Anayasa’nın 101.
Maddesinde “cumhurbaşkanı seçilen kişinin
varsa partisi ile ilişiği kesilir” hükmü var.
AKP-MHP anayasa
değişikliği önerisi bunu metinden çıkardı. Böylece partili cumhurbaşkanlığı ilkesi benimsenmiş oldu.
*
Haydi diyelim ki,
doğrudan halk tarafından seçilen bir makam için partisizlik aramak, eşyanın
doğasına aykırıdır. Böyle bir yasak, cumhurbaşkanlığı üzerinde siyasal amaçlı
baskılar yaratabilir ve bu baskılar söz konusu makamın çalışmasını engelleyecek
boyutlarda olumsuz sonuçlar doğurabilir. Yasağın ortadan kaldırılması uygundur!
Ama AKP-MHP tasarısı
kaldırdığı hükmün yerine başka hiçbir şey koymadı. Cumhurbaşkanının partililik hali tanımlanmadı.
Eğer toplumda partililik
niteliğinin anlamı konusunda oluşup paylaşılmış yerleşik ortak bir görüş
olsaydı, anayasadan bu konuda yön göstermesi istenmeyebilirdi. Ne var ki ortak
görüş bir yana, kimileri bunun bir partinin genel başkanı olma hakkı anlamına
geldiğini söylerken, kimileri de bir siyasal partiye mensubiyetin “iz”ine sahiplikten
ibaret olduğunu söylüyor.
*
Bu konuya benzer bir
örnek, belediye uygulamalarımızda var.
Türkiye’de 1963
yılından beri belediye başkanları partili
belediye başkanı. Belediye başkanları o tarihe kadar meclisin içinden ya da
dışından ama meclis tarafından seçiliyordu. 1963 yılında çıkarılan 307 sayılı
yasa, başkanların meclis gibi doğrudan halk tarafından seçilmesi kuralını getirmişti.
Bu kuralla birlikte, yasada
partili başkanlığın sınırları da belirleniyordu. Ortak görüş şuydu: Başkan siyasal seçimle sandıktan gelecek.
Ama görevi süresince parti faal hizmetlerinde görev almamalı.
Yasama sürecinde bu
görüş uygulamaya yön verecek biçimde kaleme alınarak şöyle bir hüküm kuruldu: Seçilen belediye başkanları, bu görevlerinin
devamı süresince siyasi partilerin genel merkezlerinde vazife alamayacakları
gibi il ve ilçe idare kurulu başkan ve üyeliklerinde de bulunamazlar.
Bütün taraflar için
gerekli ve anlamlı görülmüş olmalı ki, zamanın tutanaklarında bu düzenlemenin herhangi bir itiraza ve tartışmaya konu olmadığı görülüyor. Uygulama yarım yüzyılı
aştı. Bu süre içinde belediye başkanları seçildikten sonra ‘artık tüm beldenin başkanıyım’ diyerek kamu hizmetlerini hiçbir
siyasal ayırım yapmayacak biçimde yürüteceklerini ilan ederek iş gördüler. Partilerin
başkanlar üzerindeki baskısı elbette hiç bitmedi. Başkanlar da partilerini
kontrol etmek için didişip durdular.
Ama kamu hizmetlerini
görmek bakımından partililiği partizanlığa dönüştüren her uygulama, ilgili
belde halkından ciddi tekiler ve uyarılar aldı. Belli bir dengeye varıldı.
Dengeyi hiç kuşkusuz,
partili belediye başkanlığının tanımını yapan yasa hükmü sağladı.
*
AKP-MHP önerisinin
Anayasa Komisyonunda görüşülmesi 30 Aralık 2016 sabahı bitti. Komisyonda epeyce
değişikliğe uğratılan, 21 maddeden 18 maddeye düşürülen metinde partili
cumhurbaşkanlığı konusu Komisyona geldiği haliyle bırakıldı.
Komisyon da partililiğin tanımını yapmadı.
Cumhurbaşkanının,
mecliste çoğunluğu oluşturacak bir siyasal partinin genel başkanı olması, bunu
destekleyen başka hiçbir şey olmasa bile, kuvvetler
ayrılığı ilkesini kendiliğinden boşa çıkarıyor. Somut olarak söylersek, milletvekili
aday listeleri, genel başkan/cumhurbaşkanının çekmecesinden çıkacak. TBMM yani
ülkenin yasama organı, cumhurbaşkanı yani yürütme organı tarafından kurulacak. AKP-MHP’nin kuvvetler ayrılığına dayanan bir anayasa
değişikliği yaptık sözü, içi boş bir söz.
Siyasal sistemimizin tek-partili
değil, çok-partili olduğunu yinelememize gerek var mı? Cumhurbaşkanına hem bir
siyasal partinin genel başkanlığı yetkisini hem de “devletin başı” unvanını
vermek, basitçe parti-devlet inşa etmek demek.
Bu sistemde cumhurbaşkanının devletin başı sıfatıyla “Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder” sözü
ise, hiçbir gerçek mekanizması olmayan kof bir söz.
Yanlış yaratan boşluk
giderilir mi? Belki.
Ama en iyisi, bu yalap
şalap tasarının geri çekilmesi.
[BAG, Aydınlık, 4 Ocak 2017]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder