14 Temmuz 2014 Pazartesi

LAİKLİK ile DİNCİLİK -ve SEKÜLERLİK


Gazeteci soruyor: “Siz sekülerlikten uzaklaşıp muhafazakarlaşıyor musunuz?”

Öyle bir kavramlaştırma ki, soru sanki Türkçe değil! Anlamak ve üzerine konuşmaya başlamak çok zor.

Birincisi, bizim konumumuz ‘sekülerlik’ değil. Altı ilkemizden biri ‘laiklik’, sekülerizm değil. Gazeteci bu iki şeyin “aynı şey” olduğunu mu düşünüyor? Yoksa bizim, dinci düşüncenin bize biçtiği sekülerlik elbisesini giydiğimizi mi varsayıyor!

İkincisi, “muhafazakarlık”tan kasıt ne? Muhafazakarlık günlük kültürel yaşamı temsil eden bir konum değil mi? Bizler pek çoğumuz günlük yaşam ve ahlaki değerler bakımından bal gibi muhafazakarız! Gazeteci muhafazakarlık derken ne demek istiyor?

Gazeteci sorusunu öyle iki uca yerleştirmiş ki, olmadığımız bir şeyden olduğumuz bir şeye dönüşüp dönüşmediğimizi öğrenmek istiyor. İşin içinden çıkmak zor.

O halde kendisine sormalı: Seküler’den ve muhafazakar’dan kastettiğiniz ne?

Gazeteci şunu kastediyor: Sekülerlik, yani laiklik! Muhafazakarlık, yani İslami dinsel emirlere göre yaşamak.

SEKÜLER MİYİZ?

Bugünlerde ilk görev ideolojik işgali kırmak. Yani düşünce ve eylemlerimizin kavramlarını ilan etmek; bunların tanımını kendi ellerimizle yapmak.

Biz sekülerizm değil, laiklik ilkesinin sahipleriyiz. Ve bu ikisi aynı şey değil.

Niyazi Berkes Türkiye’de Çağdaşlaşma adlı kitabında ikisinin aynı anlama geldiğini, ikisinin de ‘dünyevileşme / dünyevileşerek çağdaşlaşma’ demek olduğunu yazdı.

Ama daha 1868’de Padişah Abdülaziz’in sekülerizmin devlet tarafından benimsenebileceği görüşünü nereye koyacağız? Seküler düşüncenin tarihsel olarak saltanatla da hilafetle de sorunu olmadığı gerçeğini nasıl açıklayacağız? Cumhuriyet saltanata karşıdır; tamam. Ama cumhuriyet laik ise hilafete yer açmaz. Seküler Cumhuriyet ise rejimin halifeli olmasını mümkün sayar. Bu durumda laiklik ile sekülerliğin aynı anlama geldiğini nasıl ileri sürebiliriz?

Laiklik ile sekülerliğin nasıl iki başka kavram olduğunu, Aytunç Altındal’ın Devlet ve Kimlik kitabından öğrenmeye başlayabiliriz.

Durumu pek güncel bir olayla da vurgulayabiliriz: Laiklik, cumhurbaşkanlığı makamına aday olanların adaylık ilanı konuşmasına Kutsal Kitap’tan duayla başlamalarını, dini siyasete alet etmek sayar. Sekülerizm ise saymaz.
13.07.2014
AYDINLIK

SİNSİLİĞİN ZİRVESİ
Anlaşılıyor ki, Türkiye’de kozmopolit İslamcılığın ilk derin müdahale alanı, laiklik ilkesini sekülerliğe dönüştürmek olmuş durumda.

Bu müdahale ender olarak açık tartışmayla yürütülüyor. Çoğu zaman ise, “kavramların adlarına takılmayın; laiklik deyip içini sekülerlikle doldurun” hilesiyle yürütülüyor. Sinsilik ve üçkağıtçılık, karşı devrimin bir numaralı ‘entelektüel’ aracı.

Siyasal konum bakımından muhafazakarlaşmaktan kastedilen şey, günlük yaşamın kültürel gelenek – görenekçiliği değil. Toplum ve devlet işlerinin, tüm yaşamın dinsel emirlere göre sürdürülmesini ilke saymak. Bizim verdiğimiz adla “dincilik”.

Şimdi soruyu bir onların dilinden bir de bizim dilimizden soralım:

- Sekülerlikten uzaklaşıp muhafazakarlaşıyor musunuz?

- Laiklikten vazgeçip dincileşiyor musunuz?


Gericilik, laiklik anlayışını sinsice “sekülerlik” yapmış; dinciliği ise muhafazakarlık diye yumuşatmış. İlerici düşüncenin ekseni böyle böyle gericiliğin ana eksenine taşınmış.

Düşünsel eriyişimiz, pratik siyasette elle tutulacak kadar somut haldedir. Öyle ya, şimdi en çok duyulan söz “ilerici – devrimci adaylarla seçim alınamaz; o halde ‘stratejik’ davranalım!” sözü değil mi? Takiyyeciliğin yeni sahipleri var.

Oysa derler ki ‘zaman seni bir çekemeyenin taşıyla taşlatmadıkça nimetini ortaya çıkarmaz’. Şimdi akıllıca olan ‘mecburuz diye mızrakların üstüne oturmak’ değil, bu sinsi mızrakları bir bir kırmak. Zaman o zaman.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder