Sandığa
girmemesi gereken yalap şalap bir anayasa değişikliği sandığa girdi. Egemenlik
yetkisi oylandı ve referandumculuğun yüzde 49-51 kapısına sıkıştırıldı.
Oylama
gerçekten de bu orana sıkıştı. Ama ne çare? Referandum dediğiniz yüzde 49 – 51!
Bir taraf yüzde 80 de alsa yüzde 60 da, mesele yüzde 51’e kilitli. Ellibiri
bulan referandumu alır. Öyle de oldu. Yüzde 49, ardında iki çaresizlik bıraktı.
Mühürsüz pusulayla çıkış bulma umutsuzluğunu ve bambaşka gerekçelerle ‘hayır’
diyenlerden bir ‘hayır partisi’
çıkarma samimiyetsizliğini. Sayım suyum direnişçiliği, AB ile ABD başta gelmek
üzere, diğer ülkelerin başları sonuçları kabul etme işaretleri verince söndü.
‘Hayır partisi’ samimiyetsizliğinden ise geriye, daha 17 Nisan günü, chp-hdp çatısı kotarma gayretkeşliği
ile Ekmeleddin fırsatçılığı kaldı.
Şimdi
mi?
*
Şimdi
siyaset tepeden tırnağa yeniden şekillenecek.
Partilerin
tümü kendi paylarına düşen herşeyi yaşayacak. Ama asıl mesele partilerin ve
siyasal hareketlerin neler yaşayacağı değil.
Asıl
mesele, daha bu referandum oylaması gündeme geldiğinde bekleme sırasına geçmiş
olan ikinci adımın kendisi.
İkinci
adım, bu referandumla halledilen egemenlik yetkisinden sonra, Türk ulusuna ait
olan egemenlik hakkının oylamaya koyulması.
Türk ulusunun egemenlik hakkının anayasadan silinmesi ve ortadan kaldırılması.
*
Az
önce, partili cumhurbaşkanının ilk konuşmasında bu hedef yerli yerine
yerleştirildi. Partili cumhurbaşkanının “kimse
ikinci sınıf vatandaş olmayacak” sözü, bizim aklımızdaki yurttaşlar
arasında yalnızca kanun karşısında değil, aynı zamanda toplumsal yaşamda da
eşitlik gerektiği inancının ifadesi değil.
Bu,
“Türk
etnisite adıdır; ümmetin bu etnisiteden olmayan parçaları ikinci sınıfa
itilmiştir” anlamına geliyor. Bu söz, sosyal ve dinsel bir
değerlendirme olmakla sınırlı değil. Söyleyen kişinin makamı ve güttüğü siyaset
nedeniyle siyasal bir değerlendirme. Anlamı açıktır: Şimdi sıra, 1920’den bu
yana Türk Milleti’ne ait olan egemenlik hakkının anayasal olarak ortadan kaldırılmasında…
*
Önümüzdeki
dönem, bu büyük soru üzerine yükselecek.
Ulus-devletin,
yani Türk vatandaşlığının ve Türk Milletinin egemenliği rejiminin sona
erdirilmesini isteyenler adım atacak. Önerileri de hazır. O öneri, ulusal
egemenliğe karşı “çok-milletli ümmetî
egemenlik” önerisidir ki, yeni egemenin adı bile bellidir. O ad, çözüm
süreci adı verilen teslimiyet boyunca yapılan pazarlıklarda bulunmuş, “Türkiye milleti” diye bir ad üzerinde
anlaşma yapılmıştı.
Doksan
yıllık reklam arasını kapatmak meselesi…
*
Önümüzdeki
dönemin asıl meselesi, ulus-devlet mi
yoksa çok-millet mi sorularının
sonuca bağlanmasıdır. Tek-millet
sözünde toplanan siyaset, çok-milletliliği ümmetî sıfatta birleştirmekten
ibarettir.
Peki,
laik devleti ve laikliğin tek mümkün zemini olan ulus-devleti savunacak olanlar
nerede? “Ümmetî devlet” kimliğinin
Türkiye’nin birliğini sağlama potansiyeline sahip olmadığını söyleyecek
olanlar? Bu hayalin ülkemizi etnikçiliğe ve mezhepçiliğe boğacağını; Türk
Milletinin egemenlik hakkına el uzatılamayacağını; ulusal egemenliğin üniter
devlet için şart olduğunu söyleyenler nerede?
*
Evet,
siyaset yeniden şekillenecek. Ama “asıl
mesele”yi es geçen her şekillenme, çıkışı değil dağılışı besleyecek. Bugünkü
iktidara herhangi bir nedenle karşı olanların birliğini çözüm sanmak, dağılışa
kılıf aramaktan daha fazla bir anlam taşımaz.
Günün
getirdiği, siyaseti şekillendirmekten öte, “asıl
mesele”yi gören gerçek bir omurga üzerinde kurma görevidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder