Anlamı karışık fikirleri hiçbir zaman öyle
ortada bırakmamak gerek. Karışık fikrin direngenliği de verdiği zararın
boyutları da başka bir şeye benzemiyor. Prens
Sabahattin’in yüz yıl önceki “demokrasi” fikri bu duruma iyi örneklerden
biri.
*
O vakitler, daha Osmanlı Devleti döneminde
Prens Sabahattin özel girişim ve yerelcilik anlamında “teşebbüsi şahsi” ve
“ademi merkeziyet” savunucusuydu. Osmanlı
devleti ademi merkeziyete göre yeniden düzenlensin diyordu. Ona karşı
çıkanlar da “sen hem toplumu hem devleti
parçalamaktan söz ediyorsun” diyorlardı. Prens Sabahattin’in savunması
tahmin edilebileceği gibiydi. Aksine, parçalanmayı
benim dediğim önler, hem de kalkınırız…
*
Prens Sabahattin diyordu ki, ademi
merkeziyet, yerelcilik bir terim, kendi deyişiyle “tabir”. Bunun iki aracı ya
da yine onun deyişiyle iki “tarif”i var. Biri, devlet yönetiminde görevleri
ayırmak demek olan “tefriki vezaif”, öbürü de devlet yönetiminde yetkileri
genişletmek olan “tevsii mezuniyet”. Ona göre, merkeziyetçiliği ortadan
kaldırmayı sağlayacak ve ademi merkeziyetçiliği getirmemizi mümkün kılacak iki
alet bunlardı.
Prens Sabahattin’in dediği, dört başı mamur
bir eyaletleşme formülüydü.
Yaptığı işlem, basit bir kaydırmadan
ibaretti. Ülkenin vilayet idareleri [valilikleri], şimdi olduğu gibi o zaman da
merkezi yönetime dahildi. Prens Sabahattin’in şablonu bunları oradan –merkezi
yönetimden alıp yerel dünyanın unsurları olarak kabul ediyordu. Hepsi bu kadar!
Ve aslında bütün mesele bu kaydırmacada
saklıydı.
*
Kaydırmaca elbette gözden kaçmadı. Prens’in
şablonu, daha 1913’te yasalara işlenen doğru yönetim şeması karşısında
yenilgiye uğradı. Dendi ki, “tefriki vezaif” denen tarif (görevlerin ayrılığı),
yerinden yönetime aittir; belediyeleri ve köyleri anlatır. “Tevsii mezuniyet” denen
(yetki genişliği) tarif ise, merkezden yönetime aittir; valilik sistemini
anlatır. Valilikler merkezden yönetimin parçalarıdır, yerinden yönetimin değil.
Bizim yönetim sistemimizin esası, ta 1913
yılından bu yana böyledir. Bu iki “tarif”in aynı satırda anılması, 1961 yılında
sona erdi. 1961 Anayasası akıllarda karışıklık yaratan kırıntıları da
temizlemişti. Şimdiki anayasa da böyledir; görev-ayrılığı tarif olmaktan
çıkarılmış ve yetki genişliği tarifi de tartışma götürmeyecek biçimde
illerimizin idaresini anlatmak üzere kullanılmıştır.
*
2018 yılında, yukarıda söz ettiğim Prens
hikayesinden sonra, ‘yetki genişliği’ ile (bu sefer ‘görev ayrılığı’ olarak
anılmamış ama aynı şey olan) ‘yerinden yönetim kuruluşları’nı aynı satırda
gördüm. İYİP Seçim Beyannamesinde…
“39-
Yetki genişliği ilkesini çağdaş ve demokratik normlara göre yeniden
düzenleyeceğiz.
Yetki
genişliği ilkesini çağdaş ve demokratik normlara göre yeniden düzenleyeceğiz.
Yerinden yönetim kuruluşlarının merkeze olan bağımlılığını azaltacağız ve
merkezi idareyi hantallık ve kırtasiyecilikten kurtartacağız.”
Ne dersiniz?
Bu satırları yazanlar konuyu iyi bilmeyen
kalemler mi, yoksa yine yeniden Uyanık Prensler
dönemine mi girdik?
O ya da bu! Her iki durumda da son derece
tatsız.
Ama hangisi?
Sanırım ikincisi. Bu partinin “AYYÖŞ’e konmuş tüm çekinceleri
kaldıracağız” diyen, bunun gerçekte ne anlama geldiğini halktan gizleyen
ittifak ortaklarını hatırlayınca, ilk seçenek kuvvetten düşüyor.
*
AYYÖŞ’çü ortağın bu sözlerini yanı
başımızdaki destekçisi “ne varmış, güçlü
yerel yönetim olsun tabii!” diye bağrına basarken, asıl muhatap olan Avrupa
egemenleri ise bu cümleden “Anayasa’ya
ademi merkeziyetçilik – özerkçilik ilkesini yerleştireceğiz” taahhüdü alıyor.
Geçmişte bir Uyanık Prens var. Şimdi ise
sayıları çok ve sanki kadrolu olmuşlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder