19 Mayıs 2014 Pazartesi

Hangi Siyasal Rejimden Yanayım?

Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili

Cumhuriyet tarihinde bir ilk yaşamak üzereyiz. 

Cumhurbaşkanını halk seçecek. 
YURT GAZETESİ. 23.05 2014

Cumhurbaşkanını Türkiye Büyük Millet Meclisi içinden ve Meclis eliyle seçiyorduk. Sonra, 1982’de TBMM içinden ya da dışından, ama Meclis tarafından seçilsin değişikliği yaşadık. Şimdi, Cumhurbaşkanının meclis tarafından seçimine de son veriyoruz. Bu işte TBMM’nin rolü, adayların belirlenmesiyle sınırlandı. Seçimi, en az 20 milletvekili tarafından gösterilebilecek olan adaylar arasından doğrudan halk yapacak. Seçimin ilk turu 10 Ağustos 2014’te gerçekleşecek.

Bu durum bizim için hiç bilinmez bir yenilik değildir. 

Biz, benzer bir değişikliği, belediyelerde yaşamıştık.

1963 yılına kadar halk yalnızca belediye meclislerini seçiyordu. Belediye başkanları ise bu meclislerin içinden ve bu meclisler tarafından seçiliyordu. 1963 yılında halk belediye meclisinin yanısıra ayrıca belediye başkanını da seçmeye başladı. 

Başkan – encümen – meclis organları arasındaki ilişki ve denge, 1963 öncesi ve sonrasında bambaşkadır. Nitekim bu değişiklikle birlikte söz konusu organların yetki – görev – sorumlulukları yeniden yazılmıştır. 1963 yılından bu yana, belediye yönetiminde “güçlü meclis modeli” yerini “güçlü başkan modeli”ne bıraktı.

Ama model değişikliği burada kalmadı. 

Güçlü başkan modeli, 1984’te başlayan büyükşehir belediyeciliğiyle iyice genişledi. Halk büyükşehir belediyesi için çalışacak meclisi ayrıca seçmedi; ilçelerden seçilmiş meclis üyelerinden bir bölümü, ilçenin yanısıra büyükşehir belediyesinin de meclis üyesi olarak bunun meclisini oluşturdu. Açık bir deyişle, büyükşehirlerde meclisler iyice geriledi ve ortaya “tek adam modeli” çıktı. Belediyeleri bilenler bilir; ortak akıl – danışma – topluca karar verme – uzlaşma mekanı olan meclisler, başkanlar karşısında kimi zaman fiili olarak ‘hükümsüz’ kalmışlardır.

YURT, 24.05.2014
Şimdi bu deneyimi ülkemizin yönetimi bakımından yaşamaya hazırlanıyoruz.

Ama bu öyle bir ölçek ki, etkileri, belediyeler üzerinde ortaya çıkan etkilerden çok daha derin ve kuşatıcı olacak. Çünkü başkan – meclis dengesi, “devlet başkanı – parlamento” halinde ülke geneli için söz konusu olunca, “siyasal rejim”in rengini değiştiren bir öneme sahiptir. 

Bu iş ülke geneli için “parlamenter rejim” ile “başkanlık rejimi” arasında tercih yapmak anlamına gelir. Ve bu tercih ülkenin dikey ve yatay tüm kuruluş dinamiklerini sarıp sarmalayıp değiştirir.

Hal böyleyken, “Cumhurbaşkanını halk seçsin” kararı verilen 2007 yılından bu yana tuhaf bir gevşeklik içinde yuvarlandık ve ilk uygulama zamanı geldi çattı. Şimdi “kimi aday göstersek?” diye konuşuyoruz.

Peki ama biz böyle bir siyasal rejim değişikliğini ne zaman kabul ettik? 

Kim aday gösterilirse gösterilsin, kim seçilirse seçilsin, “siyasal rejim bakımından ne değişecek?” sorusu hala ilgimizi çekmiyor. Bu sorunun çevresinde toplaşıp tartışma yolları, Türkiye’yi teslim almış “gerçekçi” siyaset hastalığınca tıkanmış durumda.

Pragmatik siyaset, şimdi “iyi ama siyasal rejim….” diye başlayan hiçbir sözü duymaya tahammül göstermiyor. Üniversiteler de koyu bir suskunluk içinde kalmayı sürdürünce, şimdilerde “bir musibet bin nasihatten iyidir!” demekten ve yaşayıp da görme çaresizliğine düşmekten başka yapacak bir şey kalmamış görünüyor.

İyi de, kocaman bir ülke, siyasal rejim değişikliğini böyle yaşayabilir mi? Bu maliyetin altından kalkılabilir mi? Ülke söz konusu olunca, bütün bir toplumun geleceği kısa erimli pratik siyasetin hedeflerine kurban edilebilir mi?

Ne yazık ki, 21 Ekim 2007 Referandumu’ndan başlayıp günümüze uzanan zaman dilimi, pragmatik siyasetin çok bilmişliğinin ve dalkavukluğun zaferine tanık oldu. Aynı zaman diliminde, ilkeli siyasetin uzun erimli hedeflere odaklanmış planlı – programlı halkçılığı adeta sindirildi.

Halk yüceltmesi değil, halk aldatmacası.  

Bu konuda sorun, halkın cumhurbaşkanı seçime yeterliğine sahip olup olmadığı sorunu değildir.

"Halkın seçme yeterliği" tartışma dışıdır. Çağımızda iktidarın kaynağı halktır; parlamentoyu halk seçer ve başka hiçbir kaynak -ilahi, ırsi, oligarşik, vb... kabul edilemez.

“Cumhurbaşkanını halk seçsin”ciliğin popülizmi sahtedir. Burada bir halk yüceltmesi değil, aldatmacası vardır.

YURT, 26.05.20
Soruyu doğru sorarak başlamalıyız. 

Doğru soru "cumhurbaşkanını halk seçsin mi seçmesin mi" değildir. 
Doğru soru "tercihiniz parlamenter rejim mi başkanlık rejimi mi" sorusudur. 

Eğer parlamenter rejimi istiyorsanız, cumhurbaşkanı meclis tarafından seçilmelidir. Eğer yanıta 'cumhurbaşkanını halk seçsin' diye başlıyorsanız, o halde tercihinizi başkanlık sisteminden yana yaptınız demektir.

***
2007 yılında, 21 Ekim Referandumu yapılmadan önce aşağıda bağlantısını verdiğim yazıyı yazmıştım. Bu satırlar, şimdi de geçerlidir ve ne yazık ki çok günceldir.

Konunun ayrıntısı şuradadır: 
http://baguler.blogspot.com.tr/2013/03/baskanlk-rejiminin-yonetim-sistemi.html

2007 Türkiye anayasa değişikliği referandumu
Evet ya da hayırOylarYüzde
Referendum passed Evet19,422,714%68.95
Hayır8,744,947 %31.05
Geçerli oy28,142,781 %97.74
Geçersiz veya boş oy651,435 %2.26
Toplam oy28.794.216%100.00
Seçmen katılımı %67.49
Seçmen sayısı42,665,149
Toplam 42,7 milyon seçmenden 19,4'ünün "evet" dediğine dikkat etmeli; toplam seçmenin %45'i.... 








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder