26 Temmuz 2015 Pazar

İVO ANDRİC’İ NASIL BİLİRDİNİZ? -4-

Eğer “hümanist”lik dünyanın insanlarını hiçbir biçimde ayırmamak ise, 
İvo Andric humanist değildir. 
Yok eğer hümanistlik dünyanın insanlarını doğu-batı diye ayırıp, ayırımın içinden
 “Batı Değerleri”ni benimsemek ise, 
böyle düşünenler 
yazarın humanist olduğunu söylemeye devam edebilirler.


İvo Andric, 1924 tarihli bir doktora tezinin sahibi. Tez, Avusturya’nın Graç kentinde kurulu Graz Karl-Franzens-Universität adındaki üniversitede kabul edilmiş. Çift satır aralı, toplam 143 sayfalık bu metin, şimdi olduğu gibi o dönemde de toplumbilimi alanında yazılmış tezlere göre oldukça kısa bir metin.

DRAM’A NİYET TEZE KISMET

Tez kısa ve jüriye göre kaynakçası bakımından yetersiz olduğu gibi, bir yıldan az bir sürede hazırlanmış, hızlı bir iş. Bu hızın nedeni, yeni çıkan bir yasa nedeniyle, yazarın Dışişleri Bakanlığı’ndaki işine devam edebilmesi için böyle bir sertifika sahibi olması zorunluluğu. Yoksa kendisine son iki aylık maaşı ödenecek ve işine son verilecek.

Tezin bir diğer özelliği, kullanılan malzemenin, aslında “Büyük Fransisken Dramı” adlı bir tiyatro oyunu yazmak için biriktirilmiş malzeme olması. Bu malzeme üç ayrı fransisken (Bosnia-Kresevo, Fojnica, ve Sutjeska) manastırının arşivlerinden derlenmiş. Yazar kaleme dökmeyi tasarladığı bu dramı hiç yazmamış.

Tez hazırlığına girişen Andric yazar olarak tanınmasa da, daha o zaman, yedi öyküsü yayımlanmış durumda; Bunların arasında "Put Alije Qerzeleza", "Corkan i Svabica", "U musafirhani" ve "Mustafa Madzar" öyküleri var. Uzmanlar, bu öykülerin tezine kimi zaman paragraflar halinde girdiğini belirtiyorlar.

Demek ki yazın adamı Andric ile tez sahibi Andric arasına bir çizgi çekmek, ikisi ayrı şey demek anlamlı değil. Öte yandan bilimsel çalışmalarda yazarlar kendi bulgu ve değerlendirmelerini sergilemekle yükümlü olduğu için, bunlar yazanına edebi işlerdeki gibi saklanma olanağı vermez. Bu nedenle tezi gözden geçirmek, İvo Andric’i anlamak bakımından isabetli bir iştir.

Toplam beş bölüm ve bir ekten oluşan tezin ilk bölümünde Bosna’nın Türk fethi öncesinde dinsel –kültürel, manevi- durumuyla siyasal koşulları, ikinci bölümde Osmanlı’nın toprak rejimi ve devşirme sistemiyle dönüştürücü etkisi; üçüncü bölümde reaya –gayrımüslim nüfus- ile ilgili kanunnameler; dördüncü bölümde fransisken rahipleri ve katolik kilisesinin ve beşinci bölümde ortodoks kilisesinin entelektüel etkinliği ele alınmıştır.

DOĞU DEĞİL "BATI”

Tezde Bosna müslümanlarının entelektüel durumu ayrı bir bölüm olarak değil, iki sayfalık “ek” olarak yer bulabilmiştir. Biçimdeki bu özellik, yazarın savına uygundur. Ona göre “Bosnalı müslümanlar”ın entelektüel varlığı “hybrid literatur”dür. Yani yabancı ve kendini üretme yeteneğinden yoksun… Ve yazar sözlerini, bu durumun “islamın tamamen kısıtlayıcı ve kısır etkisine kanıt” oluşturduğu yargısıyla tamamlamaktadır.

Bosna’da İvo Andric’in tarafsızlık ve hümanistlik bir yana, ayırımcılığın temsilcisi olarak görülmesinin bir nedeni, bu tutumudur.

Andric, İslamiyet karşısında olduğu gibi, Patarin –Bogomil- inancı karşısında da “tarafsız” değildir. Tezinden alıntı yapalım:
“Patarinler [Bogomiller], Katoliklikle eşitsiz, acı kavgalarıyla, Bosna ile Batı dünyası arasına taştan bir duvar örmeye başlamışlardı, duvar İslam tarafından daha da genişletildi, ve uzun zamandan beri ufalanmış ve parçaları dökülmüş olmasına karşın bugün bile hala karanlık, uğraşmak için cesaret gerektiren bir nişangah etkisi üreterek yükselmeye devam ediyor. Sonuç olarak: Patarinler [Bogomil], Batı’nın kontrolü altına girmeyi dik kafalılıkla reddettiklerinde, ülkeyi kaçınılmaz olarak Doğu’nun boyunduruğu altına sokmuşlardı.”
Kısacası İvo Andric, bizim edebiyatçılarımızın bize tanıttıkları gibi “fotoğraf makinesi gibi soğuk, tarafsız” değildir. Açık olarak “Batı”dan yanadır; ve tezinden açıkça anlaşıldığı üzere, Bosna’daki “Batı”, herkesten ve herşeyden çok Katolik dünyası anlamına gelmektedir. Onun anlayışına göre Bogomillik de, İslamiyet de, ve bir ölçüde Ortodoksluk da doğu elemanlarıdır.

Bu durumda, eğer “hümanist”lik dünyanın insanlarını hiçbir biçimde ayırmamak ise, İvo Andric humanist değildir. Yok eğer hümanistlik dünyanın insanlarını doğu-batı diye ayırıp, ayırımın içinden “Batı Değerleri”ni benimsemek ise, böyle düşünenler yazarın humanist olduğunu söylemeye devam edebilirler.

İvo Andric kuşkusuz güçlü bir kalem. Düşünceleri ilginç, yazı yöntemi ve kullandığı uslup daha da ilginç. Belki bu dört bölümlük yazı dizisinden sonra bir kez daha okunmaya değer. Travnik Kronikası adlı kitabı bence bir numara.

[Birgül Ayman Güler, Yeni Adana Gazetesi, 27 Temmuz 2015]

20 Temmuz 2015 Pazartesi

İVO ANDRİC'İ NASIL BİLİRDİNİZ? -3-


İvo Andriç´in kaleme aldığı Uğursuz Avlu, Aydın Emeç´in çevirisiyle 1964 yılında yayımlanmıştı. Önsözde Andric´in “suya sabuna dokunmayan, herşeye fotoğraf makinesi gibi aynı gözle bakan tarafsız hali, kendi ülkesinde pek çok kötü niyetli kişi tarafından yerilmesine yol açmıştır. …..” deniyordu.

Kimdi bunlar?

Önsözde bu soruya yanıt oluşturabilecek herhangi bir bilgi verilmiyordu.

BOSNA'DA…

Daha o günlerde, 1960´lı yılların başlarında, olumsuz eleştiri sahiplerinden biri dönemin Partizan yöneticilerinden Šukrija Kurtović (Şukriya Kurtoviç) olmuştu. Yugoslavya´nın kurucu sloganı “kardeşlik ve birlik” idi, Kurtoviç yazarın iki önemli romanını bu ilkelere büyük zarar verdiği savıyla Marksist bakış açısıyla kapsamlı bir eleştiriye tabi tutmuştu. [Yazısının başlığı şuydu: ‘Na Drini çuprija´ i ‘Travniãka hronika´ od Ive Andriça u svjetlu bratstva i jedinstva]

Kurtoviç, Andric´in romanlarında Boşnak Müslümanları “Türk” olarak etiketlediğine işaret etmiş ve tüm müslüman karakterlerin “gülünç, aptal, sapkın olarak sunulduklarını; hepsinin kötü adamlar, hoşgörüsüz, kurnaz, eğitimsiz kimseler olarak nitelendiklerini; kafirlerin burunlarını kesmekten ve diğer en iğrenç suçları işlemekten zevk alan gerçek vahşiler, katiller olarak resmedildiklerini” saptamıştır. Ona göre Andric´in uslubu “kaçamak, mertlikten uzak-kadınsı, yılan gibi kaygan, horgören bir alaycı"lıktan ibarettir. Andric “bir şovenisttir”.

Kurtoviç´ten sonra eleştirilerde bulunan çok sayıda entelektüel olmuştu. En kapsamlı inceleme, 1995 yılında yayımlandı. Saraybosna Üniversitesi´nde Yugoslav edebiyatı profesörü Muhsin Rizvić, “İvo Andriç´in Yapıtlarında Bosnalı Müslümanlar” başlıklı yediyüz sayfalık çalışmasında, Andric´in Bosnalı Müslümanları kötülemek uğruna tarihi tahrif ettiğini, Bosna´da yalnız ve yalnız etnik ve dinsel ayrılıklar, bölünmeler ve nefret örneklerini işlediğini belirledi. [Kitabın adı: Bosanski muslimani u Andricevu svijetu, Ljiljan, 1995] Ona göre Andric´in bu sistematik tavrı, Bosna´da 1990´lı yılların başında yaşanan trajedinin zihinsel hazırlığından başka bir şey değildi.

Şukriya Kurtoviç, 1960´larda Andric´i Goethe´nin Mefistofeles´ine yani insanlığın şeytanına benzetmişti. 1990´da başka bir yazar, Nihad Kreşevljakoviç ise “bizim Markiz de Sad´ımız” [Ivo Andric: Markiz De Sad naşe knjilevnosti] başlığı verdiği yazısıyla, Andric´i, ahlakın değil içgüdülerin esiri sadizm dünyasının yerli temsilcisi olarak ilan etti. 1995´te Muhsin Rizviç bu değerlendirmeleri paylaşıyor, yazarın “sado-mazoşist”kişiliğini açık biçimde ifade ediyordu.

HIRVATİSTAN... 

Boşnak entelektüellerin bu değerlendirmeleri, Hırvat yazarlarca da paylaşılmıştır. Kimileri Andric´in Hırvat olduğunu –bizim oğlumuz- kanıtlamak üzere çaba gösterse de, “kendisini Sırp olarak tanımlamayı tercih etti, bizim için daha fazlası gerekmez” diyenlerin sesi daha gür çıkıyor. Ama elbette tartışma bitmiş görünmüyor.

İvo Andric, Bosna´lı. Yaşamı üniversiteye kadar Travnik´te başlayıp önce Vişegrad´da sonra Sarajevo´da sürmüş.

Ve tüm yaşamı, Katolik – Hırvat dünyasının koruması altında olması sayesinde güvenlik içinde geçmiş görünüyor.

Yaşamda başlangıç noktası, burada Osmanlı İmparatorluğu için başkentlik yapmış Travnik kenti, Katolikliğin güçlü olduğu bir yer. Gerçek babasının bir Katolik rahibi olduğu söylentilerinin doğruluğunu bilemeyiz. Ama, ilkokuldan üniversite yaşamına –ve üniversitede de- NAPREDAK adlı Katolik-Hırvat yardımlaşma kurumunun burslusu olduğu resmi bir bilgi. Bu dernek, sosyalizm dönemi boyunca 1949 – 1990 yılları arasında yasaklanıp kapatılmış bir yapı. Çalışmalarına, 1990 yılında çıkarılan bir yasa sayesinde,“sivil toplum örgütü” olarak yeniden başlamış durumda ve şimdilerde varlığını uluslararası ölçekte sürdürüyor.

Öte yandan, İvo Andric´in 1919-1920 yılında krallık bürokrasisinde ilk işini, lisedeki öğretmeninin bakanı olduğu Din İşleri Bakanlığı´nda aldığı; kısa süre sonra Dışişleri Bakanlığı´na geçtiği ve ilk hizmet yerinin Katolikliğin dünya merkezi Vatikan büyükelçiliği olduğu da resmi bilgilerden biri.

Nihayet, üniversiteyi bitiremeden girdiği devlet hizmeti için üniversite diplomasını gerekli kılan bir yasa çıkması üzerine, bakanlıktan verilen “diploma getirirsen görevine devam edersin” şeklindeki ek sürenin, Avusturya´daki Graz Üniversitesi hocaları ve yönetimince gösterilen kolaylık sayesinde işe yaradığı da resmi bilgiler arasında. Bu üniversite, Osmanlı´nın Graç dediği Graz kentinde, 1565 yılında kurulmuş olan Karl-Franzens-Universität… Kurulduğu tarihten bu yana Katolik Kilisesi'nin yönetiminde ve daha yakın zamanlarda doğrudan etkisinde bir kurum olmasıyla dikkat çekmekte.

İncelemeler, Andric´in tezini olağanüstü kısa bir zamanda hazırlayıp sunduğu ve jürinin de bu hıza uygun biçimde davranıp süreci tamamladığı konusunda hemfikirler.

SIRBİSTAN... 

Diploma sorunu böylece çözüldükten sonra İvo Andric´i Belgrad merkezli olarak çalışan bir diplomat olarak görüyoruz. Ta, 1941 yılına kadar.

1939-1941 yılları arasında Almanya´da Berlin´de görevli. Zamanın gazeteleri, Hitler tarafından da kabul edildiğine ilişkin haberleri veriyor. 1941´de istifa ederek görevini bırakıyor.

İkinci dünya savaşının ateşi her yeri sarmışken, 1941-1945 yılları arasında, hiçbir siyasi – askeri yapının içinde değil. Daha sonra Tito Yugoslavyasını kuracak olan Partizan Hareketi´nde de değil. O tarihlerde Nazilerin kontrolü altında olan Belgrad´da, bir apartman dairesinde, “inzivaya çekilmiş” olarak yaşıyor.

İkinci dünya savaşı boyunca bir “münzevi” olabilen yazar, birinci dünya savaşında da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu´nca “mahpus” ve “sürgün” edildiği için, bu büyük savaşların hiçbirinde cephede bulunmamayı başarabilmiş.

Sonra hep Belgrad´da… Yugoslavya´nın ve Sırbistan Cumhuriyeti´nin başkentinde.

NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜ... 

1961 yılında İsviçre Kraliyet Akademisi´nin Nobel Edebiyat Ödülü´ne layık bulunduğu tarihte Yugoslavya Komünistler Birliği üyesi değil; 1969 yılına kadar da böyle bir üyelik sözkonusu olmamış. Yaşamı, 83 yaşındayken, 1975 yılında Belgrad´da sona eriyor.

İvo Andric, Nobel ödülü aldığında, Hasan Ali Ediz´in belirttiği gibi, ülkesinde pek önde gelen ve tanınmış yazarlardan biri değil. Bu nedenle bu ödülü alması bir miktar şaşırtıcı bulunuyor.

Bir rastlantı olsa gerek, yönetimi sayesinde anlayış gördüğü Üniversite´nin ilginç bir özelliği var. Graz - Karl-Franzens-Universität, ayrı zamanlarda dokuz ayrı hocası Nobel´e layık görülmüş bir üniversite…

O halde bir de, Graz´da kabul edilmiş teze göz atmakta yarar olabilir. Haftaya, dördüncü yazımızda İvo Andric´in tezine bir göz atalım…