İki
dönem milletvekilliği yapmış ve 1979’da kazanıp tamamlayamadığı hukuk
öğreniminin şimdilerde sonuna gelmiş deneyimli bir öğretim üyesi dostum
söyledi: “Üniter ne demek biliyoruz,
federasyonu, özerkliği anlıyoruz. Statü kavramıysa zihnimizde yok gibi bir şey.
Şimdiki tartışmaların çekirdeği bu. Ama anlamayı bırak, sözcüğü duymakta bile
zorlanıyoruz. Bunun nedeni, zihnimizdeki bu boşluk”.
Doğru
söylüyor.
*
Türk
Dil Kurumu statü sözcüğünün Fransızcadan (statut) geldiğini belirtip dört anlam
vermiş. Bunlardan ikisi “heykel”, “tüzük”
anlamları. Bir diğeri “kadro bakımından
bağlı olunan durum, pozisyon (memur statüsündeki kişiler deyişinde olduğu
gibi). En genel anlamı ise “bir kimsenin
bir kurum veya toplum içindeki durumu”.
Bizi
ilgilendiren sondaki anlamı. Buna göre statü, kişilerle ilgili bir durum; coğrafyayla ilgili değil. Yine buna göre statü, bir şekilde tanımlanmış olan
bir durum; kendiliğinden olan bir hal değil.
PKK
ve çevresinin uzunca zamandır dile getirdiği “kimliklere statü”, Türkiye’de
kopan fırtınaların ifadelerinden biri. Daha günlük konuşmalarda rastladığımız
“kendi kimliğimle siyaset yapmak” arzusu da aynı şeyin ifadesi.
*
Statü sözüyle dile getirilen şey, yine bir tür özerklik
talebi. Ama ülkenin belli bir bölgesinde
ayrı yönetim hakkı talep etmek anlamına gelen özerklikten farklı olarak, bu
sefer nüfusun – insanların – ulusun bir ya
da farklı bölümleri için özerklik talep etmek anlamına geliyor.
Kimliklere statü,
Avrupa merkezli olarak, yüz yıl önce “milliyetlere
kültürel özerklik” adıyla tartışmalara konu olmuştu. Tartışmalar Avusturya
ve Rusya’da parti kongreleri yapılmasına, makaleler yazılıp çizilmesine neden
olmuştu.
O
zaman bu tartışmalar şöyle sonuçlandırılmıştı: Milliyetlerin kültürel özerkliği diye bir şey olmaz. Bu istek,
açıkça, şimdi birlikte yaşayan çeşitli etnik kimliklerin, milliyetlerin siyasal özerkliğini istemek anlamına gelir.
Bu da mevcut siyasal sistemden ayrılmak
talebidir. Herkes açık konuşsun; ortada bir sorun varsa çözümü ancak açık
konuşmayla bulunur.
Bizde
şimdi “kimliklere statü” etiketi altında “kimliklerin
tanınması”, “bunun için anayasada
değişiklik yapılması” diye dile getirilen görüşler, yüz yıl öncekilerle
aynı görüşlerdir. Tartışmaların niteliği de aynıdır. Elbette çözümü de… Zor
değil, çözüm yalnızca açık konuşmakta gizli.
*
Mahkemelerde
anadilde savunma yapılması, her kademede (anaokulundan üniversiteye) anadilde
eğitim yapılması gibi parçalı taleplerden hareket edenlerin, anadillerin resmi dil haline getirilmesi
talebi “statü talebi”dir. Kime? Kimliklere… Hangi kimliklere? Etnik
kimliklere… Eğer etnik kimlikle özdeşleşiyorsa, elbette mezheplere ve inançlara
da… Özdeşleşmiyorsa, etnik kimliklerden ayrı olarak onlara da…
Kimliklere
statü diyen siyaset, uygulamaya geçebilmek için, kendini anayasada görmek zorundadır. “Statücülük”, bugünkü Yeni
Anayasa tartışmalarının özünü oluşturur. Bu kapıyı açmanın tek yolu vardır;
Anayasa’daki Türk Vatandaşlığını getirmiş olan 66. Maddeyi değiştirmek… Bu
yapılınca egemenlik hakkı Türk Milletinindir diyen 6. Madde temelsiz kalır; onu
da “yumuşatmak” ya da “kaldırmak”…
*
Bölgesel
özerklik istekleri başlıca dert alanlarından biridir. Kimliklere özerklik, yani
“statü talebi” ise, aynı zamanda Türk Milletinin egemenlik hakkını ortadan
kaldırma amacını güttüğü için, daha da büyük bir dert alanı açmış bulunuyor.
(BAG, Aydınlık Gazetesi, 14 Şubat 2016)
Hocam, aklınıza, elinize sağlık! Ömrünüze bereket!
YanıtlaSil