit anayasal vatandaşlık”, ülkedeki inanç ya da etnik temelli gruplar arasında eşitlik sağlanması talebi demektir. Buna göre, örneğin, her topluluğun dili devlet yaşamında yer bulmalı; resmi dil olabilmelidir. Aksi halde, tek dil resmi dil olursa, o dilin etnik grubu diğer etnik gruplara göre üstünlük elde etmiş, “eşit anayasal vatandaşlık” bozulmuş olur. Yine örneğin eşitlik gereğince, her topluluk kendi kimliğiyle yer alacağı toplumsal - siyasal yaşamda bir diğer topluluğa “eşit olarak” temsil edilmelidir. Bürokraside ve siyasette makam ve sandalyelerin dağılımı, topluluklar arasında eşitlik gözetilerek yapılmalı, etnisiteler dini gruplar “kotalara bağlanmalı”dır. Kısacası bu anlayışın tasarladığı yapı, cemaatler ve milliyetler devletidir. Nasıl yani diyen varsa, eski Yugoslavya’dan kalan Kosova, Bosna, Makedonya’da bugün uygulanan sistemlere bakması yeterlidir.

Kısacası, anayasal vatandaşlık formülü, vatandaşlık sisteminde isim değişikliği yaratmaktan ibaret değildir. Ardında hem toplumun hem devletin başka tipte örgütlenmesini gerektiren kapsamlı bir mekanizma taşır. Sistemi birey olarak yurttaşların eşitliğine göre değil, etnik ve inanç gruplarının eşitliğine göre kurar. “Ne var canım bunda!” tavrı, ya ‘bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak’ durumu ya da başkalarını kandırma amaçlı bir tavır tercihidir.

7 Haziran ve Sonrasında Mücadelelerin Temel Konusu

“Çözüm süreci” denen şey, anayasal vatandaşlık meselesinden ibarettir. Ve bu, 7 Haziran 2015 sonrasında yapılmak istenen Yeni Anayasa’nın olmazsa olmazıdır. 

Bizim olmazsa olmazımız ise, ulusal vatandaşlıktır.

Mücadele konusu belli olduğuna göre, büyük savunmaya ‘Ne mutlu Türküm diyene’ ilkesi çerçevesinde hazırlanmak gerekir.

[Yeni Adana, 23 Mart 2015] 


16 Mart 2015 Pazartesi

LAİKLİK ŞİMDİ GÖKTEN YERE İNDİ!


Prof. Dr. Birgül Ayman Güler

Laiklik, kitaplardaki kuru satırlardan çıktı, yaşama ve hatta yaşamın tam ortasına düştü. Bir anlamda gökten yere indi.

Yaşantımızı gökten alıp yerde yerine yerleştirmek için keşfedilmiş bir ilke hakkında böyle söylemek tuhaf. Ama öyle oldu. Kitabi ezber konusuna dönüştüğü 20. yüzyıl boyunca, laikliğin yaşamdaki diri anlamını unutmuşuz. Laikliği, içi boş bir ezbere dönüştürmüşüz.

Şimdilerde laikliğin ne demek olduğunu tüm ayrıntılarıyla yeniden keşfediyor, anlamaya, gerçekten kavramaya başlıyoruz. İnanç-mezhep savaşlarıyla yandıkça, inanç-mezhep körlükleri diğerlerini yasakladıkça, büyük toplumumuz topluluklar bohçası olmaya doğru bölünüp parçalanmaya zorlandıkça, bizler laikliğin anlamını yeniden keşfediyoruz.

***
Laiklik, din-mezheplerin iktidar savaşlarına son vermenin yolu. Dini inanç çevrelerinin, mezheplerin, tarikatların, toplumu parça parça kılan farklı grupların, birlikte yaşama yolu. Basit bir çözüm. Farklı inanç gruplarının siyasi iktidar için birbirleriyle kavgaya tutuşmasına son veren; bunlardan birinin iktidarı ele geçirmesine olanak tanımayan; bir kez iktidar minberine çıkınca tüm diğer inanç kesimlerine kendi inancını dayatmasını en baştan önleyen yol. Dinlerin ve mezheplerin, dünyada iktidar olmak uğruna sonu gelmez kanlı boğazlaşmasını tarihe gömen yol. Böylece birlikte yaşamı, inançlar dışında ortak kurallara bağlayarak toplumu bir bütün olarak özgürleştirmenin ana çözümü. Barış yolu.

***
Laiklik, inançları özgürce yaşamanın yolu. İnançlardan biri, diğerleri üzerinde dünyevi hükümranlığını ilan edince doğan tek şey, baskı ve köleleştirmedir. Buna "ateistlik" demek, özgürlük düşmanlığından ibaret. Kendi inancının diğer tüm inançlardan daha doğru olduğuna iman etmiş dini inanç çevrelerinin diğerlerine eşit, özgür var olma hakkı tanıdığı nerede görülmüş! Böyle bir tavır karşısında her inanç gurubunun özgürce yaşama olanağı bulması, ancak laiklikle mümkün. Din ve vicdan özgürlüğü yolu.

***
Laiklik birlikte yaşamanın pratik yolu. Farklı ibadet saatleri ile günlerini, toplumun günlük yaşam gereklerine göre düzenlemeyi başarmanın ortak akılcı yolu. Mesai saatleri ile günlerini, otobüs seferlerinin düzenini, okullarda ders görme takvimini, vb. vb. farklı inançlara göre düzenleyip birlikte yaşamanın, ortak üretmenin, hep birlikte çalıp söylemenin yolu nasıl açılabilir ki? Eğitim inanç-mezhep değerlerine göre sözde 'çokluk'la inşa edilirse, eğitimde birlik ortadan kaldırılırsa, birlikte yaşam ve gelecek nasıl inşa edilebilir? Laiklik, eğitimde birliğin mümkün hale geldiği zemin. Yani cemaat kafeslerinde boğulmaktan çıkıp cemiyet/toplum halinde yaşamanın düzenleyici zemini. Bu dünyanın akıl yolu.

***
Laiklik toplumsal yaşamımız için vazgeçilemez siyasal ilkelerden biri. (1) İnanç-mezhep dünyalarının iktidar savaşlarına geçit vermemek için. (2) Dini inançların özgürce yaşanmasını sağlamak için. (3) Dini inançlar uğruna parçalanmamak, uygarlığı "toplum" olarak yaşamak ve yükseltmek için.

[Yeni Adana Gazetesi, 16.03.2015]