1980’den
beri neo-liberal siyasetin çökertip yok ettiklerini, hem zihniyet hem de
kurumlar bakımından tutup ayağa kaldırma zamanı geldi.
*
Dünyada “serbest ticaret”
denen yağmacılığa karşı çıktığımızda “bunlar
kapalı ekonomi isteyenler!” diye saldırdılar. Görüldü ki bunlar kendilerine
“açık toplumcu” diyen insanlık
yıkıcılarıdır. Artık, dünyanın genel yararı serbest ticarette değil, adil
ticarettedir, demek ve başka ülkelerle ilişkilerimizi bu esasa göre düzenlemek
zamanıdır.
*
Merkez Bankası’nın bağımsızlığı diye
bir iş olmaz. Bu, ülkenin en temel kurumunu Vaşington ile Londra’daki beş-on
yabancı bankanın emri altına vermek demektir. Seksen milyonun kaderini,
açgözlülükleriyle tarihe geçmiş bu tekellere bırakamayız. Merkez Bankası,
para-kredi işlerine başkalarının değil, Türkiye’nin yararına bakmakla yükümlüdür,
deme zamanıdır.
*
Tarım ve toprak
sözde serbest denen piyasa için beş-on tohum, gübre, ilaç tekeline bırakılamaz.
1980’den beri bu işi yaptık, sonuçlarını gördük. Tarım insan sağlığına zararlı
ürünler dünyası oldu, toprak kirlenip zehirlendi, üretim yapamaz hale geldik. Tarım
ve toprak planlamasına başlıyoruz, tam donanımlı zirai donatım kurumunu yeniden
inşa ediyoruz, deme zamanıdır.
*
İleri teknolojiye dayalı, kendini
üretebilen sınai üretimde ‘karşılaştırmalı üstünlüğümüz yok’
lafının yalan olduğu tecrübeyle sabit oldu. Dördüncü sanayi devrimi denen yeni teknolojik
süreci, montaja ve en kirli eski sanayilere sıkışıp kalmış bir halde
karşılıyoruz. Bu sonuncu sıkışmayı aşmak için devleti bu işin başına
geçiriyoruz, deme zamanıdır.
*
Kentsel altyapı, toprağa
ve teknolojiye dayalı sanayiler için başlıca talep yaratıcılardandır. Kentsel altyapının
planlanmasında, finansmanında, inşaatında, işletilmesinde belediyeleri daha
fazla yalnız bırakamayız. Neo-liberal siyasetlerin ortadan kaldırılsın diye
etmediklerini bırakmadıkları İller Bankası örneği üzerinde duracağız, yerel işleri
ulusal üretim ve hizmetlerle birleştireceğiz, deme zamanıdır.
*
Üniversitelerimiz, neo-liberal
siyasetin baskısı altında, bilgi üreten değil ara-işgücü-yetiştiren meslek
yüksekokullarına döndü. Üniversiteler, küreselcilerin yerelcilik yüceltmesine
koşut biçimde özelleştirilip yerelleştirildi. Üniversiteleri meslek okulu ayarına
sabitleyen mevcut uygulamalara son vermenin zamanıdır.
*
Topyekûn
ayağa kalkmak, besbelli ki tüm toplumun özlemi. Bu özlemi, yaşamı yönlendirecek
gerçek bir inanca çevirmek için olmazsa olmaz bir koşul var: Artık vicdan
yaralar hale gelmiş olan gelir
adaletsizliği sorununun üstüne gitmek.
Bunun
için çok araç var. Öncelikle başlıca kamu hizmetlerini şirketlere iş alanı açma
aracı olarak değil, gelirdeki adaletsizliği düzeltici bir araç olarak görmekle
işe başlamak gerek. İşte önümüzde yerel seçimler var; bakalım hangi aday bundan
dem vuracak?
Sonra
devlete, merkezi idareye düşen işler var: Üretici gelirine adeta el koyan
ticaret ağlarına çeki düzen vermek… Vergilendirme sistemini üretkenlik ve gelir
adaleti ölçütlerine göre tasarlamak…
Elbette
bütün toplumsal ve siyasal kurumların azami özeniyle ücretler ve huzur haklarından
kira, kâr, faiz, servet gelirlerine haklı-adil kazanç düzeneği üzerine eğilmek…
*
Bu
işlerde daha fazla zaman yitirmek, tvitleyerek tehditler savuran adeta kendini
kaybetmiş Amerikan ulusal güvenlikçisi Boltongiller
karşısında zaaflarımızı beslemekten başka bir anlama gelmiyor.
Neo-liberal
yıkıntıyı ortadan kaldırma görevi geldi, kapımıza dayandı.