Bizim
siyasal hafızamızda ‘Adriyatikten Çin
Seddine’ duygusunun yeri sağlam. Ama fikir olarak değil. Hele işlenmiş bir
politika olarak hiç değil. Yalnızca muğlak bir duygu olarak.
*
Herhalde
bu sözü en çok eski cumhurbaşkanlarından Süleyman
Demirel’den duymuşuzdur. Demirel’in kopuk ve kesintili de olsa Asya’nın
derinliklerine dönük kimi politikaları, sözün içini doldurmasa da sözle çelişkili
değildi. Sloganı birkaç kez de Turgut
Özal’dan da duyduk. Ama onun coğrafyası, ‘bir koyup üç almak için’ daha çok Irak ve Basra Körfezine doğru
akmıştı. Sonra bu sözün Ahmet Davutoğlu
çevresinin Yeni-Osmanlıcılık
tırmalaması ile aynı şey olduğunu söyleyenleri gördük. Gördüğümüz şey tuhaftı;
çünkü bu çevre İstanbul, Mardin, Kudüs
deyip duruyor; İbrahimi Millet
yaratmaktan söz ediyordu. Sloganın coğrafyasıyla, Kudüs’ü merkez aldığı
anlaşılan ümmet esaslı Davutoğlu coğrafyasını çakıştırmak bir hayli güç
olmuştu. Yine de Adriyatikten Çin Seddine
sloganının Yeni-Osmanlıcılıktan
ibaret olduğunu düşünmeyi sevenler var. Eğer öyleyse, son zamanlarda bu
sloganın AKP Salı toplantılarındaki Osmanlı kostümlü tezahüratta yaşadığını
söylemek gerekecek!
*
Adriyatikten Çin Seddine, kimileri
için de Turan demekti. 2011 yılında Muhsin
Yazıcıoğlu, Martin Luther King’in “bir
hayalim var” sözünü alıp bu coğrafyada “kaynaşmış
güçlü bir Türk dünyası hayal ediyorum” diyordu. AKP’nin kimi dallarında
dile getirilen Türklük kavramıyla kavgalı yeniosmanlı hayalinden farklı gibi
görünen, ama İslami ümmet fikrini durmadan işlediği için esintileri birbirine
karışan bir resim çiziyordu. Sonuçta ortada kalan şey, Türklük ile İslamlık
karması ve çatışması içinde, kimse içini doğru dürüst doldurmaya zahmet
etmediğinden muğlak bir resim…
*
Bizde Adriyatikten Çin Seddine sloganı bir
duygu ve uygulamada pragmatik siyaseti havalandıracak bir laf olarak ortada
dolanıp dururken, Türkiye bu coğrafyada 1990’lı yıllarda AB-D’nin yılmaz müttefiki olarak iş görmeye kalkıştı. Boy
gösterdiği yerlerde nasıl yürüdüğünü, o tarihte bu coğrafyayla ilgili olanlar
biliyorlardı. Sonraki yıllarda herkes öğrendi.
Yılmaz
AB-D müttefikliğinin gereğini yapan kadrolar, o zamanlar ‘çok faydalı cemaat’, daha sonra ‘paralel devlet yapılanması PDY’, nihayet FETÖ diye adlandırılan yapılanmanın kadrolarıydı. Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan bu coğrafyadaki
ülkeleri ziyaret etti. Buralardaki ülkelerin tümünden sağır sultanların da
duyacağı şekilde bu “zararlı”yı tasfiye etmelerini istedi. Zamanında hayran
olmayan ilgili ve yetkiliyi bulmanın zor olduğu sözde ‘türk okulları’ kapandı;
TC Milli Eğitim Bakanlığı devreye girdi. Madencilikten tutun Türkçe
olimpiyatları fuarcılığına uzanan ticari faaliyetler üstünde kontrol
geliştirilmeye gayret edildi. Türkiye içi mücadele yalnızca içeride kalmadı, Adriyatikten
Çin Seddine uzanan bu coğrafyaya yayıldı.
Bu
muazzam bir deneyimdi. Elde kalan, yaşatılan
bir slogan, bir politika olarak işlenmeyip pragmatizme teslim edilince demek
böyle oluyormuş türünden önemli bir ders oldu.
*
Bizim
slogan böyle salınırken, turancılık/yeniosmanlıcılık hayallerini beslerken,
pragmatizmin elinde bumerang gibi dönüp Türkiye’yi vuracak serserilikte
savrulurken… coğrafyanın adı çoktan koyulmuştu.
Bizim
sloganın coğrafyasına Avrasya
deniyor.
Adriyatikten
Çin Seddine uzanan dünya Avrasya…
Akademi
ile siyasetin, sloganlarda yaşayan duygu sellerinin önüne geçip akıl teri
akıtmakta çok geç kaldığı Avrasya…
Türkiye’nin
Türkiye için siyaset üretmek ve kendi gücünü Atlantik diyarının AB-D’sine alet
olarak hizmete vermeksizin yükseltmek zorunda olduğu Avrasya…
[BAG, Aydınlık, 11 Kasım 2018]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder