6 Kasım 2017 Pazartesi

DANIŞMAN GÖLGELERİ


Türkiye’nin başbakanı için Amerikan muktedirlere ‘deliğe süpürmeyin, kullanın’ diyen başbakan başdanışmanları…
Türkiye’nin anayasa değişikliği için ‘metinler’ yazan ve adlarına ancak ‘kim yazdı’, ‘kim bunlar’ diye defalarca sorduktan sonra erişebildiğimiz ‘anayasa yapıcı’ cumhurbaşkanı başdanışmanları…
Kim oldukları bir yana, sayıları bile bilinemeyen cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, siyasal parti baş ve baş-olmayan danışmanlar ordusu
Birbiriyle boğazlaşır görünen siyasal partilerin her birinde danışmanlık yapabilen, hiç batmayan ‘bir bilen’ler grubu….
En son, yeni kurulan iyi partide yaşanan genelbaşkan başdanışmanı krizi…
Anlaşılan o ki, kitabî olarak pek gerekli ve yararlı olan danışmanlık kurumu, siyaset ve yönetim dünyamızda, görünmeyen ve hesap sorulamayan gölge iktidarların kanalı haline gelmiş bulunuyor.
*
Yönetimlerde danışmanlık kurumu var. Kuşkusuz gerekli ve yararlı bir kurum. 
Bunun kötüye kullanılmasını kolaylaştıran özelliklerinden birini, belki şöyle özetleyebiliriz:
Danışman, karar alma sürecinin parçasıdır. Deyim yerindeyse o ‘bir bilen’dir. Ne’yi bildiğine karar veren ve kendisinin o bilgiye ihtiyacı olduğuna karar veren de yöneticinin kendisi. Yönetici bunun yolunu açar; danışman da ‘bilgi iktidarı’nı kullanmak üzere parlak ufuklara yürümeye başlar.
Buna karşın, resmî olarak karar alma yetkisi olan mekanizmalarda adeta ‘gölge’dir. Örneğin bir şirketin genel kurul üyeleri ya da partilerin parti meclisleri, bunları dünya gözüyle hemen hiç görmezler. Şirketin yönetim kurulu ya da partilerin merkez kurulları da öyle..
Örgütlenme şemalarında da nadiren görünürler. Resmi karar organları bunların görevlendirilmesinde hiçbir yetki kullanmazlar. Dolayısıyla denetlemezler de… Zaten çoğu zaman kimin ne için ne süreyle işbaşına getirildiklerini de bilmezler.
Sormak mı? Sormak olmaz; patron gerek duymuş ki yapmış, patronu sorgulamak olur mu!
*
Kötüye kullanımı önlemenin yolu, “danışmanın sorumlusu yöneticidir” şeklindeki basit kuralı akılda tutmak.
Danışmanın sorumluğu yöneticiye aittir. Yönetici, karar alma gücü olan kişidir. Bunu emir diye başkalarına veren, dolayısıyla ‘yapabilen’ kişi. Aldığı kararlardan ve bunların uygulanmasından öncelikle kendisi ve emir verdiği kişiler sorumlu; yani hesap vermek zorunluluğu var. Tepedeki yöneticiyle emrindekiler, çeşit çeşit denetime bağlılar. Bunların hesabı siyasal olarak kesilebileceği gibi, hukuksal olarak da kesilebilir. Hukuksal sorumluluk idari olabilir, örneğin yöneticiye görevden el çektirilebilir. Hesap malî olabilir, yöneticiye tazminat ödettirilebilir. Sorumluluk öyledir ki, cezai olabilir, kendisine ve emrindekilere mahpushane yolları açılabilir.
Danışman, bütün bunlardan azadedir. Kararların yükünü taşımaz. Öyle ya, kararı alan o değil, emrin altında onun imzası yok; hatta emirnamenin şu yada bu köşesinde bir ‘paraf’ı bile yok; sıfır iz! Tokmak inmek üzere kalktığında, emir veren ile emre uyanları adeta açık arazide bulur; oralarda danışmandan iz yoktur. Danışmanın sorumluluğu, yalnız ve yalnız onu kendisine danışman yapmış yöneticinin gözünde ve elindedir. Öyle ki, danışmana soru sorulmaz; onun hakkındaki sorular da yöneticiye sorulur; ‘neden bu kişiyi seçtin?’ Kısacası, danışmanın hesabı, yöneticinin hesap defterinde bir kalemdir.
*
Görünenden başka aktörlerin iktidar aracı olmak, kendi başına suçtur. Böyle yapan danışman kimseleri, elbette sorumlu tutarız.
Ama danışmanlık mekanizmasını başka, yabancı, gizli iktidar kanalları olarak gayrı-meşru aktörlere açmanın sorumlusu, doğrudan ilgili kurumun başındaki yöneticilerin kendileridir.

Siyaset arenasında sıkça duyduğumuz “aslında patron kötü değil; ama etrafını sardılar” mazereti, biriktirdiğimiz bunca deneyimden sonra geçerliğini yitirmiştir.

[BAG, Aydınlık, 5 Kasım 2017]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder