AYDINLIK, 06.07.2014 |
Günün sorusu “10 Ağustos’ta ne yapacağız?” oldu.
AK(P)KK gericiliğine karşı çıkış aranıyor. Çıkış yolu CHP – MHP tarafından gösterilecekti. Onlar “ters köşe” yapmayı yeğlediler. Gerçekten de “ters köşe” yaptılar. Ama göründüğü kadarıyla AKP’ye değil kendi seçmenlerine…
PARTİLİLER ile YÖNETİCİLER
Şimdi bu partilerin seçmenleri partililere, partililer de partilerinin yöneticilerine bakıyor. Yöneticiler, ‘bizim adayımız değil, ortak aday’ diyorlar. ‘Parti kurullarından kararımız yok. Yalnızca keşfi yaptık, adayı çektik çıkardık, size sunuyoruz, o kadar’!
Partililer doğal olarak, ‘e o halde çatıdaki aday partililer için bağlayıcı değil” hükmüne varıyorlar.
Parti yöneticileri buna kızıyor. O kadar çok kızıyorlar ki, anayasal görevlerini yerine getiren ve seçenek üretmeye girişen milletvekillerine disiplin hatırlatması yapıyorlar. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla durumu. Milletvekiline ve Parti Meclisi üyesine yapılan hatırlatma, partinin her üyesi için yeter. Onlara ayrıca bir şey demeye gerek yok.
İyi ama, hani parti kararı yoktu; aday da partinin adayı değildi! Bu durumda disiplin sopasını hangi el tutacak? Bu sopayı tutacak bir el yok. Daha açıklayıcı söyleyelim. Anayasa’da ‘aday milletvekillerince gösterilir’ hükmü var; parti yetkili kurullarının aldığı bir karar yok. Bu durumda disiplin sopasını tutacak hukuksal bir el de yok.
Parti yöneticileri o zaman ‘tamam’ diyorlar. ‘Hukuksal gerekçe yok, ama etik var. Siyasal etik gereğince her partili, partisinin kararını yanlış bulsa da uymak zorundadır.’
Gerçekten de bu doğrudur. Doğru olmasına doğru da, ortada bu çatı aday için alınmış bir ‘parti kararı’ yok. Aday parti meclislerinde görüşülmedi; açıklanmadan önce de açıklandıktan sonra da…
Yöneticilerin yanıtları tükenmiyor. ‘Parti kararı olmayabilir; partiyi temsil eden genel başkanlık böyle uygun görmüşse onun sözü partinin sözüdür; sana kabul etmek düşer’.
İşte diyalog burada nihayete eriyor. Çünkü bir anda 17. yüzyılda l'État c'est moi (devlet benim) sözüyle tarihe geçen Fransız Kralı Louis Le Grand (Büyük Lui) Ruhu zuhur ediyor.
PARTİ HUKUKU
Ama zaman değişik. 21. yüzyıldayız. Monarşiler biteli çok oldu. Parti oligarşileri de zamanını doldurdu. Şimdi demokratik merkeziyetçilik zamanı. Parti yapıları meşruiyetini parti hukukundan alıyor.
Partilerde genel başkanlıklar karar organı değil; temsiliyet makamı. Temsiliyeti, karar organlarının temsiliyeti demek. Karar yoksa, temsiliyet makamının sözü de yok. Ve yine genel başkanlık karar organı değil; merkez yönetim kurulu ile birlikte yürütme organı. Temel karar organı yoksa, kendisinin de yürütme gücü yok.
Zamanımızda saygı da bağlılık da parti hukukuyla bir bütün. Pusulamızın birinci yönü parti hukuku. Eğer bu yön kaybolmuşsa, pusulamızın ikinci yönü parti programı ve partinin temel ilkeleri. Parti disiplini bu iki kutba bakar. Parti hukuku ortadan kalkmışsa, partinin ilkeleri var. Eğer hukuksuzluğun yanı sıra ilkelere de aykırılık varsa, aynı ‘kanunsuz emir’e uymanın suç sayılması gibi, uydumakılla yürümek de suç olur.
Parti yöneticileri – partililer arasındaki tartışma böyle çözüldü.
PARTİLİLER ile SEÇMENLER
Şimdi büyük tartışma partililer – seçmenler arasında. 10 Ağustos 2014 gününe kadar sürecek. Bütün kalbiyle AKP’nin ders almasını isteyen çatı seçmeni, bütün kalbiyle AKP’nin sandığa gömülmesini isteyen partililere acı bir soru soruyor: Oy kullanmaya gideyim mi, gitmeyeyim mi? Gidip de geçersiz oy mu vereyim?
Partilerin çatıları, çatıdaki adayla kendi seçmenlerini ‘ters köşe’ye yatırdılar.
Açmaz ortadan kalksın diye elimizden geleni yaptık. Seçmen de biz de yine üstümüze düşeni yaparız. Ama herkes bilmeli ki, günah bizden gitti. 10 Ağustos 2014 günü sonuç ne olursa olsun, bunun günahı seçmende de olmayacak.
Hadi bakalım, hepimize kolay gelsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder